Bir dine inanan, hayatını onun ilkeleri doğrultusunda pratiğe aktararak ve gündelik yaşantısını yönlendirmeye çalışan, dini metinler ile varlık alemi arasında anlamlı bağlantılar kurmak isteyen zihinler, daha üst entelektüel düzeyde dini metinlerin ( Kur'an ve Sünnet) anlaşılması ve yorumlanması ile ilgilenmişlerdir.
Dini metinlerin anlaşılıp yorumlanmasını mesele eden herkes, bu metinlerin arka planında yer alan maksatları bilmek zorundalar. Dini metinlerin anlaşılıp yorumlanması üzerine yapılan tefsir, tevil, şerh ve haşiye geleneği büyük bir külliyat oluşturmuştur. Temel metinleri değerlendirirken başka zihinlerin konuya yaklaşımından yaralanmak yeni pencereler açacaktır. Her yeni yorumlama denemesi yeni bir yaklaşım oluşturur. Anlama yorumlamada temel sorun, bizim metinden anladığımız şeyin Allah ve Peygamberin anlatmak istediği şeyle ne kadar örtüştüğüdür. Bu amaç doğru anlama ve yorumlama çabasını da beraberinde getirmiştir.
Yorumlama faaliyeti Kur'an üzerinden yapıldığında, ortada değişmeden kalan bir metin olduğu için, metin üzerinde bir kuşkunun olmaması, sorunu yorumlama alanına aktarmaktadır. Oysa Sünnet ve hadis konusunda bizi ek bir sorun daha beklemektedir. Bu sorun metinde dile getirilen ifadelerin gerçekte Hz. Peygambere ait olup olmadığı sorunudur.
Hadis ve Sünneti yorumlananın amacı, vahyin muhatabı olan ve onu tarihsel zemine buluşturan uygulamalara imza atan Peygamberin, vahyi siyasal, ekonomik, ahlaki ve sosyal sahaya nasıl aktardığını tespit etmektir. Bu tespitin doğruluğu hayati derecede önemlidir.
Kuşku yok ki, dini metinleri okuyup anlama konusunda farklı yaklaşımlar öne çıkmaktadır. Özellikle lafızcı yaklaşımın doğurduğu sorunları aşmak için yeni bir yaklaşım zorunlu görülmektedir. “Bütün dini metinleri yorumlarken önümüze iki yorum tarzı çıkar: Literal( lafızcı ) yorum ve mekasıt anlayışını temel alan gayeci yorum. Hadisin arkasındaki ve amacındaki hikmeti ihmal eden lafzi yorum daima sorunlu ve tehlikeli olmuştur. Muhammed Gazali, lafzi yorumun sakıncasına işaret etmiştir: ' Gerçekten İslam ümmeti, tarih boyunca hadis ve Sünneti yanlış anlamak ve yorumlamaktan kaynaklanan zararı, uydurulan binlerce mevzu hadisten çekmemiştir.' ( Aktaran Mehmet Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Otto yayınları s: 29)
Hadis ve sünnet üzerinden yürüyen tartışmanın bu kadar yaygın olmasının altında konunun hangi yöntemle ele alınacağı konusunda yaşanan tartışma yer almaktadır. “Hadis ve Sünnet konusunda iki konu öncelikli olmalıdır: " Biri, orijinal lafızların Hz. Peygamberden günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmiş olması; diğeri de bu lafızların kanun vazetmek gayesiyle telaffuz edilmiş olması. Oysa hadis metinlerinin tamamının Hz. Peygamber'in ağzından çıktığı gibi bize gelmediği, ekseriyetin mana ve rivayet edildiği bilinen bir gerçektir." ( Mehmet Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Otto yayınları, s: 32)
Hadisi doğru yorumlama konusunda, hadislerin ortaya çıkış sebepleri, tarihle buluştukları ortam, illet ve amaç son derece önemlidir. Kuşku yok ki, uydurma hadislerin tespiti de son derece önemlidir. İslam tarihi boyunca bütün alimler bu konuda görüş bildirmişlerdir. Bunlardan biri olan "Gazali kitabının sonunda bu sağlam yöntemi ve metodu yakalananlara şu üç nasihatte bulunur:
1- Hiç kimse - hangi yöntemi takip ederse etsin- her şeyin künhüne ve hakikatin tüm bilgisine vakıf olduğunu zannetmesin.
2- Hiç kimse akıl burhanını asla yalanlamaya kalkışmasın; zira akıl yalan söylemez.
3- Şayet dini bir metin farklı yorumlara açıksa yorumları teke indirgememek gerekir; zira Allah ve Resul’ünün muradı hakkında zan ile hüküm vermek doğru değildir. “ ( Mehmet Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Otto yayınları, s: 308 309)
Kuşku yok ki, Hz. Peygamberin üzerinden yürütülen uydurma hadis sorununu ortaya çıkaran sosyolojik nedenler vardır. Bunlardan biri hadislerin büyük çoğunlukla sonradan yazıya geçirilmesidir. "Hz Peygamber'in sözleri sonradan yazılmıştır. Bu nedenle de birçok uydurma sözler ona İsnad edilmiştir. Hadislerden yararlanırken çok dikkatli olunmalıdır. Şurasını hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak gerekir ki, Hz. Muhammed'in sözleri asla Kur'an ile çelişmez, Kur'an'a ters düşmez. Çünkü onun görevi Kur'an'a ters düşmek değil, aksine ona uygun hareket etmektir. " (Salih Akdemir, Tarih Boyunca Kur'an'da Kadın, İ. A. D, sayfa 264)
Hadisleri değerlendirme konusunda Kurana uygunluk merkezi bir değerlendirme ilkesidir. Çünkü bir hadisin Kur’an’a aykırı olması teorik açıdan mümkün değildir. "Aslında hadisleri değerlendirmede Kur'an'ı temel Kriter olarak almak, geçmiş İslam alimlerinden birçoğu tarafından da benimsenmiş bir yöntemdir. Bugün bize düşen bu geleneği -yani hadisleri değerlendirmede Kur'an'ı temel Kriter kabul eden ve başta Hz Ayşe'nin uyguladığı bu yöntemi- daha da geliştirerek sistemli hale getirmek olmalıdır. " (Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara Okulu Yayınları, sayfa 280)
Öyle görülüyor ki Kur’an ve Sünnet arasındaki ilişkiyi sağlam bir temele oturtmak gerekmektedir. Böyle bir anlayış yaşanan tartışmaları büyük ölçüde bitirecektir. " Kur'an'ı Sünnetin temeli ve Sünnet'i de Kur'an'ın bir açılımı olarak gören böyle bir yaklaşım, hem Sünnet'i kabul etmekle Kur'an'ın ikinci plana düşeceğinden endişe eden eğilim sahiplerinin endişelerini giderecek, hem de Sünnet'i kabul etmenin Kur'an'dan kaynaklanan bir zorunluluk olduğunu kabul ederek, Sünnet'in reddedilmesinden endişe eden eğilim sahiplerinin endişelerini izale edecektir. " (Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara Okulu Yayınları, sayfa 247)

Hz. Ömer zamanında yaşanan bir tartışma konuya ışık tutacak özelliktedir. "Hz Ömer bir cuma hutbesinde, kadınların fazla mihir istemesi ile evlenmenin zorlaştığı ve bunun fuhuşa sebebiyet vereceği, bu nedenle kadınların evlenmeyi kolaylaştırmaları ve mihri azaltmaları gerektiği şeklinde bir görüş beyan etmişti. Cemaatin arka kesiminden bir kadın kalkarak; "Ey Ömer! Allah bizim mihirlerimiz hakkında 'onlardan birine ölçek ölçek mihirlerini verdiğinizde geri almayın buyuruyor. Sen ne diye bizim hakkımızda hakkımıza riayet etmiyorsun?" deyince Hz Ömer Az önceki görüşünden döndü. Bir rivayette Hz Ömer'in bu ayetten habersiz konuştuğuna hayıflanıp üzüldüğü nakledilmektedir." (Ahmet Keleş hadislerin Kur'an'a Arzı, İnsan Yayınları, sayfa 46) Bu noktada ortaya atılan bir iddianın denetim mekanizması Kur’an olmaktadır.
Bu anlatımdan çıkarılacak sonuçlar şunlar olmalıdır:
1- Kadınlar aynı ortamda siyasal liderin karşısındadır. Bu kadınları dışlayan siyasallığa tepkidir.
2- Kadın, yöneticinin fikrine karşı eleştirel bir duruş sergilemektedir. Bu açık toplum örneğidir.
3- Yönetici itiraz eden kadını haklı görmektedir. Bu önemli olanın itiraz eden kişinin cinsiyeti veya toplumsal konumu değil, söylediği sözün doğruluğudur.
4- Hukuk anlamında yönetici veya yönetilen arasında bir fark yoktur.
5- Halk ile yönetici arasında aşılmaz duvarlar yoktur.
6- Sahabe zihni, iddia sahibi iktidarın en tepesindeki iktidar sahibi bile olsa, iddiayı Kur'an'a arz etmektedir. Bu noktada söz konusu plan hukuk bilincidir.
Sünnete yaklaşım konusunda uyulacak metodoloji son derece önemlidir. Kur’an’a muhalif olan ifadelerin kabul edilmeyeceği açıktır. "Allah'ın kitabını ve Resul’ünün (s.a) sünnetini, unutup unutmadığını bilmediğimiz bir kadının rivayeti için terk edemeyiz". Hz Ömer, Fatıma bin Kays'ın, boşanmış kadının nafaka ve sükna hakkı ile ilgili rivayetini, Kur'an'a muhalefeti nedeniyle reddetmektedir. Hz Ömer'in, kabul edip amel etmediği Bu hadis ile ilgili mevcut rivayetlere baktığımızda, hadisin sahih olarak nakledildiğini ve hadis külliyatında yer aldığını görmekteyiz Buhari şarihi Ayni ve İbni Hacer'in ve Müslim şarihi Nevevi'nin naklettiklerine göre bu rivayet sahih olarak nakledilmiştir." (Hadislerin Kur'an'a Arzı, Ahmet Keleş, İnsan Yayınları, sayfa 32)
Önemli bir konu da Sünnetin evrenselliği meselesidir. Bu nokta Sünnetin lafzi değil, mekasıt maksatlı okunmasını zorunlu hale getirmektedir. Bu noktada Muammer Bayraktutar’ın değerlendirmesi son derece yerinde bir değerlendirmedir: " Şu halde sünnetin örnekliği, evrenselliği ve sürdürülebilirliği ancak siret ve sünnette gözetilen ilkelerin hayata geçirilmesi ile mümkündür." ( Hz. Peygamber'in Kriz Yönetimi, Muammer Bayraktutar, Otto yayınları, s19)
Kuran ve Sünnet bütünlüğü İslam düşüncesi açısından son derece önemli bir ilkedir. Bu bütünlük İslam dünyasının karşılaştığı sorunların çözümünde bir hayli önemlidir. "İslam dünyasının ve insanlığın ihtiyaçlarına cevaplar vermesi ve sorunlarının çözümüne katkı sunması için bu ilkelerin tespiti hayati bir öneme haizdir. Bu ilkeler ise şüphesiz Kur'an'da ve Hz. Peygamber'in siret ve sünnetinde yer almaktadır. Hz. Peygamber'in siretinde tecessüm eden Kur'an'ı yaşayış biçimi onun sünnetinde vücut bulmuştur. O halde evrensel Nebevî ilke ve sünnetlerin tespitinde Kur'an - sünnet, Kur'an- siret, siret- sünnet bütünlüğünü gözetmek son derece önem arz etmektedir."
( Hz. Peygamberin Kriz Yönetimi, Muammer Bayraktutar, Otto yayınları, s: 20)
Kuşku yok ki, Sünnet üzerinde yürüyen tartışmanın en önemli nedeni uydurma hadislerdir. Bu faaliyet daha sonra çok sayıda tartışmaya temel oluşturmuştur. Uydurma hadis faaliyetinin sosyolojik ve psikolojik nedenleri vardır. "Hadiseleri olduğundan çok daha farklı bir mahiyette aksettirmek, kendilerine sevgi ve sempati beslenen şahısları aşırı ifadelerle methetmek insan tabiatının çeşitli zaaflarından biridir. Bu nevi hareketlerin, çoğu zaman maddî veya manevî birtakım hesaplar uğruna yapılmış olması da bu zaafın bir başka tezahürüdür. İnsanları mübalağacılıktan da öte yalancı durumuna düşüren bu sıfatın, mevzu hadislerin doğup gelişmesinde büyük tesiri olduğu muhakkaktır Çünkü Hz. Peygamber'in kudretli şahsiyeti ve ayrıca ilahi yardımlarla desteklenmiş olması, onun, hem ashabı hem muasırları ve hem de daha sonraki nesiller tarafından üstün bir varlık olarak kabul edilmesini temin etti. Resul-i Ekrem'in Müslümanlar arasındaki bu farklı kabulünü ve müessir şahsiyetini, dâvaları adına istismar etmek hevesiyle harekete geçen samimiyetsiz nice şahıslardan başka, İslâm'a hizmet etmek düşüncesiyle cahil birçok Müslümanlar da, icat ettikleri yığın-yığın söz ve davranışları ona isnad etmeye yeltendiler."
(Mevzu Hadisler, Yaşar Kandemir, s.11)
Hadisin ne anlama geldiği konusundaki yaklaşım hadis tartışmalarına katkı yapacaktır. Ebu Zeyd'e göre asıl sorun Sünnetin "'Şerh edici, açıklayıcı metin' olma niteliğinden, 'yasa koyucu metin olma niteliğine intikal ettirilmesidir." Gerçekten de hadis, Kur’an’ı açıklayıcı metinler olarak anlaşılmalıdır. Hadisi, Kur’an’ın toplumsal hayat alanındaki sosyolojik açılımının ötesine taşımamak gerekir. Bu anlamda hadis, Kur’an’ı açıklayan metinler olarak görülmelidir. Hadisin bu kapsamı aşması içinden çıkılmaz sakıncalar doğuracaktır. Bu sakıncalardan kurtulmak hadisin konumunu sağlıklı değerlendirmekten geçmektedir.
Yazarımız Osman Kayaer Emekli Oldu
18.10.2025
İyi bir İNSAN: Aliya|Mehmet Doğan
19.10.2025
İran raporu Meclis'te tartışma çıkardı
18.10.2025
Uyuşturucuya bağlı ölümler yüzde 42 arttı
18.10.2025
Sünnet Üzerine YUSUF YAVUZYILMAZ 19.10.2025
gazze mahkemesi ay’ı RESUL UZAR 21.10.2025
Sumud: Dünyanın Vicdanı YUSUF YAVUZYILMAZ 06.10.2025
Atasoy Ağabey/Ak Saçlı Bilge TALİP ÖZÇELİK 15.10.2025
Üstad'ın Psikanalizi Dr. MEHMET SILAY 09.10.2025
Cumhuriyet Sonrası İslamcılık YUSUF YAVUZYILMAZ 12.10.2025