metrika yandex
  • $32.3
  • 34.78
  • GA17500

İnsan Zaafı olarak Algılardan Etkilenme

MUSTAFA YILDIZ
24.02.2022

İnsan dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren ve yaşamı sürecince de zaman zaman birtakım rahatsızlıklara müptela olması kaçınılmaz olur.Bu da gayet normal bir durumdur.İnsan kendine musallat olan bu rahatsızlıklardan kurtulmak için de imkanı ölçüsünde çözümler arar, kurtulmaya gayret eder.Rahatsızlığının nedeni fark edilince de vakit geçirmeden tedavi olmak için ilgili yerlere başvuruda bulunur.Bu yapılan muameleler bir yönüyle de kendisine emanet olarak verilen bedenine karşı yapması gereken zorunlu bir görevi olduğu da bilinmelidir.
 
İnsanların bireysel olarak fiziki ve ruhi bakımından nasılki hastalanma riskleri ihtimaller dahilinde ise, insanların ortak aklı ve vicdanı olarak resmedilen toplumun da düşünce bazlı hastalanma ihtimali her zaman ihtimaller dahilindedir.Ancak, ferdin hastalanması ile toplumun topyekün hastalanması arasında tabiatı gereği farklar vardır.Toplum, bazen kendi içinde birbirini tetikleyerek hasta ederken, bazen de dışarıdan topluma zerk edilen uydurma düşünsel argümanlar pompalanarak hasta edilebilirler.Üsttelik hastalık toplumda büyük bir çoğunluğa sirayet eder ve yaygınlaşırsa şayet, toplumda artık o hastalık hastalık olmaktan çıkar ve toplum nezdinde normal hale gelir ki, o saatten sonra da o toplum içinde yaşayanların hastalığı fark etmeleri, fark edenlerin de toplumda böyle bir hastalığın var olduğuna kişileri ikna edip inandırmaları maalesef oldukça zorlaşır artık.
 
İşte yıllardır var olan ve hemen her dönemde olduğu gibi günümüz toplumunda da yaşanan en yaygın, belkide en tehlikelisi olarak kabül edilen, ancak ismi konmamış olan “Bilgisizlik ve cehaleti yayma hastalığı” olduğunu söyleyebiliriz.Bu türden toplumsal hastalıkların bulaşıcı olması ve her kademedeki insanda bile tezahür etmesi söz konusu olduğundan, bu hastalığın teşhisi de oldukça güçtür.Entelektüeller arasında bile yaygın olarak görülmesi ve bazı Entelektüellerin de bilmeyerekte olsa çevresinin çocuğu olma gerçeğini adeta ispat edercesine olanlara katkı sağlamaları ve yardımcı olmaları sorunu teşhis etmeyi oldukça zorlaştırdığı gibi, kimi zaman da hastalığı görünmez kılar.Çünkü, bilindiği gibi toplumların da ‘’Uydum kalabalığa’’ gibi gelenekleri olduğu da unutulmamalıdır.
 
Daha yeni teşhis edilen ancak ismi konmamış bu hastalığı bilim adamları “Agnotoloji” ismiyle adlandırdıkları ve bizde de daha yeni yeni gündeme getirilen halbuki, emperyalist güçlerin yıllardır bilerek ve bilinçli olarak toplumda yaygın hale getirmeye çalıştıkları bu soğuk savaş zaten sahada yıllardır uygulanıyordu da meğer bizim haberimiz yokmuş.Bu hastalığı yaygınlaştırma amaçları; öncelikle ticari fayda elde etmek nedeniyle insanları çeşitli ürünlere yönlendirmekle, internet ortamındaki sanal dünya üzerinden pompalanan aslı astarı olmayan yalan haberlerle toplumun algısını istedikleri yöne doğru kaydırmayı sağlamakla, devletlerin vatandaşlarına karşı kendini olduğundan farklı gösterme, yanlı ve taraflı yapılacak yayınlarla topluma olayları olduğundan farklı gösterme, tarafı olduğunun sadece iyi hasletlerini, rakibinin de sadece eksilerini gündeme getirerek rakip kişiler hakkında eksik bilgiler servis ederek toplumda oluşmuş kanaatleri değiştirme vs. gibi.Kısaca toplumun hafızasını yanıltarak kendi istedikleri şekilde kararlar aldırmayı sağlama gibi faaliyetleri bu kapsamda saymak mümkündür.
 
Bir başka deyişle Agnotoloji; “Birileri tarafından bilerek, isteyerek organize bir şekilde toplumu cahil bırakma adına yapılan/yapılmış faaliyetlerin tümüdür diyebiliriz. Istılahi anlamda söylemek gerekirse şayet Agnotoloji; “Hakikatı ve doğruyu çarpıtma, üstünü örtmeye çalışma” çabaları olarakta tanımlayabiliriz.Hatta; ‘’Şeytani düzen, Küfür düzeni’’ demekte yanlış olmaz sanırım.
 
Bu faaliyetler daha yeni ortaya çıkmışta biz bulmuşuzda değil.Mesela; rivayetlere göre peygamberin Mekke’de ilk yıllarda okunan Kur’an’ın ayetlerinden etkilenen insanların bakışlarını başka yöne çevirmek için Nadir Bin Haris isimli bir müşrik tarafından yazılan kitapları takdim ederken; ‘’Muhammed’in geçmiş hikayelerini okumayı bırakın, size bugün Kisra’nın Saraylarında yaşanan işret hayatları anlatan kitaplar getirdim.’’ diyerek dikkatleri başka taraflara çekmek, hakikatlerin duyulmaması için Kur’an sesinin üstünü örtmek ve gizlemek istemesi, demekki daha o yıllarda bile müşrikler tarafından bilmeyerekte olsa bu metot bir silah olarak kullanılıyormuş zaten.
 
Keza; 26 Nisan 1986 yılında o zamanki adıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine bağlı olan Pripyat kenti yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali’nin 4 numaralı yüksek güçlü kanal tipi reaktöründe meydana gelen patlama şöyle bir haberle lanse edildi.Güya çevreye yüksek oranda radyasyon yayıldığı, bu menzilin karadeniz kıyılarına kadarki alanı etkilediği ve özellikle de Çaylar üzerinde etki bırakacağı şeklinde haberleri çevre ülke ve dünya kamu oyuna ısrarla duyurmaya başladılar.O dönem Çay üreticilerini büyük sıkıntılara sokan bu türden yapılan haberler yıllar sonra anlaşıldı ki, meğer Türkiye’ye çekilen ekonomik bir ayar imiş.Meğer perde arkasındaki asıl gerçek; Rusya’nın o dönemde sıcak ilişkiler başlattığı İran’a Çay üzerinden ihracatını artırması için zemini müsait hale getirmek amacıyla yapılan bir ‘’algı yanıltması’’ yani bir nevi ’Agnotoloji’’ olduğunu maalesef yıllar sonra öğrenmiş olduk.
 
Keza hatırlanacağı üzere geçmişte de bu günkü gibi “Domuz Gribi” şayiasıda çıkarılmıştı.Yüklü miktarda aşı satışı da yapıldı.Hatta bizim de aldığımız yüklü miktarda aşılar depolarımızda elimizde kaldı.Aşı üreticileri stokları eritince sorun da bir şekilde unutturularak rafa kaldırıldı.Halbuki sağlıkçıların dediğine göre bu grip mikrobu yok olmaz, üsttelik her yıl kendini yenileyerek daha güçlü olarak tekrar nüksedebilir deniyordu.Üsttelik her yıl binlerce kişinin ölümüne neden olduğu iddia edilerek pompalanan bu gribal hastalık her nedense bir anda önemini kaybetti ve şimdilik yenisi meşgul olduğumuz için diğerleri neden rafa kaldırıldı? bilmiyoruz.
 
Bugünde çevremizde yaşanan hemen her türlü vaka ve hadise hakkında acele ederek “Temenni” bazında kararlar vermek yerine daha sakin düşünerek itidallı davranıp olayların önü ve arkasını da hesaplanarak “Teenni” ile değerlendirmeler yaparak kararlar almanın daha yararlı olacağı unutulmamalıdır.Çünkü, bu gün yaşanan kimi olayların arka planlarını belki de yıllar sonra gelecek nesiller ancak anlayabilecekler.Kararlarımızda bu ihtimalleri de hesaba katmalıyız.
 
Felsefik deyişle “Algıları yönetme” modern zamanların bir soğuk savaş aracı olduğu ve daima kullanıldığı iddiası elbette doğrudur.Ama yakın tarihte kullanılan bir metod olduğunu söylemek doğru olmaz.Zira, müslüman İlahiyatçı bilim insanları bu metodu daha islamın ilk yıllarından itibaren kullanmaya başlamışlardır.Zira halkı zaten “Sürü” olarak tanımlayarak zaten “Güdülen” varlıklar olarak görüyorlardı.Bu tabirler belki ağır oluyor ama gerçek buydu.Bu nedenle her dönemin yöneticileri halkı daha kolay sevk ve idare edebilmek için halkın talep ettiği kadar değil de, kendi istedikleri kadar bilgi edinmelerine izin vermişlerdir.İslâm coğrafyasında okur-yazar oranının son yıllara kadar hep emsallerinden daha düşük olmasının sebebinin, belki de en başta geleni, idarecilerde oluşan “cahil halkı idare etmek daha kolaydır” algısı ve inancının daima tazeliğini koruyarak ve bir gelenek olarak günümüze kadar gelmiş olmasıdır.
 
Bu tutum günümüzde de aynen devam etmektedir.Mesela, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında ülkemizi de yakından ilgilendiren onlarca hadiseler yaşandığı halde, olaylar hakkında vatandaşlara aktarılan bilgilerin ne kadarını doğru olarak kabül edeceğiz veya gerçekler ne oranda halka yansıtılıyor, ya da ne kadarlık yanılıyoruz? hep şüphelidir.Tv’lerde de denge sağlansın diye ekranlarda boy gösteren yarı yarıya sayıdaki konuşmacıların tuttukları tarafı her halükarda ve yanlışlarını bile sınırsız ısrarla savunmaları, her konu hakkında bir uzman edasıyla bilgi serdetmeleri, ‘’bilmiyorum’’ diye bir kelimenin kullanılmadığı o açık oturumların sürekli aynı isimlerle gündemde tutulmalarında aslında bize neyi dayattıklarını söylemeye gerek var mı? Toplumu tek taraflı düşünmeye kanalize etmeye yönelik, resmi öğretilerin dışına çıkmama ve belli bir kalıptaki düşüncelere yönlendirmek için icra edilen bu sistemli faaliyetlerin gerçek amacını halen fark etmiyor/edemiyorsa kişi, ya aklını kontrol ettirmeli ya da kaybettiği insanlık vasıflarını yeniden gözden geçirmelidir.
 
Öyleyse; ‘’Size bir fasık haber getirirse onun doğruluğunu araştırın.Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.’’[Hucurat Suresi:6.Ayet.] Ve ‘’Kişinin her duyduğuna inanması, başka bir yerde ise her duyduğunu söylemesi günah olarak ona yeter.’’ hadisleri bize; karar verme ya da karar alma durumlarında ferasetle düşünerek ‘’Hikmet’’le kararlar vermek müslüman kimliğin önceliği olmalıdır.
 
Demek ki, bize düşen bu yapılmış ikazların gereğini yaparak yanılmaları en aza indirmek olmalıdır.Galiba bugün de bizim ferasetli insanlara her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz zamanları yaşıyoruz diyebiliriz.Ancak, ümitsiz değiliz, zira ‘’Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır’’.(İnşirah Suresi:5-6) 
 
Mustafa YILDIZ
 
Not:Bu satırlar yazılırken Rusya, Ukraynaya çıkarma yapmıştı.Algılarla yanıltmaların nasıl yapıldığını Tv.lerden dikkatle takip ederek görebiliriz.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş