Çağın insanı ile derinlikli ve nitelikli tefekkür arasında anlam bağı giderek zayıflamaktadır. Kendini toplumsal zeminden soyutlayıp bireysel alana bağımlı kılarak iç dünyasının sesini sadece kendisinin duyabileceği bir seviyede tutmaktadır. Dahası insan, yalnızlık mahpusuna, toplum içindeki yerini öldürerek girmiştir.
Aslında insan, son sürat yabancı hayatlara koştukça kendi kendisinin yabancısı olduğunu düşünmeyecek kadar meşgul sanıyor kendisini. Kendisini yetişmek zorunda hissettiği bir koşuşturma ve hengamenin içinde bulduğunda, kalabalık kitlenin yığınlarından biri olduğunun da farkına varması zor olacaktır.
Lüksün insanların hayatında vazgeçilmez değer bulduğu dijital çağda, insanlar, bir başka kimliğe bürünmeyi kendi özgün karakteri zannetmeye başladı. Oysa insanın ortaya koymuş olduğu çoğu davranış ona ait değil. Aslında o da sergilemiş olduğu bu davranışların yerlisi değil. Normalleştirilerek, benimsetilerek ve idrak dünyasına sokularak önüne konulan bu davranışların, onun hayatında belirginlik kazanması, onun kendi düşünce dünyasına yabancılaşması ve özgün hayatından soyutlanması neticesini doğurmaktadır.
Mütevazı hayat sürenlerin, ekranlarda israf ve lüks yaşamın servis edilmesi sonucunda daha çok harcamak için daha fazla kazanma yoluna yönelmeleri, hayatlarından özgünlüğün kaybolmasına ve düzenin alt üst olmasına yetecek deprem etkisi yarattığını söylemek mümkün. Zira bir başkası olmak kolay değildir ve bedel ödemeyi gerektirir. Kendinden birçok kıymeti harcaması, etrafını yontarak bir başka alanın insanı olmaya çalışması ve öteki mahallenin sakini gibi yaşamak zorunda olması, ödeyeceği bedellerin başında gelir. Yani kendi kimliğinden soyutlanmak gibi büyük bir bedele rıza göstermek, dış dünyanın çekiciliği ile iç dünyanın çığlığının kapışma noktasında, tercihini dış dünyanın çekiciliğinden yana kullanmaktır.
Bu sürecin ardından insan artık tüketim kültürünün bir parçasıdır. O, artık marka ve moda merkezli yaşamın bir bireyidir. Birey olmak için ödediği bedel, onu şahsiyetten kitleye dönüştüren değişim rüzgarıdır. Gerçek hayatın ikinci plana atıldığı ve sanal alemin referans kabul edildiği dolayısıyla gerçeğe kapalı zihinlerde, akıl ile kalbin çatıştığı yeni bir zihin dünyasının işgalidir bu. Zihin dünyasındaki çatışmadan mağlup ayrılmanın neticesi, eylem dünyasında ötekine teslim olmaktır. “Ne kadar pahalı alırsan o kadar kaliteli yaşarsın” mesajlarına maruz kalmanın sonucu, tüketimi hayatın merkezine almak demektir.
Birey, artık toplum içinde etkileyici olmak için daha çok görünür olma, dikkatleri üzerine çekmek için daha fazla acayip kişiliklere bürünme ve farklı olma, başka kimliklerde kendi olma paradokslarıyla mücadele için daha şiddetli savaşmak durumunda hissediyor kendisini. Olmaya çalıştığı kimliğin, kendi dünyasına yabancı olduğu gerçeğine kendisini tamamen kapatmış durumda. Kendi doğallığında ömrünü sürdürme sürecine, başka dünyaların başka yaşantılarını davet ederek kendisinden uzaklaştığının farkına varamadan tüketiyor sermayesini.
Ne kadar fazla elde ederse o kadar fazla kazanacağını zannetmekle birkaç kat daha fazla çalışmak zorunda kalması, onu modern köleliğin, özgürlük kavramıyla yer değiştirdiği bir alemin içine sürüklemektedir. Oysa insan çok kazanarak değil, anlamlı kazanarak ve anlamı yakalayarak ayakta kalabilir. Yaşam alanlarında tüketimden başka bir şey ekilmeyen tarlaların verimi az olur. Zamanla sabrın, kanaatin ve şükrün yerini, hırs, tüketim çılgınlığı, doyumsuzluk, tatminsizlik, hız ve bencillik alır. Bunları yakalama arzusu güden insanı hiçbir güç tatmin edemez. Tatminsizlik kuyusuna atıldıktan sonra, tüm istekleri ihtiyaç olarak görmeye başlar ve kontrol altına alınamayan dürtülerin egemenliği başlar. Kendi kimliğini tamamen kaybetmenin belki de geri dönüşü olmayan noktası da burasıdır. Yani kimliğinin meşruiyet zemini kaybolmaya bu noktadan itibaren başlamaktadır.
Edilgen bir kimlik, rengini, temel felsefesi kendine yabancılaşmak olan düşünceden alır. Direngen kimliğin temeli ise anlam dünyasında var olmaya dayanır. Ekranların ve medyanın bir başkasına dönüştürme girişimlerine karşın, insanın kendini koruyabileceği bir sığınma alanı olmalıdır. Ekranlar, insanın kendi yaşantısından, ailesinden, kimliğinden, mahallesinden, bağ kurduğu yakınlarından uzaklaşması için savaş vermektedir. Medya, bilgi saldırılarıyla beyinleri uyuşturarak gerçeğin ve hakikatin izini kaybettirir. Böylece yozlaşmaya meyilli beyinleri, bölünmüş bilinçleri ve hakikate kapalı akılları hikmet zincirinden kopartır.
Medya, şahsın kimliğine bağlılığından endişe duyduğu için onu kitlenin içine entegre etmeye çalışır. Nitekim bilgiyi, kitleyi etkileme amacı ile kullanması, çoğunluğun içinden çokluğu hedeflemesinden dolayıdır. Kendi koruduğu mevziyi terk eden insanın bilgi saldırısına maruz kalması, onu kirli dünyaya açılan kapının eşiğine getirir. Bu karanlık dünyada yol, toz bulutu ile kaplanmıştır ve onu bulmak “kendine gelmek” iradesi ile gerçekleşebilecektir.
Modern insan, Allah ile olan bağını koparma savaşı vermektedir. Bu bağın koparılması sonucunda ortaya çıkan boşlukları belirsizlik ve kaos doldurur. Çünkü Allah’tan uzaklaşan insan, ruhunu aç bırakır. Ruhu doymayan insan ise sonu gelmeyen arayışlar, yönelişler, aldanış ve tükenişlerle tanışır. Bu sürecin baş aktörlerinin en etkili silahları, kutsal ve etkili yalanlardır. Gerçeğin suretinde, kaliteli yalanlarla insanları yönlendirme sanatı bir hayli revaçta.
Günümüz insanlarının yönü artık değerler, ahlaki ilkeler ve sağlam temelli fikirler olmaktan çoktan çevrilmiş durumda. Popüler kültür ve sosyal medya fenomenliği, insanların en kolay etkilendikleri alanlar. Zihnin yorulmadığı, kolaycılığın ön planda olduğu bir konfor dünyası var gözlerimizin önünde. Yorulmadan kazanma, paylaşmadan tüketme ve kanaatten uzak hırs ve tatminsizliğin zirve yaptığı hayatlar giderek çoğalıyor. Bir taraftan toplumdan kopuşlar diğer yandan giderek topluma sirayet eden kontrolsüz sapmalar, arayışların yerini çoğunluğa kapılmaların almasına neden oluyor. Otokontrol mekanizmasının olmadığı yaşamlara direngen mahalleden her gün biraz daha katılımlar yaşanıyor. Gerçeğin içinden online oluşlara evrilmeler, kişide oturmuş bir kimlik inşasına da darbeler vuruyor. Kimliğinden soyutlanmış bir şekilde var olmayı kabullenmek zorunda kalarak, çözümsüzlüğün ve tahammülsüzlüğün merkezine kaymayı da göze almış olmaktadır.
Bu sürecin başında kirlenmiş zihinlerin ardından hakikatle arası bozuk bir toplumun temeli atılmış olur. Ancak tevazu ve yetinmenin düşünsel anlamda yönlendirici bir statüde olması, kibir bataklığını kurutacak yetkin bir gücün var olduğu gerçeğini ortaya koyacaktır ki bu da hakikatle yüzleşme ve ona ulaşma noktalarının bulanıklıktan arındırılması sonucunu doğuracaktır.
Şahsiyetin, birey derekesine düşmemesi adına derinlikli okumalar, tefekkür yüklü vakitler, fikir yüceltici dinlemeler ve zihin arındırıcı bakış açısı yakalaması elzem arz eden ve en az kimliğin inşasında rol oynayan etkenlerdir.
***
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tel Aviv'de operasyon
01.10.2024
İran, İsrail'i Vurdu
01.10.2024
Husiler, ABD SİHA'sını düşürdü
01.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
Allah Var! Gam Yok! AHMET SEMİH TORUN 01.10.2024
my body my decision MUSTAFA AKMEŞE 03.10.2024
İktidar ve Toplum YUSUF YAVUZYILMAZ 05.10.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024
SEVGİLİ AYŞENUR MÜSAADEN OLURSA… ESRA DURU 12.09.2024