Her kültürün, medeniyetin, inancın kendine has bir psikososyal kimliği bulunmaktadır. Bu kimlik, ortak bir duygunun ve düşüncenin varlığı ile kendini inşa eder. Kimlik inşası, uzun süreçler isteyen ve belirli bir eğitim sonucunda meydana gelen bir olgudur. Psikososyal kimlik oluştuğunda doğan yeni nesiller bu kimliğe göre biçimlenmeye başlarlar. Çok hayati bir konu olarak her toplumun önünde duran temel bir göstergedir psikososyal kimlik…
Psikososyal kimlik, ferdi kimliği aşkın, ferdi kimliğin kendini ona göre inşa ettiği bir zemini işaret eder. Bu kimlik daha çok ister bilinç dışı, ister bilinç üstü diyelim, ferdin kimliğini belirleyen bir düzeneğe sahiptir. Bu kimliği belirleyen şey; inançlar, kültürel formlar, medeniyeti oluşturan inanç, ibadet, estetik ve davranış kalıpları gibi temel unsurlardır. Bir insanın kimliğini belirgin kılan şey onun psikolojik tutumu ve durumudur. İnsan, duyguları ile hareket eder. Aklının duyguları denetim altına alması ile duyguların aklını denetim altına alması eş değer bir işlevselliğe sahiptir. İşte psikososyal kimliğin bu duygu akıl dengesini kurmada da temel bir işlevselliğe sahip olduğu düşünülür.
Sürekli baskı altında kalma, istenmeyen durumlara sürüklenme ve belirli bir korkuyu süreklileştirerek yaşama gibi temel fonksiyonel durumlar psikososyal yapıyı derinden değişime uğratmaya yarar. Bu değişimin uzun bir tarih aralığına sahip olduğu tartışılmaz bir gerçekliktir. İşte Türk insanı yaklaşık bin yedi yüzlerden itibaren belirli bir değişime doğru itilmeye çalışılmıştır. Gelişen yeni siyasal ve askeri güçler ile iktisadi alanın sağladığı imkânlar ile karşı karşıya kalınan durum, yeni bir arayışı tetiklemiştir. Osmanlı, 1699 Karlofça anlaşması ile toprak kaybetmesi sonucunda ‘Duraklama dönemi’ biterken ‘Gerileme dönemi’ne girmiştir. İşte bu gerileme dönemi yeni arayışları tetiklemiştir. Bu arayışı belirleyen temel güdü, gerilemeyi durdurmaya yönelik istektir. İşte bu istek, batıya yönelmeyi, batıdan bilim ve tekniği almanın imkânlarını aramayı, hatta batılıya benzemeyi de normalleştirme yolunda adımlar atılmasını sağlamıştır.
Süreklileşerek batılılaşma arayışı giderek güçlenmekte ve ona göre adımlar atılmaktadır. Siyasi, iktisadi ve bürokratik açılımlar kadar, eğitime dair yeni arayışlarda da somutlaşan adımlara dönüşmektedir. Kendi tarihinde ilk kez bu topraklar İslami eğitimin dışında yeni bir eğitim sistemi ile karşı karşıya kalındı. Ve bu eğitimden geçen gençlerin, önleri açılarak onlara yeni imkânlar sunuldu. Bu eğitimden geçen ve muhalefet bayrağı açan, iktidarın yaptıklarını eksik ve yetersiz gören bu gençler aynı zamanda daha fazla seküler eğitim ve daha fazla batıya benzeme arayışlarını seslendirdiler. Aşırıya gidenleri bir tarafa bırakırsak, en önemli kırılma: batının ahlakını almadan onun tekniğini alma arayışlarıdır ki bu nerede ise ortak bir düşünce ve duyguya dönüştü.
İlk kırılma burada gerçekleşmektedir. Müslüman kimliğinin yanına yeni kimlikler eklenmeye başlanmaktadır. Bu kimlikte bir alacalık meydana getirmekte ve çok güçlü bir baskı ile de ortaya konmaya çalışıldığı için karşı çıkışlarda aynı sertlikte meydana geldiğinden çatışma dışarıdan içeriye doğru yönelmektedir. İşte psikososyal kimliğin kırıldığı zemin buradan neşet etmektedir. Çatışma kendi içinde kaosu besler, kaos ise bir gri alan belirleyerek, bugüne kadar inandığın, kabule mazhar olan şeyleri flulaştırarak anlamını zedelemeye başlar. Aynı toplumsal yapıda ikili bir yapı beraberinde sorunlu bir psikolojik vasatı inşa etmiştir. Bu durumu en iyi izah eden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Mahur Beste’ adlı romanıdır. Elbette ki başka metinlerde vardır. Ama Mahur Beste ulemanın da içinde bulunduğu bürokratik yapının ahlaki zemininin nasıl değişime uğradığını göstermesi bakımından önemlidir. Topyekûn bir başkalaşım yaşanmaya başlanmıştır.
İşte bu kırılma Cumhuriyet ile derin bir yarılmaya dönüşmüştür. Cumhuriyet ile başlayan yeni süreçte seküler eğitim, hukuk, siyaset ve iktisadi hayat, Müslüman dindar kesimi ciddi bir şekilde baskılamaya başlamıştır. İkilem derinleşerek devam ederken kendi içinde bir çaresizliği de taşımıştır. Bu çaresizlik ise cumhuriyet uygulamaları ile derinleşerek sürmüştür. İdamlar, hapishaneler, din, iman, Allah diyenlere yönelik saldırılar, hakaretler, dinin yerine ikame edilecek olan Kemalizm üzerine düzülen methiyeler vesaire kimliğin yaralanmasını derinleştirmiştir.
Daha sonra Demokrat Parti ile başlayan demokratikleşme arayışları, köyden kente göçü besleyen politikalar vesaire Türk insanının kimliğini derinden çatlattığı gibi psikososyal kimliğini de derinden değişime uğratmaya başlamıştır. Bu süreç her alanda devam ederken, özellikle de yetmiş seksen arasındaki yıllarda sokak çatışmasına dönüşmüş militan ideolojik grupların çatışması da beraberinde ciddi bir kırılmayı taşımıştır. Hala bir umut varken, bu umudu da derinden yaralamıştır. Anavatan partisi ile başlayan yeni liberal ekonomik sistem ise vahşi kapitalizm ile birlikte geride herhangi bir kimliği bırakmadan ‘arafta’ olma kimliğini kurmaya başlamıştır. Bu arafta olma hali, sosyal mühendislikler için çok verimli bir yapıya dönüşmüştür. Böylece iktidarlar, istedikleri politik tutumları meşrulaştırma adına bu sosyal mühendisliği kullanmaya başlayarak genel çoğunluğu kendilerine yöneltebilmişlerdir. Pragmatizm bu ülkede genel geçer akçe olarak genel kabule dönüşmüş durumdadır.
Türk Kimliğinin psikososyal kimliğini derinden etkileyen şey aynı zamanda ideolojik gruplardır. Batıcılar, sol, milliyetçilik ve İslamcılık gibi argümanlar üzerinden kendilerine ihanet eden yapılara ve davranışlara yönelmeleri, halk ile onlar arasındaki derin fay hattı ve bunun getirdiği gerilim, inanca ve dava şuuruna yönelik çok güçlü bir şüpheyi beraberinde taşımıştır. Bu şüphe ve arafta olma halinin kendisi, kişinin yöneliminin belirsizliğini tanımlarken, yönelimin nereye olacağını belirleme konusunda çıkarı kurumsallaştırmıştır. Bu çıkar, ister, kişisel olsun, ister kurumsal olsun kimliği zedelemekte ve kişinin kendi vicdanı ile sürekli didişmesini beraberinde taşımaktadır.
İşte bu vicdandaki didişme kendini bastırma adına sürekli kendisini muhasebeye alma yerine başkasını eleştirme, suçlama, hakaret ederek aşağılamayı tercih eder olmaktadır. Bu durum, neredeyse bütün akımlarda ve topluluklarda mevcut bir durumu işaret ediyor. Arafta olma hali kadar, şüphe taşıma da bu olayda belirgin olandır. Çünkü karşı tarafa yüklenilerek kendi vicdanının sesini bastırmaya çalışmaktadır. Yoksa vicdan onu sürekli rahatsız ederek hem kafa konforunu ve hem de yaşam konforunu bozmaktadır. Bu bozulma ise onun asabını bozarak daha fazla öfkelenmesine ve nefret duygusu ile dolmasının nedeni olmaktadır.
Mevcut tipik Türk bireyi davranışının temel kodlarını bu zemin üzerinden okuduğumuzda doğru bir tanımlamaya ulaşabiliriz. Arada samimi olanlar vardır tabi ki… Ama bu tipler istisnai konumunu muhafaza etmektedirler. Genel ekseriyet bu zeminde kalarak sosyal mühendisliğe açık pozisyonunu muhafaza etmektedir. Bu yüzden siyasal çatışma yerini uyuma bırakma yerine çatışmanın derinleşerek varlığını kesinleştirdiğini gözlemliyoruz. Bu durumun uluslararası sistem açısından bir tahlili de meseleyi doğru işaret ettiğimizi gösterir. Eğer uluslararası bir güç varsa ki vardır, sizin kimliğinizin arafta oluşmasını, kendi inançlarınıza şüphe ile bakmanızı istemekten başka ne istesinler ki…
Şimdi yeniden toplumsallığın içinde kendi kurumsallaşmasını sağlayan akımlar, düşünceler, arayışlar ve eleştirileri bu zemin üzerinden yeniden değerlendirelim…
Ülkemizde din, ahlak eleştirisi, gelenek eleştirisi veya karşı eleştirilerin mantığı ve oluşturduğu psikososyal kimliği dikkate alarak yeniden değerlendirelim… Bilim diyerek, felsefe diyerek ortalığı toza dumana katanlar ile gelenek diyerek ortalığı toza dumana katanlar ile geleneğe en galiz küfürler ve saldırılar ile saldıranların geldikleri nokta ve bu kimliğe katkısını da yeniden düşünmeliyiz. Yani bu fikri akımların saldırılarının oluşan psikososyal kimliğe katkısı ile aslında suçlu pozisyonlarını güçlendirmektedirler. Sadece saldırı üzerine pozisyon alanlar, sadece savunma üzerine pozisyon alanlar ile meselenin ne olduğuna dair anlamayı önceleyenler arasındaki derin farkı kavramak bize bir çıkış noktası bulma konusunda yardımcı olacak yegâne pozisyondur.
Tepkiselliğin bu kadar ucuz bir şekilde kurumsallaşarak baskın bir güce dönüşmesinin altında yatan temel tehlikeyi görmeden bir çıkış yolu bulunamaz! Anlamak, arı duru bir zihni yapı ile arı duru bir psikolojik vasat ile arı duru bir düşünüş eylemi ile sağlanabilir.
Bir kimliğin inşasının yıllar aldığı bilinmektedir. Yıkılan bir kimliğin yıllar aldığı gibi… O zaman yeni bir kimliği yeniden inşa sürecine girişmek büyük bir sabır gerektirdiği bedihidir. Korkmadan, cesaretle meseleyi ele almalı, ucu kime dokunacaksa dokunsun diyerek önce kendimizden başlayarak eleştiriyi düzeltmeye yöneltmeliyiz ki sonuç alıcı bir zemin ve olguya ulaşalım…
Unutmayalım, Maraş depremi ile ortaya çıkan önemli bir durum var… İnsanlar, depremzedelere yönelik yardım yapma yarışına girdiler. Bu durum psikososyal kimlik açısından önemli bir göstergedir. Devletin ve sivil toplum kuruluşlarının bölgeye hızlı intikali, halkın yardıma çığ gibi katılımı, depremzedelerin vakur ve tevekkül edici tutumları, yeni bir kimliğin varlığı konusunda umudu artıran bir pozisyonu güçlendirdi. İnsanlar, müslüman olduklarını hatırladılar. Paylaşmayı eksene aldılar. Hiç tanımadıkları insanlar için acı duydular. Evlerini açtılar ve onlara yardım elini uzattılar. Bu önemli göstergeler yeni bir çıkışın imkânı olarak değerlendirilmeli, yeni bir psikososyal kimliğin oluşumundaki katkısını dikkate alarak yola çıkmayı sağlamalıdır.