Hayatın kendi başına bir anlamı yoktur.
Hayat anlam oluşturma çabasıdır.
Var oluşsal sancı belli bir yaşa özgü de değildir üstelik.
Hayat boyu devam eden en anlamlı sancı...
Var olmak başlı başına onur sermayesidir.. Varlığının bilincine varmak bu onuru ilmek ilmek işlemeyle eş değer...
Var'ım diyen anlam kazanır.
Varsa insan yazar, varsa insan okur, varsa insan edilgen olamaz.
Edilgen olan anlam kaybı yaşar ve takdir edersiniz ki her kayıp bir acıdır.
Kimi malını mülkünü bir anda kaybeder kimi aklını bir anda kaybeder kimi ruhunu..
Bütün kayıplar acı verir hattı zatında..
Nice'dir yazma hevesi kalmamıştı içimde. Sordum kendime... Neden?
Yüreğin yangın yeri iken neden yazmıyorsun dedim kendime.
Kaybetme korkusu mu sardı seni yoksa!
Oysa toplumda; bunca ruhunu kaybedenlerin arasında.
Ruhunu, aklını, mücadelesini, hayat sevincini kaybedenlerin arasında.
Sonra sordum kendime: Allah'ı kaybeden neyi kazanmıştır, Allahı kazanan neyi kaybetmiştir?
Sor kendine ey İnsan!
Sor kendine ki bu asrın en şedid hastalığı seni yakıp kavurmasın..!
En şedid hastalığı dedim...
Nedir bu hastalık..
Kaybetme hastalığı, kaybetme korkusu...
Allah daha baştan haber vermişti: "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.." Bakara 155. Ayet
Kaybetmekten korkuyor musun yahut neyi kaybetmekten korkuyorsun?
Yazmak var olmanın bir nüvesi idi yazmalısın diye gelen iç sesime kulaklarımı kapayamadım.
Dedim sonra tamam da bunca kazandığını zannedenlere neyi kaybettiğini nasıl kaybettiğini nasıl anlatabilirdim ki?
Korkuyor ruhu sıkışmış insan.
Ya itibarımı ya makamımı ya insanların şak şaklamasını alkışını, takibini kaybedersem diye korkuyor.
Seküler insan kalabalığını doğrulara tercih eden insan.
Doğruyu hakkı eğip bükerek anlatan insan!
"Var ol hocam, sen çok yaşa hocam, sen olmazsan bu toplum irşad olmaz hocam diyen sesleri ve takipçi sayısını kaybetmekten korkuyor kanaat önderi edasında yazılarını yazıyor.
Okunmamasından korkarak yazıyor... Okuyanların gideceğinden korkarak yazıyor...
Bu da bir korku öyle değil mi!
Hani Allah için yazmıştın!
Allah var etmişti varlığından haberdar etmişti diye dizeler yazıyordun!
Sonra..
Başka neden korkar insan.
Sevdiklerini kaybetmekten, esiri olduğu evindeki lüks eşyaları kaybetmekten, markalı arabasını, faizle dayadığı döşediği evini kaybetmekten, kaşını gözünü kalbini hayatını kendi yaratmış gibi onları kaybetmekten, maddiyata bağladığı umudunu kaybetmekten, kiraya verdiği zalim ve fasık aklını kaybetmekten korkuyor insan.
Kuran öyle buyurdu: Mızmız insan, zalim insan, nankör insan, korkak insan.
Oysa Rasulullah öyle mi demişti. Güçlü mümin zayıf müminden hayırlıdır demişti.
Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” (Müslim, Kader 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 10.)
Korkmak fıtridir ancak zalimden korkmak, menfaatini kaybetmekten korkmak, alkışları kaybetmekten korkmak aşağılık bir derekedir.
Herkes en çok değer verdiği şeyi kaybetmekten korkar... Değer verdiğin şey imanından haber verir...Kişinin imanı ne kadarsa korkusu da o kadar olur ...
"Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar.." Talak 2. Ayet
Allah'ı kaybetmekten korkmayan imanını kaybetmekten korkmaz...
Zihninin ve kalbinin seni sardığı şey ne ise şahsiyetin o kadardır.
Bir insanın şahsiyetini imanı şekillendirir.
Bu durum, bütün duygularda geçerli olduğu gibi korku duygusunu yaşarken de geçerlidir.
Hayata baktığın pencere zihninin ne kadar manipüle edildiğinden haber verir.
Psikolojik baskı kuran seküler çevreler ve hümanist boş bakışlar ile durumumuzu belirler hale geldik...
Ruhsal bütünlüğümüze, evimizdeki altın kaplamalı avizeleri kriter kabul ederek karar verir olduk...
Anksiyete ölçümüz markalı arabamız çizilene kadar belli olmuyor ve kaybetme korkumuzun büyüklüğünü büyük ölçüde belirliyor...
Kaybetmekten korkanların kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştır...
İncinmemeyi telkin etmenin moda olduğu bu asırda ; incinmekten, düşmekten, yorulmaktan korkan insanlarla doldu taştı ortalık..!
Düşeceksin...
Üzecekler, ezecekler seni ey kardeşim...
Şimdilerde çok meşhur: Pedogogların, psikologların, yaşam koçlarının (hepsini kastetmiyoruz) ürettiği yeni bir hastalık: Kırıldın mı sen, üzüldün mü sen, kaybettin mi sen vaah vaaah..!
Nasıl olur bu olmamalı !
İşte bu yetersizlik duygusunu aşılayan çağımızın yeni icadı..!
Hayır.. Dur orda.. Üzülemezsin.. Eğer incittilerse ve MazaaAllah sen de bunu ifade etti isen teşhis hazır : Trawma !
Vaah ki ne vah... Sen üzülme, sen değerlisin, kırılmamak için incitmemek için bana gel... Üç beş seansla ( fazla pahalı değil ! ) artık hayata sevinçle bağlanırsın endişe etme..!
Asrımızın yeni icadı: Korku ve hastalık pompalamak..!
Oysa hayatın tamamı bu değil mi ! Hayatı eksiklik duygusu ile yaşamak hayatın bizatihi kendisi değil mi..!
Aciz olan aciz olandan birşey kapıp götüremez. Bunu bilmek en önemlisi iman etmeli değil miydi..?
Dolayısıyla çok bilmek değil bilginin bilince dönüşmesi gerek... İdeolojik sapmalardan Allaha sığınmak gerek.. Tağutları inkar edip Allaha iman etmek gerek... Ey İman Edenler İman Edin ayetini iyi anlamak gerek... Aklımızı, vicdanımızı, fıtratımızı İslam yolunda istihdam etmek gerek..
Öyle değil mi? Allahı kaybeden insanın neyi olduğunun ne kadar zengin olduğunun bir önemi yok.. Ki zenginlik itaatle takva iledir.. Şirkini dinden sayanlardan beri olduğunu ilan ve ikrar etmek iman etmenin gereğidir ve teslimiyet bunu gerektirir...
Hayatta her istediğimizin olmayacağını bilmek ve teslim olmak imanın tezahürüdür... Takva; Allah'ın emirlerini yapma konusunda Allah'ın sevgisini kaybetme endişesi ile kuşanmamız gereken bir duruş ve direnişin adıdır...
Kaybetmeyi bilmeyen kazanamaz...
Allah azze ve celle buyurmadı mı: "Yoksa insan, arzuladığı her şeye sahip olacağını mı sanıyor..?" Necm 24. Ayet
Zaten eksik olan, zaten dar olan dünyanın seni doyuracağını mı sandın..!
Ruhu bekaya hasret olanı bu dünya doyurur mu sandın?
Kaybetmekten korkmayan takvalı bir mümini dünyadaki üç beş çaputu kaybetmekle, sensiz kalmakla korkutamazsın...
Ruhu "sıla sıla" diyen insanı, dünyaya bağlanmış koca koca karınlı müstekbir insanların planları yolundan caydıramaz...
Beylik lafları değil yüreğe bakan amelleri işler hanene şerefli melekler...
Kaybetme korkusu ile hakikatleri yaşamayan yığınlar, insanın ruhuna eziyet etmekte... Dünya hayatı, çocuklarının sayısı, güzelliği, lüks eşyaları ve parası ile oyalanır durur...
Zira oyalanma yurdudur dar-ı dünya...
Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: "Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir..."Kehf 45.Ayet
Konuyu biraz detaylandırmak istiyorum.. Kaybetme korkusunun temelinde en başta güvensiz bağlanma ya da bağlanma konusunda sağlıklı bir temel oluşturmamak yatar... Eğer bir şeylere sağlıklı bağlıysak kaybetme korkusu değil ayakları yere sağlam basan bir cesaret yaşamımıza kalite katar...
Daha doğum öncesi anne hamileyken başlar bu eğitim...Doğumdan tibaren bakımımızı sağlayan kişilerin davranışları çok önemlidir...
Allah'a iman etmeyen ya da iman edip gereklerini yerine getirmeyen anne babaların ya da bakıcıların elinde büyümüş olmak tek sebep değildir ancak büyük bir ruhsal boşluğu beraberinde getirir...
Şayet bakıcı veya anne-baba çocuğa sağlıklı bir şekilde bağlı değilse, çocuğu kaybetmemek için çocuğun özerkliğini ve özgürlüğünü kısıtlıyor sürekli baskıcı ve korkan tavırlarla yaklaşıyorsa bu muhtemelen çocuğun aynı yapıya sahip olacağını gösterir...
Çünkü duygular öğrenilir. Anneden veya bakıcıdan çocuğa sirayet eder...
Bu bir öğrenmedir ve öğrendiğimiz şekilde yaşamımıza devam ederiz...
Ailemizden veya bizlere bakan her kimse gördüğümüz davranışları biz de kendi yaşantımızda ve kuracağımız ailede devam ettiririz...
Dolayısıyla güvenli bağlanma sağlıklı gerçekleşmemişse hayatta kaybetme korkusu israfı kaçınılmaz bir duygu haline gelir...
İslam üzere yaşamayan anne babaların oluşturduğu ailelerde bu duygu israfı daha baskındır...
Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar diyordu Rasulullah a.s.. Salat ve selam olsun sana Ey Nebi...
Her doğan, İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvut, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5.)
Anne babalar , çocuklarını menfii ideolojilerle batıl yol ve yöntemler ile büyütünce Allah'a güven konusunda yetersiz bir algı yerleşiyor...
Allah'a güvenmeyen gençlikten oluşan toplumun mizacı kaybetme korkusunu içinde saklıyor ve sonra travma, şirk , nifak, küfür olarak hayat buluyor...
Travmalar kaybetme korkusunun en önemli temellerini oluştururlar... Çocukluğunda ailesinde bir aldatma, ayrılık ya da erken ölüm yaşamış bir çocuğun ilerdeki yaşamında ilişki yaşadığı insanı kaybetmekten korkması, çocuğunu kaybetmekten korkması, elindeki tüm zenginliği makamı refahı kaybetmekten korkması ve bunu normalden daha kuvvetli yaşaması muhtemeldir.
Ancak bunu tüm hayatını etkileyecek şekilde kişinin yaşaması ve herşeyi travmaya bağlaması kişinin iradesini iptal etmek istediğinin açık delilidir...
Kaybetme korkusu baskın ve hastalık derecesinde olanlar için elbette bunun tedavisi vardır.
Ancak bunu iradesini iptal edecek seviyeye getirmek yüreğindeki iman gücüyle yakından ilişkilidir.
Tıbbi müdahale gerektiren her durumda bilimden istifade edilmesi elzemdir.
Burada tıbbi boyuta varan korkulardan değil şahsiyet bozukluğu neticesinde yaşanan korkuların kaybettirdiği ruhsal ve manevi güçten bahsediyoruz.
Kaybetme korkusunu ortaya çıkaran nedenlerden biri de iman eden insanın Rabbine ve kendine güvensizliğidir.
Rabbini hakkıyla tanımayan ve koşulsuz iman etmeyen kişide müstağnilik ve müstekbirlik baş gösterir...
Müstağnilik öğrenilir.
Kişi doğarken müstağni doğmaz..
Sadece misal kabilinden söylüyorum genelleme yapmadan.
Ailesinde veya çevresinde İslami eğitim almamış seküler hayat yaşayan kiişiler eğer terkedilme travması veya bir yakınını kaybetme travması yaşamış ise Allah'ın bu durumu kendi başına da getireceğini düşünür ve Allah'a karşı bir suizanda bulunur...
Sürekli bir tür korku yaşar ve bu beklenti aşırı boyuta ulaşırsa anksiyete başlar bu sebebten kişi, hem kendine hem karşısındakine sürekli eziyet eder.
Çocukluğundan beri zayıf bir iman duygusu ile büyümüş, sekülerizmin ve pragmatizmin egemen olduğu ailelerde başarısızlık ve gelecek kaygısı yaratılmış ailelerde, diplomaya veya okuldaki başarıya daha çok önem veren ailelerde çok ağır yaşam şartlarıyla mücadele edip bazı şeylere sahip olmuş kişilerde de aynı durum geçerlidir...
Gelir düzeyi ortalamanın altında olan bazı ailelerde okul başarısı ve diplomatik başarı odak haline getirilmiştir...
Oysa "Oku" emrini biz Allah'ın adıyla okutacak okuyacaktık toplum olarak.
Böyle olmayınca açıkta kalan eksik kalan yamalı duygular peyda oldu.
Bir aile düşünün ki şirk içinde yaşıyor ve böyle bir ailede yetişen çocukta korkunun ve kaybın adı ne olursa olsun kaybetme korkusu ölüme kadar sürer ta ki sağlam bir akidevi imanla Allaha bağlı olana dek...
Sekülerizmin egemen olduğu maddiyatın maneviyattan daha fazla gündem edildiği ailelerde; çocuk yetişkin olsa dahi: Maddiyat biterse sürekli kötü şartlarda nasıl yaşarım endişesi, kazandığı şeyleri kaybedeceği korkusu yaşayabilir hatta yaşar..Bu nedenle de elindeki kazanım diye gördüğü eve, arabaya, kadına, çocuğa, mala aşırı bağlanabilir. Hatta bağlanır...
Kaybetme korkusu ile sürekli hayat kalitesini düşürebilir ve bu korkular için normalden fazla mesai yapma ve bedensel olarak aşırı mücadele , fiziksel ve ruhsal çöküntü ve tükenmişliğe neden olabilir...
Karnı büyük koca dünyanın hiç kimseyi doyuramayacağını bildiği halde kendi de doyumsuz, ruhsuz insan olur çıkar...
Buna mukabil ; sahip olduklarımızı ve hayatımızı kaybetme korkusunu ise herkes az yada çok muhakkak yaşar... Bu çok normal bir korkudur. Fakat diğerleri gibi bütün kayıpları korku derecesinde bir hastalık şekline dönüşürse, hayatımızı etkilemeye başlarsa panik bozukluk gibi bu normal olmayan bir durumdur...
Modernite kendi çağının hastalıklarını üretmeye devam ediyor.. Çağdaş insanın baktığı pencere dar olduğu için hastalıkların kendisinde olmadığını vehmeden insan dünyayı yaşanmaz hale getiriyor ama farkında değil...
Kaybetme korkusu eğer yerinde kullanılırsa gereklidir deriz.
Çünkü normal düzeyde kaybetme korkusu olan insanlarda; insanlar, diğer insanlara ve sevdiklerine karşı yeterince empati ile yaklaşır ve anlayışlı olurlar. Hayatlarını, ruhlarını, akıllarını ve kalplerini korumak için ve normal bir insanın yapması gereken şeyleri önemser ve özenle yaparlar...
Sağlıklı korkuyu kuşanan insan; gayri ahlaki veya gayri meşru teklifler ile karşı karşıya kalsa işte tam bu noktada kaybetmeyi kazanmak olarak gören insanlar için tercih konusunda ikileme düşmez ve beklemeden insanın onuruna yakışan tercihi yaparak imani bir eylem ortaya koyar...
Zenginlik için rüşvete, kazanmak için fesada başvurmaz mesela.. Hırs, hız ve haz bitiremez sağlıklı korkuya sahip olan ve kaybetmekten korkmayan insanı...
Dolayısıyla; erdemli insanlar; korkularını iyi yönetirler...
Sahip oldukları şeylerden kolay kolay vazgeçmezler...
Kalbimi dinlendiren, sevindiren içinde demlendiğim en nazik korkuya geldi sıra..
Aslında ilk sırada ve her daim gündemimizde olan korku bu olmalı...
Kaybetmekten korkmanın en onurlu hali Allah'ın sevgisini, rızasını ve rahmetini kaybetmekten korkmaktır...
Bu korku makbul olan imanı diri tutan korkudur...
Allah'tan hakkıyla sakınma ve korkma ve Allah'ı sevme (azze ve celle) duygusu iki kanat gibidir...
Nitekim Rasulullah (a.s) " Aklın çokluğu Allah'tan korkmanın çokluğu" ile ilgilidir buyurmuştur...
Günah işleyince yaşanam Allah'ı kaybetme korkusu insanın içinde çırpınan yaralı kuş gibi sıcacık sarar insanı ...
O ayet elinden yüreğinden tutar seni...
Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur :
"Kim günah işler veya kendine zulmeder, sonra pişman olup, mağfiret dilerse, Allah’ı çok affedici, çok merhametli bulur.) [Nisa 110]
Allah’tan korkmak; bir zalimden bir tağuttan bir kafirden bir.fasıktan korkmak gibi değildir.
Bu korku, saygı ve sevgi ile karışık olan korkudur ve hayati olan elzem olan korku da budur...
Bakara Suresi 45. Ayette olduğu gibi; "Allah' a duyulan derin saygının adı dır kaybetme korkusu...
Allah'tan rahmetini kaybetmekten korkmayan biri Allah'ı bilme bilgisinden mahrum kişidir... Allah'ı bilen, tanıyan ve iman eden hakiki tazimde bulunulması gereken merciiinin Allah olduğunu da bilir...
Rasulullah öyle buyurmuştu duasında:
"Allahümme innî e’ûzü bike min ‘ilmin la yenfe’u ve min kalbin lâ yahşe’u, ve min nefsin lâ teşbe’u ve min da’vetin lâ yüstecâbu leha."
"Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, kabul olunmayan duadan, doymayan nefisten sana sığınırım." (Müslim (Zikir 73))
Allah'ı bilme bilgisi bütün ilimlerin üstündedir...
Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu diye buyurdu Allah: "Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar..." Zümer 9. Ayet
Allah'ı bilme ve Allah'tan korkma bilgisini bilmeyen bunca ruhunu aşındırmış onca insanın arasında var oluşsal mücadelenin adıdır yazmak...
Allah'ın kendisinden hakkıyla sakınmamızı ve korkmamızı emrettiği gibi korkmayanları da uyarır yine rahmeti gereği... Allah kendisinden hakkıyla korkmayan insanlardan intikamını alan
" Allahu Azizuntikam"dır : "O, sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha önce Tevrat’ı ve İncil’i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti. Furkan’ı da indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir..." Ali İmran Suresi 4. Ayet
Kaybetme korkusunun en çok yakıştığı yerdir Allahtan korkmak..
Nice had bilmezlerin arasında...
Nice'dir yazma hevesi kalmamıştı içimde... Sordum kendime... Neden... Yüreğin yangın yeri iken neden yazmıyorsun dedim kendime.. Kaybetme korkusu mu sardı seni yoksa!
Oysa toplumda ; bunca ruhunu kaybedenlerin arasında.. Ruhunu, aklını, mücadelesini, hayat sevincini kaybedenlerin arasında...
Sonra sordum kendime :
Allah'ı kaybeden neyi kazanmıştır, Allahı kazanan neyi kaybetmiştir?
Sor kendine ey İnsan!
Sor kendine ki bu asrın en şedid hastalığı seni yakıp kavurmasın!
Şedid ve kirli olan hastalıklar elleri değil yürekleri ve nesilleri kirletir ve kitlesel kirlenmeler bizi bekliyor bu şekilde direnmez dirilmez isek.
Büyük Direnişci Cevher Dudayev
22.04.2025
Mustafa Ökkeş Evren ile Derkenar..
20.04.2025
Boykotlu işletme önünde Gazze protestosu..
20.04.2025
Güven ve Adalet Toplumu |HAMZA ER
28.03.2025
UMRAN SORUYOR: DÜNYA NEREYE GİDİYOR?
29.03.2025
ah örgütçü kafa ah! MUSTAFA AKMEŞE 25.04.2025
Sorular YUSUF YAVUZYILMAZ 19.04.2025