Merhaba Asteğmen’im
(Merhaba Binbaşı’m / Ferman Karaçam Yazısı Üzerine)
Aramıza hoş geldin! Safalar getirdin.
İnce ruhunun içli kalbinin berrak zihninin hülasası hiç kısılmayan sesine soluğuna kelimelerine selâm!
37 yıl öncesine giden hafızana Diyarbekir’in bizi misafir ettiği yolumuzun kesiştiği günlere selâm!
Her İslâm beldesinin kendi derdine düştüğü, lime lime olduğu
Eylül 1919’un nefes almakta zorluk çekilen günlerinde,
Paris Konferansının ayrılığı teşvik eden kışkırtmalarını
Meclis-i Mebusan’a gönderilen telgraflarla reddeden Kürd aşiretlerinden
1919’un işgal günlerinde et ve tırnak gibi görülen Türk ve Kürd’ünden
Diyarbekir Askerî Cezaevi ve Demografik Yapı Operasyonlarına nasıl gelinir?
Yıl 1983…
Diyarbekir Askerî Cezaevi… Görev yapmayı hiç istemediğin bir yer; gözlerinin derinine oturmuş kaygılar, yüzünden taşan acının perişanlığı ile hafızamda yer edindiğin günler…
Asker yürüyüşleri, marşlar, andımız, “ne mutlu türküm diyene” sloganı, defalarca tekrarlatılan İstiklâl Marşı cezaları… Millî semboller niye heba edilir, işkence aracına niçin dönüştürülür? İstiklâl Marşı, bayrak ve dilimizi Kürd gençlerinin nefret objelerine dönüştürmek hangi akla hizmettir?
İnkılâp tarihi kitapları, Atatürk kimdir, altı ok, tarihte kurulmuş Türk devletleri üzerine her gün sözlü soruların cevaplanması…
Diyarbekir Askerî Cezaevi, işkencenin binbir çeşidinin; alışkanlığın ötesinde hayat biçimine, âdeta ibadete dönüşerek PKK’lılara ve onlardan ayrılarak İslâm olmayı seçmiş mahkûmlara uygulandığı bir cinnet kuyusu…
İşte burada, mahkûmlar, dizüstü çökmüş yan yana dilleriyle havalandırma boşluklarının zeminini temizlerler. Filistin askısında lağım çukurlarına batırılırlar. Çırılçıplak karda süründürülürler. Lağım suları dökülmüş tek kişilik hücreye yirmi kişi kucak kucağa tıkılırlar. Koğuşlarına lağım suyu dökülür, arama bahanesiyle yatakları parça parça edilir. Hamamda başları sabunluyken su kesilir, küfür/tekme/tokat dayak yerler. Yemek yerken de durumları üst seviyededir. Karavanadan bot, tahta, cam, dışkı çıkar. Dışkı yedirdikleri gibi fare de yedirirler. Her yan bittir. Kibritle bit yakarlar. İşkenceyi yapan, dayak atan gardiyanlar böylelikle rahatladıklarını, stres attıklarını söylemektedir.
240 kişilik Gençler Koğuşu’ndan sorumludur. Aralarına katılır. Onlarla namaz kılar, çaylarını yudumlar. Dertleriyle ilgilenir. Öbürlerinden çok farklı bir komutandır.
Eylül 1983’ün ilk günleri cezaevinde, “tek tip elbise” giymeye karşı direniş başlar. Yemekler boykot edilir. 4 PKK’lı kendilerini yakar… Kasım/Aralık aylarında mahkûmlar yeniden direnişe geçerler. Gençler koğuşundan 60 kişilik gurup da PKK’lıların eylemine destek verir. Gençler koğuşunun komutanı gurubu ikna etmişken, bir çavuşun aşağılayıcı ve kışkırtıcı cümleleri ortalığı birbirine katar. Çavuşa ağzına geleni söyler. Çavuş, “Komutanım! onlardan mı bizden mi yanasın?” diye provokatif bir soru sorar. “Mazlumlardan yanayım”diye haykırır. Gençler Koğuşu mahkumlarının gardiyanların acımasız saldırılarından en az hasarla çıkması için çırpınır. Çocukların öldürülmesine mani olur.
Kürd gençlerinin Kandil’in yolunu tutması için özel tasarlanmış bir yerdir Diyarbekir Cezaevi…
Dağkapı’da sıra sıra idam sehpalarının kurulduğu kara günlere… Surlar şahitlik etmişti. Ağaçlar şahitlik etmişti…
“Utancından kızaran kimi kolları kurumuş” ama ölmemiş bir çınardı o. Bar’a dönüştürülmüş “O Ağacın” uzak çevresinde otururken seninle… Acılarımız birleşerek büyümüş, sancılarımız batıp durmuştu bağrımıza…
Kişi, bölge, kavim ve sistem ulusçulukları birbirini besler… “Ya sev ya da terk et!” nidaları ile ortalığı inletenler, ruhen kopuş ve ayrışmanın gerçek failleri değil midir? Kim kimin neyi olur? Kim kimin çocuğudur?
Doğu’dan Batı’dan iki Anadolu çocuğu olarak yollarımız “O Ağacın” utancına, yer yer kurumasına, bar’a çevrilmesine rağmen birleşmişti.
Her tür kuşatmaya dayatmaya karşın “İslâm’ın çocuğu olmak” gibi bir derdimiz vardı.
İslâm Eri’nin can verdiği ağaca bakarken buğulanırdı gözlerimiz
Yüzyılı geçmiş bir huzursuzluğun bedelleri, hız kesmeyen canavarlıkları
Bize yabancı telakkilerin inançların ideolojilerin kültürlerin karşısında
Suskun bakışlarımız şiirle, denemeyle, öyküyle kozasını yırtıyordu.
Kutsanmış ideolojilere dönüştürülen ırkçılık hastalığına karşı samimi ve etken Müslümanca tavır üstümüze vazifeydi.
“Çok şey değişmiş ama hâlâ bir şey değişmemiş” dediğin çok katmanlı iç acıtıcı gerçek karşısında
Sınavını kaybedenlerin çokluğu, karanlıkların koyuluğu, umutsuzlukların bel büken gerçekliğinde
37 yıl sonra da kalbini, vicdanını, iç sesini yitirmemiş bir gönül erine yoldaş olmak benim için bahtiyarlıktır
20.06.2020, Kardelen / Ankara
Mehmet Yavuz AY
myavuzay@hotmail.com
Kibrin Mağlûbiyeti -1 | İlhan Akar
23.04.2024
İsrail ordusunda çöküş başladı!
23.04.2024
müslüman ‘Allah diri’dir! valla! MUSTAFA AKMEŞE 19.04.2024
Seçimin İmkanları YUSUF YAVUZYILMAZ 21.04.2024
Baş Döndüren Diplomasi AHMET GÜRBÜZ 24.04.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
SİYASET VE SERMAYE YUSUF YAVUZYILMAZ 13.04.2024