metrika yandex
  • $32.46
  • 34.71
  • GA18240

BİR DİRENİŞ TEOLOJİSİ OLUŞTURMAK

YUSUF YAVUZYILMAZ
30.10.2021

İslam dünyasının özellikle 18. Yüzyıldan itibaren tarihin kurucu öznesi olmaktan çıkması sonucu doğan ontolojik ve epistemolojik sorunların üstesinden nasıl geleceği; baştan başa sömürgeleşen İslam dünyasının içine düştüğü bu durumdan nasıl kurtulacağı, bunun için ne tür bir İslami epistemolojiye yaslanması gerektiği konuları C.Afgani ve Muhammed Abduh’la başlayan İslamcı akımın doğmasına yol açmıştır. İslamcılık akımı, Müslümanların önünde biriken sorunları hangi araçlarla ve hangi yöntemlerle çözeceğinin arayışıydı aynı zamanda.

            Yenilik arayışlarında hiç şüphesiz, son İslam devleti olan Osmanlı devletinin siyasi ve askeri alanda aldığı mağlubiyetler, ilim ve teknik alanda geri kalma ve İslam dünyasının baştan  başa sömürgeleşmesi rol oynamıştır.

            İsmail kara’ya göre; İslamcı düşünürlerin İslam dünyasının içine düşüğü olumsuz durumdan kurtulması için ileri sürdükleri genel ilkeler şunlardır:

“-İlerleme ve yükselişi yeniden sağlamak(terakki, teali)

- Cıhad, sa’y, gayret gibi kavramları öne çıkararak; tevekkül, fakr, dünya, zühd gibi kavramları da muhtevalarını değirecek şekilde yeniden yorumlayarak aktif bir insan tipi ve hareketli bir toplum modeli ortaya çıkarmak;

- İslam tarihi ve kültürünün, İslam’ı bozucu ve değiştirici geleneksel kalıplardan, zihniyet ve müesseselerden uzaklaşarak, asr-ı saadete(Hz. Peygamber ve ilk dört halife devrindeki ideal siyasi ve sosyal yapılanmaya), kaynaklara(Kur’an ve Sünnet’e), saf İslam’a dönmek; içtihat kapılarını açarak ilimle, akılla barışık İslam’ı yeniden keşfetmek, yeniden hayata hakim kılmak;

- Yeni bir eğitim- öğretim anlayışı ile cehaleti ortadan kaldırmak, kafaları aydınlatmak; bunlara bağlı olarak terakki için yeni bir şevk oluşturmak ve siyasi, dini, kültürel yönelişler için taşıyıcılık rolünü üstlenecek cemiyetlerin kurulmasını sağlamak;

- Müstebit ve mutlakıyetçi idarelerle mücadele etmek.”(İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, İz Yayıncılık, İstanbul 1994)

Ali Bulaç’a göre İslamcı akım, İslam dünyasının karşılaştığı durumu şöyle özetlemektedir:

“1-İslam dünyası askeri, ekonomik, siyasi ve teknolojik alanlarda kesin bir gerileme ve çöküş içindedir.

2- Bunun gerçek sorumlusu İslam dininin kendisi değil, fakat gelenek, yerleşik kurumlar ve dış etkiler altında teşekkül eden tarihsel anlayışlar ve yanlış uygulamalardır.

3- Babadan oğula devir esasına dayalı teşekkül eden saltanat rejimleri bu gerilemenin önemli sebeplerindendir.”(Ali Bulaç, Kutsala Tarihe ve Hayata Dönüş, Yeni Akademi Yayınları, İstanbul 2006)

            İslam dünyasının içine düştüğü durum son derece vahimdir ve buradan kurtulmak için köklü reformlar yapmak gerekmektedir. Bu reformların başında dini anlayışın yeniden ele alınıp, tarihsel kirlerden arındırılarak asli kaynaklara dönüşü sağlamak gelmektedir. İslam dünyasının içine düştüğü kötü durumdan kurtulması için yapılması gerekenler şunlardır:

1-Kur’an ve Sünnet’e dönüş

2- İçtihat kapısının açılması

3- Cihat ruhunun uyandırılması.(Ali  Bulaç  age)

            İslamcılık akımı, İslam’ın ruhuna uygun olarak yeni ve özgün bir İslami anlayış geliştirme çabası içindeydi. Bundan dolayı tarihsel mirası gözden geçirme ihtiyacı içinde hissediyordu kendini. Çünkü o zamana kadar gelen İslami anlayış bir anlamda kendini bitirmiş, aktif ve yönlendiricilik gücünü kaybetmiş, bunun sonucunda da Müslümanlar tarihin kurucu öznesi olmaktan çıkmıştır. İslamcılık akımı bir anlamda Müslümanların tarihte kurucu özne haline gelmeleri mücadelesidir.

            İlhami Güler, “Politik Teoloji Yazıları”, “Özgürlükçü Teoloji Yazıları” ve “Direniş Teolojisi” adlı çalışmalarını da, yeni bir İslami dil ve anlayış yaratma çabalarının ürünü sayabiliriz. Bugün dünyanın yakıcı sorunlarına karşı bir direniş teolojisi oluşturmak zorunludur. İlhami Güler’in deyimiyle “Bugün ihtiyacımız olan şey, egemen iktidarlara yamanmış dogmatik teolojilerin(tuzu kuruların) ve dinsel kurumların ve söylemlerin arkasındaki ‘diyalog’ değil; Güney Afrika ve İsrail ırkçı rejimlerine karşı, ezilen Müslümanların ve Hıristiyanların, Güney Afrika ve Lübnan’da ortaya koyduğu örnekliklerdeki gibi, Dünya Sosyal Konseyi örgütlemelerinde olduğu gibi, dinler arası ve halklar arası ‘dayanışma’ ve ‘direniş’ tir.”(Direniş Teolojisi, İlhami Güler, Ankara Okulu yayınları, s:11)

İlhami Güler’in çalışmalarında Pakistanlı Fazlur Rahman’dan Mısırlı Hasan Hanefi’ye kadar çok sayıda düşünürden yararlanmıştır. Bu düşünürlerin İslam’daki yenilik arayışlarında önemli bir yere sahip oldukları açıktır. Özellikle Hasan Hanefi’nin etkisi daha büyüktür. Nitekim Hasan Hanefi’nin teorisini özetleyen makalenin çevirisinin bu kitapların içinde yer alması, hem Hanefi’nin etkisini, hem de oluşturulmak istenen İslami anlayışın karakterini belirlemesi açısından üzerinde durulmayı hak etmektedir. Hasan Hanefi’nin “İşgal ve tahakküm durumunda İslam’ın Kurtuluş/direniş teolojisine dönüşmesi” adlı makalesinde dillendirdiği fikirler bir anlamda yeni İslami anlayışında temellerini hazırlamıştır. Hanefi’ye göre İslam toplumları işgal altında olduğu için bir direniş teolojisine ihtiyaç duymaktadır. “ Yabancı egemenliğindeki dini toplumlar yok oluşunu engellemek, varlığını garantiye bağlamak ve kendini savunmasının bir ölçüsü olarak geleneklerine geri döner. Bu cemaatler dini geleneklerini ‘kurtuluş teolojileri’ aracılığıyla yeniden yorumlar ve dini tarikatlerini kurtuluş hareketlerine dönüştürürler. İslami model, diğer gelenekler tarafından paylaşılabilecek veya paylaşılamayacak fakat birçok hususta paylaştığı mekanizmayı takdim etmektedir.”(İlhami Güler, Direniş Teolojisi,s:91) Hasan Hanefi’ye göre direniş teolojisinin temel noktaları şunlardır:

A-Teolojik düzey

  1. Aşkın Tanrı’dan İçkin Tanrı’ya
  2. Kaderden özgün iradeye
  3. Ontolojik kötülükten epistemolojiye
  4. Otoriteden akla
  5. İlahi müdahaleden insanın bağımsızlığına
  6. Ahiret hayatından ümide
  7. Logostan Praxise
  8. Mesih beklemekten kitlesel devrime

B-Hukuki düzeyde

  1. Formal hukuktan anlamlı pratiğe
  2. Tümdengelimden tümevarıma
  3. Metinden realiteye
  4. Yazıdan manaya

C- Ruhsal düzeyde

  1. Pasif değerlerden aktif değerlere
  2. Dahili olandan harici olana
  3. Mistik tarikatlerden özgürlük hareketlerine
  4. Theos’tan Pantheos’a yeni bir yorumlamaya ihtiyaç vardır.

 Bu yeni okuma biçimi İslam’ı geleneksel okuma biçiminden çıkaracak ve teolojiye değil, antropolojiye dayanan yeni bir anlayışın inşa edilmesine neden olacaktır.

Hasan Hanefi’nin okuması İslam’ın sol yorumu olarak değerlendirilen bir yapıya sahiptir. İlhami Güler’in amacı da tarih içinde devrimci ve değişimci özelliğini kaybetmiş bir dini anlayışı sorgulayarak bir direniş teolojisinin imkanlarını aramaktır.

Direniş teolojisi oluşturma çabaları tarihsel olarak bir yandan Hz. Ömer, Hz. Ebubekr, Hz. Ali ve Hz. Aişe gibi sahabelerin temsil ettiği eşitlikçi ve özgürlükçü damara, diğer yandan bu damarın ortaya çıkardığı Ebu Hanife’nin temsil ettiği fıkıh anlayışına ve Mutezile- Maturidi çizgisine dayanmaktadır.

Modern zamanlarda ise direniş teolojisi Fazlur Rahman’ın “İslam modernizmine, Cabiri’nin “olguyu” temel alan epistemolojisine ve Hanefi’nin “teolojiye değil antropolojiye dayalı” anlayışına dayanmaktadır. Bu yeni okuma sonucunda direniş teolojisi oluşturmaya çalışanlar klasik İslam anlayışını eleştirmekte ve farklı bir İslami okuma biçimi oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Direniş teolojisinin en önemli özelliklerinden biri de moderniteye getirdiği köklü eleştirilerdir. Bundan dolayı modernitenin dayandığı felsefi temellerle ve inşa ettiği evren anlayışıyla hesaplaşmak gerekir. “ Modernitenin kültürel ve metafizik boyutu olarak secülarizm, bir Alman atasözünde ifade edildiği gibi, çocuğunu yıkadığı leğendeki kirli suyu atarken çocuğu da suyla birlikte atmaktır. ( Özgürlükçü Teoloji Yazıları, İlhami Güler, Ankara Okulu yayınları, s: 22)

İlhami İlk olarak İslam dünyasına egemen olan Kur’an anlayışlarını sınıflandırmaktadır. Buna göre İslam dünyasında egemen olan üç tür Kur’an tasavvuru vardır.

Bunlardan ilki Sünni İslam anlayışıdır. Bu anlayışın beslediği epistemoloji yer yer Hz. Peygamberi içimizde yaşayan biri olmaktan çıkarmış, neredeyse ulaşılamayacak, örnek alınamayacak bir konuma yükseltmiştir.  İkinci anlayış, modern zamanlarda İslam’ın gerilemesiyle pozitivist kültürün etkisinde kalan ve laik aydınların oluşturduğu tasavvurdur. Bunlara göre artık İslam’ın çağımızda yok gösterici olmak özelliği tamamen kaybolmuştur. Bu yüzden rehber almamız gereken kutsal kitaplar ve din değil, akıldır. Üçüncü tasavvur ise İlhami Güler’in de içinde bulunduğu ve diğer iki tasavvurdan farklılaşan yeni bir anlayıştır. “Üçüncü tasavvur yeni oluşmaktadır. M. İkbal, Fazlur Rahman, H. Hanefi, M. Abid el- Cabiri, R. Garaudy, Ali Şeriati, Abdulkerim Suruş, Mehmet S. Aydın Mehmet Hatipoğlu gibi Müslüman entelektüeller tarafından savunulmaktadır”(Özgürlükçü Teoloji Yazıları, s: 37)Yeni bir direniş teolojisinin temellerini oluşturacak bu anlayışın temel özellikleri şunlardır:

1-Kur’an ezeli değil yaratılmıştır.

2- İhyacı değil anlamaya dönüktür.

3- Vahyi olduğundan fazla büyüden ve insanı da olduğundan fazla küçülten Eşari anlayışına karşı, Mutezilenin akılcı ve özgür iradeyi temel alan görüşünü savunur.

4-Kur’an’ın öğütlediği içtihadı geleneksel anlayışın aksine birinci derecede önemli sayar

5-İnsan özgürlüğünü yok eden kader ve özgürlük arasındaki geleneksel anlayışı kırmaya çalışır ve özgürlükçü bir anlayışın imkanlarını araştırır.

6-Taklitçi anlayışları süratle terk ederek araştırıcı, şüpheci bir geliştirmeyi amaçlar.

7- Dünyayı aşağılayarak ikinci konuma düşüren dini anlayışı terk eder.

8-Modernitenin akıl anlayışını eleştirirken bunun alternatifi olarak Eşarici veya tasavvufi anlayışa saplanmaz.

9-İslam’ın herhangi bir döneminde yapılan yorumları mutlaklaştırmaz.

10-İnsan- Allah ilişkisini ahlak temeline oturtur.

            Yeni bir direniş teolojisinin imkanını oluşturmaya çalışan yazar günümüz sorunlarıyla da yakından ilgilenir. Modern zamanların ilerlemeci anlayışları, gezegenin doğal çevresinin bozulması, sınırsız tüketim arzusunun doğurduğu sorunlar, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, Afganistan ve Irak’ın işgali, faşizm ve komünizm gibi totaliter ideolojilerin yarattığı soykırımlar, insanın kendine yabancılaşması, ihale yolsuzlukları, insan hakları ihlalleri gibi aktüel sorunlar yeni İslami okumanın temel sorunlarıdır. Böylece sadece formel ibadetlerle ilgilenip, toplumsal sorunlara ilgisiz kalan bir tavır şiddetle eleştirilerek, bu sorunlara karşı ahlaki bir duruş sergilenmektedir. Bu elbette dini yeniden okuma ve kutsal metinleri harekete geçirme anlayışıdır. “Fazlur Rahman’ın deyimiyle bugün adlarına ‘yeni ihyacılık’ ve ‘İslami modernizm’ denen düşünce akımları da bir bakıma geleneğin çeşitli trendlerine uzanan birer dini veya kutsal metinleri anlama ve yaşama geçirme hareketleridir.”(Özgürlükçü Teoloji Yazıları, s: 87) .İslami modernizmin temel sorunu İslam’ın ne olduğunu anlamaya dönük bir zihinsel çaba olmasıdır.

            İlhami Gülerin oluşturmak istediği direniş teolojisi, toplumumuzun ve daha genel anlamda İslam dünyasının içinde bulunduğu sorunlardan kurtulması için yeni bir anlayış oluşturma çabasıdır. Bu çaba hiç şüphesiz İslam dünyasının üstünlüğünü kaybetmesiyle başlayan duruma köklü bir itiraz kültüründen beslenmektedir. Bu anlamıyla direniş teolojisi oluşturma çabaları, C.Afgani ve M. Abduh’la başlayan İslamcılık hareketinin yeni ve farklı bir versiyonudur.

Hiç şüphesiz Müslümanlar bugün ekonomik, siyasi ve ahlaki açıdan kendi oluşturmadıkları bir sistemde yaşamak zorundadırlar. Direniş teolojisi Müslümanları tekrar tarihin kurucu aktörleri olmaya çağırmaktadır. Bu noktada en çok üzerinde durulan konulardan biri de, Hıristiyanlık ve Yahudiliğinde karşılaştığı dünyevileşme konusudur. Dünyevileşme sorunu dünya- ahiret dengesinin sağlıklı bir şekilde kurulamaması sonucu oluşan bir sorundur. Dünyevileşme kişinin Allah’ın varlığına inanmasına rağmen, yaşadığı hayatı ondan bağımsız olarak tasarlaması, tabir yerindeyse hesaba katmamasıdır. “Sonuç itibarıyla, dünyevileşme, bizatihi Allah’ı tanımama, ona karşı istiğna, tekebbür, onu unutma, nimetlerini ve ayetlerini görmezlikten gelme, yani nankörlük olarak ahlaksızlıktır. Bu birçok ahlaksızlığın da nedenidir”(Politik Teoloji Yazıları, İlhami Güler, Ankara Okulu Yayınları, s:20) Tarihsel olarak dünyevileşme, yaygın olarak dinin siyaseti belirlediği dört halife döneminden sonra iktidara gelen, Emeviler döneminde başlamıştır. Dünyevileşmeye tepki olarak ortaya çıkan tasavvuf ise, bu sefer dünyaya tamamen ilgisiz bir anlayışın temellerini atmıştır. Böylece ibadetler sadece ahireti ilgilendiren bir retoriğe indirgenmiştir. “ Geri kalmışlık, eğer bilgi üretmeme, plan yapmama, ekonomik değer üretmeme, ahlak üretmeme, bilgiye, plana itibar etmeme, doğa olaylarına karşı tedbir almama vs. ise; bütün bunların toplandığı bir coğrafyada/dünyada bunu –derinlerde yattığı için hemen görünmeyen- nedenlerinden biri de, orada yaşayan insanların uzun bir zaman boyunca yaşamla bağlarının bir hayli gevşetilmiş olması, üzerinde yaşadıkları dünyanın ‘fani’ ve ‘yalan’ olduğunu ileri sürerek ‘tul-i emele’ itibar etmemeleridir.”(Politik Teoloji Yazıları, s:111). Özellikle mirasçısı olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu’nun dini anlayışı, büyük ölçüde dünyayı dışlayan, yer yer aşağılayan tasavvuf kültürüne ait eserlerden beslenmiştir. Kader, dünya, ahiret, özgürlük, sorumluluk, tevekkül gibi kavramlar bu eserler vasıtasıyla toplumumuzun dini anlayışına sinmiştir. Böylece yaşanan olaylarda insanın sorumluluğu neredeyse yok edilmiştir. Oysa Kur’an’a göre dünya hayatıyla ilgisiz bir ibadet biçimi yoktur ve insan yaptıklarından sorumludur.

İlhami Güler, direniş teolojisini sistemleştirirken ele aldığı konulardan biri de şiddet ve terör konusudur. Ona göre “Şiddete başvurma eylemini ‘terör’ kılan şey, failin devlet değil de birey/örgüt olması veya gayri nizami harp şeklinde gerçekleştirilmesi değildir. Terörü tanımlayan iki unsur olabilir: (i) Şiddetin haksız olması, (ii) sivil insanlara yönelmiş olmasıdır.” (Politik Teoloji Yazıları,s:63) Dolayısıyla batılıların tanımladığı İslami terör kavramı hem doğru değildir, hem de Meşru direniş hareketlerini etkisizleştirmeye dönük bir söylemdir.

            Kur’an’da yer alan kıssaların geleneksel yorumları terk edilerek günümüz olayları ile bağlantıları kurularak yeniden yorumlanmaktadır. Buna örnek olarak İhsan Eliaçık’ın Ashab-ı Kehf kıssasını yorumlaması gösterilebilir. Kıssa yorumlanırken geleneksel yorum tümüyle terk edilerek, adeta yeniden yorumlanmaktadır. “ Sonuç olarak Ashab-ı Kehfin kötülükle dolmuş dünyayı, işgal edilen memleket topraklarını terk ederek dağlara, mağaralara çekilen direnişçi grupların sembol ismi olduğu anlaşılıyor. Kıssada sonraki çağların insanlarına esaslı mesajlar verilmektedir. Öyle görülüyor ki bu mesajları üç maddede toplamamız mümkündür.

1-Zulüm ve kötülüklerle dolmuş bir dünyaya teslim olmamak, işgallere direnmek, bunun için gerekirse dağlara çekilmek gerekir.

2- Zulmün ve kötülüğün inşa ettiği bir dünyaya yıllar sonra tekrar dönüldüğünde, yeni hayatın atardamarlarına girerek içten içe bir uyanış hareketi başlatmak gerekir. Dünya kötülere zalimlere bırakılamaz. Şehirler sonsuza kadar da terk edilemez.

3- Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, üzerine ölü toprağı serpilmiş bir halkın, çağın, uygarlığın veya devrin uyanması, dirilmesi, işgale uğramış bir toprağın tekrar kurtarılması mümkündür. Bunun gibi dünyaya kim hakim olursa olsun, kötüler ne kadar azarsa azsın, dünya hayatı ne kadar sürerse sürsün nihayet bir gün yaratılışın da yenilenmesi, mezardaki ölülerin bile hesaba çekilmek için diriltilmesi de aynı şekilde mümkündür. Çünkü yaşatan ve öldüren Allah’tır. Allah tarihin tüm yelpazesindedir. Allah hesaba katılmaksızın tarih yapılamaz. Bu dünyanın bir sahibi vardır. Size düşen ne şartla olursa olsun kötülüğe ve zulme direnmek, hak ve adaleti yükseltmek ve ister şehirde, ister dağda daima ‘ O’nun ile olmak’ tır”(Direniş Teolojisi, s:90)

Burada dikkati çeken en önemli nokta kıssa mesajının günümüze bakan yönünün ele alınmasıdır. Esasen hiçbir kıssa sadece geçmişte anlatılan olayları anlatmaz. Bu kıssaların geçmişte kalan olayları anlatmaktan çok bugün yaşayan insanların sorunlarıyla ilgili olması gerekir. Direniş teolojisi, temel metinleri yeniden yorumlayarak İslam’ı tekrar hayata, tarihe ve topluma katılmaya çağırmaktadır.

Öyle görünüyor ki, direniş teolojisini diğer İslami hareketlerden ayıran en önemli fark, İslam’ın ihya edilmesi sorunu değil, İslam’ın ne olduğu sorunu üzerinde yoğunlaşmış olmasıdır.

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Kadir çiçek | 07.11.2021 12:14
Yusuf hocam bir solukta okuduk Allah razı olsun