Çağdaş despotik beyinlerin, değerlerine yabancı olduğu, düşüncelerine tahammül edemediği, "kendinden olmayan" insanın hem bedeni varlığına hem de hayal dünyalarına kastedecek kadar gözleri dönmüş durumda. Günümüzün yaşanılan büyük çaplı, âni, hızlı ve etkili olayları, insanlığın kendi elleriyle yavaş yavaş, korkusuzca ve acımasızca başlattığı yıkımlardır. Bu durum tam da insanın insanı zulüm tarlasına mahkum ettiği bereketsiz hasat zamanıdır. Aslında insanlık, zulüm çağında nefes almayı hüner sanan acımasız bir kıyımcıdır. Kendi duygularına ve ötekilerin de ömürlerine ok saplayan bir kıyımcı...
Zulüm çağında firavunlar ve mazlumlar fazla olur. Öldürenlerin, öldürülenlerin ve bu ölüm gösterisini seyredenlerin sayısı fazla olur. Sayısı az olanlar ise kınayıcının kınamalarına rağmen hayatları pahasına zulme tüm benlikleriyle isyan bayrağı açanlardır.
İnsanların çok azı, büyük bir kısmını sahiplenme iradesi gösterebilmekte. Ve insanların büyük bir kısmı da yeryüzü zalimlerine ses çıkarmayarak adeta onlara destek vermekte. Kötülüğün muhalifleri mağaralarına çekilirken; azgınlığın müttefikleri surlarından ok fırlatma telaşında.
Uzak kıtaların güncel planları, henüz doğmak üzere olan bebeklerin geleceğe ait dünyalarının ve yaşamak için direnen çocuğun içinde yeni yeşermeye başlamış taze hayallerin katili olmak için kuruluyor. Bir hayalin sınırlı ömrüne kastetmek, insanın bizzat kendisine kurşun sıkmak kadar vahşileşmektir. Kendi hegemonyasını kurmak adına varlığın ayaklarını temelden kesmek en hafif tabirle insanlıktan çıkmaktır.
Bütün kaotik çağların ortak özelliği, insanlığın yaşam alanına göz diken, insanlığa daha gelişmiş yöntemlerle ölümler yağdıran, boyun eğmeyi reddedenleri ürkek toplum haline getiren, kötülüğü yayma politikası güden, karanlığı aydınlığa galip getirme mücadelesi veren ve zulmü zihinlerin, evlerin, sokakların, şehirlerin yerleşkesi haline getiren insanların çoklukta olmasıdır.
Gezegeni alt üst eden ve insan eliyle meydana getirilen felaketlerin neticesi, güçsüz insanların gerek kitle imha silahlarıyla gerek son kullanma tarihi bitmek üzere olan silahlarla yok edilmesidir. Bu kötülüğün mağduriyet rüzgârları da her çağda olduğu gibi yine çocukların hayallerini savuruyor sağa sola, uzaklara, karanlıklara, çorak topraklara, girdaplara...
Zulüm bir güç savaşıdır. Gücün hakimiyetini ilan etme inadıdır. Oysa "adalet" dünyanın muhtaç olduğu ve uğruna savaşması gereken belki de yegâne değerdir. Güçlü olanın hukukunun söz sahibi olduğu bir gidişatın, ancak adalet direnci ve merhamet kılıcı ile yıkılabileceği su götürmez bir gerçektir. Bugün bir çocuğun geleceğe dair yaşantısından adalet denilen kıymetli hazine alınıp; bunun yerine nefret, kin, saldırı sarmalından oluşan kaos dünyasının anahtarı konulduğunda, profil içeriği zulüm tohumu kokan bir durum ortaya çıkacaktır. Yeryüzünü yaşanmaz hale dönüştürenlerin, zihinlerinde besleyip elleriyle büyüttükleri alev topu tam olarak budur. Kendilerini "ötekilerin" terbiyecisi olarak görenlerin hakim kılmaya çalıştıkları yasalar, tamamen iyiliğe savaş açmaya dönüktür. Bu yasalar, mazlum insanların payına ya ölüm dağıtıyor ya da onları köle ruhlu kılmayı amaçlıyor. Neticede mazluma bu dünyada yer olmadığı açıkça ilan ediliyor. Bu da zalimlerin azgınlığını kat kat artırması anlamına geliyor. Kaos hegemonyasını hakim kılmaya çalışan zulüm stokçuları, heybelerinden bombaları asla eksik etmezler. Çünkü zalimin hedef tahtasında her daim bir mazlum vardır. Yeryüzünde ıslah ve iyiliği yeşermemek üzere yok etmeyi amaç edinenlerin, yarınların iyilik meyvesi adına umut beslenen "çocukları" kimi zaman küstürdüğü, kimi zaman yok ettiği bir mantaliteye sahip oldukları ortadadır.
Ellerinden hayalleri alınan çocukların, gözlerindeki ışıltılı bakışlara da kurşun sıkılmış olunuyor. Onlara hayat şansı tanımayarak, dünyayı kirleten politikalar üretildiğinin bilincine varılmıyor bir türlü. Bu, güçlü bedenlerin ve karanlık beyinlerin çözüm sunma anlayış ve kavrayışından ne kadar uzak olduğunun göstergesidir.
Zulüm çağında bireysel yaşayan insan, aslında kendisi olmaktan uzak, başkalarının düşündüğünü düşünen, başkalarının yaşadığını yaşayan, başkalarının gördüğünü gören, söylediklerini birebir tekrar eden "başkası"dır artık. Çoğunluğun yolunda yürüyen, biriktirmenin müthiş hazzına kapılan insan, zalimin zulmüne ses çıkarmayan, çocukların ölümüne de sağır kesilen bir hodbin olmuştur artık. "Başkaları ne der?" diyerek kınayıcıların kınamasından korkarken; "başkaları ne diyor?" diyerek hakikatin yolunu terketmektedir yani kendisine ait fikri olmadığını kendi kendisine fısıldamaktadır. Bir özgünlüğü ve orijinalliği olmayarak tükettiği ömründen, bir acıma hissi doğmadan, bir empati olgunluğuna erişemeden yaşadığını sandığı yıllarını da böylece tükettikçe tüketmektedir. Neticede merhamet bayrağına kurşun sıkanların, öldürücü vuruşlarla çocukların minik ellerini kıranların, temiz kalplerine büyük kederler ekenlerin, masumiyet rengi taşıyan gözlerine kan rengi kurşunlar sıkanların yoğunlukta ve çoğunlukta olduğu bir dünya çıkıyor karşımıza.
Her gün onlarca masum insanın kanına giren zalimlerin kimliği, kişiliği, politikası ortada iken onlara engel olunmuyor; aksine çoğu zaman mazlumları hedef alan asılsız iddialar ortaya atılmakta. Spekülatif haberlerle mayalanmış söylemler, zalimin dilinden algı oklarına dönüşebilmektedir. Felaketler yumağına gömülmüş mazlum semtlere kör kesilen insanlık, bir elin parmağını geçmeyen insanların işlemiş olduğu suçları genelleştirip kökten bir karalama propagandasının malzemesi olabilmektedir. Böylece her şey apaçık ortada iken, işin şeytanî kısmıyla iştigal olup zalimin pusulasına oy basılmış olunuyor. Oysa insanlığa düşen, minik bedenleri koca kafalı zalimlerin ellerinden kurtarmaktı.
Bazen ürkek bir bakış, bir göz yaşı; bazen yukarı kalkan eller, yere kapanan bir beden aslında "ölmek istemiyorum" diye haykırır. Ne yazık ki gudubet ruhlu insanlar, bu çığlıklara daha çok ölüm yağdırmakla kalmıyor öldürmenin en korkunç yöntemlerini de kullanıyor. Çocuklar, yarım yamalak dönen dilleriyle insanlığın bakışları arasında yok olup gittiklerini anlatmaya çalıştıkça insan kan emicileri, onları yok edecek büyük savaş planları hazırlamakla meşgul olmaktalar.
Sadece Suriye'de 2011' den beri devam eden savaşta yaklaşık 160 bin çocuk dünyanın gözü önünde katledildi. 2 milyon çocuk çeşitli haklarından mahrum edildi. İnsanlığın tepkisiz kaldığı bu zulüm bataklığında, ailesinin tümünü kaybeden binlerce çocuğun sesi, "dünya" konforlu yataklarında daha rahat bir uyku çeksin diye kısıldı.
Hiç bir haklı gerekçe çocukların ölümüne sebep olamaz. Zaten ölümlerin haklı gerekçesi de yoktur. Gerçekçi tutumun temel ilkesi çocukların haklarının, tüm kanun ve iktidar çabalarının önünde kabul edilmesidir. Bunun dışında atılacak tüm adımların ve ortaya konulacak tüm düşüncelerin gerekçesi ve gerçekliği olamaz.
Ölenler kendi çocukları olmadığı için seslerini çıkarmıyor insanlık. Zulme engel olmak için çabalamıyor gücün sesleri. Zaten merhamet tohumlarının kaybedildiği ilk yer de sessiz kalma noktasıydı. Zulüm duvarlarıyla örülen sarayların yönü korkuya dönüktür. İçlerinde büyüttükleri korkunun sığındığı güç, zayıflara dönük ölüm otoritesini hakim kılma politikası haline getirme ve bu korku gücünü kalıcı bir sindirme sürecine dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Gücü, mazlumların varlığını inkara dönük manifesto kılma düşüncesi tüm hücrelerine sinmiş durumda. Haksızlık saldırıyı, saldırı şiddeti, şiddet kaosu çağırır. Böylece tepesinde zulmün olduğu dağlardan minik bedenler, masum yürekler yuvarlanıverir. Ve vicdanlar, kırılması güç kabuklarına süresi belirsiz bir zamana kadar girmeye başlarlar.
Öyle ya, kıblesi dünya olanın vicdanı sızlar mı hiç?
Kendi kardeşlerini sessiz bakışlar altında ve yıkılasıca elleri ile zalime teslim edip ölümlerini adeta "film" izler gibi izledikleri günden beri Müslümanlar da kötülük safında yer alır oldu. Kırmızı çizgileri olmayan, sağa sola savrulan ve sonbahar mevsimini iliklerine kadar benimseyen insanlar oldu. Menfaati ilkelere, zilleti izzete tercih etme bedbahtlığını iliklerine kadar hissetmektedirler artık.
Çocukların ölümlerinin çoğaldığı bir dünyanın gelişmişlik düzeyi; zalimlerin otorite, saldırganlık ve ifsad merdivenlerini çoklu adımlarla yürümeleriyle paralellik arz eder.
Öte yandan, çocukların gülümseyebildiği bir coğrafyanın topraklarında, nesillerin olgun eylemler ortaya koyarak bereketli ekinler elde edecekleri gerçeği tüm çıplaklığıyla ortadadır.
Sözün özü; zulüm çağında mazlumun "sesi" ve "tarafı" olmak, "insan" olarak var olmanın temel şartıdır.