metrika yandex
  • $32.13
  • 34.48
  • GA17570

Haberler / Kültür - Sanat

Bir Babanın Ömürlük Hüzün ve Matemi|Şakir Arıkan

14.04.2024

Öykü ve deneme alanında haklı bir itibara sahip olan Hüseyin Su, eserlerinin tek yayıncısı olan Şule Yayınları’ndan çıkan Hayat Ağır, Ölüm Hafif adlı son kitabı ile okuyucusuna bir kez daha merhaba dedi. Kitapta, iki torununun annesi olan kızını kaybeden bir babanın, “acı, ama öyle böyle bir acı değil” diye ifade ettiği hislerinin ve iç okumalarının yer aldığı 24 öykü yer alıyor. Yazarın önceki 7 kitabında 44 adet öykü yayınladığı düşünülürse, bu eserin diğerlerine göre oldukça hacimli ve verimli olduğu söylenebilir.

Kitaptaki öykülerini ferdin ailesi ve çevresiyle olan ilişkileri üzerine bina eden yazarın kızını yitiren bir babanın ona olan bağlılığını, bitmeyen bir matem üzerinden kurduğunu görüyoruz.

Kitapta anlatıcı “baba”, kahramanı ise “cimcime”dir. Duygular o kadar sahicidir ki baba ile birlikte acının en kesif halini siz de yaşarsınız. Öyle bir noktaya gelirsiniz ki: “Bu cümleleri ancak yaşayan yazabilir” dersiniz. Acının bin bir rengine bezenmiş, kurşun yüklenmiş duygu dolu öyküleri okurken satırların arasında harap olmaktan kurtulamazsınız.

İlk kitabı olan Tüneller’in yayınlandığı 1983’ten bugüne gerek öykü kitaplarında gerekse deneme ve inceleme kitaplarında Hüseyin Su’yu başarılı kılan da bu yaşanmışlıklar üzerine yapmış olduğu detaylı gözlemler, duygu ve analizlerin aktarımındaki gerçekçi ve yerinde ifadeleridir.

Hüseyin Su’nun son yıllarda çıkan Kırık Sızısı, Ağılı Ağılı gibi esere adını veren tamlamaları öykülere serpiştirme yaklaşımını “Hayat Ağır Ölüm Hafif”te de görüyoruz. 1999-2018 arasında öykü yayınlamayan yazarın 2019 sonrası arka arkaya yayınlanan öykülerinde değişen-dönüşen yönlerinden birinin de bu tarz olduğunu söyleyebiliriz.
 
Kitapta yer alan “Aynalar Yalan Söyler”de acılı babanın kızının fotoğrafları üzerinden hayata tutunuşunu, nefes alıp verişini hissedeceksiniz. Perdeli Acılar öyküsünde anlatıcı mahalledeki oyuncakçı ve bakkalın yer aldığı sokaktan geçisi sırasında anıları yoğun bir şekilde depreşirken, diğer taraftan hem mekândan hem de insanların arasından uzaklaşmasına şahit oluyoruz İlginçtir bu öyküde, daha geçenlerde başlayan İnci Taneleri isimli televizyon dizisinde geçen market ve bakkal göndermesini de görüyoruz. Hüseyin Su nasıl mahalle bakkalına sahip çıkıyorsa aynı sahiplenmeyi Azem Yücedağ’da da görmek gerçekten ilginç.
 
Yazar Ölümlü Döngü isimli öyküsünde “cimcime”nin çocukluğu üzerinde duygularını gezdirmeye devam ederken Hüseyin Su öykülerinde sıkça karşımıza çıkan anlatıcının okuyucuya ders babından bilgece dokunuşları bu kez hayat ve ölüm üzerine yoğunlaşıyor.
 
İşte onlardan bir satır: Ölümlü bir canlı olmanın kıymetini bildiğimizi çok da açık yüreklilikle dile getiremeyiz. Ama hayat boyu çizdiğimiz dairenin aynı nokta üzerinde başlayıp bittiğini son anda fark ettiğimizde zamanın çoktan geçtiğini düşünürüz.
 
Acılı babanın “dıştan görünen” halleri Burkalı Halka ile biter, Yıldızlı Gamze ile başlayan “içten dinlenen” öykülerle başka bir boyut kazanır.
 
Anlatıcı babanın Yıldızlı Gamze, Sesinde Sarmaşıklar’da “cimcime” ile olan çocukluk hatıraları, dilleşmeleri, oynaşmaları Kercine Hep Kercine’de yeniden “yoğun bir hüzün sağanağına” dönüşürken sonrasında ise ailesinden yaralı birinin kendi yarasıyla dertleşmesi, kandan daha acı bir renk olan Kankırmızı bir renge bürünüşü hastane koridorlarında geçen Keşifler’le çıkıyor karşımıza.
 
 
Kitabın bu bölümünde yer alan öykülerde yaşanılan acıların derinliği ve ağırlığının yanında, kaderin karşısında insanoğlunun çaresizliğini de içimiz burkularak, hatta gözyaşlarımız sel olarak bu kez Acının Grameri’ni öğrenerek okuyoruz; acı, ama öyle böyle bir acı değil.
 
Bir şeyin olumsuz anlamda dibi derler ya, hayatımızda çoğunlukla sıra dışı genç ölümlerde acının dibini yaşadığımız son ayrılıştaki duygularını Hüseyin Su Ben ve Biz’de “cimcime”nin telli duvaklı gelinlikle evden çıkma sahnesini öyle derinleştiriyor ki kitabın “öykünün makberi” olma tacını da burada giyiyor.
 
“Cimcime” zemzemlerden geçip, amberler süründükten sonra beyaz güller gibi ebedi yurduna (Dar’ul-bekaya veya dar’us-selama) yolcu edilir. Böyle bir acıya katlanmak için sığınılacak tek merci ise Allah’tır: Bugün burada olup biten ne varsa O’ndandır.
 
Kitabın son öykülerinde ise anlatıcının kabir ziyaretleri ve hatıra fotoğraflarında sırlanan acılarıyla eleğin altında kalan insanlardan uzaklaşmasını okuyoruz.
 
Anlatıcı/baba, artık ayakta zor durmaktadır ama teselli etmesi, sahiplenmesi gereken “cimcime”nin yadigarı iki güzel çocuk vardır. İlk zamanlar torunları ile yüz yüze gelemez ama zamanla çok iyi yoldaş olurlar. “Cimcime”nin gittiği, dolaştığı yerlere birlikte giderler, genç anneyi farklı şekillerde yad ederler.
 
Yazımızı Hüseyin Su ile ilgili “Yazar. Haza Yazar” diyen Fahri Tuna’nın şu satırları ile bitirelim: Türk edebiyatının Cemile’sidir o. Yani armağanı. Güzelliği. Anası Cemile, kızı Cemile. O bize Çalab’ımızdan bir cemile ama onun Cemile’si acının rengidir, maalesef. Hayat bu. Kader.”
 
Kaynak: ASBÜ Kütüphane & Kitap - Nisan 2024

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Talip Özçelik | 14.04.2024 22:56
Güzel bir değerlendirme yazısı olmuş. Tebrik ediyorum Şakir kardeşim..