metrika yandex
  • $34.35
  • 37.73
  • GA21490

Haberler / Yazı Dizisi

GELECEĞİN DÜNYASINDA İNSAN KALABİLMEK NE KADAR MÜMKÜN?(2)-DİN, İKTİDAR VE EĞİTİMİN GELECEĞİNE DAİR BAZI ÖNGÖRÜLER-Mehmet Yaşar SOYALAN

24.01.2021

DİN, İKTİDAR VE EĞİTİMİN GELECEĞİNE DAİR BAZI ÖNGÖRÜLER

Bugünkü manzara/ gerçeklik bu. Acaba yarın nasıl olacak? Bugünün gerçekliğinin yarına nasıl yansıyacağı ve yarını nasıl bir gerçekliğin beklediği en temel soru. Bugün, dünün devamı olduğuna göre, genel itibari ile yarın da bugünün devamı olacaktır ve bugün yaşananlar büyük oranda yaşanmaya devam edecektir. Dolayısıyla bugün yaşanmakta olan teknolojik ve bilişim odaklı değişim ve dönüşüm sürecek gibi. Bu değişim ve dönüşümün ne kadar devam edeceği, ne zaman ve hangi aşamada/durumda son bulacağını bugünden kestirmek çok zor. Değişimin hızı, teknolojinin kurgusu ve gelişimi ile doğrudan ilgilidir. Değişimin yönü ve nereye doğru evirildiği çok açık. Değişimin, başladığı ilk günden beri büyük sorunlar oluşturduğu ve varlığın doğası ile uyumlu olmadığı ortada. Elbette insan isterse farklı bir durum ve yol belirleyebilir, daha adil, eşitlikçi, değer merkezli bir dünya kurabilir, geleceğin dünyası böyle bir dünya olabilir, ama bunların tümü istisna ve minik ihtimaller kabilinden şeylerdir diye düşünüyorum. Ancak geleceği belirleyecek olan insanoğlunun elleriyle yaptığıdır ki bugün için insanoğlu hayırhah bir hal içerisinde değil; hem bugünkü durumu hem de gelecekle ilgili planları bunu gösteriyor.

Her şey insanın elinde ama insan elini bir yandan iktidara ve iktidarın aparatlarına (din, eğitim, vs.) bir yandan da teknolojiye/ bilimsel bilgiye kaptırmış görünüyor; aklı örtülmüş, kalbi taşlaşmış, iradesini kaybetmiş, sorumluğunu unutmuş, hep seyirci durumunda. Eylem halindeyken bile seyirci. Dolayısıyla iradesini eline alıp, olan ile yüzleşerek yolunu tekrar çizebilme iradesi ortaya koyması oldukça zor.

Yarın bugünden başladığına göre, bugünden yarına bakabilmek de mümkündür diye düşünüyorum, sınırlı da olsa bazı öngörülerde bulunabiliriz. İlk gördüğümüz şey veya ilk tespitimiz; bu yaralı insan yığınlarının, bu tek tip yapının/topluluğun, nereye istenirse oraya evirilen/eğilen sürü halinin veya sonunda kendisini de yok edecek askerler/fedailer ordusu olma durumunun daha da hız kazanacağı ve eğitim denilen şartlandırma süreçlerinin, şeklen bazı değişikliklere uğrasa da işlevinin ve misyonunun daha da ağırlaşacağı; aynı şekilde iktidarların emniyet sibobu, bilimsel bilginin tasdikçisi ve meşrulaştırıcısı haline gelen dinin ise daha da silikleşip başka bir şeye/şekle dönüşerek devam edeceği yönündedir.

Dindeki bu şekil değişikliğinin nedeni ise, büyük olasılıkla iktidarın ciddi bir güç kaybına uğrayacağı veya bilimsel bilginin dümende olacağı küresel bir iktidarın ortaya çıkmasının kuvvetle muhtemel olduğu için, bugünkü din tasavvuruna ihtiyaç kalmayacaktır. Zaten günümüzde oldukça etkin ve belirleyici olan teknoloji, bilişim ve bilimsel bilgi etkinliğini daha da arttıracaktır; uygulamadaki etkinliğini planlama ve karar noktasına da taşıyacak gibidir. Bu öngörüye sadece dünün ve bugünün uygulamalarından hareketle ulaşmıyoruz; devletlerin ve küresel şirketlerin gelecek öngörüleri de bu yönde. Devlet ve şirketlerin bu kalemlere ayırdıkları paylara, beş yıllık, on yıllık, yirmi yıllık plan ve programlara bakıldığında da bu alanlara yapılan yatırımların, ayrılan ödeneklerin katlanarak arttırıldığını görüyoruz.

Aynı şekilde insanların teknoloji ile ilişkileri de yoğunlaşıyor, sosyal medya bağımlılığı artıyor. Pek çok iş uzaktan erişim ile dijital ortamda yapılmaya başlandı. Bu durumun daha da yaygınlaşacağı anlaşılıyor. Üretim sektörü (fabrikalar, atölyeler), hatta tarım ve hayvancılık sektörü de teknolojik imkânlar kullanılarak yürütülüyor; yapay zekâ ve robotik teknolojinin kullanımı hız kazanıyor. Yavaş yavaş tüm sektörler insansızlaştırılıyor; insan emeğinin yeri teknoloji tarafından dolduruluyor. İlk otuz yılda özellikle üretim sektöründeki işyerlerinin insansızlaştırılması büyük oranda tamamlanacağa benziyor. Belki çalışanların küçük bir kısmı işlerine evlerinden çalışarak devam edebilecekler, ancak büyük çoğunluk işlerini kaybedecek veya çalışacak iş bulamayacaklar. Çünkü “iş”in ve işyerinin mahiyeti değişecek. Belki de “çalışmak” veya “iş” gibi terimler tarih olacak. Öyle görünüyor ki zaman içerisinde hizmet sektörü bile insansızlaştırılacak. Belki de bugün varlığını devam ettiren pek çok sektör, hizmet, tarım, hayvancılık vs. süreç içerisinde ortadan kalkacağa benziyor. Bu durum, beslenme ve gıda sektörünün yeni bir hal almasına neden olacak. İnsan ve gıda ihtiyacı da yeni bir şekil alacak. Gıdanın yapısındaki bu değişiklik farklı bir beslenme boyutuna geçileceği anlamına geliyor. Bu süreçte insanın algı ve hayat tasavvurunda da önemli değişiklikler ortaya çıkacak ve sadece haz merkezli bir hayat tasavvuru oluşacak gibi. Bu yeni boyut aslında yeni bir dünya ve yeni bir hayat demek. Sadece bu alandaki değişiklikler insanın doğasında, metabolizmasında önemli değişiklik anlamına geliyor. Bu ne kadar mümkün olacak, yaşayanlar görecek. Yeni dünya, yeni yaşam biçimi, yeni kalıplar, yeni alışkanlıklar, yeni kurallar, yeni sosyal yapı, yeni ihtiyaçlar elbette yeni insan demektir aynı zamanda.

Tıp, biyoloji ve genetik alanındaki gelişmeler, bugünden, insanın doğası ve geleceği ile ilgili tehlikenin boyutunu ortaya koyuyor. Genetik kodları değiştirme ve kopyalama/ klonlama gibi insanın doğasını değiştirmeye/ bozmaya yönelik pek çok çalışma var; insanın hayrına gibi lanse edilip ama insanı yok edecek, Allahualem gün yüzüne çıkmamış daha ne gelişmeler bulunmaktadır. Çünkü insanın/canlının metabolizmasındaki veya üretim organlarındaki herhangi bir değişiklik insanın zihni ve psikolojik durumunu da doğrudan etkileyecektir. Bu aşamadan sonra eğer, bedeni hala varlığını devam ettiriyorsa artık bu yeni bir canlı, yeni bir insan demektir. Bu yenilik, davranışından beslenme kültürüne, eşyayı algılama biçiminden dil ve kültürüne kadar her şeyiyle yeni olacaktır. Belki insan daha az tüketen ( daha az gıdaya ihtiyacı olan), daha uzun yaşayan, daha az doğurgan bir türe doğru evirilecektir ama bu yeni insan acaba ne kadar insan olacaktır.

Öyle görünüyor ki elli veya yüzyıl sonrasının dünyası bugünün dünyasından oldukça farklı bir dünya olacak. Belki sınırların alabildiğine zorlanması nedeniyle daha ilerisinin kıyamet olmasından dolayı, dağlar vadiler, göller, akarsular vs daha az tahrip edilecek olsa da yerküre teknolojinin hışmından kurtulamayacak ve pek çok küresel musibet/ felaket ile boğuşmaya devam edecektir. Ama daha önemlisi insan tabiat/çevre ilişkisi önemli ölçüde değişecektir. Bu yenidünyada insan, yeni bir insana, çevre yeni bir çevreye, insan çevre ilişkisi yeni bir boyuta evirilerek yerküre adeta insana küsecek, insan ise, toprak, bitki ve hayvan ile ortak yanlarını veya farklılıklarını hatırlamayacak, kendi doğasından alabildiğine uzaklaşacaktır.

Kısacası bu yeni insanın egemenliğindeki yerküre ne kadar mevcut haliyle devam edebilecektir. Ormanlarıyla, yaban hayatıyla, su kaynaklarıyla, bitki örtüsüyle bu yaşlı dünya bu teknolojik saldırıya daha ne kadar dayanacaktır? Son yetmiş yıllık süreçte doğadaki/ coğrafyadaki tahribat ve değişim bize geleceğin dünyası hakkında az çok bir fikir veriyor ve görünen şey oldukça iç karartıcıdır. Teknolojik değişim ve dönüşüm hızı kesmeyeceğine, kesemeyeceğine göre eski hal muhal olacaktır.

Gelinen bu noktada yerkürenin bir parçası durumunda olan insanoğlunun zihnen, fikren hatta bedenen mevcut durumunu ne kadar devam ettirebilecektir/koruyabilecektir. Somut ve soyut anlamda çöle dönmüş yerkürede varlığını sürdüren insanın varlık tasavvuru ne hale gelecektir veya bir varlık tasavvuru olacak mıdır? Aynı şekilde varlık tasavvurunun merkezi konumundaki tanrı tasavvuru ne şekle evirilecektir veya tanrı tasavvuru diye bir algısı ve olgusu olacak mıdır? Tüm bunları bugünden tam olarak kestirmek oldukça zor. Ancak her şeyiyle değişmekte olan insanın, tanrı ve din tasavvuru da değişmek durumunda kalacaktır. Bu değişimin yeni insanın gerçekliğine ve varlık tasavvuruna uygun olacağı muhakkaktır.

Son iki yüz yıldır tecrübe edile geldiği gibi, kadiri mutlak veya adil bir tanrı tasavvurunun egemen olduğu bir dünyada baştan beri ifade etmeye çalıştığımız türden bir değişim ve dönüşümün olması varlığın doğasına aykırıdır. Çünkü insanoğlu böyle bir tanrı tasavvuruna sahip olduğu müddetçe böyle bir değişimi gerçekleştiremez; eşya, varlık ve bilgi algısı buna izin vermez. Bunun içindir son yüz yılda kadiri mutlak tanrı tasavvuru ortadan kaldırılarak Aydınlanmacı modernizmin önü açıldı ve bugünün dünyası ortaya çıktı. Zaten adil tanrı tasavvuru çok önceden ortadan kaldırılmıştı. Yani dinlerin “iyi insan” iddiası fiilen ortadan kalkmıştı. Yani egemen düşünce ve tasavvur, bu türden bir varlık ve tanrı tasavvurunu işlevsiz hale getirdiği için yerküredeki bu değişim ve dönüşümler gerçekleşmiştir.

Dolayısıyla, insanların davranışları, arzu ve hayalleri değişmişse, inanç ve fikirleri de değişmiş demektir veya tersinden insanların tasavvurları (varlık, tanrı, bilgi, insan), fikir ve inançları değişmiş ise arzu, hayal ve davranışları da değişmek durumundadır. Çünkü çoğu zaman, davranış ve beklentileri, inanç ve fikirler tayin eder. Zaman zaman öncelik sonralık durumu yer değiştirse de zihni, fikri, sosyal, siyasal ve kültürel değişiklikler tanrı, din ve varlık tasavvurundaki değişikliklerle atbaşı gider ve her iki durum/değişim de birbirinden etkilenir. Yeni insanın eski tasavvurunu sürdürerek yeni olması mümkün olmadığından, ilgili tanrı tasavvurları da yeni bir şekil alacaktır.

Peki, zaten değişmiş veya değişmekte olan  bu tasavvur geleceğin dünyasında ne hale gelecek, hangi boyuta ulaşacaktır? Bugün egemen görünen mevcut bilgi ve varlık tasavvuru bu yeni boyutta da egemenliğini hala sürdürüyor olacak mıdır? Sürdürüyor olacaksa bir öngörüde bulunmak kolay olacaktır. Değilse yapılan öngörüler karanlığa taş atmak ile eşdeğer olur. Ancak görünen o ki bu tasavvur uzun yıllar egemenliğini sürdürecek gibidir. Bu egemen algının bir yansıması olarak modern insanın tanrı tasavvuru her gün biraz daha silikleşmekte ve insan metafizik ile ilişkisini bitirme noktasına hızla yaklaşmaktadır. Çok geçmeden Tanrı merkezli din algısı bütünü ile tarihteki yerini alacak gibi görünmektedir; çünkü bu sonuç toplumsal yasaların doğası gereğidir.

Dinlerin varlığı, inananlarının varlığı ile; inananların varlığı, ait oldukları toplumun/milletin varlığı ile; toplumun varlığı o topluluğu ayakta tutacak mekanizmaların, sistemlerin yani toplumsal dini ritüellerin ve ortak ahlaki kuralların, örf, adet ve geleneklerin varlığı ile mümkün olur. Ortak dini ritüeller ve ortak ahlaki kurallar ortadan kalktığında toplum da, inanan da, din de ortadan kalkar.

Dolayısıyla çok uzun olmayan bir süreç içerisinde, kadiri mutlak veya adil bir tanrı tasavvurunun olmadığı bir dünyada, bu tanrı tasavvurlarını merkeze alan bir dinden, dini bir yapıdan söz etmek de mümkün olamayacaktır. Bu iki tanrı tasavvurundan biri yoksa zaten bir tanrı tasavvurundan ve tanrıyı merkeze alan bir dinden söz etmek anlamlı olmaz. Deizm gibi felsefi anlayışlara ait tanrı tasavvurlarının varlığı da bu tasavvurların varlığına bağlı olduğu için, zaten onların yokluğunda bu anlayışların tanrı tasavvurları da yok olacaktır. (Niye böyle olduğu bu yazının alanına girmediği için burada o konuya girmiyoruz.) Yeni dönemde de bugünün devamı olarak “aydınlanmacı modern kutsallar”, teknolojinin ve bilimsel bilginin ürettiği putlar ve yeni tapınma biçimleri yeni insanı motive etmeye devam edecek ve klasik dini tasavvur ve hayat telakkisi sona erecek.

Dolayısıyla böyle bir dünyada bugünkü yapısı ve anlamıyla insandan, dinden ve bir iktidardan/devletten söz etmek ne kadar mümkün olacaktır? Aynı şekilde küresel iktidarın ve egemen düşüncenin bir Truva atı, bir koçbaşı olan, bir şartlandırma ve oyalama merkezi durumundaki okulların ve okulların üzerine bina edildiği küresel bilgi tasavvurunun da ancak bu Aydınlanmacı varlık ve bilgi tasavvurunun egemenliğini devam ettirdiği müddetçe varlığını devam ettireceği izahtan varestedir ve insanı kendi zindanında tutsak kılmaya devam edecektir. Bu aşamada insanı özgürleştiren onu doğası ile barıştıran insani bir öğrenme modelinin ortaya çıkması da imkânsız gibi görünüyor. Çünkü din, iktidar ve eğitim doğrudan bugünkü dünyanın bir gerçekliğidir; bu gerçekliğin değiştiği yerde bunların da değişeceği veya bu gerçeklik sona erdiğinde bunların da sona ereceği veya farklı bir şekle dönüşeceği eşyanın doğası ve Tanrının yasası gereği olsa gerektir. Ancak görünen o ki bugün etkisini yoğun olarak hissettiğimiz Aydınlanmacı algı egemenliğini daha da pekiştirecek, tükenme noktasına gelmiş binyılların tasavvurları ve onların oluşturduğu kurumlar ortadan kalkacaktır. Bu yeni gerçeklik, yeni kutsallar, yeni ritüeller ve yeni olgularla birlikte yeni bir dünya ve yeni bir insan olarak karşımıza çıkacaktır. Acaba bu yeni gerçeklikte yeni kutsallar, yeni ritüeller ve yeni olgular nasıl bir gerçekliğe, tasavvura sahip olacaklardır?

Acaba bu gidiş gelecekte hayatın doğal akışında, insanoğlunun çabalarıyla, doğal araç ve yöntemlerle daha olumlu, verimli ve eşyanın tabiatına uygun bir yöne döndürülemez mi veya en azından durdurulamaz mı? İyiliği unutmuş, hep kendi çıkarının peşinde koşan insanoğlunun yapıp ettikleri buna izin verecek midir yoksa kendi sonunu mu hazırlayacaktır?

Kısacası insanoğlu bu hızla nereye kadar gidecektir; varlığı, varlığın doğasını hatta kendisini, kendi varlığını inkâr üzerine inşa ettiği bu yeni “ben”i kendisini nereye ve ne zamana kadar taşıyacaktır?

SONUÇ YERİNE

Buradaki en temel soru şu:

İnsanın, çevrenin/ habitatın doğası bu değişime ve dönüşüme ne kadar dayanabilecektir; bir gün, günün sonunda “her şey buraya kadar” diyebilecek midir? Yani varlığın, varlığı tehlikeye girdiğinde kendisini koruyacak bir doğası ve/veya yasası var mıdır? Veya bir dindarın diliyle söyleyecek olursak, Tanrının bu gidişe/ değişime, duruma “ buraya kadar”  deyip açıktan veya dolaylı müdahilliği söz konusu olacak mıdır? Olacaksa neresinde ve ne zaman olacaktır? Aslında İslam dâhil mevcut dini tasavvurun geleceğini de bu sorulara verilecek fiili cevaplar belirleyecektir.

Acaba bu gidiş gelecekte hayatın doğal akışında, insanoğlunun çabalarıyla, doğal araç ve yöntemlerle daha olumlu, verimli ve eşyanın tabiatına uygun bir yöne döndürülemez mi veya en azından durdurulamaz mı? İyiliği unutmuş, hep kendi çıkarının peşinde koşan insanoğlunun yapıp ettikleri buna izin verecek midir yoksa kendi sonunu mu hazırlayacaktır? Kısacası, “insanın elleriyle yaptığı şeyler nedeniyle denizde ve karada fesat çıktı” uyarısı/tespiti gereğince, insanoğlu, kendi kıyametini mi hazırlamaktadır. Acaba bu kıyamet sonrasında bu dünyada, yeniden, yeni bir diriliş mümkün olabilir mi? Veya bir felaketten bir rahmet çıkabilir mi? Örneğin, bir nükleer savaş, ağır küresel bir hastalık veya başka küresel bir felaket nedeniyle insanoğlu kendisiyle, kendi fikir ve davranışlarıyla yüzleşerek, kendisine yeni bir yol aramak durumunda kalır mı? İşte belki o zaman başka bir gerçeklik ortaya çıkabilir. Tabi bu son söylediklerimiz genelde istisna kabilinden ve olasılık, dâhilinde olan şeyler, ama asıl ve cari olan şey; devam ede gelen uygulamaların devam ede gideceği yönündedir ki insanoğlunu kıyamete götüren bu uygulamaların duracağına, şekil veya hat değiştireceğine dair bugün için ufukta bir işaret görünmüyor.

Burada, İnsanlığa hadi/hidayet olarak gönderilen Kur’an’dan ve onun ete kemiğe bürünmüş hali olan İslam gerçekliğinden hiç söz etmediğimin, İslam’a ve onun kurucu metinlerine hiç atıf yapmadığımın farkındayım. Çünkü çok uzun yıllardır, Kur’an’a ilk müşrik muhataplarının yaptığını yapmaktayız; ondan, onun dünyasından yüz çevirmiş durumdayız. Yaşayan Kur’anlar olamadığımız gibi onu hayatın içinden de kovduk. Kur’an’ı kâğıtlara, cd ve kasetlere hapsederek rafın, dolabın bir köşesine kapattık. O, orada öyle duruyor. Kur’an ile ilişki biçimimiz, Kur’an’ın tespitiyle; Hz Peygamberin kavmine dediği gibi. O şöyle demişti:

“Resul de: "Ya Rabbi, kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş bıraktılar" demişti” (Furkan:25/30).

Zaten Müslümanlar olarak bizler de yüzyıllardır, Kur’an’ı ve Kur’an’ın önemsediği değerleri arkamıza atarak, Müslümanı, insanlardan bir insan, İslam’ı dinlerden bir din, Kur’an’ı da ya kitaplardan bir kitap, ya da ulaşılmaz, anlaşılmaz bir metin haline getirdiğimiz için, mevcut gerçeklik içinde bu konuda söylenebilecek farklı bir söz bulamadım. Gelecekte ne olur, Kur’an özgürlüğüne kavuşur da bu insanlar, bu toplum yerine başkaları gelir de (İnsan:76/28, Fatır;35/16, Nisa:4/133, Enbiya:/11) onlar Kur’an’ı ve onun değerlerini kendilerine rehber edinirler mi? Allahu alem… Zaten o zaman, başka bir gerçeklik, başka bir dünya ortaya çıkar. Minik (küçükten de küçük) ama kıymetli bir ihtimal.

1. Bölüm için Tıklayınız:

https://www.hertaraf.com/haber-gelecegin-dunyasinda-insan-kalabilmek-ne-kadar-mumkun-1-mehmet-yasar-soyalan-6107

NOT: Bu makale, Yetkin Düşünce Dergisi’nin 12. sayısında (Ekim-kasım Aralık 2020) yayınlanmıştır.

Yorum Ekle
Yorumlar (3)
Ahmet Hamdi Bener | 26.01.2021 03:45
Üzülerek belirteyimki çok karamsar bir yazı. Bende oluşan şey Yazarın olumsuz ruh halini yansıtmış olduğu. Halbuki üstad BSN Güzel gören güzel düşünür güzel düşünen hayatından lezzet alır diyerek topluma ümit verilmesini ve kainata ve hadisata olumlu yönde bakılmasını tavsiye ediyor. Kur'an'ın tavsiyesi de öyle.
Zeki Bilgili | 24.01.2021 22:58
Test Güzel bir sonla bitti.Son soru çok önemliydi.Umut.
Halit Ataoğlu | 24.01.2021 22:56
Yüreğine kalemine sağlık.