metrika yandex
  • $32.13
  • 34.48
  • GA17570

SİYASET VE SERMAYE

YUSUF YAVUZYILMAZ
13.04.2024

 

 

Türkiye siyasetinde siyasal iktidar ile servet dağılımı arasında önemli bir paralellik vardır. Bu yüzden her iktidar kendi zenginlerini doğurur ve kapsamlı bir elit değişimi yaşanır. Siyasetin sert bir mücadele içinde geçmesinin nedenlerinden biri de bu elit değişiminin sağladığı imkanlardır. İşadamlarının servet birikimi emeğe değil, siyasal iktidarla kurduğu ilişkiye dayalı olarak ortaya çıkar. Bu anlamda iktidar değişimi yeni tip elitlerin ortaya çıkmasını sağlar. Türkiye özelinde siyasi rekabetin sert geçmesi, iktidarın rant dağıtma tekeline sahip olması nedeniyledir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bunun istisnası bir iktidar olmamıştır.

Siyaset ile servet arasında kurulu bu çarpık ve adaletsiz ilişki, din, bilim, ahlak ve hukuku büyük ölçüde devre dışı bırakmıştır. Daha da vahimi rant dağılımındaki ahlaksızlık, din, ahlak ve hukuku bu amaç doğrultusunda araçsallaştırmıştır. Siyasal iktidarın dağıtımı rant ve bürokraside yer almanın bedeli, bu davranışı onaylayan bir dini ve ahlaki söylem üretmektir. Bu çarpık ilişki dini anlamda "hileyi şeriye" ve "harp hiledir", toplumsal anlamda, "üzümü ye bağını sorma" gibi deyimlerle toplumsal hafızada meşrulaştırılmıştır.

Siyaset ve rant arasındaki çarpık ilişki, ideolojik anlamda ahlaki bir toplum tasavvuru olan partilerin zamanla muhafazakarlaşması ile sonuçlanır. Muhafazakarlık ise her tür yeniliğe karşı tarihe ve geleneğe sığınma halidir. Olanı meşrulaştırmaya dönük bir ilkeden hareket eder.

Öte yandan çarpık siyaset ekonomi ilişkisinin olduğu toplumlarda para kazanma üretim, emek, ticaret üzerinden değil, faiz, borsa, döviz şans oyunları gibi eylemler üzerinden sağlanır. Bu da toplumsal ahlakı önemli ölçüde zayıflatmaktadır. Ekonomideki bu kazanç şekillerinin yaygınlaşması toplumsal ahlakın çürümesine yol açar.

Siyaset, siyasi propaganda çalışmalarında kullanacağı parayı temin etme konusunda, işadamları ise devlet ihalelerinden pay alma konusunda siyasilere muhtaçtır. Bu semiyotik ilişki hukuk üzerinden değil, çıkar üzerinden yürüdüğü için istismara oldukça açıktır. Bundan dolayı ilgili paralar banka üzerinden değil, mafya usulüyle, çanta ve poşetlerle taşınmaktadır.

Türkiye siyasal kültüründe hırsızlık, adam kayırma, liyakatsizliği ve ikiyüzlülüğü meşrulaştıran anlayışın toplumsal hafızadaki meşruiyeti atasözleri ve deyimlere yansımıştır.

" Bal tutan parmağını yalar."

" Harmana koşulan öküzün önünden alaf esirgenmez."

" Devletin malı deniz, yemeyen domuz."

" Nerde beleş orda yerleş"

" Salla başı al maaşı"

" Üzümü ye bağını sorma."

Ahlaki bir toplum tasavvuru ile iktidara gelen dindarlar da bu değişimden payına düşeni aldılar. İktidarla, parayla, güçle, bürokrasiye tanışan dindarların büyük bir bölümü dönüşüme uğradı. Güç ve iktidar tutkusu, adalet duygusunu geri plana attı. İçselleştirilmemiş, ihlas ve samimiyetle donanmamış, içerikten yoksun birikim, iktidar ve güçle dönüşünce aslına irca oldu. İnançları yönünde adil bir değişim yaratmak yerine iktidar ve gücü kaybetmemek için dini söylemlerini buna hizmet edecek yönde değiştirdiler. Din, yapılan haksızlıkları meşrulaştıran aparata dönüştü. İhlas eksikliği, adalet ve liyakati kolayca ihmal edilebilir konuma getirdi.

Muhalefet döneminde haksızlığa uğrayan dindar zihin, iktidar döneminde başkasına haksızlık etmeden imtina etmedi. Zaman korkmadan, çekinmeden özeleştiri zamanıdır. Suçu başkasına atarak kendinizi rahatlatabiliriz belki, ancak vicdanımızın sesini kısamayız.

               Muhafazakar dindarlar çıkar ve hak kavramları arasında sağlıklı ve ahlaki bir denge kuramadılar. “Çıkar” ve “hak” arasındaki dengenin sağlıklı kurulamaması, dahası çıkar ile hakkın özdeşleştirilmesi sorunu daha da karmaşık hale getirmektedir. “Çıkarlarımızı ve haklarımızı koruyoruz” ifadesi çelişiktir. Çünkü çıkar hak etmediğin bir şeyi elde etme çabasıdır. Oysa hak bireyin sahip olması gereken bir değerdir. Muhafazakarlaşan dindarlar çıkarlarını koruma peşine düşmüşlerdir; bu da onların hak kavramını ihmal etmelerine yol açmıştır. Çıkar ve hakkın karıştırıldığı yerde ahlaka yer yoktur.  Oysa “Din ahlaktır, onu tatbik etmek ise terbiyedir.” (Aliya İzzetbegoviç, Ketebe yayınları, s.60)

Türkiye'de futbol siyasetten bağımsız değil. Bu yüzden orada da hak ve çıkar kavramları birlikte kullanılmaktadır. Futbol Federasyonunun aldığı karara göre, yabancı hakemler kritik karşılaşmalarda var görevi yapacaklar. Meslek ahlakına saygı gösteren yabancı hakemler üç büyük takımın dışındakilere için büyük bir imkandır. Trabzon'u da katarsak Türkiye'de hakem hatalarından en çok yaralanan takımların dört büyük takım olduğu açıktır. Bunların birbirleri arasındaki sorun kendilerinin hakem hatalarından yaralanmalarında değil, karşı tarafın daha çok yararlandığına itirazdan doğuyor. Yani itirazları ahlaki değil çıkarcıdır. Çünkü takımlarının haklarını değil çıkarlarını koruyorlar. Çıkar her zaman hak edilmemiş, hakkın sınırını aşan bir kazanç isteğidir. Bundan dolayı hakem hataları eşit olarak lehimize olsun diyorlar. Yoksa adalet umutlarında değil.

Aydınlar, tabi ki büyük, egemen, sömürgeci, güçlü takımların değil, güçsüzlerin, ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların yanında durmalıdır. Çünkü en çok haksızlığa uğrayan güçsüz takımların televizyonlarda, sosyal medyada amigoları yok. Türkiye'deki adaletsiz futbol ortamından en çok yaralananların futbolun egemenleri olduğu izahtan varestedir.

Bizler Müslümanız. Unutmamamız gereken temel ilke şudur: İstisnasız yaptığımız her eylemde Allah'a karşı sorumluyuz. Bu yüzden her tür eleştirimizde hakkı üstün bir değer olarak ihmal etmememiz gerekir.

Dinin istismar edilip araçsallaştırmasına karşı, Kur'an ve onun tarihsel uzantısı olan Hz. Peygamberin Sünneti sığınağımız olacaktır. Amacımız dini inkar edenler ile istismar edenlerin karşısında Kur'an'ın ve Sünnetin ahlaki değerlerinin izini sürmektir. Çünkü dinin dışında hiçbir değer kümesinin bizi dünyada ve ahirette kurtuluşa eriştiremeyeceğinin bilincindeyiz.

İslam'ı araçsallaştırıp istismar eden, bunun üzerinden ekonomik ve siyasal bir saltanat kuranlara karşın tavrımız İslam'ın temel değerlerine daha sıkı sarılmak ve onları uyanmaktır. Herkese uyarımız şudur: Ya inandığınız ve savunduğunuz değerlere uygun davranın ya da Abdurrahman Arslan’ın deyimiyle, “cehenneme kadar yolunuz var.”

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş