- Yürümeliyim, dedi Güneş, yürümezsem bu çıkmazdan kurtulamayacağımı biliyorum. Kendi ellerimle kendimi içine tıkıp içeriden sürgülediğim zindanın karanlığında yerini kaybettiğim kapıyı aramalıyım. Yine de bulamazsam kendi ellerimle kendime hem bir yol açmalı hem de bir kapı yapmalıyım. Eğer bunu yapmazsam yolu kesilen suya dönerek ya kendi kendimi boğacağım ya da yolumu kapatan ne varsa darmadağın ederek yine de bir yol bulacağım.
Güneş, tüm gücünü kullanarak ateşini harladı. Gözün gözü görmediği karanlıkta sağa sola, ileriye geriye salındı. Küçücük çıkıntılar buldu. Okşadı duvarları ışığıyla, dokundu çıkıntılara, yerlere düştü Güneş ama bulunduğu yeri yeterince aydınlatmaya gücü yetmedi. Gönülleri kavuran sıcaklıkta derin bir nefes aldı. (Güneşin gözlerinden yaşlar süzüldü, kendi içinde buharlaştı.) İşte tam o anda:
- Güneş, dedi belli belirsiz bir ses, ben bir örümceğim. Adım Suni, sen beni görmüyorsun ama ben senin varlığını biliyorum. Sen ışık verir aydınlatır, sıcak verir ısıtırsın, yaşamın kaynağısın. (Güneşin gözlerinden yine yaşlar süzüldü, kendi içinde buharlaştı.)
- Güneş, dedi bir başka ses, ben de yıllar önce kendini söndürmüş bir mumum, adım Muna. Yıllarca kendi ateşimle kendimi aydınlatmaya çalıştım. Sonra anladım ki tükeneceğim ve ‘ben’ diye bir şey kalmayacak, işte bu nedenle kendi içime çekilerek sönmeyi seçtim. Çünkü yokluk ve sönmek, sonuç olarak birdi. Ancak yine de kendimi tüketmeden beklersem belki günün birinde yeniden kendimi bulma, kendime gelme, kendimi görme, kendimi bilme, kendimi anlama yolculuğuna çıkabileceğimi düşündüm. (Güneşin gözlerinden yeniden yaşlar süzüldü, kendi içinde buharlaştı.) Derinden bir inilti geldi, hepsi sesin geldiği yönü anlamaya çalışırken ses az daha yükseldi:
- Ben, dedi bir kum tanesiyim, adım Kuti. Yıllarca bir deniz kıyısında dalgaların koynunda yaşadım. Deniz serinliği, tatlı esintiler, ılık kokular, sessiz sevgiler… Gündüz gün, gece ay ışığında, mutluluğun doruklarında yaşadım. Sonra ne olduğunu anlamadan bir de baktım buradayım. (Güneşin gözlerinden yine yağmur gibi yaşlar süzüldü, kendi içinde buharlaştı.)
Evrenin sonu bilinmeyen boşluğunda bir yerde olan Çoban Yıldızının ışığı, sessiz çabalar sonucu Güneşe ulaştı, Güneş’in kararan yanlarını aydınlatmak istedi. Tan Yıldızı da tüm gücünü kullanarak Güneş’e ulaştı ve Güneş’in kırılan yanlarını sarmaya çalıştı. Sonra yeryüzünün enginlerinden kimileri, sekiz köşesine ‘Merhamet, Şefkat, Sabır, Doğruluk, Sır tutmak, Sadakat, Cömertlik, Şükür’ denilen sekiz köşeli Türkistan yıldızının ışığını Güneş’e gönderdiler gönlünü okşasın diye. Sonra da hepsi ‘Tanrı Kapısı’ dedikleri, yaratılışın başından beri geceleri göğün ortasında duran Demirkazık Yıldızına baktılar, o da çoktandır Güneş’in duvarları sarsılan gönül dünyasının yorgunluğunun nedenlerini anlamıştı ve elinden geleni yapacaktı. Hepsi birden Demirkazık Yıldızının otağında, Görklü Koca Tanrı’nın merhamet kapısına dayanıp el açtılar: ‘Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin. Görklü Tanrı, Koca Tanrı! Nice bilgisizler seni gökte arar, sen inanmışların gönlündesin.’ (Dede Korkut Kitabı) diyerek Güneş için yakarmaya durdular. Güneş’in gözleri yine doldu, uzun zamandır ilk kez gülümsedi, içindeki yangının kendisini nasıl yakıp kavurduğunu kimselere anlatamadan. İşte o sırada kendisi gibi yanıp kavrulan birinin sesini duydu:
- Güneş, benim adım Mavi Yıldız, beni görüyor musun, duyuyor musun?’ Güneş baktı gecenin iyice koyulaşan karanlığında, uzayın derinliklerinde ışıldayan masmavi yıldızı gördü. Mavi Yıldızın ışık hızını aşan mavi aydınlığı, ulaştığı her yere mutluluk ve sevinç götürmek üzere görevlendirilmişti. İşte bu nedenle Mavi Yıldız, kendi ışığının serinliğini Güneş’in ışığının sıcaklığına kattı. Kavurulan sıcağının ortasındaki bu serinlik Güneş’e güç verdi, hız verdi; en ulaşılmaz yerlere kadar uzamasını, yetişmesini, gitmesini, girmesini sağladı. Ulaşabildiği yerlerde, kendilerini saran mavi aydınlığın etkisiyle herkes kendiliğinden gülümsüyor, gönüllere serin bir dinginlik yerleşiyordu. Örümcek Suni, mum Muna, kum Kuti, Güneş’in içine serinlik katılmış sıcağının etkisiyle yeniden cana gelip yaşamlarını kaldıkları yerden nasıl sürdüreceklerini konuşmaya başlayacaklardı artık.
Herkesin yüreğini yakan bir ateşin sesli-sessiz yandığı, kötülerin güçlü, iyilerin kimsesiz kaldığı zamanlar ve zeminlerde yaşamanın zorluğunu Güneş’ten daha iyi kim bilebilirdi ki? İşte yine öyle bir döneme gelmişlerdi ki ‘birleşen kötüler’, yaptıkları kötülüğü ‘vatan, millet, devlet, demokrasi, özgürlük, eşitlik, hak, adalet, ayet, hadis, Allah, elçisi…’ diyerek yapıyorlardı. Kötüler, kötüleri övüyor, kötüler birbirine omuz veriyor, kötüler hep birlikte iyileri karalıyorlardı. Birleşen kötülük, yalnız kalan iyiliği yok etmek üzereydi yine dünyada. Güneş’se kötülerin, arsızların, yalancıların, bitmeyen tuzak ve düzenlerinin etkisiyle sıkıntı yaşayan; seslerini duyması gerekenlere duyuramayanların acılarını ve çaresizliklerini görmenin üzüntüsüyle gözyaşlarını yine içine akıtıyordu. O anda derinden bir inilti duydu tüm evren: Ah güzel yurdum!
Gülden Sönmez ile Derkenar..
17.05.2025
İslam Teopolitiği Üzerine Notlar|Ali Bal
19.05.2025
Gülden Sönmez ile Derkenar..
17.05.2025
kariyer dulları! MUSTAFA AKMEŞE 15.05.2025
SÜREÇ ÜZERİNE AYKIRI DÜŞÜNCELER YUSUF YAVUZYILMAZ 17.05.2025
Güçlü Kadın Neslihan -3- FEYZULLAH AKDAĞ 17.05.2025
Geliveren Büyük Bela:Pedofili! AHMET HAKAN ÇAKICI 08.05.2025
ah örgütçü kafa ah! MUSTAFA AKMEŞE 25.04.2025
Alaycı Kuş TALİP ÖZÇELİK 07.05.2025
Kudüs Sorunu ve Müslümanlar YUSUF YAVUZYILMAZ 10.05.2025
ALİ ŞÜKRÜ BEY Dr. MEHMET SILAY 09.05.2025
Engelli Bakışımız AHMET GÜRBÜZ 13.05.2025