Biraz Kadın-Erkek, Biraz 6284 [1]! - 1
Kadın Kocasını Neden Evden Atar?
(Yazının bütünlüğünü sağlayabilmek adına daha önceki yazılarımızda işlediğimiz bazı kelimeleri bu yazıda da işlemek zorunda kaldık. Önceki yazıları takip edelerden özür dilerim.)
Konuyu biraz takip edenler 6284 no’lu kanun çevresinde ciddi bir tartışmanın olduğunu bilirler. Gerek yürürlüğe girdiği 2012 yılından itibaren var ettiği ve sayıları her gün katlanan mağdurlar, gerek bu yasanın tam uygulanması halinde kadınlara yönelik cinayet ve şiddetin biteceğini ya da en aza ineceğini iddia eden kadın derneklerinin konu üzerindeki hassasiyeti, konuyu gündemden hemen hiç düşürmüyor.
Ancak kanaatimize göre, kanunun suiistimale çok açık olduğunu iddia eden mağdurlar ile kanunun kaldırılmasını isteyenleri “kadını dövme hürriyeti isteyen magandalar” olarak gören kesim arasında körler sağırlar diyaloğu var.
Müsaadenizle belki, bu sağırlar diyaloğunu bir miktar aşmak mümkün olur ümidi ile birkaç kelam etmek istiyoruz. Ariflerden değilim, derdimi kısaca anlatmayı beceremiyorum. Biraz dolanarak konuya geleceğim, okuduklarınız hoşunuza gitmese de sabretmenizi istirham ediyorum.
Basit Bir Nedeni Var!
Malumunuz Müslüman toplumlarda boşanma erkeğin kontrolüne verilmiş bir sorumluluktur. Kadın kocasından, olağanüstü bir durum yoksa kendisi direk boşanamaz[2].
Sanırım bunun basit bir sebebi var: Kadınların geneli, -özellikle menapoz öncesi dönemde- düzensiz periyodlar halinde yoğunlaşan duygusal gelgitler yaşıyorlar. Bu gelgitler bazen o kadar birbirine yakın oluyor ki, hanım efendi kelimenin öncesinde bulutlar üzerinde dolanırken bir an sonrasında ruhunun karanlık dehlizlerinde kaybolabiliyor. Bir kelime ile her şey Cennet iken, bir dakika sonra ortalık pekâlâ Cehenneme dönebiliyor. Bir an önce tamamen meyus (ümitsiz) iken bir an sonra dünyanın en mes’ut hanımı olarak kendini hissedebiliyor. Bu yüzden bir hafta önce “soğudum, nefret ediyorum” dediği adama 1 hafta sonra yeniden âşık olabilmeleri veya bir ay içinde 3 sefer boşanma 4 sefer devam etme kararı alabilmeleri çok da şaşırtıcı gelmez insanlara. (Elbette herkes için değil.)
Erkeklerde durum böyle değildir, son kararı vermekte ya da bir karar açıklamakta oldukça zorlanırlar ancak eğer “bitti” kararını vermeyi becerebilmişlerse genelde geriye dönüşleri yoktur. Deneseler bile büyük ihtimalle işe yaramayacaktır.
Sanırım bu hanımların ayrıntıya/parçaya odaklanabilme yetileri ile birlikte gelen arzu edilmeyen bir yan etki. Parça bozuksa, her şey bozuk; parça düzelmişse her şey harika. Hâlbuki ayrıntıyı görme becerisi hiç iyi olmasa da, geneli, ekstra bir çabaya gerek duymadan çok daha rahat görebilen (çok boyutlu düşünebilen) erkekler ekseriyetle ne bir kelime duyarak göklere çıkar, ne hatırlanmayan bir gün, alınmayan bir hediye, edilmeyen bir kelime ile yerlere serilirler.
(Ne yazık ki, parçayı erkekten çok daha iyi gördüğünü fark eden bazı hanımefendilerin ve geneli kadınlardan çok daha rahat gördüğünü fark eden bazı beyefendilerin, kendindeki eksik parçayı fark etmeden ya da o parçayı önemsizleştirerek kendini üstün görmesi, diğerini aşağılaması sık karşılaşılan bir durumdur.)
Her şeyi ve herkesi aynileştirmeyi, tek tipleştirmeyi bir takıntı, bir tutku haline getirmiş, herkesi aynı kulvarda koşturmayı eşitlik ve maharet sayan Batılı düşünce biçimi bu durumu hesap etmediğinden olsa gerek sonuçları ile yüzleşmek zorunda kalmıştır. Mesela günümüz İngiltere’sinde, üst düzey eğitim almış kesimde (yani karar verdiği an hızlıca boşanma imkânına sahip kesimde) boşanma davalarının %90’ı kadınlar tarafından açılır.[3] Ancak kadınların erkeklere oranla kurulu düzenlerini daha kolay yıkabilme eğilimleri sadece modern toplumlara özgü bir durum değildir. Mesela İran, Mısır ve Osmanlı gibi geleneksel İslam toplumlarda dahi resmi evraka yansıyan boşanma taleplerinin %45-55 kadarı – boşanma hakkı erkeğin olmasına rağmen- kadınlar tarafından talep edildiği istatistiklere yansımıştır[4].
Hülasası genelde boşanan kadındır, erkek değil[5].
Bizim de gözlemimiz enteresan biçimde erkeğe verilmiş boşanma hakkının toplumsal bir denge kuruyor olması yönünde. Bunu delillendirebilmek için şöyle bir örnekten hareket edebileceğimizi düşünüyorum.
Az önce İslam toplumlarında boşama hakkı erkektedir, demiştik. 1400 yıldır erkek hem evin reisi olmasına, hem dilediği zaman kadını boşama HAKKI olmasına rağmen evden atılmış, kapı önüne konulmuş kadın sayısı (eğer ortada namus meselesi veya ciddi bir ruhi problem yoksa) neredeyse yok gibidir. Bu yüzden kocası tarafından evden atılmış kadınlar zümresi hiçbir Müslüman toplumda oluşmamıştır.
Ancak dikkat edin Türkiye’de kadına erkeği kapı önüne koyma yetisi verildiği andan itibaren, kadının kapı önüne koyduğu erkek sayısı sadece birkaç yılda yüzbinleri geçmiştir[6]. (Tekrar eden vakalarla beraber 2015-2019 yılları arasında toplam uzaklaştırma kararı alınmış erkek sayısı 1 milyon 957 bin 523.)
Kadınlar kocalarını neden evden atıyorlar?
Burada durup meselenin biraz daha derinine inmeyi deneyelim:
Kadın ve erkek iki FARKLI kafa, iki farklı dünya olarak bir araya gelirler. Bu çiftin hemen uyum sağlayıp terazinin kollarını dengelemesi elbette mümkün değildir. Nadir aileler dışında erkekle kadın arasında –en sonunda kadının galip çıkacağı- “kimin dediği olacak; kim, kimin ayak adımlarına uyacak” mücadelesi başlar. (Bu noktada “beraber karar verip yaşasalar ya!” diyenleri, ya çok baskın karakter olup diğerinin kişiliğini tamamen ezmiş, kendine uydurmuş, olayı örtbas eden kişiler ya da gerçeklikle bağ kurmakta zorlanan arı gönüllüler ya da bekârlar olarak değerlendiriyorum.)
Eğer “kim kimin adımlarına uyacak?” mücadelesinde iki taraf da başarılı olamamışsa, kavga ve birbirini hırpalayarak teslim alma mücadelesinin on yıllarca sürebildiği tecrübe ile sabittir.
Taraflardan birinin diğerini kendisine ram edemediği, uzayıp giden liderlik için cedelleşme sürecine girmeden önce, “kardeş kavgalarına” çözüm önerisinde bulunan Psikolog Danışman Pınar Akdemir Gandur’un sayfasından yapacağım bir kaç alıntıyı girmek istiyorum[7].
ÇOCUKLAR KAVGA ETTİĞİ ZAMAN NELER YAPMALIYIZ?
- Birbirlerine ya da çevrelerine zarar vermedikçe, çocuklarınızın kavgalarına karışmayın. Durum çıkmaza girerse, öncelikle onların da birey olduklarını ve öfkelenebileceklerini kabul edin.
- Dikkatinizi hemen, sorun yaratan çocuğa yöneltmemeli, zarar gören çocukla ilgilenip, onu “mağdur, ezilen” olarak nitelendirmemeli.
- Anne babalar genellikle küçüğü korumak, büyükten anlayış göstermesini istemek gibi yanlış bir yaklaşımda bulunurlar. Küçük de bunu kullanarak en ufak bir anlaşmazlıkta basar çığlığı : “Anne ağabeyim (ablam) bana vurdu!” Anne de büyüğe bağırır: “Sana kaç defa kardeşine vurma dedim. Büyüksün biraz anlayış göster!” Genellikle küçük çocuk büyükle yarış halindedir, onun buyruğu altına girmek istemez. Büyüğe güç yetiremediğinde ezilmişlik rolü oynayarak anne veya babayı yardıma çağırır. Destek bulduğu zaman kavgayı kızıştırmaktan geri durmaz. Hâlbuki anne ve babanın arka çıkmadığını gören haksız taraf, diğeri ile anlaşma yoluna gidecektir.
- Çocukların aralarındaki hakem olmayın. Çocuklar, anne-babalarının kavgalarına karışmasında onların diğer tarafı tuttuklarını düşünürler. Bu da rekabetin artmasından başka işe yaramaz. Kavgayı kimin başlattığıyla ilgilenmeyin. Bunu öğrenmeye çalışmak çocukların birbirlerini suçlamasına yol açar. Kim başlatırsa başlatsın sonuçlarına birlikte katlanmaları gerektiğini hatırlatın.
- Çocuklarınızı dikkatle dinleyin ve onlara geri bildirim verin. Onların sorunlarını çözebileceklerine emin olduğunuzu, onlara güvendiğinizi söyleyip odadan ayrılın. Kendi başlarına bir çözüm bulamazlarsa, bulmalarına yardım edin. Eğer birbirlerini incitiyorlarsa, “çok öfkeli olduğunuz belli” diyerek onları ayrı odalara yönlendirip, bu konuyu daha sonra konuşabileceğinizi söyleyebilirsiniz.
- …Kardeşler arasında kıskançlık hissettiğinizde onları birbirinden uzaklaştıracak değil, yakınlaştıracak ortamlar yaratın.
Metne dikkat edilirse çocukların, “insanlığın” yeryüzüne indirilip iki kişinin bir araya geldiği ilk andan itibaren cevabını aradığı sorunun, cevabını aramakta oldukları fark edilecektir: “Benim ve senin sınırların ne?”
Psikolog hanımefendi de özet olarak birbirlerine fiziksel zarar vermedikleri sürece “birbirlerinin sınırlarını öğrenebilmeleri ve birbirlerini sorunsuz nasıl idare edebileceklerini keşfedebilmeleri için” mümkün olduğunca çocuklara müdahale edilmemesi gerektiğini bize söylüyor. Zira müdahaleler, uyumu ve dengeyi bozacağından ya da müdahalede taraf olunanın diğerinin sınırlarını aşarak ona zulmetmesine alet olunacağından zarar verici olabilir. Bu da hem kavga ve çatışmanın uzayıp gitmesine hem de şiddetlenmesine neden olup düşmanlığı körüklemekten başka bir işe yaramayacaktır, demeye çalışıyor, sanırım.
Muhtemelen çocuklar için bu tavsiyelerin gayet makul olduğunu hemen herkes kabul edecektir. Ancak bu makul öğütler karı koca kavgalarına geldiğinde bir anda yok olup, gözlerden kayboluyor.
Tam aksine kadına dilediği an erkeği, devlet yardımı ile cezalandırabilme yetisi veren 6284’nolu kanun tam da bu psikolog hanımın kurmaya çalıştığı dengeye saldırıyor ve karı koca arasında yapılmaması gereken ne varsa onu yapıyor. Önyargılı olduğu için, peşinen fiziksel olarak zayıf olan kadının haklı olduğunu, diğerinin zalim olduğunu; (ilk an için bile olsa) kadının ne söylerse doğru, erkeğin ne söylerse yalan olduğunu düşünüyor. Erkeği cezalandırmak için oldukça hevesli, diğerinin kusurunu görmemek için dikkati dağınık; birine pozitif ayrımcılık, diğerine negatif ayrımcılık uygulamayı adalet sanıyor; birinin araya girerek uzlaşmacılık yapmasına, dengeyi bulmasına, öğüt vermesine bile müsaade etmiyor. Çiftlerin arasında sevgi ve yakınlaşmayı yeniden kurmaya değil, olabildiğince hızlı şekilde onları birbirlerinden uzaklaştırmayı hedefliyor.
Kanaatimizce ilahi müdahalenin, PSİKOLOJİK olarak daha güçlü olan kadına karşılık evin reisliğini “kavvam olan erkektir[8]” diyerek erkeğe vermesi, DENGENİN Kurulacağı zamana kadar, belki de onlarca yıl sürebilecek boş bir boğuşmadan iki tarafı da kurtarmak ve onlara zaman kazandırmak içindir. (Dikkat edersiniz, erkek kavvam olsa da eve huzur, kadın isterse gelir, kadın istemezse gider. Arapların “Dar’ur Rab-Evin Rabbi” dedikleri kadının böyle bir gücü vardır, erkeğin böyle bir gücü yoktur. Bu anlamda erkeğin kavvamlığı, psikolojik olarak daha güçlü olan kadına karşı evdeki dengeyi sağlar.)
Denge ancak böyle sağlanır çünkü kadın, geneli görmekte hayli zorlanıp, gördüğü hatalı parçayı düzeltmek için SIK SIK tavır alıp (güncel deyim ile triplere girip) ortalığı birbirine katabilirken, genele daha hâkim olan erkek, -baş edemeyeceğini bildiği- kadını her kararında hesap etmek zorunda olduğunu bilir.
Bu durum başka bir açıdan da önemlidir: Kadınlar, kolayca ortalığı birbirine katabildikleri hızla ortalığı toparlayabilme yeteneğine de sahiptirler. Bir sürü laf söyleyip problem yaşadıkları hemcinsleri ile birkaç saat sonra oturup rahatça karşılıklı ağlaşabilirler. Bu nedenle gerilimden erkeklerin çekindikleri kadar çekinmezler. Erkekler çekinir çünkü böyle bir yetenek erkeklerde yoktur. Onlar birbirleri ile –eğer arada karşılanamayacak bir güç farkı yoksa- çatışmamak için alabildiğine kenar gezerler. Hatta bir adres aradıklarında, basit bir yardıma ihtiyaçları olduğunda bile -çatışmadan kaçma içgüdülerinden gelen bir itiraz nedeniyle- birine yol sormak, birinden yardım istemek bile onlar için zordur. Ama eğer çatışma kaçınılmazsa genelde çok serttir ve büyük oranda erkekler arası yaralar iyileşmez.
Beysiz Arı Kovanı
2002 yılında Türk Medeni Kanunu’nda yapılan değişiklik ile kadına ve erkeğe eşitlik adı altında “aile reisi” kavramı tanımsız kılınarak, aile “reissiz” kılındı. Ailede yönetici/kavvam kavramı reddedilirken doğal olarak çiftlerin aile içi sorumluluk tanımları da reddedilmiş oldu. Ama sonuçta feminist çevrelerin beklediği gibi “sevgi ve eşitlik” ortamı kurulmadı. Aksine geleneğin taraflara tanımladığı sorumluluk tanımlarının dağıtılması ile çiftler sadece kendi sorumluluk alanlarını bilemez hale gelmedi; karşıdan neyi, nereye kadar talep edebileceğini de bilemez hale geldi.
Bu noktada şu soruyu sormak gerektiğini düşünüyorum: Yeryüzünde bünyesinde bulunanların sorumluluklarını tanımlamamış, lideri belli olmayan ve uzun süre ayakta durabilen herhangi bir kurum var mı?
Mesela bunu toplumuna zorlayan devlet ya da küresel yapılar kendi kurumlarını bir amir, yönetici, müdür vs. tayin etmeden, kimsenin sorumluluk alanını belirlemeden, dileyen dilediği işi yapsın, dilemeyen dilemediği işi yapmasın; yapılacak işler beraber düşünülerek gönüllülük esasına göre, anlaşarak, sevgiyle yapılsın diyerek işleri neden yönetmiyorlar? Sanırım hiçbir kurumun uzun süre böyle yönetilemeyeceği, iflas etmeye mahkûm olacağı bilindiği içindir. Zira insanın şehvetine seslenen işlere meyli olduğu kadar kendisine sıkıntı ve yük veren işlerden de uzak kalmaya da meyli vardır. Bulunduğu yerde önde olmak, önder olmak, sözünün dinlenilmesini istemek, her şeyi kontrol etmeye çalışmak, gücünün yettiğine tahakküm etmek, zulme, rahata, konfora, menfaate ve övgüyü (yüceltilmeyi) şahsı üzerinde toplamaya meyli ve zaafı hep vardı. Var olmaya da devam edecek.
Eğer sorumluluklar ve hadler üst bir merci tarafından tayin edilmiyor ve dağıtılamıyorsa hayvani içgüdülerin devreye girmesi kaçınılmazdır; doğal olarak sınırların ÇATIŞARAK hatta savaşarak belirlenmesi gerekecektir.
Dikkat edilirse gerek nafaka, gerek tazminat, gerek 6284’nolu kanundan faydalanmak için kadına tanımlanmış hiçbir sorumluk yok. Sadece erkeğe attırılmış imza, bunlara kanunlar önünde hak kazanmasına yetiyor. ( Yeryüzünde sorunsuz hiçbir evlilik olamayacağını hesap edersek basiret sahibi ve insani kaygıları yüksek hanım efendilerin, evliliklerini devam ettirebilmeleri kanunlarla kendilerine teklif edilen rüşvetlere el uzatmamaları, bunlara tenezzül etmemeleri iledir, diye düşünüyoruz.)
Bu yüzden eğer eşler sorumluluklarını bilmiyorlarsa ve “son kelimeyi kim söyleyecek” sorusunun cevabı ilk anda verilmemişse taraflar, ringe davet edilmişler demektir.
Ring
“Evde kim BASKIN karakter olacak?” mücadelesinde erkeğin avantajları “çok boyutlu düşünebilme yeteneği” (Cengiz Keleş Beyin tarifi ile “AVCILIK yeteneği[9]), “pazusu” ve “parası”dır.
Nasipse devam ederiz.
Ahmet H. Çakıcı
Alanya Zilkade / 1444
---
[1] Bu yazının öncelikle huzursuz aileler için yazıldığını hatırlatmak istiyorum. Bu nedenle saadeti yakalamış çiftler için anlamlı gelmeyebilir.
[2] Bakara 231, 232 ve Nisa 35. Ayet-i kerimeler.
Batı Düşüncelerinin etkisi ile 1400 sene sonra fark edilmiş ve gündemimize girmiş modern zaman tevillerini tartışmaların sanırım yeri burası değil.
[3] Konu hakkında daha detaylı bir yazı için bakınız: “Neden Kadınlar Daha Fazla Boşanıyor?”
https://www.ahmethakancakici.com/2022/05/neden-kadnlar-daha-fazla-bosanyor1.html
[4] Wael Hallaq, İslam Hukukuna Giriş, Pınar Yayınları
[5] https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/bosanma-motivasyonlari/
[6] https://www.yeniakit.com.tr/haber/6284ten-5-yilda-2-milyon-uzaklastirma-955213.html
[7] https://psikoloji-psikiyatri.com/pinar-akdemir-gandur/kardes-kiskancligi/
[8] Nisa 34. Ayet-i Kerime
[9] Batılı Psikologlar bunu şöyle tanımlıyorlar: “Evrim TEORİSİNE” dayandırarak erkeğin binlerce yıllık avcılık süreci ona çok yönlü düşünebilme becerisi sağlamıştır. AVCI toplumda kadının görevi çocuklarını korumaktır. Çocukların korunması mekâna ve zamana bağlı olarak kadının sorumluluğunda olduğu için kadın bu iki boyuta tam hâkim olabilmek adına yeteneklerini bu iki boyut içinde geliştirmiştir. Ancak ailenin karnının doyurulmasından sorumlu olan erkek, avcı olmak zorundadır. Avcılık, hem zamana hem mekâna hem de karşıdakinin hamlelerine hâkimiyeti zorunlu kıldığından 3 boyutlu düşünme güdüsü gelişmiştir.
Gannuşi:Aksa Tufanı Nuh tufanı gibi olacak
22.11.2023
İsrail Saldırılarında Türkiye'den 2 Şehit
22.11.2023
Yine fırladılar orta yere | Vahdettin İnce
27.11.2023
Üstün Bol ile Derkenar..
01.11.2023
Ankara'daki STK'lardan Filistin Bildirisi..
02.11.2023
IRAK NOTLARI (VII) / Harun AYKAÇ
25.09.2020
STK’lar Sararırsa DERVİŞ ARGUN 24.11.2023
YÜZ YILLIK MUHASEBE ÜSTÜN BOL 04.11.2023
İtaat ve Sadakat Özgürlüğü ATASOY MÜFTÜOĞLU 07.11.2023
Akran Zorbalığı ve Çeteleşme MUHSİN GANİOĞLU 31.10.2023
Nefret Tanrısı Yehova ENES TARIM 03.11.2023