metrika yandex
  • $32.19
  • 34.73
  • GA17500

Türkiye'nin Geçmiş Yüzyılı

RÜSTEM BUDAK
20.07.2023

 

Türkiye’nin ve içinde bulunduğu jeopolitik konumun son yüz yıllık hikayesine kulak vermenin ve tarihsel olanaklarını anlayabilmenin yolu,  İbn Haldun’un tarihsel süreç önermesinden geçiyor: devletlerin insan hayatı gibi olduklarını, doğup, büyüyüp ve öldüklerini ayrıca insan ömrü kadar süreleri olduğu düşüncesini temel alan bu önerme modern devletlerin statükoları adına oldukça anlamlı bir saptamada bulunur.

Bizim hikayemize gelince: Osmanlı Devletinin kurumsal ve kamusal olarak yıpranmışlığı beraberinde yeni kurtuluş yollarının aranmasını getirir. Bugünümüze baktığımızda 100 yıl öncekine benzer anayasa tartışmaları ve Balkan- Ortadoğu merkezli geri çekilme sürecini yaşıyorduk. Devletin yeni anayasası tartışmaları sürerken darbe ile başa geçen İttihat ve Terakki, yüz yıl yöneteceği ve birçok hak kazanımının veya kaybının devlet eliyle yapılacağı yeni Türkiyenin temellerini atıyordu.

İttihat ve Terakki kadro olarak cumhuriyet ile birlikte dışlanmış gözükse de son yüzyılın yönetimdeki belirleyici dinamiği olmuştur. Klikçi, darbeci, kendi kendine rol biçen, toplum ve siyaset mühendisliği ile sistem oluşturmaya çalışan, her daim her şeyin sahibinin kendisi olduğunu düşünen, fetihçi gibi görünüp geri çekilmeye hizmet eden anlayış  Türkiye’yi yönetmeye çalıştı.

Yeni kurucu irade, yeni bir kurucu paradigmayı zorunlu kılıyordu. Bu paradigma yüzyıl önce kaba hatlarıyla belli olmuştu. Bu akımlar; İslamcılık, Milliyetçilik, Batıcılık ve Osmanlıcılık idi. Kadrolar bu akımları konjonktürel değerine göre yıkılışı engellemek ve yeniden ortaya çıkmak için araç olarak kullanmaya çalışıyorlardı. Bazen Osmanlıcılık, bazen İslamcılık, bazen de Milliyetçilik kullanılmaya çalışıldı. Devlet için ise asıl olan paradigma değil devletin devamını sağlayacak olandı. Şartlar içinde kullanılmaya en müsait olan seçilmeye çalışılıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu girdiği son büyük savaşlarda tüm gücünü kullanarak geri çekilişi durdurmaya ve var olan şartlar içinde kalıcı olmaya çalıştı.  Devletin paradigma değişimine olan direnci ve kurumların işlevsizliği ise mukadder sonu hazırlıyordu. İç dinamikler de yeni tarih okumasında kendisine biçilen rolü oynamaya başlamıştı bile.

Öte yandan ulus-devlet ilişkisine dayalı yeni bir dünya kuruluyordu. Bu yeni dünya yer-yön, gelişmiş-geri kalmış gibi bölücü tanımlar yapmaktaydı.

Yer olarak Anadolu merkezli asli topraklara geri çekiliş tasarlandı. Bu toprakların son kale olarak görüldüğü için tehdit olarak algılanabilecek tüm unsurların ülke içine ve ülke dışına tehciri gerçekleştirildi. Kürtler, Aleviler ve İslamcılar ülke içinde sürgünlere, baskılara ve dönüştürülmeye tabi tutuldu. Rumlar, Ermeniler ve diğer gayr-i Müslim olanlar ise ülke toprakları dışına çıkartıldı.

Kurulan, sığınılan ve başka bir ifadeyle savunulan Türkiye yeni değer sistemini ve yönetim ideolojisini milliyetçilik temelli oluşturdu. Bu topraklarda yaşayan herkes bu ırkın varlığına göre tasarlandı. Türk dili, Türk vatanı, Türk dini, Türk milleti, Türk askeri… Ulus devlet paradigmasına uygun yeni anlayış oturtulmaya çalışıldı

Dinler ve ideolojiler üzerinde ulus devlet anlayışına göre seçilen dini-ideolojik anlayış dışında olan bütün unsurlar baskıya tabi tutularak değişime zorlandı. Yeni devletin seçimi, tamamen devlet kontrolünde güya Sünni Saltanat ideolojisi- Hanefi anlayışa göre dizayn edilmiş diyanet aracılığıyla hiçbir politik- ekonomik- kültürel teklifi olmayan anlayış üzerinden hareket etmek üzerinden gerçekleşecekti. Bunun için yüzyılın başındaki İslamcı anlayış ve kadronun ortadan kaldırılması hedeflendi. İdeoloji olarak batıcı- kapitalist sistemi benimsemiş kadrolar, buna muhalif gördükleri ve ‘devletin varlığı için tehdit’ olarak gördükleri sosyalizm ideolojisinin mensuplarını da tasfiyeye giriştiler. Bu tasfiye hareketlerinde hiçbir ahlaki, insani ve hukuki zemin gözetilmedi. Kaçırmalar, suikastler, idamlar, mahkemeler, isyan bastırmış gibi katliamlar devam etti.

Medeniyetin en olgun örneklerinin verildiği bu coğrafyada farklı dillerin konuşulması ve ırkların bulunması tarihsel süreç içinde gözlemlenebilecek en doğal olguydu. Ancak yeni düzen tasarıları ve devletin kurucu ideolojisi, yerel dillerin koşulmasına yönelik totaliter baskı ve yasaklar getirdiler. Toplumu, edebiyatı, düşünceyi dilsizleştirdiler, sahip oldukları benzersiz kimliği görünmez kıldılar. Etnik dilleri ve kökenleri, kabul edilen tek dil Türkçe ve ırk olarak Türklük üzerinden yozlaştırmaya giriştiler. Dillerin; eğitim, konuşma, edebiyat, müzik olarak kullanılmasını yasakladılar. Bu yöndeki talepleri isyan, bölücülük, hainlik, işbirlikçilik ile niteleyerek yok etmeye çalıştılar.

Geçtiğimiz yüzyılda artık bir devletin sadece iç dinamiklerle oluşup, hareket etmesini kabul etmeyen küresel güçlerin yönlendirmesine her alanda açık olan bir yapı üzerine kuruldu. Türkiye bu dış dinamikleri ve global etkileri her an içinde hissetti. Her adımda bu dinamikler tavsiye ederek, rol biçerek ve rol vererek devletin hareket etmesini sağladılar. Tehdit algılamaları, suçlar, imkânlar buna göre şekillendi. Küresel bir örgütlenme ve neo-liberal ideolojisinin Türkiye tarihsel arkaplanı olan ülkelerde yarattığı etki; eski imparatorluk rolünden sıyrılması, ekonomik olarak bağımlı bir yapıya dönüşmesi, bağımsız irade sergileyecek akım ve kişilerin etkisizleştirilmesi, uluslararası sahnede görünmemesi ve kendilerince tehdit olarak gözüken devletlerle ilişkilenmemesi idi. Türkiye bu anlamda bazen bu belirtilen sınırları aşmaya çalıştığında güçlü darbelerle özgürlük mücadelesine ket vuruldu, pasifleşti.

Yeni Türkiye’de yön ve coğrafya algısı da değiştirildi. Ortadoğu hiç yoktu artık. Araplara karşı hem siyasal hem de toplumsal bir tepki oluşturuldu. Onlarla ilişkilenmek geri kalmanın göstergesiydi. Balkanlar küresel güçlerin tehdit addettiği sosyalist blok içindeydi. Orta Asya da benzer minval üzere bulunuyordu. Türkiye yüzyıllık bir yalnızlığa mahkûm edildi. Anadolu denilen bir hapishaneye mahkûm edilmiş halde günlerini geçirmesi istendi. Ona açılan tek kapı Avrupa merkezli okullar, tek merkezli siyasal bloklar ve ithalat merkezli gümrükler oldu.

Son yüzyılın Türkiye'si taklit üzere kuruldu. Elbise taklit, düşünce taklit, ekonomi taklit, silah taklit, okul taklit… Var oluşunun değer ve imkânlarını kaybetmiş halde üretim gücünü ve inancını sıfırlamış halde kendisine verilenle yetinen anlayışa evrildi. Yenilgiyi kabul etmiş ve bunu artık zafere giden yola dönük yeni bir sürecin başlangıcı olarak kabul etmemiş, kendisine ait olan her şeyi yok sayarak, ideal olarak gördüğünü taklit üzerinden almaya çalışmıştır.

Bu topraklarda yapılan üretimi, elde edilen hasatı yine bu ülkenin insanlarına çok gördüler . Adil olmayan paylaşım, halkın mülkünü peşkeş çekmeler, yakınına-grubuna yönelik iltimaslar, soyguncu düzen, taşeron üretim, haksız bölüşüm ile geçen yüzyıl sonunda bu kalıpları zorlayacak arayışlar olsa da belki de değişime karşı en güçlü irade bu çevrelerden geldi. Mülkün sahipleri, elde ettikleri üzerinde kimseyi hak sahibi olmadığını iddia ederek %99'a %1 düzeninin korunması sözünü alarak ancak değişimlere onay verdiler.

Kültürel- edebi yanını kendini inkâra dayalı anlayış üzerinden kurmaya gayret etmiştir. Edebiyattan müziğe kadar her alanda sahici, samimi, yerli ve küresel olan bir ölçüt üzerinden değil kendisine ait olanı aşağılayarak işe başlamış, bu anlayış üzerinde olan dile ve düşünceye yönelik her türlü üretime yasaklarla, hapislerle ve soruşturmalarla önü kesilmeye çalışıldı.

Muhalif hareketler değişim süreci için devleti merkeze koyacağına çoğu kez diğer hareketleri hedef aldı. Devlette muhalif hareketlerin birbirlerini tehdit olarak görmeleri için açık ve gizli provokasyonlar gerçekleştirdi. Ne zaman ki muhalif hareketler birbirlerini tehdit değil imkan olarak gördüler ancak o zaman gerçek anlamda değişimin kapıları zorlanmaya başlandı.

Halk iradesini hep gizli tuttu. Açık ettiğinde yediği sopalardan dolayı sadece sorulduğunda sözünü ancak yontarak söyleyebildi. Partiler ve seçim sandıkları dışındaki örgütlenmeler ve sözünü söyleme araçlarını kullanmadılar. Devletin Laik- Dindar, Alevi- Sünni, Müslim- Gayr-ı Müslim, Türk- Kürt ayrımlarına tamamen olmasa da dışardan destek verdi. Tavrını ekonomik temelli duruşlara bağlı olarak belli etti.

Devlet kendisini sivil- askeri vesayetin gücüne dayadı. Bu vesayet sürekli tekrarladığı oyunlara karşı halkta ve muhalif hareketlerde tecrübe sağladı. Her defasında aynı oyunu oynamaya alışmış vesayetçi kadro bazı şeylerin değiştiğini geç fark edebildi. Hâkimiyetin kendilerine verdiği güçle şımarık, hoyrat, kibirli tutumları her bakımdan onları zayıflatmaya başladı.

Devlet neredeyse kendine düşman etmediği her kesimin örgütlü- örgütsüz değişim iradesine karşı koyamadı. Dayandığı paradigmalar ve kurucu ideolojiler halk için olan ideal yapıyı kurmada yetersiz kaldı. Yüzyıldır süren anayasa tartışmalarında ilk defa halk kısmen de olsa kendi anayasasını yapmaya ortak olma iradesini gösteriyor. Başta söz ettiğimiz hak kazanımı ve kaybının devlet eliyle olmayacağı, halk tarafından hak edilmiş haklar düşüncesi Türkiye’nin bu yüzyılında belirleyici görev üstleniyor. İşte Türkiye’nin evveli ve ahiri olmayan, öngörülemez tarihinin kısa bir özeti.

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Vadettin Aktaş | 30.10.2023 20:00
Değişim sürüyor. Millet engel tanımaz. Su olur üstünden aşar, ses olur duyarsın. Kalbini dinle, yakın olduğunu anlarsın. Türkiye yüzyılı başlıyor. Bazıları istemese de.