metrika yandex
  • $32.45
  • 34.68
  • GA18240

Haberler / Türkiye

Konuşmak ve dinlemek - Mücahit Gültekin

16.11.2019

Tartışma programlarında katılımcılar sık sık birbirlerini dinlememekle suçlar. Bazıları “Ben seni dinledim!” der; kendisinin de dinlenilmesini ister. İster ama, gerçekten de kendisi dinlemiş midir? Çoğu zaman bu aslında “Sen konuşurken sustum” anlamına gelir; “Senin sözünü kesmedim.” Karşıdakinin sözünü kesmemek de değerli bir şeydir şüphesiz. Ama susmak dinlemek anlamına gelmiyor.

Açık oturum vb. tartışma programlarında konuşmak asıldır. Katılımcılar iyi dinledikleri için değil, iyi konuştukları için alkışlanırlar. Medya konuşanı, hatta dinlemeden konuşanı ödüllendirir. Dahası, herkesin çok iyi anlaştığı bir program cazip değildir. Reyting kavgadadır. Türk televizyonlarında yayınlanmış bazı tartışma programlarının isimleri bile birazdan başlayacak kavganın haberini verir: Arena, Yüksek Tansiyon, Dinamit, Hodri Meydan, Ateş Hattı vs. O yüzden katılımcılar böylesi programlarda aslında sürekli konuşurlar; söz kendilerine geldiğinde konuşurlar, söz sırası beklerken de konuşacaklarının provasını yaparak içlerinden konuşurlar. 

Dinlemek, konuşmaktan zordur. Konuşan kişi genelde kendi bildik dünyasında dolaşır. Dinlemek ise insanın önce kendi dünyasından çıkmasını, sonra ötekinin dünyasına dahil olmasını, orada dolaşmasını gerektirir. Başkasının dünyasında dolaşmak bazen üzücü, ürkütücü, can sıkıcı, rahatsız edicidir.

Konuşan kişi kendi yükünü boşaltır. Dinleyen de bu yükü sırtlanıp kendi dünyasına taşır. Dinlemek, başkasının dünyasının hamallığını yapmak gibidir. O yüzden konuşmak kolay, dinlemek zordur. Dinlemek, karşıdakinin yükünü taşımaya talip olmak anlamına geldiği için tahammül gerektirir. Öteki bize ne kadar uzaksa onun yükünü taşımak, tahammül etmek de o kadar zorlaşır.

Dinleyen insanın ödülü, başkasının dünyasından kendi dünyasına taşıdıklarıdır. Bu, dinleyen kişinin söyleyeceği şeyleri zenginleştirir, olgunlaştırır. Dinledikten sonra söyleyecekleri farklılaşır. O yüzden dinleyen kişinin konuşması bir başkadır. Muhatabının dünyasından bir şeyler içerir. Kendi dünyasından bir şeyleri başkasının ağzından duymak, muhatabı, kendisine söylenenlere âşina kılar. Dinleyen kişinin bir ödülü de budur; muhatabını kendine yakınlaştırır.

Duymak ve dinlemek arasında fark vardır. Duymak fiziksel, biyolojik bir şeyken; dinlemek psikolojik, zihinsel bir şeydir. Duymak pasif, edilgen bir durumu ifade eder; maruz kalmaktır. Dinlemek aktif bir eylemdir; katılmak, dahil olmaktır. Dinlemek mutlaka kabul etmek demek değildir ama anlamak demektir.

Söz konusu olan bir duruşu, bir dünya görüşünü, bir çizgiyi, bir davayı temsil etmek ise dinlemek daha da bir önem kazanır.

İslami literatürde, muhatabın ilahi değerlere davet edilmesine tebliğ deniliyor.

Tebliğ, iletmek, ulaştırmak anlamlarına gelir. Büluğ kelimesinin de tebliğ kelimesiyle aynı kökten gelmesi anlamlıdır. Dinlemek söylenecek sözün olgunlaşmasını, muhataba ermesini, varmasını sağlar; muhatabı dinlemeye hazırlar. O yüzden tebliğ konuşmakla değil, dinlemekle başlar.

Tebliğ eden kişi anlamak için dinler, anlaşılmak için konuşur. O yüzden her iki durumda da muhatabına konsantre olur. Kendi söyleyeceklerine konsantre olanlar sadece muhatabını duymamakla kalmaz, konuştuklarının muhatabına ulaşıp ulaşmadığını da umursamazlar. Tebliğ etmek, tellallık yapmak değildir. Tellal satıcıyı alıcıyla buluşturan çığırtkan anlamına geliyor. Tellal bağırır, duyurur, haber verir o kadar. Örneğin Salı Pazarı’na taze balık geldiğini ya da şehir meydanında valinin konuşma yapacağını duyurur. Tek yönlü bir iletişim kurar.

Tebliğde konuşmak değil, anlaşılmak esastır. Konuşulanlar anlaşılmıyor hatta muhatabı uzaklaştırıyor ise susmak da tebliğin bir parçası haline gelir. Tebliğin amacı muhataba boyun eğdirmek, her ne olursa olsun onu “yenmek” değildir, söyleyeceklerimizin anlaşılmasını sağlamaktır. O yüzden tebliğde, hile-hurda, yalan-dolan yoktur. Amacı sadece yenmek, sadece boyun eğdirmek olanlar, manipülasyona, algı yönetimine başvurmaktan çekinmezler. Onlar halı yıkama makinesi satan pazarlamacılar gibidir, muhatapları onların gözünde bir müşteridir. Amaçları bir şekilde malı satmaktır. Bunun için abartabilirler, sattıkları şeyin kusurlarını gizleyebilirler ve muhataplarının gözünü boyayabilirler. Ama mallarını satabilmeleri yine de müşterilerini dinlemelerine, onların ilgi ve ihtiyaçlarını anlamalarına bağlıdır. Başarılı satıcılar aynı zamanda iyi bir dinleyicidirler.

Yuval Noah Harari’nin çok satan kitabı “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens”in ilk sayfasında ilginç bir not yer alır: “Bu kitapta Türkiye’den verilen örnekler metnin orijinalinde yer almaktadır. Yazar kitabın yayınlanacağı her ülkeye özel değişiklikler yapmıştır.” Bu kısa not hayli öğreticidir. Yazar, kitap hangi ülkenin diline çevriliyorsa o ülkenin aşina olduğu örnekler kullanmaktadır. Yazarın amacı kitabın mesajının okuyucuya ulaşmasıdır. Mesajını taşıması için, muhatabının dünyasından örnekler seçmektedir. Diğer bir ifadeyle okuyucusunun diliyle, onun dünyasından konuşmaktadır. Fakat bunu yapabilmesi muhatabının dünyasını tanımaya bağlıdır.

Aynı yöntemi Cola reklamlarında da görüyoruz. Cola’nın 2019 Ramazan reklamı bunun iyi bir örneğidir. Reklamda, “iftar”, “hamsi”, “yazma”, “fistan”, “menemen”, “başörtüsü”, “sakal”, “güllaç”, “cami”, “minare”, “hurma”, “pide”, “yaprak dolma”, “kuru fasulye” gibi bizim dünyamızı yansıtan pek çok simgesel unsur yer almaktadır. İftarın yapıldığı apartmanın ismi bile “Memleket Apartmanı”dır. Tabii ki iftar sofrasının ortasında ve herkesin elinde Cola vardır.

Napolyon da 1798’de Mısır’ı işgal ettiğinde halka dağıttığı bildiride halkın dilinden konuşur. Şöyle der bildirinin bir yerinde: “Kadılar, şeyhler, imamlar, çorbacılar! Halka deyiniz ki: Hakiki Müslümanların dostuyuz... Padişahın (Allah onun ne muradı varsa versin) dostu ve düşmanlarının düşmanı olan biz değil miyiz?”

Bu örneklerin hepsi, muhatabın iyi dinlenildiğini gösterir. Harari de, Coca-Cola da, Napolyon da muhataplarının dilinden ve dünyasından anlar. Bunu, muhataplarını dinlemiş ve anlamış olmalarına borçludurlar.

Söylediklerimiz muhatapta makes bulmuyorsa, ilk sorgulayacağımız şey muhatabı yeteri kadar dinleyip dinlemediğimiz olmalıdır. Herkesin çokça konuştuğu ama dinlemeyi terk ettiği bir dünyada, dinlemeye daha çok ihtiyacımız var. Büyüklerimizin “iki dinle bir söyle” demiş olmasının sebebi de bu olsa gerektir.

(Milli Gazete)

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş