"Şirk dininin her zamanki çabası şu olmuştur: Tabiat ötesi inancı, ilah veya ilahlara olan inancı, ahiret inancını ve mukaddesata olan inancı kullanarak; gaybi güçlere olan imanı tahrif ederek, kısacası bütün dinî ve itikadi esasları kitabına uydurarak ve tahrif ederek mevcut durumu meşru göstermek ve temize çıkarmak. Yani dini kullanarak halka; "Sizin toplumunuzun içinde bulunduğu durum, olması gereken bir durumdur." inancını kabul ettirmek... Zira sizin bu durumunuz, Allah'ın iradesinin bir tecellisidir, takdiri ilahi böyleymiş, sizin ve toplumunuzun alınyazısı böyle çizilmiş."
(Ali Şeriati, Dine Karşı Din, Sayfa 27 - Fecr Yayınları)
Modern dünyada dindarların içine düştüğü trajik durum, bir çıkış yolu aramalarına neden oldu. Sosyal hayattan siyasete yaptıklarını dine onaylatmak zordu. Ancak yaptıklarından dolayı vicdanları da rahat değildi. Bu yüzden yaptıklarını onaylayacak bir dini söyleme ihtiyaç duydular. Bu dini anlayışı da kısa sürede oluşturmayı başardılar. Artık oluşturdukları yeni dini anlayışları yaptıkları kötülükleri engellemiyordu. Çünkü bu yeni dini anlayış, iman ile eylemin ilişkisini koparmış, yaptıkları hiçbir kötülüğü imanlarına zarar veremez hale getirmişti. Din büyük ölçüde gündelik hayattan çekilmiş, din ile hayat arasındaki bağlantı kopmuştu.
Öte yandan ibadet ile ödül arasındaki denge bozulmuş, ne kadar haksızlık yaparlarsa yapsınlar kutsallaştırılan özel kandil gecelerinde bir yıllık günahları affedilme imkanına kavuşmuştu. Kolay affedilme inancı günaha karşı olan duyarlılığı önemli ölçüde azalttı. Ürettikleri geleneksel / muhafazakar din anlayışı gerçek dinin yerini aldı. Artık inandıkları din Hz. Muhammed görse tanımayacak hale gelmişti. Aynı kavramsal sistemi kullanmalarına karşı, dine karşın yeni bir din üretilmişti. Bu din ile gerçek din savaş halindeydi ve onunla mücadele etmek düşmanla mücadele etmekten zordu. Ali Şeriati’ye göre: "Dost görünüşlü bir düşman olan, takva ve tevhid elbisesi içindeki şirk ile mücadele etmek zordur."(Ali Şeriati, Dine Karşı Din, Fecr Yayınları)
Muhammed İkbal, dinin bütünselliği bağlamında, " İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası" adlı eserinde şu ifadelere yer verir: "Din, bir tek alan meselesi değildir, din, ne sadece fikir ne sadece his ne de sadece ameldir, aksine insanın bütününün ifadesidir."
Peki, insanı hayattaki sorumluluklarından uzaklaştıran bu dini kim ve hangi yapı inşa etti? Ali Şeriati'nin deyimiyle bu dini şu anlayış sahipleri inşa etmiştir: "Eğer bu dünyada bir lokmaya, bir kuru ekmeğe, bir aşa sahip değilsen, sabret, öte dünyada cennetin sofraları önüne serilecek!" diyen kimseler inşa etti bu dini."(Dine Karşı Din) Böylece toplumda aynı kavramsal sistemi kullanan ancak amaçları farklı iki dini söylem ortaya çıktı.
Kuşku yok ki, dini anlayışın farklılaşmasının sosyolojik sebepleri vardır. Son yıllarda dindarların yaşadıkları dünyevileşme yeni bir din anlayışının ortaya çıkmasına neden oldu. Bu yeni din anlayışı, inanç ile amelin(eylem) ilişkisini kesti. İnsanlar gündelik eylemlerinde dinin kendilerine yüklediği ahlaki sorumlulukları önemsemeden hayatlarını sürdürmeye başladılar. Kuşkusuz bu dindarların yaşadığı en büyük krizi tetikledi. Bu kriz, insanların hakikate, temsil ettikleri değerlere yabancılaşma krizidir.
Dini söylem, toplumsal adaletsizlik, ekonomik yolsuzluk ve ahlaki duyarsızlıkları örten bir işlev görmemelidir. Din, toplumu ifsad eden kötülüklere karşı bir duyarlılık hali, bir mücadele biçimidir. İnsanın onurunu koruma mücadelesidir. Din, bir olumsuzluğu maskelemek için kullanılan ideolojik söyleme dönüşmemelidir.
Allah’ın sınırlarını çizdiği ( hududullah) ahlaki bilinç, müslüman bireyin eylemlerinin meşruiyet çerçevesini çizer. Bu çerçeve Müslümanları bilgi, varlık, ahlak ve sanat anlamında liberal, sosyalist, milliyetçi, ulusalcı, faşist ve ırkçı ideolojilerden farklılaştırır. Kur'an'da " Ey iman edenler" diye başlayan tanımlama bir Müslümanın yaşamında ilke edineceği ahlaki sınırları belirler. Müslümanlar, hangi konumda bulunursa bulunsun bu sınırları dikkate alarak davranmakla yükümlüdür.
Din hayattır. Hayatın hiçbir alanı, Kur'an'ın insana yüklediği ahlaki sorumlulukları ortadan kaldıramaz. Bu yüzden "din-siyasetten ayrılmalıdır" ifadesinin hiçbir ahlaki karşılığı yoktur. Bu teklif siyasete girdiğinde inancının sana yüklediği ahlaki sorumlulukları unut anlamına gelir.
Dini değerlerini siyasette samimi bir şekilde temsil edilmesine kimse karşı çıkamaz. Karşı çıkılması gereken dinin siyaset için istismar konusu yapılmasıdır.
Din hayatın her alanında Allah’ın rızasını kazanmak için uyulması gereken ahlaki kuralları belirler.
Öte yandan insanın Allah’ın rızasına uygun yaşamaktan azade olduğu hiçbir eylemi yoktur. Bu yüzden din orayı ilgilendirmez diyeceğimiz hiçbir alan ve eylem olamaz. Müslümanlar hangi çağda ve nerede yaparlarsa yaşasınlar, Allah'ın kendilerini yarattığı, denetlediği ve sorgulayacağı bilinci içinde olmalıdır. Bu bilinç müslüman kişiye belirli sorumluluklar yükler.
Ne söylenirse söylensin, tarih felsefesi açısından hayat bir hak- batıl mücadelesidir. Önemli olan bu tarihsel süreçte bulunduğumuz konumdur. Bize yüklenen sorumluluk hakkın yanında durmak onun savunuculuğunu yapmaktır. İslam, bireyin Allah -tabiat-insan karşısındaki konumunun ahlaki sınırlarını belirler. Bu sınırlar insanın ahlaki sorumluluğun kaynağıdır. Kuşkusuz diğer din ve ideolojiler de insanın konumunu belirlemeye dönük bir sistem içerirler. Hakikat arayışı insanın en kadim arayışıdır. Felsefe, bilim, sanat ve din bu arayışın duraklarıdır. Allah, insanı bu arayışta bilgisiz, değersiz ve donanımsız bırakmamıştır. İnsanın yaratılış kodlarına bu arayışın ipuçlarını kodlamıştır. İnsana özgürlük ve akıl gibi iki ayrıcalık vermiş ve yargılanmasına mazeret olarak sunacağı hiçbir değer kalmamıştır. Asıl olan insanın yeryüzündeki macerasında takınacağı tavır alacağı tutumdur. Bu turunda kendisine yardımcı olacak değerler vahiy, akıl ve iradedir. Yani inanç, özgürlük ve düşünce.
Bir müslüman elbette dininin kendine yüklediği ahlaki parametrelerin ışığında hayatını yaşama gayreti içinde olmalıdır. Siyasal alan da buna dahildir. Hiç kimse bir Müslümana siyaset yapmak istiyorsan inançlarını karıştırma teklifi yapamaz. Çünkü Kur'an'ın ahlaki ilkelerinin askıya alınacağı bir alan yoktur. İnsan her eyleminden Allah'a karşı sorumludur.
Bir haksızlığı dile getirmenin rakiplerinin işine geleceği gerekçesiyle ertelenmesi, Türkiye siyasetinde çok rastlanan bir durumdur. Oysa bu durum, mücadele kazanıldığında, kazananlar önündeki en büyük engele dönüşür. Çünkü zarar verecek gerekçesiyle görmezden geldiğimiz durum, daha büyük ihlallere yol açar ve sürekli bizden zarar gelmesin gerekçesiyle susmamız istenir. Ama bu haksızlıkların daha çok olmasından başka bir ile yaramaz. Sosyolojik bir yasadır; içeriden çürüyen bir davayı ayakta tutmak imkansızdır.
Müslümanlar; adaletsizliğin, yolsuzluğun, adam kayırmanın, baskının ve zulmün parçası ve destekleyicisi olmamalıdır. İçinde bulundukları parti, cemaat, grup bunu yapıyorsa, onlara karşı da eleştirel ve sorgulayıcı davranmalı, ıslah edici bir rol üstlenmelidir. Kardeşini bir kötülük yaptığında engellemek ve uyarmak da önemli bir görevdir. İçinde bulunduğumuz parti ya da kuruma zarar gelir diye üzerini örttüğümüz, görmezden geldiğimiz veya hoş gördüğümüz her olay, içinde bulunduğumuz yapıyı daha fazla çürütür. Ahlaktan uzaklaşarak içinde bulunduğumuz yapıya hiçbir pozitif katkımız olamaz.
İktidara geldiğinde " birazda biz faydalanalım" mantığı İslami bir mantık değildir. Bu mantık her tür ahlaki ihlale ve harama kapı aralar. Oysa dindarlar adaleti sağlamak ve zulmü önlemek üzere iktidara gelirler. Muhalefetteyken haklı olarak mücadele ettikleri sistemin parçası ve savunucusu haline gelmek kuşku yok ki, temelde bir ahlak sorunudur. Yaşadığımız günler dindarların derin bir ahlak zaafı olduğunu gösteriyor. Bu zaafı bizden olmayan, mücadele ettiğimiz ötekileri suçlayarak gideremeyiz. Yapmamız gereken bizim farkımızı ortaya koymaktır. Ahlaki üstünlük kaybolduğunda hiçbir kazanımın anlamı kalmıyor.
Müslümanlar, kendilerini ve insanlığı ilgilendiren bütün sorunlara müdahil olmalıdır. Gazze başta olmak üzere küresel ölçekte Müslümanlara yapılan zulüm ve haksızlıklar, yoksulluk, gelir dağılım adaletsizliği, liyakatsizlik, insan hakları ihlalleri, otoriter iktidarlar, dini istismar ve araçsallaştırma ile mücadele etmelidir. Ancak bu anlayış insanların dış düşmanlara karşı mücadelesini engellememelidir. Kuşkusuz Gazze önceliklidir ve ümmetin en önemli sorunudur. Çünkü bu sorun insanların yaşamlarına mal olmaktadır.
Yaşadığımız olumsuzluklar İslam’ın krizi değil, Müslümanların zaaflarından kaynaklanan krizdir. Dolayısıyla İslam’ın değil, Müslüman aklın krizi vardır. “İslâm yaşayan bir yapıdır ve bu yapının gelişimi hiçbir zaman sekteye uğramaz. Herhangi bir zaman diliminde, insanlığın maruz kaldığı bir probleme çözüm üretirken tökezlemez. Eğer İslâm'ın kriz içerisinde olduğu izlenimi uyandıran bir döneme rastlarsak bu durum bize, dinin temel sabiteleri ve gelişen insan aklı arasında kurgulanan etkileşim denkleminin bozulduğunu gösterir. Temel sabiteler tam ve eksiksiz olduğuna göre mesajın kendisi değil, mesajla mükellef kılınan akıl bir kriz ve durgunluk yaşıyor demektir.” (Wadah Khanfar - İlk Bahar: Hz. Peygamber’in Hayatına Dair Stratejik ve Siyasi Bir Okuma, 25)
Türkiye'de, din siyaset ilişkileri konusunda, laik seçkinlerin en çok kullandıkları argüman " dini siyasete alet etmek" cümlesidir. Bu eleştirinin haklı tarafının bulunduğuna kuşku yok. Ancak burada asıl amacın, bu cümle üzerinden dinin tam anlamıyla siyaset alanının dışına taşınması olduğunu unutmamak gerekir. Dahası bu cümle ile dini bir konuyu dile getirmek bile istismar ve siyasete alet etmek olarak yorumlanmaktadır. Kuşkusuz bu yaklaşımın Türkiye modernleşmesi süreciyle derin bir bağlantısı var. Dini hayatın dışına atmak isteyen yaklaşım din ile ilgili dile getirilen her konuyu içeriğine bakmaksızın reddetme eğilimine giriyor. Sonuçta din onu istismar edenlerle reddedenler arasında sıkışıyor.
Modern zamanlarda Müslümanların iki büyük sorumluluğu var:1- İslam'a karşı yürütülen küresel ve yerel saldırılara cevap vermek. 2- Mensup oldukları inancı layıkıyla temsil edecek bir bilinç seviyesine ulaşmak.
Davanın temel ahlaki ilkeleri ihmal edilerek devam edilen yol, davaya hizmet etmez; olsa olsa davayı çürütür.
İyi bir İNSAN: Aliya|Mehmet Doğan
19.10.2025
Pakistan ve Afganistan arasında ateşkes
19.10.2025
Challenge diyen bir Tarihçiye / Fuad Durgun
23.10.2025
İngiltere’de Zirvede Hangi Türkler Var?
30.09.2025
Sünnet Üzerine YUSUF YAVUZYILMAZ 19.10.2025
gazze mahkemesi ay’ı RESUL UZAR 21.10.2025
DİNDARLARIN TRAJEDİSİ YUSUF YAVUZYILMAZ 25.10.2025
Sumud: Dünyanın Vicdanı YUSUF YAVUZYILMAZ 06.10.2025
Atasoy Ağabey/Ak Saçlı Bilge TALİP ÖZÇELİK 15.10.2025
Üstad'ın Psikanalizi Dr. MEHMET SILAY 09.10.2025
Cumhuriyet Sonrası İslamcılık YUSUF YAVUZYILMAZ 12.10.2025