metrika yandex
  • $41.66
  • 48.93
  • GA36680

Siyaset Kader ve Sorumluluk

YUSUF YAVUZYILMAZ
27.09.2025

 

Sürekli ötekini suçlayarak inşa edilen bir siyasal söylemin bir aşamadan sonra fazla etkili olmayacağı açıktır. Kuşkusuz ötekinin tarih boyunca yaptıklarından duyulan öfke ve endişe, siyasal söylem inşa etmek anlamında, önemli bir veridir. Ancak, bir noktadan sonra, ötekinin ne yaptığından çok bizim ne yaptığımız çok daha belirleyicidir. Tam bu noktada dindarlar, kapsamlı bir iç eleştiri bir tevbe faaliyetine girişmeleri gerekiyor. Başkalarının işledikleri suçlar ve günahlar bizi aziz yapmaya yetmez. Belirleyici olan bizim yaptıklarımız ve yapamadıklarımızdır. Bu hesaplaşma yapılmadıkça, sorunların kökenine inip cevap aramamız güçleşecektir.

Dindarlar, kendi yaptıklarını kaderin hükmünü icra etmesi üzerinden yorumlayamazlar. Kader ölçü demektir. Allah'ın neyin nelere yol açacağı konusunda koyduğu Sünnetullaha kader diyoruz. Yoksa yaptığımız yolsuzluğu, adaletsizliği, liyakatsizliği, hukuksuzluğu ve her tür olumsuzluğu kader üzerinden yorumlayamayız. Kaderin ölçüsü şudur: "Bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah da onlar hakkındaki hükmünü değiştirmez. "(Rad 11)

Kader, bir siyasal iktidarın hatalarını meşrulaştıracak bir söylemin inşasında kullanılamaz. Böyle bir siyasal algı sorumlu olması gereken insanı edilgin bir konuma düşürür. Çünkü insan elinde hiçbir özgürlük olmayan, geçmişte yazılanı oynamak zorunda olan, iradesiz ve güçsüz, bir varlık değildir.

Dindarlar, yaptıkları veya yapamadıklarının karşılığını görüyorlar. Kader, onlara ne yaparlarsa hangi sonuçla karşılaşacağını haber veren ölçüdür. Yoksa insan eylemi yapmadan sonuç önceden belli değildir. Çünkü sonuç eylemin sonrasında ortaya çıkan, eylemin belirlediği bir olgudur. Yoksa sonuç yazılmış bir ona göre eylem yapıyor değiliz. Sınavın sonucu önceden belli ise sınav işlevsiz demektir.

Öte yandan, özellikle siyasette kader kavramı semantik bir müdahale ile özünden uzaklaştırılmış ve siyasilerin hatalarından kendilerinin değil, kaderin sorumlu olduğu gibi bir anlam dünyası yaratılmıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak iktidar sahipleri suçu kendileri üzerinden değil, kaderi yazan üzerinden değerlendirmiş, her türlü sorumluluktan kaçmış ve sucu kadere havale etmişlerdir.

Öte yandan salt kader kavramı değil; tevekkül, biat, şura ve istişare gibi kavramlarında içeriği boşaltılarak yeniden tanımlanmıştır. Kuşkusuz kusur bu kavramlarda değildir. “Kusur, ‘biat’ ve ‘emirlik’ te değildir. İkisi de temel şer’i ve pratik kavramlardır. Bilakis kusur, bazen bu iki kavrama ve benzeri kavramlara verdiğimiz ve şeriatın adalet, özgürlük ve demokrasi ruhuyla uyuşmayan anlamlarıdır.” ( Şankiti, Siyasi Fetvalar, Mana yayınları) 

Dindarların bir an önce, istişare, şura, biat gibi kavramları bir kenara atarak İslam’ın yönetim modelini saltanat rejimiyle eşitleyen ve her tür zulme kader üzerinden meşruiyet kazandıran zihinsel pranga ile hesaplaşmaları ve onun yarattığı teslimiyetçi tavırdan kurtulmaları gerekir. Bu yapılmadıkça siyasal iktidarı eylemlerinden sorumlu tutan bir siyasal seviyeye erişemeyiz.

Dindarlar siyasal iktidarı ele geçirmeye, iktidarlarını sürdürmeye ve onu kaybetmemeye o kadar odaklandılar ki, toplumun ihtiyaçları ile ilgilenmemeye başladılar. Uluslararası sistem ve devletin önceliklerine o kadar odaklandılar ki, kendilerini destekleyen kitlenin ihtiyaçlarına yabancılaştılar. Siyasal iktidar ile yıllardır onları destekleyen kesim arasındaki güven giderek zedeleniyor ve daha üst perdeden eleştiriye devam ediyorlar. Bu kesimi üzmemek gerekiyor. Gelinen noktada bu basit gerçekliği analiz edecek bir siyasal aklın yokluğu gerçekten çok ilginçtir.

Dindarlar bir an önce derin bir özeleştiri faaliyetine girişmelidir. Her sorunu kendi dışımıza transfer ederek, sürekli başkalarını suçlayarak çözemeyiz. Allah'ın adil olduğunu ve hiç kimseye haksızlık etmeyeceğini bilmeliyiz. Hayatın özneleri bizleriz ve karşılaştığımız her sonuç kendi eylemlerimizin ve tercihlerimizin sonucudur. Başkalarını eleştirmek yerine kendi eksikliklerimize odaklanmak ve çözümü oradan başlatmak zorundayız. Dindarlar tarihsel sürecin kendilerine miras bıraktığı sorunlu dindarlıktan ve o dindarlığın ürettiği kavramlardan süratle uzaklaşmalıdır. "Kendilerini resmi dindarlıkla değil, evrensel İslami tasavvurlarla tanımlayan Müslümanların, özellikle içerisinde bulunduğumuz dönemde kapsamlı bir öz eleştiri süreci başlatmaları, bu süreçten ahlaki ve siyasi dersler çıkarmaları gerekir. Öz eleştiri süreci, geçmişin zaferlerini ve yenilgilerini yeniden yorumlayarak, geleceğe giden yolları açmak durumundadır. Kuşkusuz eleştiriyle düzen değişmeyecek ancak öz eleştiri yoluyla teoride bir bütünlük olan İslam'ın, pratikte/gerçekte, neden paramparça ve işlevsiz hale geldiğini çözümlemek mümkün olabilir. Öz eleştiri süreci derin sorular sormayı gerektirir." (Atasoy Müftüoğlu, Hiçliğin Kıyısında, Mahya yayınları, s.180) Derin sorular sormak için cesur adımlar atmak gerekiyor. Müslüman aydınlara düşen sorumluluk da budur. Çünkü Müslüman aydın, kendi çağında Peygamberin misyonunu üstlenen insandır. Bir anlamda alimler Peygamberlerin mirasçılarıdır. Tıpkı Peygamberin yaptığı gibi aydın, içinde yaşadığı topluma bilgi ve bilinç verecek, ona hedef gösterecek ve mücadelenin fitilini ateşleyecektir.

 

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş