"Tarih boyunca, baskının kırılgan zincirleri bireyin özgürlük tutkusu karşısında defalarca sarsılmıştır. "
(Emrullah Zorlu, Elmanın Fenomenolojisi, Eski Yeni yayınladı, s: 63)
Tarih boyunca insanlık siyasal anlamda adalet devleti ütopyasının peşinden koşmuştur. Öte yandan adalet devleti arayışı, sürekli gelişen bir arayıştır. Kuşku yok ki, bu arayış, değişen koşullara bağlantılı olarak sürekli yenilenmek durumundadır.
Türkiye siyasal tarihi; hak, hukuk, adalet yerine düzen ve güvenlik eksenli oluşmuştur. Bu anlayış devletin güvenliği ve sürekliliğini bireyin önüne koymuştur. Kuşkusuz güvenlik ve süreklilik ihmal edilemez. Ancak güvenlik ve istikrar ile hak, hukuk ve adalet arasında anlamlı bir denge kurmak gerekir. Son tahlilde bu anlayış devleti hukukun içine taşımakla mümkün olabilecektir.
Tek adam rejimleri muhalefeti fitne gören bir anlayışa sahiptir. Türkiye siyaset tarihinin hafızası bu ilke etrafında şekillenmiştir. Bu nedenle iktidar olanlar muhalefet karşısında genellikle bu tavrı rehber edinmişlerdir.
Sosyolojik anlamda Türk siyaseti, tarihi gelenek dikkatle incelenirse, tek adam hakimiyeti üzerinden kendini inşa ettiği görülecektir. Kurumsallaşma eksik ve yetersiz kalmıştır. Kurumsallaşmanın yetersiz olduğu yerde, iktidar sahibinin kişiliği öne çıkar.
Modern Türkiye tarihi, bir yandan demokrasi ve hukuk arayışını sürdürürken, öte yandan Tek parti ideolojisinin demokrasi içinde kurumsallaşmasının yollarını aradı. Bu arayış, 27 Mayıs darbesinden itibaren sivil iktidarları denetleyen ve sivil siyaset üzerinde bir vesayet odağı olan ordunun gücünü Milli Güvenli Kurulu özelinde kurumsallaştırdı.
1950 yılında Türkiye Tek parti yönetiminden çıkıp demokrasiye doğru adım atınca, bu gelişme, Kemalistler tarafından hoş karşılanmadı. Hatta görece demokrasi dönemi karşı devrim olarak nitelendi.
Türkiye siyasal tarihi, Tek Parti Döneminde inşa edilen devrimler ile demokrasi arasında seçim yapmak zorunluluğunda kaldı. Ya devrimler ya da demokrasi ve hukuk. Çünkü devrimler diğerini içermiyordu.
Öte yandan Türkiye siyaseti, formel anlamda demokrasiye geçiş ile otoriter kültürü bir arada yaşatma ve sürdürmenin sıkıntısını yaşadı. Bu sıkıntı çok sayıda askeri darbe ve müdahaleye zemin hazırladı. Zaman içine sivil yönetimler sistemi demokratikleştirecekleri yerde kendileri otoriter kültürün bir parçası haline geldiler. “Propagandanın hakikati bastırdığı toplumlarda, toplumlarımızda, toplumsal bayağılaşma derinleşiyor, lümpenlik kol geziyor, siyaset ahlaki dil ve yaklaşımlara hayat hakkı tanımıyor, rövanşist siyasetin kişiselleşmesi sebebiyle, iktidar sağduyu sınırlarını aşıyor. Saltanat, iktidar ve tahakküm ayrıcalıklarını kaybetme korkusu yaşayan iktidarlar, büyük/derin/kapsamlı çok boyutlu toplumsal/kültürel çürümeyle yüzleşmek istemiyor. Tek adam rejimlerinde, tek adamlara tapınanlar, adam olmaktan çıkarak, kuklalara dönüştüklerini farketmiyor. Sorgulayıcı bir zihin dünyasına sahip olmadıkları için halklar, köleleşme/kuklalaşma süreçlerini sorun haline getirmiyor, bu alçaltıcı durumdan rahatsız olmuyor." (Atasoy Müftüoğlu, Zihinsel Bir Çöl Manzarası, İslami Analiz, 1 Aralık 2025)
Türkiye ve İslam dünyasında demokrasinin yerleşmemesi konusunda Batılı toplumların ikircikli davranışı büyük rol oynamıştır. Batılı devletler, İslam dünyasındaki tek partili, otoriter ve askeri darbe yönetimlerini, kendi çıkarlarına uygun davrandığı sürece desteklemiştir. Bu da değişimin önünde engel olmuştur.
Otoriter kültür, milliyetçi bir alt yapıya dayanır. Her insan ait olduğu milliyeti sevebilir; burada hiçbir sorun yoktur. Sorun kendi milliyeti dışında olanları nasıl gördüğü ile ilgilidir. Bu yüzden Türk milliyetçilerinin, muhafazakarların solcuların, sosyalistlerin ne kadar faşizme yatkın olduğunun test alanı Kürtlerdir. Türkiye basınında yer alan Barzani değerlendirmeleri ne yazık ki, faşist bir zihin yapısının tezahürüdür.
Aslında temel sorun, siyasal algımızı belirleyen tarihsel paradigma ile yüzleşmektir. Tarihsel paradigmanın egemenliği, otoriterliğe yatkın bir zihin yapısı ve siyasal kültür üretiyor.
Din üzerinden menfaat sağlamak için oldukça hoyrat davranan muhafazakar dindarlık, sadece kendilerine zarar vermemekte aynı zamanda dinin eleştirilmesine de zemin hazırlamaktadır. Bu eleştiriden kaçmak için başkalarını bahane etmek çıkar yol değildir. Başkalarını eleştiri, ancak onların yaptığı hukuk ihlallerini yağmayanların hakkıdır. Eleştirilen kesimin hatalarını aynen tekrar etmek eleştirinin anlamını yitirdiği gibi tutarsızlığı da beslemektedir. İktidara geldiğinde geçmişte eleştirdiklerini yapmak, iktidar sahiplerini çürüten bir kapıyı aralar. Bir siyasal yapıyı iktidarın şehveti ve gücün verdiği üstünlük duygusu sardığında ahlak ve hukuk giderek önemini kaybeder ve silikleşir. Kendilerine ahlak ve hukuk hatırlatıldığında, "artık zaman değişti" diyen, devrimcilikten muhafazakar uyuma evrilen bir zihin dünyası ile yürünecek yollar tükenmiştir.
Dini kendi bireysel veya siyasi çıkarları için araçsallaştırıp, üzerinden maddi menfaat ve kariyer kazanmaya çalışanlara karşı; dinin ahlaki ilkelerini temel alarak yaşamaya, Allah rızasını öncelemeye devam etmek gerekir. Din üzerinden menfaat devşirmenin hesaplarını yapan kişilere karşı, samimiyetin temsilcisi olmak için çaba harcanmalıdır.
Tarihin her döneminde olduğu gibi yeni bir sese ihtiyaç vardır. Bu ses Gazze'deki gibi yerelden çıkıp, bütün ezilenleri arkasına alan küresel bir eyleme dönülmelidir.
İnsanların birbirine tahakkümü ise hakikat arayışından değil, üstün olma güdüsünden ve zalimlikten kaynaklanıyor. Bu durumun siyaset alanına yansıması ise otoriterlik ve baskı olarak ortaya çıkmaktadır. Otoriterliği ve baskıyı önceleyen kişi ve siyaset ise hakikate en uzak siyaseti üretir.
Nasıl bir devlet konusunda Aliya İzzetbegoviç’in Tarihe Tanıklığım adlı eserinde yaptığı analiz ufuk açıcıdır: "İçinde kimsenin inancından, milliyetinden ya da siyasi kanaatlerinden dolayı takibata uğramayacağı bir devlet hedeflediğimizi söylemek isteriz. Bu ilkeye kendimizi adamışız ve onu aziz tutmaya devam edeceğiz. Biri mücadelemizin askeri veçhesiyle; ikincisi ise siyasi veçhesiyle ilgili olan bu iki nitelik sayesinde ve Allah'ın yardımıyla, üç asır önce başlamış olan Müslüman halka yönelik soykırımlar dizisine nihayet bir son vereceğiz..."
Naman Bakaç ile Derkenar...
02.12.2025
Barzani, Cizre'de ağırlandı
01.12.2025
Seyfettin Huca ile Derkenar
09.11.2025
hud hud projesi RESUL UZAR 04.12.2025
Ulucanlar Cezaevi MEHMET YAVUZ AY 24.11.2025
Surelerin Mesajları: KALEM SURESİ -2 OSMAN KAYAER 18.11.2025