Özetlemek gerekirse, Türkiye için bir dönüm noktası olan 2013’ün hemen arefesinde şu ya da bu sebeple AK Parti iktidarının, kolay kolay yıkılamayacağı, giderek kalıcı olacağı muhalefet cephesi açısından “olumsuz” bir inanca dönüşmüştü. Bu olumsuz inancı yok etmemin bir yolu bulmalı idi dönemin muhalefet cephesi açısından…
Bu yol bulma işi, ya içeriden gelmeli, eğer olmayacaksa dışarıdan da gele(bile)cek destekler yoluyla da olabilirdi.
Bundan önce, Kemalist vesayet sisteminin birçok kurumunun bu iş için kullanıldığı sağır sultanında malumuydu.
Başta ordu olmak üzere birçok resmi kurumun vesayetçilerin elinden çıkmasıyla birlikte, devreye bu kez CHP ve onun genel başkanı olan zat girmişti. Öyle ki, neredeyse her Allah’ın günü koltuğunun altına sıkıştırdığı dosyalarla, vesayet kurumu olmaktan çıkmakta olan bu kurumlara sürekli olarak, iktidarın hemen her işini baltalamak için dosya taşımaya başlamıştı.
Bir müddet sonra bu kurumların, anayasadan aldığı güçle milletin hizmetinde olduğu gerçeği apaçık anlaşılınca, artık oralara dosya taşımanın bir anlamı kalmadığını görmüş ve anlamış oldular.
2013’le başlayan olaylar zincirine bakıldığında; bunların en başta milletin birliği, berberliği olmak üzere ülkenin, iktidarın ve en nihayetinde de devletin geleceğine yönelik içten ve dıştan kaynaklı saldırıların başlamış olduğunu görüyoruz.
Bunu tetikleyen en önemli olayın, 2010’da gerçekleştirilen 12 Eylül’e ve onun bıraktığı, ama gelen geçen hiçbir iktidarın ona karşı bir şeyler yapmadığı “kirli ve kara miras’a yönelik çabanın cezalandırılması olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirdik.
Belli ki, buna yönelik bir karşı çıkışın, AK Parti iktidarından gelmesi, o darbeden zarar görmüş, ama ona karşı bir çıkışın Kemalist sisteme zarar verebileceğini düşünen bilumum çevreler tarafından pek de uygun görülmemiş olup referandumun yapılması engellenmeye çalışılmıştı.
Olaylar birbirini takip etti durdu. Bunların en belirgini ve fişekleyicisi olan Gezi kalkışması/ayaklanması; iktidarın bir nevi ortağı gibi davranan FETÖ’ün baş marifetlerinden biri olan sözde 17/25 Aralık'ta yapılan yolsuzluk ve rüşvet kumpası/operasyonu, Adana’da MİT tırlarının yine bu örgüt tarafından durdurulması operasyonu, bunlara bağlı olarak 1 Haziran 2015’ seçimlerinde AK Parti tek başına hükümet kuramaması ve HDP’den bir iki vekile yapmış olduğu bakanlık teklifi ve pek de kabul görmeyen girişimi…
AK Parti daha sonra, 1 Haziran’a nazire yaparcasına1 Kasım 2015'te yapılan yeni seçimde aldığı yüzde 49,5'lik oy ile 317 milletvekilini parlamentoya göndererek yeniden tek başına iktidar olacak çoğunluğa ulaşmış oldu.
Bundan dolayı Erdoğan’ın, birçok vesileyle, AK Parti’nin "kirli senaryoların içine çekilmeye çalışıldığını" belirterek, partililere "7 Haziran 2015 seçimlerini asla unutmayın" çağrısı yaptığı bilinmektedir.
Tabii ki, bunlarla birlikte AK Parti açısından bir talihsizlik ve olaya anında hakim olamamadan kaynaklanan 2013 Mayıs'ında Manisa/Soma’da vuku bulan maden faciası ile yine aynı dönemde bu kez Konya/Ermenek’te meydana gelen maden faciası gibi “önceden bilinemeyen” bazı olayların AK Parti aleyhine olacak şekilde dönemin muhalefeti tarafından kullanılmıştı.
Yine 2013’te başlayan ve tüm toplumu beklenti içerisinde bırakan çözüm sürecinin FETÖ ile birlikte hareket eden ve Urfa/Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi PKK/Kandil’in ve dolayısıyla da HDP’nin kışkırtması sonucu Diyarbakır’da başlayan hendek olayları benzeri vakalarda ayını çerçeve içerisinde değerlendirilebilir. Buna bir de döenin HDP Eş Genel Başkanı sıfatıyla S. Demirtaş’ın isteği üzerine sokağa çıkılması sonucu HÜDAPAR’lılara yönelik “ölümcül” saldırılarda ilave edilebilir.
Bu olaylar zincirine FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’da giriştiği, fakat başarılı olamadığı darbe girişimini de eklemek gerekir ki, bu sakil ve akim kalan girişim, daha öncesi de mutlaka bulunmakla birlikte, kendine sağlam bir dayanak bulmak için dönemin isimlendirilmesiyle “Paralel Devlet yapılanması”nın(PDY) yapılan 12 Eylül anayasa referandumunu desteklemesinin aslında, şimdi düşündüğümüzde pek de hayırlı olmadığını anlamış oluyoruz…
Bu olayların akabinde, o da kesinlikli bir şekilde önlem almaya yönelik ülkeyi belki de “en iyi şekilde ve en iyi bir sistemle” yönetebilme adına 2017’de 16 Nisan referandumu yapılmıştı.
Bu referandumun sonucuna bağlı olarak, ülkeyi, içerisinde bulunduğu bu kaos ortamından ve var olan kasvetli havadan kurtarabilmek için parlamenter sistemin bypass edildiği ve adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi oluştu.
Bu sistemin oluşturulması aşamasında, başta siyasi çevreler olmak üzere birçok toplumsal çevrede konu ile ilgili bir hayli tartışmalar yaşandı.
Kısacası bu sistem, yukarıda da belirmeye çalıştığımız üzere 16 Nisan 2017 Referandumu'yla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan kuvvetler ayrılığına dayalı başkanlık tipi bir hükûmet sistemidir.
Bu sisteme geçildikten sonra, 9 Temmuz 2018’den buyana iki kez Cumhurbaşkanını seçmek için, halkoyuyla yapılan seçimler yapıldı.
Bu sisteme bağlı olarak CB’na yönelik ikinci seçim, iki turlu olarak; malumunuz olduğu üzere ilki 14 Mayıs 2023 Pazar günü yapıldı. Her dört adayda yeterli oyu alamadıkları için, doğal olarak elenen iki aday dışında Kılıçdaroğlu ve Erdoğan’ın tekrardan yarıştığı 28 Mayıs 2023 Pazar günü yapılan ve Erdoğan’ın elde ettiği %52.18 oy oranıyla Cumhurbaşkanı seçilmiş oldu. Kılçdaroğlu ise, %47.84 oranında kalmıştı.

Yapılan bu seçim, dost, düşman iç ve dış çevreler tarafından Türkiye’nin seçimi olarak öngörülmüştü,
Türkiye yüzünü “yeniden” o da adeta “yurtta sulh, cihanda sulh” kabilinden Batı’ya hiçbir ses çıkarmadan, tamamen “eskiden olduğu gibi” onun dümen suyuna mı girecekti, yoksa yüzü başta kendi insanına dönük olmakla birlikte, Doğu’ya da Batı’ya da eşit şekilde dönük mü olacaktı? Tüm söylemler bu iki durum üzerinden dile getiriliyordu.
Ülkeyi cumhuriyetin ikinci yüzyılına AK Parti ve Erdoğan mı, yoksa Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde en laikinden en milliyetçi/ulusalcısına, oradan da en muhafazakarına altılı masa mı taşıyacaktı.
Eğer, haliyle AK Parti’nin, yirmi küsur yıllık iktidar deneyimini dikkate almayıp, aksine onun alaşağı olacağını düşünen ve tüm stratejisini AK Parti’nin imhası üzerine kurmuş bulunan muhalefete ve yapılan eylemlere ve dile getirilen söylemlere bakıldığında, durumun AK Parti’nin aleyhine olacağı, rüzgarın ters yönden eseceği düşünülebilirdi. Ama böyle bir öngörü tutmamıştı!
Bunun tutmaması için “bir sebep var mıydı?” diye bir soru tevdi ettiğimizde, seçim sonrasında, bazı yorumcular, adeta birbirlerini teyiden “Kılıçdaroğlu doğru bir stratejiye rağmen yanlış taktikler uyguladı ve seçimi kaybetti” yorumunu yaptıklar ve yapmaktadırlar.
Bu “doğru” stratejiler neydi diye bakalım; en başta neredeyse iki yıldır söylediği, ama pek de ciddiye alınmayan helalleşme, ülkenin yönünü tekrardan Batı’ya döndürmek, onların varlığından dolayı ülke insanının yoksullaşmasına sebep odlukları söylenen mülteciler konusu,.. Sözde alabildiğine yoksullaşma ve ekonominin baş aşağı gittiği savı, Batı ülkeleri ile değil de, büyük çoğunluğu yakın bölgemizde bulunan Müslüman ülkelerle yakınlaşma çabaları, bunlarla birlikte yine sözde eğitimde Batı’dan tamamen kopmak ve müfredatın farklı bir şekilde yapılması gibi sebepler Kılıçdaroğlu’nu haliyle rahatsız etmeye başlamıştı.
Bunların gölgesi altında cumhuriyetin ikinci yüzyılına girilemez ve var olan kazanımlar “maazallah(!)” elden gidebilirdi.
Kılıçdaroğlu başta olmak üzere CHP ve İYİ Parti gibi ulusalcı partilerin bu konuda kaygıları kendileri açısından anlaşılır olsa da, birkaç kalemde evet, ama genel anlamda muhafazakâr olup da muhalefetin diğer yarısını oluşturan partilerim, ulusalcıların var olan kaygılarına katılmaları, onlara eşlik etmeleri nasıl izah edilebilir; anlamak çok zor!
AK Parti’nin ilk önce MHP ile birlikte oluşturduğu ve daha sonra, “gelecekten yana bazı kaygıları bulunan, ama farklı ideolojik tutuma sahip olmakla birlikte var olan CBHS’nin devamından, daha doğrusu istikrardan yana olan birkaç partinin de katılımıyla Cumhur İttifakı kendini seçimlere hazırlıyordu.
Bunun yanında, 2022 Şubat’ından buyana –HDP’de gizli ortak olmak üzere- Kemalist sol, ulusalcı ve muhafazakâr altı partinin katımlıyla muhalefet cephesi” adı arlında altılı masa oluşmuş ve kendi aralarında bir mutabakat metnini imzalamış ve seçime yönelik çalışmalar içerisine girmişlerdi.
Altılı masayı oluşturan partilerin genel merkezlerinden tutun da, il, ilçe teşkilatları ve birçok mahfilde dile getirilen söylemlerde “bu iktidarın ve dolayısıyla AK Parti’nin –MHP zaten baraj alında kalacaktı!- bir daha geri gelmeyecek şekilde tarih olacağı ve ancak onun tozlu sayfalarında yer bulabileceğini dillendiriyorlardı.
Bir de buna bağlı olarak AK Parti’nin, Kılıçdaroğlu’nun izlediği büyük ve kuşatıcı bir stratejiyle Doğu’da milletvekilliklerini HDP ile paylaşacaklarını, AK Parti’nin ise şansının sıfırın altında olduğu da bir alayişle dile getiriliyordu. Demek ki, “doğru bir strateji yanlış taktiklerle heba edilmiş” ve CHP iddia edildiği gibi Doğu’da çok bir vekil çıkaramamış ve AK Parti’ye karşı yenilmişti.
Burada kendini PKK’den/Kandil’den bir türlü azade kılamayan ve Kürt halkından yeter bir destek bulamayan HDP, bu kez – o da parti kapatılmasına karşı seçimlere YSP adı altında girdi. Bundan dolayı da belli bir oranda oy kaybına uğradı. Onun hiç istemediği HÜDAPAR ise belki de kazandığı vekil sayısı çok az olsa da Müslüman Kürtlerin nazarında epey bir kazanım elde etmiş oldu.
Muhalefetin onca stratejisine ve cafcaflı söylemine ve bunun yanında da AK Parti adına yapılan ve onun zarar hanesine yazılan bazı durumlara rağmen, AK Parti’nin gerek salt kendi kazandığı vekil sayısı ve Erdoğan’ın iyi bir oy oranıyla tekrardan başkan seçilmesi nasıl oldu da gerçekleşti?
Buna bağlı olarak, Millet İttifakı’nın vekil sayısında Cumhur İttifakı’nın bir hayli gerisinde kalması ve çok rahatlıkla oy patlaması sonucu Kılıçdaroğlu’nun, on yedinci kez Erdoğan karşısında “tekrardan” seçimi kaybedip yenilmesi nasıl mümkün olmuştu?
Birçok yorumcunun iddia ettiği üzere taktikler yanlıştı da strateji mi doğru idi, yoksa her ikisi de yanlış mı kurgulanmıştı? Bizce büyük oranda gerek stratejinin, gerekse de taktiğin yanlış temeller üzerine bina edilmesi söz konusuydu.
“Neden?” diye sorulacak olsa; tamam iktidarın birçok kalemlerde yanlış, hatta galiz yanlışları vardı, ama ülkenin, muhalefetin olası şaşkınlığından kaynaklanan bazı sebeplere binaen göz göre göre Batı’nın uydusu haline getirilmek istenmesi dahi başlı başına seçimin kaybedilmesi anlamına gelirdi. Buna bağlı olarak, ne reel ne de hakiki hiçbir dayanağı olmadığı/bulunmadığı halde Kılıçdaroğlu’nun kime danışarak ve hangi sebepten ötürü salt bir parti olan HDP’ye özerklik sözü verilmesi, tepkisel anlamda seçimin sonucunu Cumhur İttifakı’ndan yana belirlemiş oldu.
Daha bir yığın sebep sıralanabilir; CHP ve Kılıçdaroğlu’nun “yanlış” olarak belirlediği stratejisinin ürünü olarak…
İyi bir İNSAN: Aliya|Mehmet Doğan
19.10.2025
Pakistan ve Afganistan arasında ateşkes
19.10.2025
İngiltere’de Zirvede Hangi Türkler Var?
30.09.2025
Sünnet Üzerine YUSUF YAVUZYILMAZ 19.10.2025
gazze mahkemesi ay’ı RESUL UZAR 21.10.2025
DİNDARLARIN TRAJEDİSİ YUSUF YAVUZYILMAZ 25.10.2025
Sumud: Dünyanın Vicdanı YUSUF YAVUZYILMAZ 06.10.2025
Atasoy Ağabey/Ak Saçlı Bilge TALİP ÖZÇELİK 15.10.2025
Üstad'ın Psikanalizi Dr. MEHMET SILAY 09.10.2025
Cumhuriyet Sonrası İslamcılık YUSUF YAVUZYILMAZ 12.10.2025