İBN RÜŞD’ÜN CEVABI
İslam dünyasında bu bağlamda başlayan din- felsefe polemiğinin şüphesiz en büyük tarafları Gazali ve İbn Rüşd olmuştur. İbn Rüşd, Gazali’nin yazdığı ve felsefecileri eleştirdiği Tehafüt el- Felasife( Filozofların Tutarsızlığı) adlı eserine karşı Gazali’nin tezlerini eleştiren Tehafü’t Tehafüt( Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı eserini yazmıştır.
İbn Rüşd’e göre “ Felsefe ile şeriat arkadaş ve öz kardeşlerdir. Yaratılışları, varoluşları ve özleri itibarıyla birbirlerini severler. Birbirlerini seven bu iki kardeşin arasına fitne ve fesat sokarak yekdiğerine düşman hale getirenler, her ikisine de kötülük etmiş olurlar.”(7)
İbn Rüşd ayrıca din- felsefe ilişkilerini ele aldığı “Faslu’l Makal” adlı eserinde, felsefe ile uğraşanların sapıttığı görüşüne de şiddetle karşı çıkar. Ona göre “ Halkın aşağılık takımından bir kısmının bu konulara ( felsefe) bakması nedeniyle sapıttıklarından dolayı, bazı kimselerin hikmet kitaplarına bakmayı yasaklamaları; bir topluluğun su içerken suyun boğazında kalıp ölmesi nedeniyle susamış kimseyi tatlı ve soğuk su içmekten alıkoyan kimsenin tutumu gibidir. Çünkü su içerken suyun boğazda kalmasından dolayı ölmek arızı bir haldir, susuzluktan ölmek ise zati ve zaruri bir haldir.” (8) Ancak felsefe ile uğraşan bazı kimselerin sapıttığı da bir gerçektir. İbn Rüşd’e göre bunun nedeni felsefe değil başka sebeplerdir. “ Felsefi konuları inceleyenler arasında yolunu azıtan sapıklar ve yanlışlıklara düşen hatalı kişiler vardır. Bu durum ya bu kişilerin yaratılışlarındaki eksiklikten, ( fıtratları itibarıyla yeterince akıllı ve zeki olmamalarından), felsefi konularda düşünürken kötü bir inceleme şekline dayanmalarından veya şehvani ve nefsani arzuların onlara galip gelmiş olmasından veyahut bu eserlerde yazılı olanları doğru olarak anlamaları için kendilerine rehberlik yapacak bir üstad bulamamış olmalarından veyahut da bütün bu kusurların hep birlikte onda toplanmış olmasından ileri gelmektedir.”(9)
İbn Rüşd’ün bütün çabası felsefeye yönelmiş bulunan olumsuz eleştirileri ortadan kaldırmaktır. Ancak kabul etmek gerekir ki, konumu ve birikimi nedeniyle Gazali’in otoritesini aşmak neredeyse imkânsızdır. Birçok kişi bu tartışmadan Gazali’nin galip çıkmasını, İslam dünyasında fikri gerilemenin en önemli sebebi olarak görür. Ancak bu yaygın genelleme sanıldığı kadar doğru değildir. Zira bir toplumda belli bir dönemde başlayan fikri gerileme, diğer sosyal olaylarda olduğu gibi, tek bir sebebe bağlı olarak açıklanamaz. Ayrıca Gazali,eserleri dikkatle okunup değerlendirilecek olursa, felsefenin tümüne hiçbir zaman karşı olmadığı görülecektir. Onun karşı olduğu felsefenin tümü değil özellikle dinle ilgili olan metafizik alanda öne sürülen iddialardır.
İbn Rüşd, Tehafüt’üt Tehafüt adlı Gazali’yi eleştirip felsefeyi savunduğu eserinin sonunda “ Dünyada en doğru hüküm şudur: Her nebi hakimdir( filozof) Fakat her hakim nebi değildir” diyor. Görünen o ki, bu çatışmanın tarafları arasında hangi taraf tutulursa tutulsun zaman zaman hatalar yapılmıştır. Öyle ki, çatışmanın etkisiyle kelam, tasavvuf ve felsefe ile uğraşanlar karsısındakileri haksız yere küfürle itham etmiştir. Bu durum söz konusu tartışmanın daha verimli olmasını engelleyen en önemli nedendir. Nitekim Gazali’nin küfürle itham ettiği Farabi ve İbn Sina gibi filozoflar ile tasavvuf alanındaki görüşleri dolayısıyla zaman zaman haksız hücumlara maruz kalan İbn Arabi bu durumdan etkilenenlerden sadece birkaçıdır.
Din- felsefe ilişkilerinin ele alındığı diğer eserlerin konularını büyük ölçüde Gazali’nin eleştirileri belirlemiştir. Bu konuyu İbn Rüşd’den sonra ele alan Alaeddin Ali et-Tusi, Hocazade, Kemal Paşazade ve Karabaği genellikle Gazali’nin çizdiği çerçeveye bağlı kalarak şerhler yazmışlardır. Ancak kabul edilmelidir ki, hiç birinin etkisi Gazali ve İbn Rüşd kadar kalıcı olmamıştır.
İslam düşünce tarihinde yaşanan din felsefe ilişkisinin arka planında akıl- vahiy ilişkisinin niteliği yatar. Bu ilişkinin sağlıklı bir şekilde analiz edilebilmesi için akıl vahiy ilişkisi, aklın hakikati anlamadaki rolü, vahyin karşısında aklın konumu gibi problemlerin analiz edilmesi gerekir. Bazı felsefecilerin aklı vahye karşılık tek bilgi kaynağı olarak kabul etmeleri haklı tepkilere yol açmıştır. Buna karşılık sadece vahyi temel alan ve aklı dışlayan bilgi anlayışları da ortaya çıkmıştır. Tasavvuf ise vahye ek olarak keşf, ilham ve sezgiyi önceleyen bir epistemolojiye sahiptir. İslam düşüncesinde vahiy, akıl ve sezgi; din, felsefe ve tasavvuf olarak kendini göstermiştir. Aslında “ Herhangi bir şeyin var olması için üç boyuta ihtiyaç vardır: en, boy, derinlik. Nas, akıl ve keşf İslam düşüncesinin üç boyutudur. Bunlar var olmadan İslam düşüncesi de var olamaz.(10) İslam düşüncesinin temelinde Vahiy, aklı aşan bir bilgi kaynağı olarak yer alır. Vahyin bu özelliği her türlü tartışmanın üstünde yer alan bir hakikattir. Çünkü vahyi bilgi kaynağı olarak kabul etmeyen bir kimsenin itikat anlamında İslam’la ilgisi kesilir. Vahiy, Allah’ın seçtiği elçiler vasıtasıyla insanlığa ulaştırılan akıl üstü, aşkın ve değişmez bilgi kaynağıdır. Akıl ise vahyi anlama ve değerlendirme acısından insana verilmiş en önemli ayrıcalıktır. Herkes aklı ölçüsünde vahyi anlayıp değerlendirme ve karşılaştığı problemler hakkında çözüm üretmek hakkına sahiptir. Bu görev bir sınıf veya zümreye değil, ümmetim bütününe verilmiş bir sorumluluktur. İslam ümmetinin çeşitli sorunlarla karşı karşıya kaldığı modern zamanlarda ümmet Kuran’a yönelerek aklını yeniden inşa etmek zorundadır. Bu durum içtihat kapısının açılmasına ve dolayısıyla aklın fonksiyonel olarak kullanılmasına yol açacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, aklın aydınlanma felsefesinde olduğu gibi tek bilgi kaynağı olarak kabul edilmediği gerçeğidir.
Aydınlanma felsefesi, aklın dışında, üstünde ve ötesinde başvurulabilecek hiçbir sahih bilgi kaynağı olmadığı noktasından hareket eder. Aklı böylesine yücelten bir anlayış, temelde materyalist bir anlayıştır ve aklın dışında elde edilen her tür bilgiyi insan yaşamından silip atmayı amaçlar. Aklı ve vahyi yaratan kaynak aynı olduğuna göre, saf aklın teorik anlamda vahiy bilgisi ile çatışması mümkün değildir. Akılla vahyin çatışması mümkün değilse, var olan çatışma nasıl açıklanabilir. Aslına bakılırsa bu çatışmanın temelinde akıl- vahiy çatışması değil, nefs-i emmarenin istilasına uğramış akıl ile vahyin çatışması vardır. “Nefs-i emmare bedeni tabiata meyleden, duyumlanabilir dünyanın lezzet ve şehvetlerini isteyen dinamiktir.(11) eğer akıl nefsin egemenliğinden kurtulup bağımsızlaşabilirse vahiyle çatışması mümkün değildir.
İslam düşünce tarihinde yaşanan canlı dönem, XIII. Yüzyıldan itibaren giderek eski canlılığını kaybetmeye başlar. Felsefe ve bilim alanında meydana gelen gerileme öyle görülüyor ki, tasavvuf alanını çok fazla etkilememiştir. Bundan sonra İslam düşüncesinin katalizörü tasavvuf olmuştur. Din, felsefe ve bilim sahasında meydana gelen gerilemenin sebepleri arasında, çok erken dönemde saltanata geçiş ve içtihat kapısının kapatılması önemli rol oynamıştır. Özellikle içtihat kapısının kapatılması hem karşılaşılan problemlerin çözümsüz kalmasına, hem de sürekli eski çözümlerin tekrarına yol açmıştır. Saltanat yönetimleri özgür düşünceye ve fikir üretimine en uzak yönetim biçimleridir. Bu yüzden bu tip rejimlerde özgür düşüncenin gelişebilmesi oldukça zordur. Tarih boyunca ulema, aydın ve entellektüellerin baskıcı yönetimlerle girdikleri mücadelenin temelinde, bu tür yönetimlerin farklı düşünceleri tehdit olarak algılama eğilimleri vardır. Mevcut düzenin devamı için konjonktüre itiraz eden herkes susturulmalıdır. Ancak bütün bu olumsuzluklara karşın yüksek ilim düzeyi XIII.yüzyıla kadar devam etmiş ve dünyayı derinden etkilemiştir. İslam kültürü “ Canlı bir hücre gibi gelişip olgunlaşmış Yunan, Hint ve İran kültürleri başta olmak üzere kendine çekmiş ve kendine özgü bir görüntüsü olan yeni bir varlık şeklinde meydana gelmiştir. Kültür ve uygarlık tarihi araştırmacılarının da itiraf ettikleri gibi, İslam kültür ve uygarlığı, beşeri kültür ve uygarlıklarının en büyükleri içerisinde yer almaktadır.”(12)
Modern dünyanın sorunlarına akıl ile vahyin çatıştığı değil, uyum içinde çalıştığı bir uygarlık çözüm üretebilir. Bu potansiyel güç teorik ve pratik anlamda sadece İslam’da vardır.
1) beytü’l hikme, Mustafa Demirci, İnsan yayınları,1996
2) İslam Düşüncesinde Din- Felsefe İlişkisi, Ali Bulaç, Beyan y.
3) İslamın Zihin tarihi, Hilmi Yavuz, Timaş y.
5) Gazali, Sabri Orman, İnsan y.
6) İslam Düşüncesinin Yapısı, Süleyman Uludağ, Dergah y.
7) İslam Düşüncesinin Yapısı, Süleyman Uludağ, Dergah y.
8)Faslül Makal, İbn Rüşd, İşaret y.
9) Felsefe- Din İlişkileri, İbn Rüşd, Haz: Süleyman Uludağ, Dergah yayınları.
10) İslam Düşüncesinin Yapısı, Süleyman Uludağ, Dergah y.
11) İslam Düşüncesinde Din- Felsefe İlişkisi, Ali Bulaç, Beyan y.
ESKİ İSLAMCILARIN KAYIP ÇOCUKLARI 12.01.2021 Hüseyin SEVİM
YOLDA 12.01.2021 Ayten DURMUŞ
İyi Parti ve HDP 14.01.2021 Ali Bayramoğlu
Kadın ve Kadın 19.12.2020 Ferman KARAÇAM
Çarpık uygulamanın itirafı 25.12.2020 Ahmet TAŞGETİREN
SON PEYGAMBER JAPON OLSAYDI 28.12.2020 Ayten DURMUŞ
Köprülü Melih’ten Heykelci Mansur’a 28.12.2020 Ahmet GÜRBÜZ
Kıymetini bilin 29.12.2020 Kemal Öztürk