metrika yandex
  • $42.52
  • 49.19
  • GA40280

Surelerin Mesajları: KALEM SURESİ -2

OSMAN KAYAER
18.11.2025

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla

1- Nun. Kaleme ve yazdıklarına and olsun. 2- Sen, Rabbin’in nimetiyle cinlenmiş değilsin. 3- Bilakis, senin için kesintisiz bir mükâfat vardır. 4- Ve sen, büyük bir ahlâk üzerindesin. 5- Sen de göreceksin, onlar da görecekler 6- hanginizin fitnelenmiş olduğunu. 7- Şüphesiz Rabbin, kimin kendi yolundan saptığını ve kimin yolda olduğunu en iyi bilendir. 8- Öyleyse yalanlayanlara itaat etme. 9- Onlar, senin onlara, onların da sana yumuşak davranmalarını istiyorlar. 10- Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, 11- çekiştiren, söz götürüp getiren, 12- hayra engel olan, saldırgan, günahkâr, 13- kaba ve kötülük ile damgalı. 14- Mal ve oğullar sahibi olmuş diye 15- kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman “Eskilerin masalları” der. 16- Biz, onun burnunun üzerine damga vurup işaretleyeceğiz. 17- Biz bunlara da belâ verdik, bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi. Hani onlar, sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi. 18- İstisna da etmiyorlardı. 19- Fakat onlar uyurlarken dolaşıcı bir belâ, onu sardı da 20- bahçe kapkara kesiliverdi. 21- Sabahleyin birbirlerine seslendiler. 22- “Haydi devşirecekseniz erkenden ekininize gidin” 23- Yolda yürürlerken fısıldaşıyorlardı. 24- “Sakın, bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın.” 25- Devşirebileceklerini umarak erkenden gittiler. 26- Fakat bahçeyi görünce, “Herhalde biz yolu şaşırdık” dediler. 27- “Hayır, doğrusu biz mahrum bırakıldık!” 28- Vasat olanları “Ben size demedim mi, Rabbimizi tesbih etmeniz gerekmez miydi?” dedi. 29- “Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zulmedenlermişiz!” dediler. 30- Dönüp birbirlerini kınamağa başladılar, 31- yazık bize, biz azgınlarmışız!”. 32- “Belki Rabbimiz, bize onun yerine, daha iyisini verir. Biz Rabbimize yönelir, ondan umarız.” 33- İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise daha büyüktür, keşke bilselerdi. 34- Korunanlar için ise Rableri katında nimet bahçeleri vardır. 35- Biz, Müslümanları suçlular gibi yapar mıyız hiç? 36- Neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz? 37- Yoksa bir kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz? 38- Onda istediğiniz her şeyi buluyorsunuz? 39- Yoksa sizin istediğiniz hükmü verebileceğinize dair, kıyamete kadar sürecek antlarınız mı var üzerimizde? 40- Sor onlara, hangisi bunu savunacak? 41- Yoksa kendilerinin ortaklarımı var? Doğru iseler ortaklarını çağırsınlar. 42- Dizlerin bağının çözüleceği ve secdeye davet edilecekleri gün secde edemezler. 43- Gözleri düşük olarak yüzlerini bir zillet kaplar. Onlar sağlam iken de secdeye davet edilirlerdi. 44- Bu sözü yalanlayanları bana bırak. Onları bilmedikleri yerden derece derece azaba yaklaştıracağım. 45- Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım sağlamdır. 46- Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da ağır bir borç altında mı kalıyorlar? 47- Yoksa gayb, kendi yanlarında da onlar mı yazıyorlar? 48- Sen, Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak seslenmişti. 49- Eğer Rabbinden ona bir nimet yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı. 50- Fakat Rabbi onun duasını kabul etti de onu salihlerden yaptı. 51- İnkâr edenler, zikri işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. “O cinlenmiştir” diyorlardı. 52- Hâlbuki o, âlemler için uyarıdan başka bir şey değildir!

 

Kalem Suresi, Mekke’de indirilen ikinci suredir. Elli iki ayettir. Kalemin ifade ettiği manayı çok iyi kavrayan ilk Müslümanlar, okuma ve yazmanın yok denecek kadar az olduğu bir toplumdan yüz sene içinde dünyanın en büyük kütüphanelerine sahip bir ümmet var ettiler.

Sureden anladığımız kadarıyla kendisine gelen vahyin ilk şaşkınlığını henüz üzerinden atamayan Muhammed (as), müşriklerin cinlendiğini iddia etmesiyle karamsarlığa kapılarak kendisinden şüphelenir. Allah, onun bu tedirginliğini üzerinden atması ve kendisinden emin olması için kalem suresinin ilk ayetlerini vahiy eder. Rabbinin nimetiyle Muhammed (as) cinlenmemiş, bilakis kesintisiz bir ecir ve büyük bir ahlak üzerindedir. Yakında kimin fitnelenmiş olduğu anlaşılacaktır. Zaten Allah, kimin yolda olduğunu ve kimin yoldan çıktığını çok iyi bilmektedir.

İnsan, genellikle eski düşüncelerini değiştirmek istediğinde birtakım tereddütler geçirir. Çünkü alışageldiği hayatı terk etmek zordur. Buna bir de çevrenin baskısı eklenince iş daha da zorlaşır. Bugün de böyle değil mi? Müslümanlığı kuru bir kimlikten ibaret hale gelmiş insanlara Kur’an’ın fikriyatını kabullendirmek ne kadar zor. Onunla ilk karşılaşan, ister istemez bir tereddüt geçiriyor. Ancak bu tereddüt evresinden çabuk kurtulmak gerekir. Neticede fikren tâbi olunacak olan Allah’ın kitabıdır.

İnsan, kendisinden emin olduktan sonra artık yalanlayıcıların sözlerine kulak asıp onlara itaat etmesi yakışık almaz. Bunun için iman eden kişinin yemin edip duran, aşağılık, herkesi kınayarak söz getirip götüren, hayra (İslam’a) engel olan, saldırgan, günahkâr, kaba ve kötülükle damgalı mal ve oğullar sahibi olmuş diye ayetlere eskilerin masalları diyen kâfirlere itaat etmemesi gerekir. Burada dokuz özellikten bahsediliyor ki bunlar bazen bir adamda toplanır bazen de her birisi bir adamın belirleyici özelliği, baskın kişiliği olur. Bunlar Hallaf: yemin edip duran, Mehin: aşağılık, Hemmaz: herkesi kınayan, Meşşain bi nemim: söz taşıyan, Mennain bil hayr: iyiliğe engel olan, Mu’ted: saldırgan, Esim: günahkâr, Utillin: kaba kişi, Zenim: kötülükle damgalı

İnanma konusunda kendisinden emin olan kişi, kâfirlerin uzlaşma tekliflerine bile olumsuz cevap vermelidir. Çünkü kâfirler, genellikle itaat altına alamadıkları şahısları uzlaşma teklifleriyle önce zararsız hale getirip sonra da kimliklerini yok ederek asimile ederler.

Kâfirlere itaat etmesi yasaklanan müminler, öncelikle fikrî itaatten kurtulup zihnî bağımsızlıklarını kazanmalıdırlar. Çünkü yeni bir hayat biçiminin ortaya çıkması, ancak toplumda mevcut olan bozuk veya kötü değerlerin reddedilmesiyle mümkündür. Zaten müşrik toplumlar, düşünce tarzlarını ve değer yargılarını Allah’tan başkasından almaktadırlar. Hem onların değerlerinin kabullenilmesi hem de Allah’a kulluk edilmesi mümkün değildir. Bunun için Allah’a teslim olmak isteyen herkes, öncelikle kafasındaki vahiy dışı düşüncelerin tasallutundan kurtulmalıdır.

Hz. İbrahim’den sonra Mekke, Kâbe münasebetiyle bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Hz. İbrahim’in duası sayesinde zengin olan Mekkeliler, bunun Allah’ın bir lütfu ve nimeti olduğunu unutarak şımarıklık edip Kur’an ayetlerine eskilerin masalları diyerek inkâr ediyorlar. Kur’an-ı Kerim, onlara bahçe sahiplerini misal vererek zenginliklerinin ellerinden alınabileceği uyarısında bulunuyor.

Bahçe sahipleri, Allah’ın kendilerine verdiği ürünlerin hasatını istisna etmeksizin (inşallah demeksizin) mutlaka devşireceklerini ve ondan hiçbir fakire vermeyeceklerini söyleyerek yemin etmişlerdi. Fakat gerçekte mülkün sahibi Allah’tı ve istediğinde yarattıklarını yok edebilirdi. Öyle de yaptı. Mallarına güvenerek isyan etmelerinden dolayı verdiklerini geri alarak bahçelerini simsiyah kesiverdi.

Genellikle insanlar, ortaklaşa yaptıkları işlerin sonucu kötü olduğunda suçu birbirlerine attıkları için bahçe sahiplerinden birisi de “size Rabbimizi tesbih edelim demedim mi?” diyerek arkadaşlarını suçluyor. Fakat içtimai (toplumsal) suç müşterek olduğu için kötülük yapmayan da buna mâni olmadığı için cezalandırılır.

Bahçe sahipleri, yine de insaflı bir toplulukmuş ki ürünlerinin telef olduğunu gördüklerinde hatalarını anlayarak Rablerini tesbih ediyorlar. Ama tarihteki pek çok topluluk zulüm içinde olduklarını kabul etmedikleri için helak edilmiştir.

Bu misal ile Allah, Mekkelilere küfürlerinden ötürü dünyada azap edebileceği gibi ahirette de azap edeceğini bunun daha da büyük olduğunu hatırlatıyor. Muttakiler için cennetlerin olduğu günde Müslümanlarla mücrimlerin (kötülük yapanların) bir tutulmayacağı, hatırlatılıyor. Onlara neye göre hüküm verdikleri, uydurduklarını kitaplardan mı okudukları yoksa istedikleri hükümleri verebileceklerine dair Allah’la bir sözleşmelerinin mi olduğu, eğer böyle ise bu iddiayı kimin savunacağı sorularak yaptıklarından vazgeçmeleri isteniyor.

İnkârda diretenler ise, işlerin zorlaştığı kıyamet günü secdeye davet edildiklerinde secde edemeyecektir. Dünyada iken secde etmedikleri için gözleri düşük, yüzlerini bir zillet kaplamış olarak haşir olunurlar.

Zenginliklerinden ötürü iman etmeye yanaşmayan müşriklere, inkârlarının sebebi olarak Resulullahın kendilerinden ücret mi istediği sorularak, onların mallarını kaybetme korkularının anlamsızlığı da vurgulanır.

Surenin son kısmında Resulullahın mücadelesinde takip etmesi gereken yöntem konusu işlenir. Davetin başlangıcında herhangi bir güce sahip olmayan Resulullah, inkârcı muhataplarıyla fiili bir mücadeleye girmemeli, onları tek olarak yaratan Allah’a havale etmelidir. Zaten Allah, onları farkında olmadıkları biçimde yavaş yavaş azaba yaklaştıracaktır. Resulullahın ilk tebliği ile karşılaştıklarında hiç düşünmeden onu reddeden Mekke’nin ileri gelen müşrikleri, cesetlerinin Bedir çukurunda toplanacağını elbette ki akıllarına bile getirmemişlerdi. Ama Allah, onları tebliğin ilk günlerinde ciddiye almadıkları Muhammed’in (as) eliyle cezalandıracaktır.

Onun için Hz. Muhammed, balık sahibi Yunus (as) gibi aceleci değil, sabırlı olmalıdır. Çünkü sosyal değişimlerde aceleci olmak başarısızlıkla sonuçlanır.

Ancak sabretmek, bazılarının zannettiği gibi beklemek, zulmü kabullenmek, boyun eğmek değildir. Sabretmek, amaca ulaşmak için çalışırken karşılaşılacak güçlüklere göğüs gererek ve tahammül ederek yola devam etmektir.

Çünkü gerek Resulullah gerekse İslâm davetçileri, Allah’ın hidayetini insanlara ulaştırmaya çalışırken mutlaka onların engellemeleri ile karşılaşacaklardır. Onlar bu durumda sabır adına daveti kesintiye uğratmamalılar. Bilakis engelleri yavaş yavaş aşarak görevlerini gerçekleştirmelidirler.

Surenin son iki ayetinde müşriklerin işitmeye bile tahammül edemedikleri Kur’an’ın aslında bütün insan topluluklarına uyarıdan başka bir şey olmadığı söylenerek, reddettikleri şeyin farkında olmadıkları vurgulanır.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş