metrika yandex
  • $34.84
  • 36.87
  • GA21150

Haberler / Yazı Dizisi

Kur'an-Meal ilişkisi ve Meal Okumanın Anlam ve Önemi Üzerine Düşünceler-3-Mehmet Yaşar Soyalan

13.12.2023

Yazarımız Mehmet Yaşar Soyalan'ın Hertaraf Haber Okurları için Hazırladığı "KUR’AN- MEAL İLİŞKİSİ VE MEAL OKUMANIN ANLAM VE ÖNEMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER" Başlıklı Yazı Dizisinin 3. Bölümünü Yayınlıyoruz.

 

KUR'AN VEYA MEALİNİN ANLAŞILMASI SORUNU

Kur'an ve meâlleri, teknik bir kitap olmamakla beraber, zaman içerisinde, onun kelimeleri yeni anlamlar kazanmış, aynı şekilde Mushaf içindeki bazı kelimler terim olarak da özel bir anlam ve işleve sahip olmuşlardır. Bu nedenle dilin bu değişkenliği ve Kur'an’ın tarihsel konumu, indiği dönem ile günümüz arasında çok önemli anlayış farklılıklarının oluşmasına neden olmuştur. Bunun için elimizdeki Kur'an ve mealler sıradan okuyucu açısından artık teknik bir metin haline gelmişlerdir. Bu metinlerin gereği gibi anlaşılabilmesi için, terimlerin, tanımların, sembollerin, konuların, hatta bazı tarihi olayların bilinmesi gerekmektedir.

"Kendi dilinde konuşulanı, yazılanı anlayan bir insan, yine kendi dilinde tercüme edilmiş bir Kur'an meâlini niçin anlamasın?" sorusu/cevabı çok sık karşılaştığımız haklı ve doğru bir sorudur/cevaptır. Ancak içinde cevabı da bulunan bu sorunun kastettiği metin, Kur'an gibi tarihi ve ilahi bir metin olduğunda, soru haklı bir soru, verilen cevap da doğru olmamaktadır. Bu nedenle sorunu doğru şekilde ortaya koymak ve doğru şekilde tartışmak gerekir. Öncelikle de tartışmaya,“Kur’an’ın anlaşılması sorunu” denilen şeyi doğru şekilde tanımlayarak başlamak faydalı olacaktır.

Bilmemiz gerekir ki, bugün ülkemizde tartışılan konu, Kur’an metninin değil, mealinin anlaşılması meselesidir. Çünkü Türkçe konuşan bir toplumda, Arapça bilmeyenler tarafından 'Arapça Kur'an'ın" anlaşılıp anlaşılmadığının tartışılması abesle iştigal olacağından, bu tür tartışmaların pratik bir yararı yoktur. Veya Arapça bilen birkaç kişinin sorununu toplumun genel sorunuymuş gibi ortaya koymaya da gerek yoktur. Belki 'Arapça Kur'an'ın' (Kur’anen Arabiyyen) anlaşılması sorununu kendi özel çevresi içerisinde tartışmak anlamlı olabilir.

Aslında, konuyu, ''Kur'an meâlinin anlaşılması sorunu'' şeklinde ortaya koymak da başka bir problemdir. Çünkü kişinin, kendi dilinde ve toplumun geneli muhatap alınarak ve onun anlayacağı şekilde hazırlanan bir metni okuyucunun (istisnalar bir yana) anlamaması diye birşey sözkonusu olamaz. Yok, eğer hazırlanan bir eser toplumun genel dil algısı gözardı edilerek özel bir kesim için hazırlanmışsa o zaman durum değişir. Onu elbette, ancak, o özellikteki, o donanıma sahip olanlar, tüm detaylarıyla anlayacaktır. Ancak, toplumun geneline hitap eden bir çalışmayı/eseri genelde, herkesin kendi algılma kapasitesine göre anlaması işin doğası gereğidir. Böyle düşünüldüğünde, bir Kur’an meâlinin de, toplumun geneline hitap edecek şekilde hazırlanmış olması ve o dili konuşan herkesin de sıradan metinleri anladığı gibi mealleri de anlaması gerekir. Ancak meallere ve onu rasgele okuyanların yorumlarına baktığımızda bunun çok zaman böyle olmadığını görüyoruz. Bunun meallerin kendisinden/meali yapandan ve okuyucudan olmak üzere iki temel nedeni olduğunu söyleyebiliriz.

 

Burada sorunun büyüğünün meali hazırlayandan veya meallaerden kaynaklandığını görüyoruz. Çünkü yapılan çalışmalardan anlıyoruz ki mütercimlerin çoğu ne toplumun halıhazırdaki dil algısını ne Kur'an'ın tarihi özelliğini ne de dillerdeki değişkenliği ve gelişmeyi hesaba katmamışlardır. Aslında bu mütercimlerin çoğu böyle bir sorunu ya kabul etmemekte ya da böyle bir sorunun varlığından bile haberdar değillerdir. Yine onların önemli bir kısmının toplumun genelini muhatap almak gibi bir derdinin olmadığı da başka bir handikapımızdır.

Ancak bu gerçekliğe ve problemlere rağmen, herhangi bir dilde yapılmış bir meâl, o dili konuşan insanlar tarafından genel anlamda da olsa anlaşılmak durumundandır. Çünkü okuma yazma bilen bir insan kendi dilinde yazılan bir metinden (teknik bir kitap bile olsa) eksik-fazla birşeyler anlar. Anladığı şeyin yazarın kastettiği ile aynı olup olmadığı ayrı bir konudur ama okuyanın mutlaka birşey anlaması işin doğası gereğidir. Aynı şey Kur'an meâlleri için de geçerlidir. Kişi, kendi dilinde hazırlanan bir Kur'an meâlini okuduğunda mutlaka birşeyler anlıyordur. Çünkü okunabilen bir şey, bir şekilde ve bir ölçüde anlaşılıyor demektir. Yani, kişi, kendi dilinde yazılmış birşeyi okur ve beyninde okuduğunun karşılığını bulur. Burada sorun, metnin anlaşılmaması değil de, metinden ne anlaşıldığıdır.

Kur'an meâllerinin anlaşılması konusunu da, bu bağlamda ele almakta yarar var. Dediğimiz gibi her meal okuyucusu okuduğundan, mutlaka kendine göre birşeyler anlıyordur. Aslında, sorun da tam burada ortaya çıkmaktadır. Okuyanın anladığı şey nedir? Anladığı şey, meali yapanın anlatmak istediği midir yoksa okuyucunun kendi zihninde sakladığı/taşıdığı şey midir? Yoksa gerçekten Kur'an'ın söyledikleri midir? Kur'an meâlinin anlaşılmasından kasıt, okunduğunda zihinde birşeylerin oluşması, birşeylerin çağrışımının yapılması değil, anlaşıldığı varsayılan şeylerin Kur'an'ın murad ettiği şeyler olmasıdır. Ama bu sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü bu konu öncelikle meali hazırlayanın, orjinal metnin muradının ne kadarını mealine yansıtabildiği ile ilgilidir.

Öncelikle söylememiz gerekir ki bu konu, Kur'an'ın problemi değildir. Yani, bu anlama sorunu Kur'an'dan kaynaklanan bir sorun değildir. Bizim bugün böyle bir sorunla karşı karşıya olmamız, Kur'an'ın apaçık olmasına halel getirmez. Sorun, insanoğlunun kendisinden kaynaklanan bir sorundur. Kur'an, kendisinin anlaşılıp anlaşılmadığı gibi bir konuyu hiç problem etmemiştir. Ancak, burada konu edilen şey, herhangi bir dilde hazırlanmış Kur'an meâllerinden birini anlayıp anlamamaktır. Metnin, teknik bir metin olup olmaması, dil ve üslup durumu, akıcılığı metnin anlaşılmasını doğrudan etkiler. Ancak biz burada daha farklı bir duruma dikkat çekmeye çalışıyoruz.

Kur'an meâlleri teknik bir kitap olmamakla beraber, zaman içerisinde kelimelerin yeni anlamlar kazanmasından, bazı kelimlerin terim olarak özel bir anlama sahip olmasından ve indiği ortam ile günümüz dünyası arasında çok ciddi anlayış farklılıklarının oluşmasından dolayı, teknik bir kitap özelliği de arzetmektedir. Ortaya konan metnin gereği gibi anlaşılabilmesi için, terimlerin, tanımların, sembollerin, konuların bilinmesi gerekmektedir. Kendi dilinde konuşulanı anlayan, kendi dilinde yazılanı anlayan bir insan, yine kendi dilinde tercüme edilmiş bir Kur'an meâlini niçin anlamasın? Eğer, kişi, kendi dilinde yazılmış sıradan bir metni veya konuşmayı anlayamıyorsa kalkıp o kişiden Kur'an'ın meâlini okumasını veya anlamasını istemenin ne anlamı olabilir? Veya böyle birinin "ben anlamıyorum" iddiasının ne geçerliliği bulunabilir?

Tüm bu tartışmalar da göstermektedir ki; gerek geçmişte gerekse günümüzde Kur'an'ın anlaşılması tartışması, meâlinin okunup anlaşılmasının ötesinde bir anlama sahiptir. Bu tartışmalarda, Kur'an'ın veya meâlinin anlaşılmasındaki zorlukların ötesinde, bir zihniyet çatışması yatmaktadır. Bu tartışmalar da çok zaman bu çatışmaların yansımalarına dönüşmektedir. Bu konuda üç temel soru sorulabilir.

1-Bugün İyi Arapça bilen birisi Kur'an'ın gerçek anlamını ortaya koyabilir mi?

2-Bugün yapılmış herhangi bir meâl okunduğunda anlaşılabilir mi?

3- Bir meâli okuyup anlayan birisi Kur'an'ı anlamış sayılır mı?

Birinci soru, sadece meal hazırlamak isteyenleri ilgilendirdiği için, şu an ilgi alanımız dışındadır.

İkinci soru üzerinde durmaya değer.  Kendi dilinde yapılmış bir çeviriyi/tercümeyi anlayıp anlamadığını sormak sorulan kişiyi rahatsız edebilir. Çünkü sonuçta, anlaşılıp, anlaşılmadığı sorulan şey; herhangi birisinin yaptığı meâl olacaktır. Burada bir problem varsa, bu, okuyucu ile ilgili bir problem olmaktan çok, mütercimle ilgili bir problemdir. Bu, meâli yapanın başarısı veya başarısızlığı ile ilgili bir olaydır. Burada okuyucunun fazla bir katkısı yoktur. Eğer, okuyucuda kavrama ve anlama yetersizliği varsa zaten, bu her yazılı metinde kendini gösterecektir. Dolayısıyla, bunu yalnızca meâle indirgemek yanlış olur. Eğer, meâli yapan yanlış yapmış, eksik anlatmış, cümlesi düşük kalmış, kelimelerin ilk anlamlarıyla sonradan kazandıkları anlamları göz önünde bulundurmamışsa bu okuyucunun değil meâli yapanın sorunudur, meâli yapanın hatasıdır. Hele hele bu durum Kur'an'ın hiç sorunu değildir. Ve bu bize Kur'an'ın anlaşılmaz bir kitap olduğunu da kesinlikle göstermez.

Meâller sonuçta, meâli yapanın birikimini, düşüncesini, dine ve eşyaya bakışını yansıtır. Meâller, meâli hazırlayanların birikimi ve yeteneği oranında gerçeği yansıtırlar. Dolayısıyla, sorunu yalnızca, meâlin, okuyucusu tarafından anlaşılıp anlaşılamaması şeklinde ortaya koymak, konuyu izah etmemize yardımcı olmaz. Çünkü sorun başka yerdedir.

Sorun;

a) Meâllerin, aslını yani tercüme edildikleri metni ne kadar yansıttığındadır.

b) Okuyucunun sahip olduğu bakış açısında, kültüründe, kelimelerin ve terimlerin o kişideki karşılığının ne anlama geldiğinde odaklanmaktadır.

''Bir meâli okuyup anlayan birisi Kur'an'ı anlamış sayılır mı?'' sorusunda ise hem meallerin durmu hem de okuyucunun durumu önem arz etmaktedir. Genelleme yapmak haksızlık yapmamıza neden olabilir. Günümüzde yapılan bazı çalışmaların dile getirdiğimiz sıkıntıları farkettikleri ve meâllerini bu duyarlılıkla hazırladıkları anlaşılmaktadır. Bu konuda geçmiş yıllara oranla bir gelişme söz konusudur fakat hala aşılması gereken birçok problem bulunmaktadır. Ancak meallerin pek çoğunun hem Türkçe'yi kullanımı hem de mesajı aktarma açısından önemli sıkıntılar barındırdığını söyleyebiliriz.

Diğer önemli bir zorluk ise okuyucunun kendisinden kaynaklanmaktadır. Okuyucu, hem zihininde biriktirdikleri hem sergiledikleri davranışları, yaşama ve bilgilenme biçimleri hem sahip olduğu kültür hem de algılama açısından, Kur'an'ın indiği dönemdeki muhatabından çok farklı bir durumdadır. Çünkü üretim ve tüketim araçlarında önemli değişiklikler meydana geldiği gibi, diller de doğası ve dinamiklikleri gereği sürekli bir (olumlu veya olumsuz anlamda) değişim ve gelişim içindedir. Bu değişim ve gelişmeler elbette insanı da aynı şekilde değiştirip dönüştürmektedir. Doğal olarak bu din ve Kur'an algısını da değiştirmektedir.

Dolayısıyla dildeki ve zihinlerdeki bu değişim, Kur'an kelimelerinin de bu değişime göre anlamlandırılmalarına neden olmuştur. Kur'an'ın bazı kelime ve terimleri bazı meallerde olduğu gibi (Mesala; Kitap, Hikmet, Zikir, Tesbih, Gayb, Şefeat, Ayet, Muhkem, Müteşabih, Cennet, Cin, Şeytan, Ruh, Vahiy, Müşrik, Kıble, Nesh, Şura, Kalp, Zalim, Fasık, Halife, Hanif, Sabii, Sure, Kıyamet, Arz, Resül, veli, Misak, Biat, Ulul-emr, Melek, Tahir, Mü'min, Kafir terimleri gibi…) aynen resmedilse bile, bugün o kelimeler, nazil olduğu dönemdeki anlamlarından farklı anlamlarda kullanıldığından veya anlamları genişleyip daraldığından, okuyucular da bu kelimeleri en iyi ihtimalle sonradan kazandığı anlamlardan biri ile anlayacaklardır.

Bu tespit doğru olmakla birlikte buraya takılıp kalmak ve Kur'an'ın üslubunu ve ruhunu hesaba katmamak; çok zaman bizi, Kur'an, gerek meâlinden, gerekse metninden okunsun ''gerçek anlamda kavranamayabilecektir'' veya ''Kur'an'ın asıl mesajı ile hiçbir zaman karşılaşılamayabilinir'' noktasına da götürülebilmekte ve insanların tümüyle Kur’an’la aralarına aşılmaz bir engel konulmasına da sebep olabilmektedir. Hatta "Meâlden/Kur’an din anlaşılmaz, meâl insanı saptırır " gibi biraz da önyargılı karşı itirazların önünü de açmaktadır.

 

Ancak bilmemiz gerekir ki, meâl okumanın gerekliliği ile meâlden dini öğrenme sorunu farklı şeylerdir. Kur'an meâli okumak, insanoğlu -hele bir Müslüman- için, su gibi, hava gibi, sevgi gibi doğal ve olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır. Meâlden belki tüm boyutlarıyla din öğrenilmez, ama ondan öğreneceğimiz, hem bilgi anlamında hem de duygu, ders ve ibret alma anlamında, dolayısıyla, kendimizi ölçüp biçme ve farkındalık oluşturma anlamında çok şey vardır. Üstelik mealler, tüm eksikliklerine rağmen, insan ile yaratıcısı arasında, tek taraflı da olsa bir iletişim kurulmasını sağlayan yegâne araçtır. Meal ile dolayısıyla Kur'an ile muhatabının arasına perde koymak; insan ile yaratanı arasına perde koymak anlamına gelir. Meâl (Kur'an), insanın hayatından çıktığı zaman, neredeyse kişinin (rutin halini almış ibadetler dışında) Allah ile bütün bağları da kesilmiş olur. Böylece insan, Kur'an'a ters, onun mesajı ile çelişen düşünce ve anlayışlara daha açık hale gelir. Karşılaştırma ve kıyaslama yapabilmesi için var olan bir imkân ve bir araç elinden alınmış olur. Bu nedenle şartlar ne olursa olsun okuycu ile Kur'an/meal arasındaki köprüyü muhafaza etmek gerekir.

Kur'an'a giden yolu ve köprüyü güvenli hale getirmek elbette önemli ve gereklidir. Ancak tehlikelidir diye köprüyü trafiğe kapatmak veya havaya uçurmak (ki geleneksel anlayış bunu yüzlerce yıldır uygulayageliyor.) insanları hakikata yaklaştırmıyor aksine ondan uzaklaştırıyor. Bu nedenle sorunu doğru tespit edip, sorunları bu hayatın dinamikliği içinde çözmek gerekir.

 Devam Edecek

Yorum Ekle
Yorumlar (4)
Mehmet Ersoy | 15.12.2023 00:01
Kur’an-ı Kerim’de 4 yerde geçen siccil سِجّ۪يلٍۙ /siccil kelimesi enbiya suresinde (104) farklı ol-mak üzere, fil, hicr(74) ve hud (82) surelerinde aynı anlamlarda kullanılmıştır. “فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ” “Ve böylece (Allah) onları, (kurtlar, böcekler tarafından) yenilmiş ekin yaprakları gibi (delik deşik) yaptı.” Meallendirmesi bilinen yaygın bir kanıdır. A-s-f - ع ص ف kelimesi sadece yaprak anlamını ifade etmemektedir. Şiddetli rüzgâr veya dolu vurmuş ekin tarlasına baktığımızda, hasarın üzerinden koyun sürüsü geçmiş gibi olduğu görü-lür. “Yenilmiş ekin yaprağı”, akla ilk önce yaprağı delik deşik eden böcek zararını getiriyor. Oysa Enbiya suresindeki sayfaların üst üste yığılması gibi ekin yapraklarının üst üste yığılarak yatma-sını ifade ediyor olabilir. Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir de bu anlamda “Sonuçta Allah onları yenilip ezilmiş ekine çevirdi.” Şeklindeki meal daha isabetli gibi görünüyor. Doğrusunu bilen Allah’tır. Râgıb el-İsfehânî'nin el-Müfredât fî Garîbi'l Kur'ân eserinde; A-s-f - ع ص ف عَصْف ve عَصِيفَة : Ekinden koparılandır. Kırılmış bitki parçalarına عَصْف denir. Allah buyurur ki: وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُ : Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler (55/Rahmân 12); فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ : Sonunda onları, yenilmiş ekin gibi yaptı (105/Fil 5); رِيحٌ عَاصِفٌ : Şiddetli bir fırtı-na (10/Yûnus 22). عَاصِفَة ve مُعْصِفَة : Bir şeyi parçalayıp onu yenilip atılmış çer-çöp gibi yapmandır. Buna benzeti-lerek şöyle denir: عَصَفَتْ بِهْمُ الرِّيحُ : Şiddetli bir kasırgaya tutuldular.
Mehmet Ersoy | 14.12.2023 23:45
Endişe ile okuduğum görüşleriniz için menfi yaklaşımıma gerek olmadığını gördüm. “Meâller sonuçta, meâli yapanın birikimini, düşüncesini, dine ve eşyaya bakışını yansıtır.” Bu görüşünüz, önemli bir tespittir. Okuyucu tarafından ayeti kerimelere müdahale edildiği fark edilebilirse doğruyu bulma yönünde önemli bir kazanım olur. MEAL YAZILIRKEN AYETE MÜDAHALE EDİLEMEZ اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلاً (Siz az olduğunuz vakit) Bu cümle muhakkak azınlığa işaret ediyor. Ancak bu ilahi mesajı azınlık diye meallendirirsek, korkarım burada ayete müdahale söz konusu olur. Bu durumda, bir sonraki cümlede çoğunluk deme durumu oluşur. Çoğalmak her zaman çoğunluğu oluşturamayacağına göre bunun kullanılmayacağı aşikârdır. Araf 86- Tehtid ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve onu eğip bükmek isteyerek her yol üstüne oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz, sizi çoğalttı ve bakın bozguncuların sonu nasıl oldu. Peygamber kendisine indirileni yere attı! Allah’ın Kitabına hürmeti bize en güzel peygamber gösterir. Kitaba saygı, içeriğine ihanet edildiğinde bir anlam ifade etmez. Mealcilerin bir kısmı “ Musa, Tevrat’ı yere attı ( اَلْقَى )” yerine ” bıraktı” demeyi tercih etmesi Kitaba saygısızlık kaygısındandır. Neuzübillah Musa, öfkelenerek esefli bir halde kavmine döndüğünde dedi ki: “ Benden sonra bana ne kötü halef oldunuz? Rabbinizin emrine karşı aceleciliğiniz niye? “ Levhaları attı ve kardeşinin başını tutarak kendine doğru çekmeye başladı. “ Ana Oğlu” dedi, “Gerçekten kavim beni güçsüz buldu, az daha beni öldürüyorlardı, düşmanları bana güldürtme, beni zalim kavimle beraber tutma.” A’raf / 150 Meallendiren Mehmet ERSOY
Mustafa Demir | 14.12.2023 21:40
Kardeşim, çok değerli bir çalışma yapmışsın, helal olsun. Sağlık ve esenlik dilerim.
Halit Ataoğlu | 13.12.2023 22:04
Bana göre arapça okuyanla meal okuyan arasında hiç bir fark yoktur. Amaç öğrenmekse ikiside aynı yola çıkar. Ayrıca amaç Kur an ı öğrenmek mi ? yoksa hayatımıza yön vererek yaşamak mı? Allah razı olsun sayın hocam.

Her Taraf - Türkiyenin habercisi