Kalbin meskûn olduğu yer, insan eylemlerinin düşüncelerle insicam halinde olduğu alandır. İnsanın yaşadığı hayatı ile içselleştirip benimsediği fikirleri arasında muhtelif neticelerin olması, olası bir çatışma ruh halini doğurur.
Yaratılmış olmak, öncelikle kusurlu olduğunu kabul etmek zorunda kalmaktır. Mükemmellik, insanın varlığını sürdürdüğü hayat alanında, söz sahibi olma noktasında geçerliliğini korur. İnsanın insanla ve insanın eşya ile olan ilişkisinde, insanın yaşam alanında varoluş şekliyle, hayatını idame ettirme, ötekilerle bir yönetme dünyasını paylaşma noktasında, ortaya koymuş olduğu vasıflar, onun mükemmel varlık olduğunu gösterir niteliktedir.
Diğer yandan, insanın kusurlar taşıdığı alan ise onun Allah ile olan ilişkisi noktasında ortaya çıkar. Sonradan var olmak, başlı başına "öncenin" varlığından ve muhtevasından mahrum kalmak anlamına gelir. İnsana düşen, bilinçlenme eğitiminden kalite notuyla mezun olmaktır. "Şimdinin" farkındalığını keşfetmek ve "sonra" ile karşı karşıya kalabilirliğini kabullenmek zorunluluğu, insanın düşünce dünyasından doğurduğu eylemlerine hayat alanında istikamet verebilme imkanını sunar. Bu noktada insan özgürdür. Eylemlerinin belirleyici ve yönlendirici vasıflarını taşıyan bir varlıktır.
Sonradan var olduğu gerçeğini kabullenerek yaşaması, insanın kendi sınırlarının farkına varmasını sağlayacaktır. Kendi varlığıyla uyumlu ilişkiler geliştirmesi, yalnızlık buhranlarına düşüşün önünü kapatır.
Aklın tozlu mağaralarında yapayalnız kalmayı tercih etmesi ile kalbin akılla anlamlı ziyaretler gerçekleştirme tercihini, insanın yönünü doğrulttuğu fikirler belirler. İnsan, yalnız kalmayı seçerek; intiharlar ülkesine zihni bulanıklığını, kaygılarla örülü dünyasını, anlamın yırtık parçasını, yüklerini, ağırlıklarını ve kırılmaya müsait kalbini taşımayı kabullenmiş olacaktır.
İnsan, yalnızlığın üvey oğludur. Sığındığı bu limandan hiçbir zaman gerçek şefkati göremeyecektir. İnsanın yalnızlıkla yakınlığı, olmaması gereken kötümser duygu yoğunluğunun, kalbe karşı harekete geçmesi gibidir. İnsan, yalnızlıkla ne kadar yakın ilişki kurarsa, yanlışa o kadar meyilli olur. İnsanın elinden tutanların ve onu uyaranların uğramadığı alanın adı yalnızlıktır. İnsan, bu alanda hataya yakınlık derecesini bir kat daha arttırır. Muhtemel düşüşlerin yerini bir süre sonra mutlak çöküşler almaya başlar. Çünkü burada insan, savunmasız bir mültecidir. Kalabalıklar içinden yalnızlık yoluna sapmış bir mülteci...Ve artık o, üretkenliğini ve yetkinliğini, erteleme vagonuyla uzaklara gönderen yorgunluğun adamı olmuştur.
Oysa insan, tek başına yaşamaya müsait bir varlık değildir. Onun diğer adı toplumdur. Toplumların, kalabalıkların mensubudur o. Topluma kalbiyle, aklıyla, varlığıyla renk veren insan, kendi dünyasının yönetmenidir. Düşünüş biçimi ve yaşantısı, onun insanlar arasındaki yerini belirlerken; o, kendi fikir dünyasının kapılarını kime açacağını düşünmektedir. Hayatını vasat toplumun bir parçası olma yolunda sürdürme doğallığı ile hatanın, tahammül sınırlarının ve durmanın olmadığı hızlı yaşamların manevi soğukluğu arasında tercih yapmak zorundadır. İnsan, ya sessiz sığınağı olan kalbine teslim olarak aklını yönlendirecek; ya da tek gayesi ileri derecede başarı, bolca kazanç ve duraksız yolculuklarla örülü bir yolu tercih ederek, kendi elleriyle kendisini teslim alan daha çok "efendiler" üretecektir.
İnsanın tek amacı, soluksuz bir koşuşturma olmuş olamaz. Kendi ömründen kum tanelerine dönüştürdüğü parçacıklarını, kum saatine doldurup aşağı doğru düşmesini izleyecek kadar amaçsız olamaz. Ne yazık ki insan, kalabalıklar içinde "yalnızlık kölesi" olduğunu farkedemeyecek kadar meşgul. Kalbinde yenik ülkeler taşıdığının farkında olmadan yaşayan ağır yenilgilerin bitkin oyuncusudur. İçsel dünyasını ihmal ettiği oranda, mutsuzluk kapılarında bir bekçi olduğunun da farkına varamamaktadır. Bunun yanında; sulaması gereken çiçeklerin, soluması gereken havanın, el uzatması gereken muhtaçların, ayağa kaldırması gereken nesillerin varlığı onu hareket dünyasında aktif bir kişilik kılması gerekirken, onun uğraş çemberini koca sessizlikler sarmaktadır.
Tüm yaşamı boyunca çırpınan insan, kalbiyle zihninin kendisinden gerçek manada neler istediğinin çoğu zaman farkında değildir. Farkındalık, onun uzun yollar ve uğraşlarla kaplanan dünyasında kaybolmuştur.
İnsanların kalplerinde doyurulması gereken yerler var. Doymayan yerlerin çokluğu veya doyurma girişiminin yanlış yöntemlerle yapılması, olumsuzlukların çoğalması anlamına gelir ki boşluklar, gereksiz yüklerle doldurulduğunda önce ezilme sonra boğulma başlar. Ruhi çöküntülerin, aşırı streslerin ve gergin eylemlerin çokluğu zihinsel çalkantılara, aldırmazlık yaşantılarına ve devasa endişelere dönüşür. İnsanın kendinden haberdar olma yetisinden yoksun olduğu yaşantılarda mağlup olmak kaçınılmazdır. Bu sürecin içinden ancak iç dünyaların gereksiz yüklerinden arındırılarak ve doyurucu bilgilerle anlamlı eylemler buluşturularak kayıpsız çıkılabilir.
İnsanın kalp ve vicdan perspektifinden hayata bakması, onun kaliteli yaşam inşa etmesini kolaylaştıracaktır. Dışın hakimiyeti arttıkça, kalbin sesi uzaklaşır ve bir süre sonra kalbin hakimiyet alanı daralır. Dolayısıyla kendini yeniden keşfetmenin önü tıkanır. Düşünce tıkanıklığı başlar. Amaçsız eylemler hayatı işgal eder. Zihnin kıblesi değişmeye başlayınca, itaatin yönü sapmaya başlar. Böylece düşüncenin teşekkül sürecinde anlam kaymaları yaşanmaya başlar. Büyük hezimetin yaşandığı bu alanda, kalp, vicdan ve akıl yenilgi üstüne yenilgi tatmaya başlar. İnsanın yalnızlık kuyusunda can çekiştiği nokta da burasıdır. İnancın yerini hevanın, durabilme iradesinin yerini sınırsız iştahın aldığı yerdir burası.
Aklın, hazzın kölesi durumuna düştüğü bir yaşantıda kalbin savrulması kolaylaşacağı için "kalbin mühürlenmesi" de hız kazanacaktır. Oysa biliyoruz ki kalbin mühürlenmesi, helak olan kalbin ve ruhun kütük bir bedende anlamsız yaşaması anlamına gelir. Geriye dönüşün imkansız olmaya başladığı bu duruma düşmeme gayreti ve çabası çok önemlidir. Sağlam düşünce ve yeniden düşünme iradesine bürünme neticesinde, kalplerin; ciddiyetin, iyiliğin, anlamlılığın hüküm sürdüğü tarlalara dönüştürülmesi gerçekleşebilir. Bu imkansız değildir. Atılacak olan ilk adım kararlılığından sonraki süreç, oldukça kolaylaşacaktır.
Yalnız insan, parçalara ayırmış olduğu hayatın yüklerinden ötürü mecali kalmamış bir taşıyıcıdır. Yaşamadığı fikirlerinden ötürü, başkalarının tedavüle çıkardığı yaşantıların ve düşüncelerin gönüllü alıcısıdır. Hayatla bağları koparılmamış fikirlerin, bütünden bağımsız hareket etmemiş parçaların bir noktada dirilen toplumların temelini oluşturabileceği gerçeğini zihinlerimize kazımamız gerekir.
Kalbin ve aklın fikir dünyasındaki uyumu, insanın içinde büyüttüğü yalnızlık okyanusunun ortasındaki adalar gibidir. Kurtuluş için sığınma gereksinimi duyulan bu adaların yokluğu ise insanın felaket sahnelerinin yaşandığı anları doğurur.
Fikirler, ölü topraklarda yeşermez. Suyun dokunmadığı toprağın verimi, insanın beslenmesini sağlayamayacak kadar azdır. Olması gereken, fikirlerin yeşereceği toprakları, aklın ve kalbin suyuyla besleyip çorak yalnızlıklara dönüşmesini engellemektir.
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tel Aviv'de operasyon
01.10.2024
İran, İsrail'i Vurdu
01.10.2024
Husiler, ABD SİHA'sını düşürdü
01.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
Allah Var! Gam Yok! AHMET SEMİH TORUN 01.10.2024
my body my decision MUSTAFA AKMEŞE 03.10.2024
İktidar ve Toplum YUSUF YAVUZYILMAZ 05.10.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024
SEVGİLİ AYŞENUR MÜSAADEN OLURSA… ESRA DURU 12.09.2024