metrika yandex
  • $32.13
  • 34.48
  • GA17570

Haberler / Kültür - Sanat

BİR ASIR BİR KİTABA SIĞARSA: İNSAN SONRASI TOPLUM–POSTHÜMANİZM/KEVSER KIRAN

09.06.2022

Yazarımız Ahmet Hakan Çakıcının eseri "İNSAN SONRASI TOPLUM-Poathumanizim" isimli eserini, yine Hertaraf Haberin Yazarlarından Kevser KIRAN, Minberi Aksa Dergisi için değerlendirdi: 

“Artık toplumsallaşmayı belirleyen şey, haberlerin ve iletişim araçlarının karşısında geçirilen saatlerdir. Ancak bu eylem birliği bir toplumsallaşma üretmez. Çünkü haberler, her an büyüyen bir kitle yaratırken o kitleye bir enerji vermez. Haber iddia ettiği gibi, bilgilendirme yapmaz, onun yerine habere karşı duyarsız ve tepki göstermeyen bir KİTLE var eder.” (Jean Baudrillard, Sessiz Yığınların Gölgesinde, s:30)

Haberler ve sosyal medyanın günümüzde aldığı biçimin potansiyelinin, muhatabı olan kitleyi haberdar ederken harekete geçirmeyip tam tersine felç edecek bir etkiye sahip olduğu, artık içinde doğmuş olduğu toplumun temsilcileri tarafından bile itiraf edilmekte.

Toplum mühendisliği için elverişli bir maşa olarak kullanılan haber ağı ve sosyal medyadan, yönlendiricilerinin beklentisi nedir? İnsan türünün geleceği olarak sunulan ‘Transhumanizm’ ve ‘Posthumanizm’ ile kastedilen nedir, bunları analiz etmek için fikir babaları ve kuramcılarının elinden çıkmış olan yayınları tek tek inceleyip değerlendirerek bir kitap haline getirmiş sayın Ahmet Hakan Çakıcı.

“İnsan Sonrası Toplum” isimli kitabını, biz de sizler için inceleyip tanıtmak istedik. 94 sayfalık bir kitap olmasına rağmen, ana hatları ve köşe taşlarını ele aldığından dolayı konuyu bir bütün olarak sunmayı başarmış.

Yazarı, bir önceki “Ailesiz Toplum” isimli kitabından tanıyoruz. Kitabın girişi, Cüneyd Zapsu’dan ‘Muhtemelen bizler, son “normal” insan nesliyiz’ alıntısıyla başlıyor.

Gaz lambaları ile aydınlatılan, elektiriğin ve dolayısıyla elektirikli her hangi bir cihazın bulunmadığı evlerde dünyaya gelmiş bir neslin, aynı ömür içinde akıllı telefonlara ve dronelarla yapılan insansız savaşlara şahitlik etmesi bağlamında değişimin müthiş hızı vurgulanıyor.

Bu hız, sürekli artmakta olduğundan 5 yıl sonraki dünyayı belki de hayal bile edemeyeceğimiz kadar farklı bulmamız mümkün. Böyle bir değişim ise, her şeyi ama her şeyi tehdit etmekte.

Hatta insanın kendini bile. Kitap boyunca, şeytanın ve hizmetkârlarının korkunç hezeyanları arasında Allah subhanehu ve tealanın ismi celîlini telaffuz etmemek için özel gayret gösterilmiş. Toplumlarında, tahrif edilmiş bile olsa kural ve sınır getiren, sorumluluk yükleyen bir ‘Tanrı’ inancının bulunmasına tahammül edemeyen bu akım öncülerinin yuvarlanabilecekleri kuyu kaçınılmaz olarak budur. Madalyonun diğer tarafından bakarsak, heveslerini ilah edinebilmek için, hesap soracak bir “Tanrı” fikrini yoksayabilmek adına bin dereden gelen sular, tahripkâr bir sel haline geldi ve nesillerimizin önünde “Transhumanizm” ismiyle akıyor.

Transhumanizm ve Posthumanizm konusunda hemen her kuram, Nietzsche’nin Ahlakın Soy Kütüğü teorisine dayanmakta.

Nietzsche, bu teoride şöyle bir ana fikir dayatıyor: İnsan neanderthal dönemde maymunluktan insanlığa yeni geçiş yapmış ve bir ‘Tanrı’ fikri oluşmamışken ahlak, erdem, iyi, kötü, paylaşmak vs kavramlar henüz yoktu. İnsan toplumu kalabalıklaşıp sevk ve idare gereği Tanrı ve ahlak, namus, şeref, merhamet, dürüstlük gibi diğer değerleri ‘üretti’ (!) Bu değerlerin hepsi sanıdır, uydurmadır ve bu değerler insanın gelişmesine, sınırsız güç elde etmesine engel oldu.

Bu engeller içinde en tehlikelisi de ‘Tanrı’dır. Zulmetmeyin öldürmeyin diyerek milyonlarca miskinin korunmasına, ahlak namus şeref kanaat diyerek pazarların gelişmesine, doğruluk dürüstlük diyerek kişisel gelişime engel olmuş, ibadet diyerek de zaman israfına sebep olmuştur.

Nietzsche’ye göre bu engellerden kurtulmak, bu göya uydurulmuş değerleri unutmak, insan türünün tekrar evrimleşip gelişmesi için tek koşuldur. Bencilliği kutsar, iyiliği lanetler, yeryüzüne hakim olmak için gereken en insani tavrın bencillik, aç gözlülük, hırs, tamahkarlık, tecavüzkar ve sınır tanımazlık, yağmacılık ve yığmacılık olduğunu iddia eder.

Bu günkü kuramcıların yola çıkışını izah edebilmek için mecburen açıklamak zorunda olduğumuz bu felsefeden, bahsederken bile tüylerimiz ürperiyor. “Tanrı öldü, ama gölgesi hala aramızda dolaşıyor” derken Nietzsche’nin kastettiği gölge, ahlaktır ve ahlaka asla tahammülü yoktur. ‘Tam özgürlük’, ancak bütün bu değerlerden kurtulduktan sonra gelebilir..

“Hobbes, Machiavelli ve daha sonraki aydınlanma düşünürleri, insanın bitki, hayvan ya da makineden farklı olmadığını ilan ettiler. Sonra ortaya Darwin, Nietzsche, Engels, Freud ve Derrida çıktı.

Bu düşünürler, bilindiği gibi insanın yapısökümünü gerçekleştirdiler. Ve insanlığı maddecilik yasalarına uygun şekilde yeniden inşa ettiler.” (S.15) Nazi Almanyası ve Hitlerin ari ırk hareketinin de ilham kaynağı yine Nietzsche’dir. ‘insan’ın ölümünden sonra her türlü referans (hak, adalet, doğru, iyi) çerçevesine karşı çıkan postmodernizm ideolojisi ortaya çıktı.

Postmodernizm, tam özgürlük ve rastlantı yasasına kesin itaat haliydi. Güç ve iktidarın insan için kabul edilebilecek tek tapınılmaya değer ve etik için ölçü olduğu fikri emperyalizm ile fiiliyata döküldü. Bu yolda güç ve iktidar sahipleri gelişmiş üst insanlar, ve hükmedilenler ise alt insanlar olarak kategorize edildi. 17. sayfada Ahlakın Yapısökümü ana başlığını görüyoruz.

Kapitalist Teoriler Uzmanı Wendy Brown, Nietzsche’nin izinde ahlakı yapı sökümüne uğratmak için üç aşamalı bir plan kurgular.

1- İyileri ve ahlaki değerleri şüpheli hale getirmek,

2- Kötüyü iyinin, ahlaksızlığı ahlakın yerine yerleştirmek,

3- Tarihin seyrini, ‘Tanrı’nın, değerlerin, ahlakın müdahalesine müsaade etmeden yeniden düzenlemek.

Neandarthale doğru geriye dönüş, tekrar evrimleşip yükselme kapılarını açmaktı onlara göre.

Toplumsal kurallar ve değerler ise bunun üstündeki yegane engeldi. Her görüşe her fikre, her tarza saygı göstermek gerektiği dayatması ile malum yürüyüşlerde göze çarpan “ahlakınız batsın” pankartları şimdi daha belirgin bir anlam taşıyor değil mi?

Ari ırk ve ahlakın soy kütüğü teorileri, batılı emperyalist düşüncenin olduğu gibi, insan sonrası dönemin de fikrî alt zeminini teşkil etmektedir.

Süreci yeterli görünce trans-human (geçişken insan) ve post-human (insan sonrası) kavramları için de hazırlıklar başlatıldı.

“Artık insan, ölümsüz olabilmek için kendi DNA kodlarını kendisi yazmaya, robotlarla entegre olup siborgler olmaya hatta vucudunu tamamen yok ederek kendini bir bilgisayar olarak yaşamaya çalışıyor” S.30

Transhümanizmin temel iddiası, insanın kaderini kendi ellerine alması gerekliliği üzerine bina ediliyor. Ve tabi ki insanlığın kaderini kontrol altına alacak olanlar fakirler değil. İnsanlığın yaşadığı tüm dönem ve çağlar, o dönemler yaşanıp geçtikten yüzlerce yıl sonra isimlendirilmesine rağmen, Transhumanist ve Posthumanist dönemlerin daha vakitleri gelmeden isimlendirilmiş olmaları bu yönlendirme ve kontrol çabalarının ispatı olarak okunabilir.

Bu nedenle olsa gerek, Transhumanizm hareket yalnızca düşünür ve yazarlar tarafından temsil edilen bir hareket değildir.

Bir çok okul, şirket, dernek, hatta kilise tarafından temsil edilen ve kendini yayma amacı taşıyan bir tebliğ hareketidir. İnsan ömrü uzatma iddiasındaki genetik bilim, teknolojik destek sağlama iddiasındaki yapay zeka üzerine çalışan bir çok tanınmış şirket de aynı sürecin arkasındadırlar. “Doğanın kontrolündeki evrimden, insanın, kendi değişiminin kontrolünü kendi eline aldığı mekanik evrime geçiş sürecine verilen isim trans-hümanist devredir.”

Genel olarak Transhümanistlerin üzerinde anlaştığı 3 temel transhümanist sembol vardır:

1 Süper uzun hayat,

2 Süper zekâ,

3 Süper sağlık.

Bu anlamda transhüman, insanlık ile makine arasında bir geçiş sürecidir ve post-human olma yolunda evrimci sürecin ön aşamasıdır.

Bu iki tanım, iki temel kavramın reddiyesi olarak işlev gördüğünden, bu noktada şu iki temel kavramın açıklanması gerekir: Andropos ve Vitruvius. Andropos kavramı, Eski Yunan’da hikmet sahibi olgun insan, insan-ı kâmil, aziz, evliya gibi anlamların karşılığıdır.

Açıkça ifade edilmese de Peygamberleri ve özelde Hz. İsa (as.)’ı da ima etmektedir. Andropos, toplum için bir ahlaki nizam tanımlar. İnsan olmanın yolunun ahlaktan ve erdemden geçtiğini belletir. “İddia şu; 5000 senedir, Andropos (peygamberler) insan olmak adına ahlak ve erdem söylemi altında, toplumları baskılıyor ve onlara şekil veriyor.

Dolayısı ile Andropos’un ahlak ve erdem anlayışına uymayan kesim dışlanıyor ve ötekileştiriliyor. Kusurlu görülüp, insanlığı eksik kabul ediliyor. Bunlar fahişeler, eşcinseller, tefeciler, cimriler, hırsızlar, katiller, benciller vs.dir. Bunlardan bankacılar, tefeciler, yalancılar, sahtekarlar vs. Makyevalizmin, ‘başarıya giden her yol mübahtır’ düşüncesinin kabul görmesi ile toplumlarında asalete kavuştular.” S.28 Diğerlerinin durumlarında ise bir değişme olmadı.

Eşcinseller binlerce yıldır Andropos tarafından ötekileştirilmeye devam ettiler, ‘onuru elinden alınmışlar’ oldular ve bütün kadınlar da aynı şekilde aşağılandı, ezildi, hakir görüldü, dışlandı.

Öyle ya hiç kadın peygamber bile yoktu (!) Vitruvius’a gelirsek, Leonardo da Vinci’nin meşhur eskizidir. Aydınlanma döneminin insan sembolü olarak kabul edilir.

Vitruvius insanı, batılı, beyaz, sağlıklı ve yakışıklı erkek olarak tasvir edilir. Buradan çıkardıkları iddia da, batılı, beyaz, sağlıklı, estetik ve erkek olmayan herkes aşağılandı, hor görüldü ve yeterince insan kabul edilmedi iddiasıydı. “İşte İnsan Sonrası, Andropos’un tanımladığı ‘Ahlaklı insan’ ve Vitruvius’un tanımladığı ‘Beyaz, Batılı, Sağlıklı İnsan’ın aşağıladığı zümreleri, -ki en fazla ve en uzun süreli aşağılanan kadınlar, eşcinseller ve fahişelerdi- özgürlüklerine kavuşturmak için, bu ‘insan’ anlayışlarını reddeden döneme verilen isimdir.” S.30

Wendy Brown, Noah Harari, Judith Butler ve Rosi Braidotti’nin ortak iddiasıyla, kadınlar ile eşcinsellerin teknoloji ile işbirliği içerisinde oluşturacakları bir kaos ile İnsan Sonrası döneme geçebileceğimizi ve dışlamanın, aşağılamanın, zulmün böylece son bulacağı öne sürülüyor.

Sonraki bölümde ‘İnsan Sonrası’nın reddettiği kavramlara değinilmiş. Hümanizm, Sekülerizm, Bilimin otoritesi gibi alt başlıklarla, posthümanizm gönüllülerinin emperyalizmin semizleşmek için kullanageldiği kavram ve usullerin miadının dolduğu için yeni dünya düzeninde yer bulamayacağını, onun yerini alması gereken kavramlar için içlerinin boşaltılması gerektiğine dair çabaları anlatılıyor.

Yeni bölümün ana başlığı İnsan Sonrasına Geçiş: Üç Aşama, Nietzsche’den şu alıntıyla başlıyor: “Sana üstüninsan olmayı öğretiyorum, İnsan üstesinden gelinmesi gereken bir şeydir” Bu geçişin aşamaları ise, hayvan oluş, yeryüzü oluş, ve robotlaşma şeklinde özetlenebiliyor.

Hayvan hakları için seslendirilecek yeni çağrılar, aslında hayvanların haklarının yükselişi değil, alt-insanların haklarını hayvan haklarıyla eşitleme çabası olacak. Üstün insanlar, Noah Hararinin deyimiyle ‘Homo-deus’ yani Tanrı-insanlar, kendilerine pek de fazla sayıda ortak istemiyorlar. Ağaçla evlenen kadın haberi, gazetelerde gözlerimizi hayvan-yeryüzü-insan özdeşleşmesine alıştırıyor. Yeni çağın kutsal teslisi ‘vucut-haz-özgürlük’ , post-human için yeterli değildir; “Tanrı’nın ve Evrenin kurallarına mahkum olduğumuz müddetçe ölümsüzlük iddiası ancak boş bir hayalden ibaret kalacak. Bu noktada insanlığın bir sonraki aşamaya geçebilmesi için mutlaka sınırlarını kırması gerekir” fikrindedir.

Vucutlarına entegre olmuş kablosuz alıcılar ile zihinleri internete bağlı, bedenlerine entegre olmuş cihazlar ile de yüzlerce kat hızlı ve onlarca kat ağırlığı kaldırabilecek, özellikle de ellerini oynatmadan silahları kullanabilecek bedenlere ihtiyaçları vardır. Bu artık normal bir insan değil, bir Üstinsan’dır. Noah Harari, ‘nasıl ki insanlar maymunlara nasıl bir dünyada yaşamak istiyorsunuz diye sormadılar, Homo-deus da normal insanlara fikirlerini sormayacak’ der. Dördüncü bölümde, İnsan sonrasına geçişte öncüler ele alınmış. İnsan sonrasına itiraz eden ahlakın, dolayısıyla Andropos’un öldürülüp gömülmesi için sahaya sürülen aktörler eşcinseller, feminist hareketler, teknoloji altbaşlıklarında incelenmiş.

Final bölümünde Öncü Post-hümanist Pratikler başlığı altında, internet teknolojileri ve sosyal medya, öjenizm ve yapay zeka tekniklerinin bu amaçlara ulaşmak için nasıl kullanıldığı ele alınmış. İnsanların asla paylaşmayı uygun görmedikleri mahremlerini teşhire ikna edilen bir arayüz olarak geliştirilmiş sosyal medya ortamlarının, egemenlere, kitleleri hiç bedelsiz kontrol, gözetleme, takip ve yönlendirme gücü vermesi önemli bir nokta.

Diğer taraftan bütün kültürleri birbirine yaklaştırmakta ve bütün dünyayı tek tip forma sokmaya elverişli bir alet durumundadır.

“Konunun ciddiyetini anlamakta zorlananlara Kevin Robins, ‘Sanal dünya ve sanal dünya teknolojileri ile inşa edilecek toplumun Batılı sömürgeci emperyal mantıktan bağımsız olduğunu düşünmek bir aldanıştır. Sanal dünyanın üzerine kurulu olduğu dünya, aydınlanma dönemi, ilerleme teknolojisi ve sömürgecilik hareketinin devamıdır. Sanal ve imaj teknolojileri Batı kültürünün, rasyonalite ve sürekli denetim mantığı ile biçimlenmiş, askeri ve emperyalist emellerinden ortaya çıkmıştır. Akılda tutulmalıdır ki, imaj dünyasının üzerinde büyüdüğü gözetleme kültürünü besleyen ordudur..’ der.” S.81

Üstelik yeni enformasyon formatı, Andropos’un tasfiyesinde de önemli bir fonksiyon görecektir. Dünya ile fiziksel ilişki kurmayarak araya imaj teknolojilerini sokmak, bizi insansızlaşma noktasına götürür. Bu nokta, üzerine bomba atılarak öldürdüğü insanları kameradan seyrederken psikolojik izolasyon sağlandığı ve duyarlılıkların öldüğü bir noktadır.

Sanal/imajinatif dünya, insana ahlaksız, erdemsiz, utanmasız düşünmeyi ve davranmayı öğretir, alıştırır. Etik anlayış, gevşemeye uğrar. Öjenizm ise, insanın doğum kalitesini artırma ve en yüksek avantajı sağlama bilimi olarak tanımlanır.

 Posthümanist dönemin getirdiği en önemli sonuçlardan biri olarak sessizce meşrulaşmıştır. Hitler Almanyasında kanunlarda yerini alan bu kabul, rızası olmadan 400 bin kişinin kısırlaştırılmasıyla sonuçlandı. İnsan gen havuzunu iyileştirmeyi amaç edinmiş gibi görünen bu hareket, insanlığın kontrolsüz çoğalmasının insanlık için felaket olduğunu öne sürer.

Topluma yük olacak kimseleri toplumun sırtından almak adına giriştikleri bu hareket, artık doğum öncesi de genleri kontrol etme, hatta doğurganlığın da ortadan kaldırılarak egemenlere tam itaat eden lisanslı tekniklerle üretilmiş insanların çağının başlamasına hoş geldin borusu çalma azmindedirler.

Yapay zekanın da insanlığı kontrol ve abluka altında tutmak yönünde geliştirildiğine dair çarpıcı örneklerle kitabımız sona eriyor. Son söz isimli bölümde ise bu zalimane ve şeytani fikirlerin savunucularından iki alıntı ve bir de uygulama haberi mevcut.

Detaylarına vakıf oldukça görüyoruz ki plan gerçekten çok dehşet verici, oyun cidden çok büyük. İnsanlar bu büyük filin sadece tırnağını görüyor ve cüssesinden habersiz. Yine de biliyoruz ki Rabbimizin ebabilleri tükenmez. “Onlar böyle tuzaklar hazırlayadursunlar, ama Allah da onların tuzaklarına karşılık verecektir. Çünkü Allah, tuzak kuranlara en güzel karşılığı verendir” Enfal Suresi, 30.

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
AHMET HAKAN Çakıcı | 09.06.2022 15:50
Kevser Hanım çok teşekkür ederim. Zahmet ve iltifat etmişsiniz.