metrika yandex
  • $32.5
  • 34.84
  • GA18240

Haberler / Yazı Dizisi

CEMAATTEN TERÖR ÖRGÜTÜNE FETÖ VE 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ ÜZERİNE SOSYOLOJİK DÜŞÜNCELER-6 / Yusuf YAVUZYILMAZ

12.10.2021

İslami görümünü biraz kazıdığın zaman altından çıkan derinlikten yoksun bir gösterişçi dindarlık, makam ve mevki için yapmayacağı eylem olmayan çıkarcı bir kişilik, kazanmak için her tür ahlaksızlığı meşru gören bir ahlak anlayışı, kendisinden farklı etnik gruplara yapılan haksızlıklara susan, temel hak ve özgürlükleri sadece kendisi için isteyen, korkunç bir ırkçılık ve fanatizmi besleyen dindarlığa lanet olsun. Hiç şüphesiz böyle bir dindarlıktan adaletin ve toplumsal barışın üremesi zordur. Bu dinin kendi çıkarları için kullanılması yani araçsallaştırılmasıdır. Araçsallaştırılmış dindarlıkta bireyler dine hizmet etmezler, tam tersine dini kendi çıkarları için bir araç olarak kullanırlar.

Sadece iktidara muhalif olmak insanın doğru yerde durduğunu göstermez. FETÖ, PKK, DHKP-C de muhalif. Hem muhalif hem de doğru bir öğretiye sahip olmak gerekir. Nihayetinde Ebu Cehil'de muhaliftir. Önemli olan neye, niçin, ne adına muhalif olunduğudur.

Tarihin dinamiklerini ihmal etmemek gerekir. Haricilerden beri dini kendi amaçlarını gerçekleştirmek için terörize eden öğretiler var. Bu anlayışın kökten temizlenmesi mümkün değil. Yapılacak olan bu anlayışın dışında kalabilmektir. 
Her tür terör örgütüne kimi insan bilinçli kimisi de bilinçsiz olarak girer ve çeşitli düzeylerde faaliyetlerde bulunur. Sadece FETÖ üzerinde duruluyor. PKK, İŞİD ve DHKP-C'yi düşünün. Bu örgüt taraftarları da yaptıklarını meşrulaştırmıyor mu?

Bu tür gizli yapılanmalara kimin gerçekten suçlu kimin suçsuz olduğunu belirlemek suçtur. İkinci itiraz düne kadar neden bunlara müsamaha gösterilmiş, itirazıdır. Yaklaşımlarını gizleyip kendini iyi kamufle ettiği için. 
İleride trafik kazası yapacak veya alkollü araç kullanma ihtimali var diye insanlara ehliyet verilmemesi düşünülemez. İnsanlar da ancak alkollü araç kullandıklarında suçlu durumuna düşeyler. Bu durumda buna ehliyet veren suçludur diyemeyiz. Suç dediğimiz şey zaman içinde oluşur. Kuşkusuz her insan bir suçlu adayıdır.

28 Şubat süreci, Gülen yapılanması dışındaki bütün alternatifleri imam hatipler de dahil kapattı ve Gülen okullarını Müslümanların gözünde rakipsiz hale getirdi. Yani Gülen yapılanmasının en çok önünü açan kendini katı laik ve Kemalist olarak tanımlayan zümredir.

15 Temmuz direnişi yapan kahramanların dilinde İzmir Marşı değil tekbir vardı. İzmir marşını darbecilerin dillendireceğine inancım tam. Çünkü 28 Şubatta tüm millet karşıtı odakların dilinde bu marş vardı. İzmir marşını bu milletin geleneğinde ve Anadolu irfanında bir karşılığı yok.

 

1-7 Şubat MİT'e darbe teşebbüsü (2012),

2. Gezi kalkışması (2013),

3. 17/25 Aralık yargı darbeleri (2013),

4. MİT tırları ihaneti (2014), 

5. PKK ile ortak hendek ihaneti (2015),

6. 15 Temmuz işgal darbesi (2016),

İlk dördünde FETÖ ile MHP-CHP ortak hareket ettiler. O Dönem gazetelerini ve bu iki partinin demeçlerini üst üste koymanız yeterlidir. Son ikisinde MHP yönetimi CHP 'den ayrılır. İhanet içindeki Cemaat uzun süre MHP'nin ilgi odağı oldu. Zaman Gazetesi önünde Ekrem Dumanlı'nın yanında destek için kimlerin olduğuna bakın. Muhalefetin sevmediği cemaat Ak Parti ile çalışan cemaatti. Ak parti ile ters düşünce, muhalefet üretmekte zorlanan CHP, MHP ve HDP, Cemaatin devlet içindeki militanlarının sağladığı belgelerle hareket etti.15 Temmuza kadar olan seçimlerin seyrini izlemeniz bile bu tespit için yeterlidir. 17-25 Aralık operasyonunun asil hedefinin yolsuzlukla mücadele etmek olmadığını anlayabilecek donanımdan bile yoksundu muhalefet aklı.

Ancak kendisi de aldatılan halk, Cemaatin istemediği yönde siyasal refleks verdi.

2002 yılında önlem alınmalı diyen irade, başörtüsünü yasaklayan, dindarlara hayatı dar eden 28 Şubat zihniyetinin uzantısı idi. Muhafazakar dindar kitle de, MGK’nun kararını FETÖ ya değil dine karşı önlem almaya çalışıyorlar diye algıladı. FETÖ'nun devlete sızması konusunda bir sürü bilimsel araştırma var. Bunun özellikle Ak Parti dönemin de olduğu doğru değildir.
MG K FETÖ ile mücadelede o kadar haklı ise 1980’lerden beri askeriyede bu kadar örgütlenmesini neden önleyemedi. Askerler, Erdoğan’ı suçlarken bu konuda ne kadar basiretsiz olduklarını da göstermiş oldular.

28 Şubat sürecinde hangi üniversitede kaç irticacı var bilecek kadar titiz çalışan askerler neden FETÖ’ nün askeriyeye sızmasını anlayamadılar. Erdoğan, FETÖ ile mücadelede en samimi isimdir. Bir zamanlar yaptığı hatayı itiraf edecek kadar ahlaklı, onlara hayatı dar edecek kadar samimiydi. Muhalefete gelince FETÖ darbe girişimini eleştirip karşı çıkacakları yerde, onunla en etkili mücadeleyi yapan Erdoğan’ı hedef aldılar. Erdoğan FETÖ ile mücadelede konusundaki en samimi isimdir.

Sanılıyor ki uluslararası yargılamalar deliller üzerinden yürüyor. Bunun böyle olmadığını Gülen ve PKK örneği bize gösterdi. Rahip konusunda " koy delillerini yargıla" mantığı çocukça naif bir yaklaşım. FETÖ, PKK ve DHKP-C'nin terör örgütü olduğu konusunda kuşku var mı? Onlarca delile karşı ABD, Almanya ve Yunanistan vermiyor onları mesela. Dünyada da, Türkiye’de de " bağımsız yargı " denen şeyin çoğunlukla gerçekle ilgisi olmayan ideolojik bir soyutlama olduğunu gösteriyor. Karşımdaki güç olan ABD , "sanığı yargılar" demiyor, "serbest bırak" diyor. Yani kesin olarak suçsuzluğuna inanıyor, ya da senin suç saydığını saymıyor. Bizim naif hukukçu zihinler Amerikalı rahip konusunda "delillerini koyarak yargıyla ve karar ver" diyor. Sanki öyle yapılsa herkes onu kabul edecek. Amerika’nın tezi yargılama değil, koşulsuz serbest kalması. İşin daha vahim tarafı, Amerika kararı siyasilerden istiyor. Amerika'da işlerin nasıl yürüdüğünü de gösteriyor bu olay. Yani sadece Türkiye’de karışmıyor yargıya siyasiler Kararın siyasilerden istenmesi, aynı zamanda Batı'nın hukuk mantığını da gösteriyor. Yargılama istiyorsanız Gülen rakipten çok daha suçlu değil mi. Ama hakkında açılmış tek bir dava yok. Yani darbe girişimi başka ülkelerde yapılırsa suç sayılmıyor, hatta destekleniyor. 

Bizse hala delilden, hukuktan söz ediyoruz. Keşke öyle olsa. Bir de Batı ve kendini yargılama konusunda kompleksli bir yaklaşım var insanlarda. Batının her şeyi iyi bizim her şeyimiz kötü anlayışı benliklerini kaplamış. 
Klasik oryantalizmin ' sizden adam olmaz" tezi, bu kişiler tarafından " bizden adam olmaz, tezine dönüşmüş. İdeolojik önyargılar zihnini o kadar esir olmuş ki, Türkiye'nin en çok haklı olduğu bir konuda bile Amerika tarafını tutuyor. 
Bu zihinler, uygulanan ambargodan da, Türk ekonomisinin bozulmasından da gizli bir sevinç duyuyorlar.  Muhalif olmayı Türkiye ye karşı olmakla karıştıracak kadar dar zihin yapıları var. Sorunları yerli ve bu topraklara ait olamamak. 
Sanıldığının aksine görünürde FETÖ ta karşı olsa bile, o zihinsel işleyişin bir parçası. Sorun kimi bunu bilinçli yapıyor, kimi bilinçsiz.

Gülen Çetesinin düşüncesini besleyen dini ve tarihi bir epistemik zemin var. Bu zeminin düşünsel boyutu hala canlı ve diğer cemaatlerin ve tarikatların arka planını oluşturuyor. Dahası bu zeminin teolojik yapısıyla hesaplaşmadan sorunu çözmek zor gözüküyor. Gülen çetesi, tarikat ve cemaat kültüründen gelen itaat anlayışı ile siyasal tarihten gelen darbe kültürünü birleştirerek 15 Temmuzu gerçekleştirmeye çalıştı. Ne ki, her defasında sonuç veren girişim bu kez başarılı olamadı.

Fethullah Çetesinin Teolojik alt yapısını ve zeminini oluşturan Sünni saltanat ideolojisini ve itaat kültürünü kökten gözden geçirmek gerekir. Bu önemli entelektüel devrim mutlaka başarılmalıdır. Yoksa bu yapı denetimsiz iktidar ilişkileri üretmeye oldukça elverişlidir. Kemalizm’in iktidar anlayışını da Fethullah çetesinin itaat kültürüne dayalı anlayışını da üreten bu alt yapıdır.

Samimiyet ve adanmışlık iyi birer meziyettir. Ancak samimiyet ve adanmışlık insanı felakete de sürükleyebilir. Samimiyet ve adanmışlığın hangi değerler etrafında yağıldığı da çok belirleyicidir. Bir İŞİD, PKK, DHKP-C ve FETÖ militanlarının önemli bir kısmı davalarında samimi ve adanmıştır. Hatta canlı bomba olacak, lider ve ideoloji için canını feda edecek derecede samimi ve adanmışlardır. Samimi ve adanmışlığın anlam kazanabilmesi için hangi değerler etrafında olduğu da önemlidir. Ebu Cehil küfründe samimi bir adanmışlık içinde idi. Samimiyet ve adanmışlık tek başına insanı iyi bir insan yapmaz.

FETÖ, Adnan Hoca gibi yapıların beslendiği bir sosyolojik zemin var. Bu zemin hala orada ve diridir. Sadece bu zeminin içinden konuşacak aktörleri bekliyor. Kabul etmek gerekir ki, tasavvuf epistemolojisi, özellikle Türklerin İslamlaşma sürecinde Orta Asya'dan başlayarak İran üzerinden Anadolu'ya taşıdıkları, büyük ölçüde İslam dışı geleneklerle harmanlanmış dini kültür, İslam’ı açıdan bu tür yapıları üretmeye elverişli bir damar oluşturuyor. Sosyolojik anlamda eski kültürel birikim, İslami kavramlar üzerinden yeniden üretiliyor. Bu da hastalıklı dini yapılar ve davranış biçimleri ortaya çıkarıyor.

Gülen'in FETÖ terör örgütü de dahil, dini örgüt ve Cemaatler liderlerinin merkezi konumunu sağlamlaştıracak bir dini retorik üretirler. Bu yapıyı tehdit edecek demokratik epistemolojiden ve yeni çoğulcu dini yorumlardan kaçarlar. Onlara göre yeni yorumlar dini tehdit etmektedir. Aslında tehdit edilen din değil, din üzerinden din üzerinden oluşturulan sadakate ve itaate dayalı Cemaat retoriğidir.

Ergenekon davası, hiç kuşku yok ki, FETÖ’ nün militan polisleri yüzünden sulandırıldı. Ama hiç kimse beni böyle bir oluşum olmadığına ikna edemez. Çünkü benim yakın tarih okumalarım, asker içinde, seçilmiş iktidarı yok etmek isteyen bir zihniyetin varlığının ihmal edilemez olduğunu gösteriyor. 28 Şubat, 27 Nişan ve 15 Temmuz Ergenekon zihniyetinin farklı versiyonlarıdır

FETÖ militanları oluşum ve yükseliş dönemlerinde uzlaşmacı ve hoşgörülü, hakim olduklarında her tür kötülüğü yapmayı meşru sayan bir anlayışa sahiptir. Şimdilerde bütün güçlerini FETÖ yargılamalarının hukuksuz olduğu tezi üzerine oturuyorlar. 15 Temmuz teröristlerinin ve arkasındaki siyasal anlayışın şimdiki maskeleri insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi. 15 Temmuz'u meşru görenlerin hiç anmaması gereken kavramlar. Çünkü hiçbir şey 15 Temmuz'u gerekçesi olamaz. Bu yüzden Pensilvanya ve Kandil hatırlatması çoğu kimseyi tedirgin ediyor. Çünkü buralardan beslenen bir siyaset anlayışının varlığı açık. Teröre hayır, demokrasiye evet.

Kuşkusuz Türkiye’de PKK ve FETÖ tehlikesi vardır. Bu örgütler siyasal olarak Türk siyasetini demine etmek ve yönlendirmek istiyorlar. Bunun aksi varlık nedenlerine aykırıdır. Dolayısıyla bu tehditler var olduğu sürece siyasal bir söylem olarak gündemde olacaktır. Bu tip örgütlerin Türk siyaseti içinde ilişkide olduğu yapıların olması da anormal değildir. Anormal olan bu tehlikenin hiç olmadığını savunmaktır. Kuşkusuz her siyasal anlayış 15 Temmuz'u aynı mesafede durmuyor. 

Ben, darbeye olan desteğin sivil halkta da epeyce karşılık bulduğunu desteklendiğini düşünüyorum. Emevi siyasetinin sol -ulusalcı- Kemalist versiyonudur bu. Türk siyasetinde rakibine karşı yapılan bir darbeyi ya da darbe girişimini desteklemeye hazır bir zihin yapısı var. Bu anlayışı 27 Mayıs 28 Şubat ve özellikle 15 Temmuz da fazlasıyla gördük.

27 Mayıs, 28 Şubat ve 15 Temmuz sivil halkın bir bölümü tarafından desteklenmiştir. Kuşkusuz her parti kendi açısından en iyi olduğunu düşündüğü propaganda yöntemini kullanmaya çalışacaktır. Bakalım hangi söylem karşılık bulacak.

Aslına bakılırsa bu sorunun tarihsel bir derinliği var. Özellikle Osmanlı dönemi, iktidarlara yakın olan cemaatlerin korunup kollandığı, heteredoks anlayışların ise takip edildiğini ortaya koyuyor. Bir sohbet sırasında tarihçi bir akademisyen şöyle demişti:" Devlet geleneğimizde cemaatlerin yükseleceği en tepe nokta vezirliktir. İmparator olmak istediklerinde devlet aklı harekete geçer. Sadece Ak Parti değil, CHP ve MHP de olsa sonuç değişmezdi. ". Bunun en aktüel örneğinin de yeniçeriler olduğunu ekledi.

Max Weber karizmatik liderliği belirlerken onun diğer insanları etkileyen karizmaya sahip olduğunu söyler. Tasavvuf geleneğinde karizma Tanrı ile iletişime geçme şeklinde oluşur. Bu iletişimin araçları da rüya ilham ve sezgidir. İşlerini ve eylemlerini Tanrı’dan gelen işaretlere göre yönlendirildiği inancı cemaatin önderine müthiş bir karizma kazandırır. Böyle bir önderin izleyicisi için, Bank Asya’yı kurtarmak için sahabelerin kuyruğa girmeleri şeklindeki bir rüya anlatımına inanmamak için hiçbir gerekçesi yoktur.

Cemaat militanlarını izlendiğinde, cemaat iktidar çatışması konusunda belli bir merkezden yönlendirildiği artık gizlenemeyen ortak eleştiriler getiriyorlar. Erdoğan’ı hedefe koymuşlar sadece aleyhine olan haber ve yorumları seçiyorlar ve Erdoğan karşısındaki herkesle işbirliğine gidiyorlar. Hoca Efendileri hakkında ise itaatten başka eleştirel tek bir söz yok. Cemaatin devlette örgütlenmesini kınayan, soruların çalınmasını, haksız tutuklamaları eleştiren bir cümle yok. Kendi cemaatini korumak isteyen bir kişinin davranışlarını normal karşılamak gerekir. Normal olmayan Cemaat disiplini içinde yetişmiş, bütün tepkilerini Ulu efendinin çizdiği sınırlar içinde veren, bu fikirleri hiç tartışmayan, eleştirel düşünceden ziyade itaat kültürünü yücelten bu Hermetik atıl zihniyetle demokrasi, hukuk talep etmesidir.

Cemaatin iktidara muhalif olduğu tam bir yanılsamadır. Doğrusu şu: Cemaat devlet içindeki örgütlenmesini iktidarı kullanarak yapıyor olmasını iktidar fark edip pozisyon alınca, Cemaate tek yol kaldı. İktidara karşı yıllardır mücadele ediyor göründüğü kesimlerle kol kola girmek. Rüya ilham ve sezgiden ne eleştirellik ne de muhaliflik çıkar; çıkacak olan hoca efendiye kayıtsız şartsız bağlılıktır.

Eleştiri yokluğu yada eleştirel düşünce eksikliği büyük ölçüde toplumsal zeminde etkili olan ve itaati birincil değer olarak gören tasavvuf kültürünün ürünüdür. Tasavvuf kültürü mistik bilgiyi aklın önüne koyan, Hermetik atıl aklın İslam içindeki uzantısıdır. Muhasibi, bu tehlikeyi ilk sezenlerden biridir. Ancak Hakikati aramak konusunda Gazali’nin tasavvufta karar kılması ve Gazali’nin büyük otoritesi sayesinde tasavvufun meşrulaşmasına zemin hazırlamıştır.
Türk ve Kürt dini ve ahlâkı aklı büyük ölçü de siyasal aklı ise önemli ölçüde bu anlayışın baskısı altındadır.

Cemaat uzun süre birlikte çalıştığı iktidarın bütün zaaflarını biliyordu kuşkusuz. Yapacağı operasyonda ise elindeki en güçlü argüman polis ve yargıdaki örgütlenmesi olacaktı. Nitekim iktidarla birlikte çalıştığı zamanlarda yapılan Ergenekon, Balyoz, Darbe planları ve Şike davaları konusunda, iktidarın da askeri bürokrasiyi geriletmek arzusundan fazlasıyla yararlanarak, kendilerine karşı olan bütün bürokratları çoğu uydurma kanıtlarla tutuklandılar. 
Sonra dünyanın en güzel şeyi oldu ve siyasal güç devlet içindeki örgütlenme konusunda uyandı. Cemaat ise 17-25 Aralık ile iktidarı götüreceğine emindi. Yanlış hesap yaptılar ya da yaptırıldılar. Yaptıkları en büyük hata Erdoğan faktörünü hafife almaktı. Kuşkusuz devlet torpille alınan personelin farkındaydı. Bu kez işler tersine döndü ve operasyon Cemaate yöneldi. Hiç kuşkusuz Cemaat üzerine yapılan operasyonlardaki hukuk ihlalleri, Cemaatin yaptığı operasyonlardaki hukuk ihlalleri yanında devede kulak kalır. Cemaat kendi karşıtları konusunda hiç dikkate almasa da biz hukuku savunmayız. Bu olaylardan çıkarılacak sonuç şudur: İktidarlar bürokrasiye memur alırken bir cemaat ya da tarikata bağlanmamalıdır. Alnı secdeye değen her adam tercih sebebi değildir. Tercih işinde ehil olandan yana kullanılmalıdır. 

Cemaat başlangıçta uzun bir süre, kendisine mesafeli davranan bürokrasi ve iktidarların baskısı altında kaldı. Hoşgörü ve diyalog söylemi bu baskıdan kurtulmanın ve devlet katında kabul görmenin bir aracıydı. Özellikle "Türkçe Olimpiyatları " ve yurt dışındaki okullar cemaati kurulu düzenin gözünde meşrulaştırdı. Bürokrasideki örgütlenmesini tamamlayan cemaat, Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde kendi karşıtlarını da cezalandırma yoluna gitmiştir. Bu nedenle Hanefi Avcı, Nedim Şener ve Ahmet Şık cemaat üzerinden yaptıkları eleştiriler yüzünden tutuklanmışlardı. Neredeyse cemaat, polis ve yargıdaki gücünü kullanarak kendine muhalif olan herkesi yargılama yoluna gitmişti.

17-25 Aralık operasyonlarından önce Ak Parti cemaatin bürokratik oligarşi ve bunun devlet sitemi üzerindeki hegemonyasını etkisizleştirmek üzeri işbirliği yaptıkları biliniyor. Bunun kolay gerçekleştirilmesi için Ak parti, cemaatin devlet katmanlarında bürokratik kademelerde örgütlenmesinin önünü ardına kadar açmıştır. Oysa bir örgüte öncelik tanımak bürokrasi için ne büyük tehlike içerdiği daha sonra görülecektir. Aslında burada devlet idare etme pratiğinin ve geleneğinin eksikliği Ak Partiyi cemaatin tuzağına çekmiştir. Bu durum kuşkusuz iktidar partisi için büyük bir hatadır. Bürokrasi alanı bir cemaatin grubun işgal edeceği bir alan değil, ehliyetli olanın rol alması gerektiği ve toplumsal çeşitliliğin yansıdığı dengeleyici bir alan olmalıdır.

Öyle görülüyor ki, eskisi kadar olmasa da, cemaat devlet içindeki gücünü önemli ölçüde korumaktadır. Kendilerine yönelik yürütülecek operasyonu önceden haber almaları, istihbarat ve polis alanlarında önemli bir güce sahip olduklarını açıkça göstermektedir. Kuşkusuz kurulduğunda beri devlet bürokrasisinde örgütlenmeyi temel hedef yapmış cemaatin uzantılarının kolayca temizleneceği düşünülmemelidir. Muhalefet partileriyle işbirliği halinde yürütülen 17 ve 25 Aralık operasyonlarının, iktidarı işlemez hale getirmesi beklenebilirdi. Ancak Ak Partinin direnci ve karşı hamleleri ve yürüttüğü “bu yolsuzluk kılıfıyla gizlenmiş bir darbe operasyonudur” söylemi toplumda yolsuzluk iddialarından çok daha fazla karşılık buldu.

Öyle görülüyor ki, cemaatin devlet içindeki örgütlenmesi normal hukuk ilkelerine göre açıklanamayacak kadar açık ve vahim bir durum. Nitekim Cemaat bu haliyle hukuk devleti için çok büyük sorun haline gelmiştir. Cemaat Balyoz, Ergenekon ve Şike davalarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmış, suçlanan kişiler aleyhine keyfi uygulamalar yapmıştır.

 

Devam Edecek

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş