En güvenilmez kurumlar sıralamasında ilk sırada siyasi partiler, ikinci sırada Diyanet İşleri Başkanlığı, üçüncü sırada yargı kurumu çıkıyor.
Bu tablonun yayınlandığı günlerde de barış arayışı ve güvenlik politikalarıyla ilgili yeni yol haritaları tartışılıyor.
Güven bunalımı ile güvenlik ihtiyacı arasındaki ironik ve paradoksal ilişki yeniden masaya yatırılması gerekiyor.
Aslında tam dibe vurmadıkça, ayağımızı yere basıp güç alarak çıkamayacağımız gerçeği ile yüzleşiyoruz.
Güvenlik konusunu sadece askeri bir terim olarak ele almayıp, insan ve toplum merkezli bir hak olarak ele almak, insan güvenliğini, toplum güvenliğini aynı zamanda barışın ve hakların bir parçası olarak okumak gerekiyor.
Özellikle 11 Eylül 2001 sonrası insan hakları savunucuları dahil bir çoğumuz, güvenlikle özgürlük arasında tahterevalli ilişkisi kurulması tuzağına düştük.
Yani güvenlik güçlendikçe özgürlük zayıflar, özgürlüklerden taviz verilmedikçe güvenlik tesis edilemez, yalanı ile kandırıldık.
Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin İkiz Kuleler saldırısını gerekçe göstererek, Afganistan ve Irak başta olmak üzere bütün dünyada egemen kılmaya çalıştığı anlayış birçoğumuzun zihninde de genel bir kabule dönüştü.
Oysa güvenlik ve özgürlük ya birlikte var olacak, ya da yoklukları birbirini ortadan kaldıracak değerlerdir. Her şeyi çatışma ikilemi içerisinde ele alan dünya görüşü yerine, yeni bir sentez ve ezber bozan bir bakış açısı ortaya koymaya ihtiyacımız var.
Soğuk Savaş ve sonrasında örgütleri devletler arası çatışmanın aparatı haline getiren anlayış, kaos planlayıcıları açısından da büyük bir fırsat sundu. Bugün gelinen noktada ise bu devrin kapatılmak istendiğine tanıklık ediyoruz.
Sürekli kaos stratejisi, telafisi imkansız bir noktaya doğru hepimizi sürüklüyor.
Buradan çıkış için ihtiyacımız olan, kavramları değerlerle buluşturarak yeni bir politik alternatifi toplumların önüne koymaktır.
Türkiye'de siyaseti, ibadeti ve adaleti temsil eden 3 kurumun güvenilirlik endeksinde en kötü pozisyonda olması, elbette büyük bir alarmdır, tehlike sinyalidir. Elbette siyasal her sorunun çözümü de ancak siyasal sorumlulukla mümkün olur.
Ancak, siyasal aktörlerin, siyasi partilerin bu kadar yıprandığı bir ortamda, toplumsal inşa sürecinin siyasetçilerden siyasi partilerden beklenmesi çok gerçekçi görünmüyor.
Toplumun kendi yarınları için farklı siyaset üretme imkanlarını yöntemlerini konuşmak durumundayız.
Ortadoğu'da saldırganlığın şiddetin sıradanlaştığı bir ortamda, bizim kırk yıllık yaramızı sarmamız için de yeni bir sayfa açmamız gerekiyor.
Kişisel kariyer planlamasına dönüşen siyasal alanda, kişi ve parti çıkarlarının ötesinde ve üzerinde bir toplumsal yarar ve ülke menfaati motivasyonu yakalamak elbette kolay değil.
Ancak Devlet Bahçeli'nin ezber bozan adımlarıyla açık biçimde tartışılmaya başlayan yeni ortamın, elimizin tersiyle itilmesi gibi bir fantazi lüksümüz de yok.
Güvenlik ve özgürlüğü birlikte güçlendirecek yeni bir yaklaşımın herkes tarafından kabullenilmesi ve bu yönde hareket edilmesi gerekiyor.
Güvenliği kalıcı ve adil biçimde sağladıkça, özgürlükleri de garanti altına almak kolaylaşacak.
Aynı şekilde özgürlükler sayesinde, aidiyet duygusu, birlikte yaşama arzusu güçlenen toplumun güvenlik ihtiyacı daha gerçekçi karşılanacak.
Bu tercih, aynı zamanda yeni bir yol ayrımıdır.
İnkar ve şiddet sarmalı içerisinde kısır döngüye hapsolan yılları geride bırakmak için, hepimizin bu yeni durumu anlama ve katkı sunma sorumluluk alma mecburiyetimiz var.
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
HTŞ’ye Humus yolu açıldı
06.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Taassup | Ümit Aktaş
12.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024
Suriye'de Neler Oluyor? YUSUF YAVUZYILMAZ 08.12.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
ÇAĞDAŞ HAÇLI SAVAŞLARININ YÖNTEMLERİ AYTEN DURMUŞ 13.11.2024