metrika yandex
  • $32.19
  • 34.99
  • GA17650

Haberler / Yazı Dizisi

Türk Modernleşmesi Üzerine Düşünceler-1|Yusuf Yavuzyılmaz

08.09.2023

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın hazırladığı "Türk Modernleşmesi Üzerine Düşünceler" konulu yeni yazı dizisinin 1. bölümünü ilginize sunuyoruz..

Hertaraf Haber

Ulus olmak isteyen bir toplumun geçmişteki dini inançları ile yeni ideolojisi arasında bağ kurma girişimi sıklıkla rastlanan bir tarih inşasıdır. Hatırlatalım Türk milliyetçileri, Türklerin Müslüman olmalarını, Orta Asya’daki inançları ile İslam’ın uyumunda aramışlardır. Aynı şeyi Kürt milliyetçileri Zerdüşt inancı ile İslam arasında kurmaya çalışıyor. Unutmayın milliyetçiliğin toplum inşası benzer sosyolojik süreçleri izler. Bu açıdan Ziya Gökalp’in "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" kitabında, Türk geçen yere Kürt koyduğunuzda bir Kürt milliyetçisi için itiraz edecek bir şey kalmaz.

Türklük üzerinden yapılan tanımlamalar, Türkiye’nin bir kimlik krizinden geçtiğini gösteriyor. İsmet Özel ile başlayan ve Erdoğan ile devam eden Türklüğü yeniden tanımlama arayışları da bu krizle ilgili. Ben Türklüğün nasıl tanımlanır tanımlansın Anadolu için kuşatıcı olamayacağını düşünüyorum. Türk değilsen oldun Amerikalı” anlayışının, “İranlı, Arap, Kürt... değilsen oldun Amerikalı” sözünden fazla bir anlamı yok. Diyelim ki bazıları bu tanımı kabul etmiyor. Ne yapacağız o zaman? Onun da cevabını veriyor Özel; " Diyelim ki biri illa "ben Arnavudum" diyor, Arnavutların devleti var s.ktir git." Son derece çoğulcu ve demokratik değil mi?

Bir eleştirinin hangi zihinsel paradigmadan çıktığı önemli. Tasavvuf ve tarikat geleneğinin İslam’ın ahlak sisteminin bozduğu ve yozlaştırdığı, medrese eğitiminin sorunlu hale geldiği eleştirileri Kemalist modernleşmeciler ve İslami yenilikçilerin ortak eleştirisidir. Ancak Kemalist modernleşmeciler bu eleştiriyi İslam’ı devlet ve toplumun dışına itmek amacıyla yaparken, İslami yenilikçiler eleştiriyi Kur'an ve Sünnetin aydınlığına yeniden dönüş ve sağlıklı bir din algısı oluşturmak için yaparlar. Dolayısıyla Kemalist modernleşmeciler ile İslami yenilikçilerin tasavvuf, tarikat ve medrese eleştirisi asla aynı düzlemde değildir.

Cumhuriyet kurulduktan sonra merkezinde İslam'ın olmadığı yeni bir tarih anlayışına ihtiyaç olmuştur. Türk ulusalcıları bu eksikliği İslamiyet öncesi Türk tarihinde aramaya başlamışlardır. Kuşkusuz bu çaba İslamiyet’in etkisini azaltmaya dönük bir anlayıştan besleniyordu.

Kemalizm’e felsefi bir temel oluşturmak isteyen, Kemalizm’i sol ulusalcılık üzerinde okuyan entelektüel hareket "Kadro" dergisiydi. Kuşkusuz Kemalizm’i en doğru okuyanlar onlardı. Bugünse Kemalizm’i en doğru okuyan kişinin Doğu Perinçek olduğunu düşünüyorum. Muhafazakar veya İslami bir Kemalizm okuması ise bir fanteziden öte bilimsel değer taşımaz.

ODTÜ zihniyeti; sol/sosyalist, ulusalcı, toplum değerlerine kayıtsızlık, İslami değerleri küçümseme , "Mustafa Kemalin askerleriyiz "düzeyinde naif bir Atatürkçülük ile tanımlanabilir.

ODTÜ üzerinden yürütülecek bir iktidar eleştirisi, iktidarı daha da güçlendirmekten başka ise yaramaz. Çünkü bu zihniyetin toplumsal meşruiyeti ve ahlâkı bir temeli yoktur.

Bilimsellikten sadece kendi pozitivist evrimci zihniyet dünyasını anlayan, felsefeyi materyalizme mahkum eden, seçkinci, diğer insanlara yukarıdan kibirli bakan bir ideolojidir

ODTÜ denen zihniyet. Oradan asla demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları çıkmaz. Çıkacak olan 1968 romantik kır gerillacılığının ulusalcı cundacılıkla evliliğidir.

Sanıyorum Türkiye'nin sosyolojik yapısını en iyi ifade eden metafor aşuredir. Aşure içinde yer alan çok sayıda meyve ve gıdayı kendi özelliklerini kaybetmeden bir araya getirir. Şeker ve suyla karıştırılan ve pişirilen oluşumdan ortaya enfes bir tatlı çıkar. Anadolu'da böyledir. İçinde değişik etnik çeşitliliğin bulunduğu ve bunları bir arada tutan bağdan oluşur. Aşurenin içindeki bir eksikliğin lezzeti azaltacağı gibi, bir etnik gurubu veya sosyolojik çeşitliliği ihmal etmek toplumsal barışı zedeler. Anadolu insanını bir arada tutan ise en önemli bileşeni İslam olan "Anadolu mayası”dır

Cumhuriyeti inşa eden elitlerin savunduğu pozitivist-materyalist laikçi anlayışla toplumla anlamlı bir bağlantı kurmaları bir hayli zordu. Türkiye modernleşmesinin en önemli sorunu budur. Onların söylediklerinin orijinalini zaten Fransız pozitivistleri söylüyordu. Halk Fransızları değil de taklitlerini neden dinlesin?

Cumhuriyetin kurucu elitlerinin laiklik politikası altında yapılan uygulamaları, dini tamamen cahil din adamlarının ve tasavvuf adı altında aslından uzaklaşmış ve birer menfaat ocağı haline getiren kurumların kucağına itmiştir. Milliyetçi ve laik olan kurucu elitlerin din politikası tutarlı değildi; onlar geleneği eleştirerek dini asıl kaynaklarına döndürmeye çalışan bir zihniyetin izleyicisi değillerdi. Tam tersine dini resmi alanlarda okullarda tamamen yasaklayarak cahil kitlenin eline terk ettiler. Çünkü bu din kimseye cazip gelmeyecek bir dindi. Böylece dinle yürüttükleri mücadeleyi meşrulaştıracaklardı.

Ne yazık ki, Türk modernleşmesi balo, smokin, mandolin, piyano, dans, şapka gibi sembolik değerler üzerinden yürümüştür. Tek Parti dönemindeki kültür politikaları bu semboller etrafında oluşmuştur. Kemalist modernleşme, çağdaşlaşmayı bu semboller üzerinden okumuştur. Sanat müziği, saz, sarık, horon ise gerici sembollerdir. Ne ki sosyolojik olarak, balonun horonu yenmesi mümkün değildi. Türk siyaseti şöyle de okunabilir: Horon baloyu yendi. Çünkü balo zorlama, horon doğaldı

28 Şubat ve Cumhuriyet mitinglerinde İstiklal marşından çok Onuncu Yıl marşı kullanılmıştır. Nedeni İstiklal Marşının dini içeriğiydi.

Erken Cumhuriyet döneminin temel sorunlarından biri dinin devlet ve toplum hayatındaki yeri ile ilgilidir. Cumhuriyetin kurucu elitleri, aldıkları pozitivist eğitimin etkisiyle, dini, geri kalmışlığın temel nedeni sayıyorlardı. Dönemin İslamcılarıyla aralarındaki temel fark, dinin yozlaşmasının değil, bizzat kendisinin sorun oluşturduğu inancı idi. Bunun için dini ihya etmek yoluna gitmediler. Bunun yerine dini devlet hayatından tamamen toplum hayatından ise olabildiğince uzağa itmeye gayret ettiler. Toplum ve devlet arasındaki kutuplaşmayı besleyen en önemli sorun budur. 

“Diriliş Ertuğrul" dizisini hem sinema dili, hem de kurgu açısından önemli buluyorum. Kuşkusuz dizi bir tarih inşası yapıyor. Cumhuriyetten sonra inşa edilen seküler tarih anlayışına karşı İslami değerleri temele alan bir tarih anlayışı üretiyor. Dizideki Ertuğrul karakteri, Devlet geleneğini sembolize ederken, İbn Arabi ise Anadolu sufi düşüncesini derinden etkileyen bir aktör olarak öne çıkıyor. Dizi, Cumhuriyet döneminde İslamsız bir Türk tarihi oluşturma çabalarına cevap niteliğinde...

Türkiye'de ulusalcılar, Mustafa Kemal'i tek aktör olarak öne çıkaran, tarihi onun etrafında oluşturan, dönemin diğer aktörlerini geriye bırakan ulusalcı/seküler bir tarih inşasını öne çıkardılar.  Buna karşılık muhafazakar/dindarlar Abdülhamit üzerinden karşı dini değerleri öne çıkaran bir tarih algısı geliştirdiler. Aslında iki bakış açısı da sağlıklı bir tarih anlayışı oluşturamadılar. İkisi de aşırı yüceltmeci bir tarih algısı oluşturdular. Kuşkusuz bu iki tarih anlayışının oluşmasındaki ana sorun, “İslam'ın Türk tarihindeki yeri ne olmalıdır?” sorusudur.

Türkiye'de laikliğe dindar insanların soğuk bakmasının nedeni laiklik üzerinden özellikle Tek Parti Döneminde yürütülen sorunlu din politikalarıdır kuşkusuz. Ne yazık ki, Türkiye'de uygulandığı şekliyle laikliğin sicili bozuktur.

Türkiye’nin en büyük resmi tarikatı Kemalizm’dir. Kemalizm’i süratle Şükrü Hanioğlu'nun dediği gibi tarihselleştirmek ve metafizik zırhından arındırarak rasyonelleştirmek gerekir.

Cumhuriyet tarihinin ilk dönemlerinden örnek aldığım ve önemsediğim ve bugüne ışık tuta bilecek değerde olan şahsiyetler Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Erzurum mebusu Hüseyin Avni Ulaş ve Mehmet Akif'tir. Özellikle Hüseyin Avni Ulaş ve Mehmet Akif'i Türkiye'nin yetiştirdiği en seçkin zihinlerden biri olan Nurettin Topçu'nun kaleminden okumak gerekir.

Kurtuluş Savaşı kuskusuz Batıya önemli bir tarihsel cevaptır. Sorun bu savaşı başarı ile tamamlayan öncü kadronun bugün bile bize yol göstereceğine olan metafizik inanç. Bu tutum tarihsel olması gereken aktörleri peygamber konumuna yükselterek onun misyonuyla donatmak çabasıdır. Konumu, bilgisi, siyasal ve askeri başarısı ne olursa olsun hiçbir insan geleceği kuşatacak bir bilgi üretemez. Bu yüzden asıl sorun Mustafa Kemal'i tarihselleştirmeyi başaramamaktır. Tarih üstüne çıkarılan bir lider kutsallaştırılmaktan arındıramaz. Fanatik Kemalizm taraftarları ve karşıtları arasında bu konuyu sağlıklı değerlendirecek entelektüel zemin giderek zemin kayboluyor. 

Mehmet Akif, Tevfik Fikret kavgası kişisel bir kavga değil, bir medeniyet, bir yerlilik kavgasıdır. Tevfik Fikret Batıcıdır, Akif ise İslamcı. En önemlisi Akif yerlidir. Akif aynı zamanda sahadadır. Kurtuluş Savaşına aktif olarak katılır. Tevfik Fikret ölümü olan 1915'e kadar nerededir peki?

Bundan dolayı Akif, rahmetli Şeriati'nin aydın tanımına uyar. Tevfik Fikret ise Ali Şeriati'nin aydının olumsuz kategorisi olan batıcı aydındır.

Devam Edecek..

Bu haberler ilginizi çeker
Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş