metrika yandex
  • $38.18
  • 41.4
  • GA25600

Haberler / Yorum - Analiz

Hayvan Hakları: HAK Kavramını sulandırmak / Mehmet ALTUNTAŞ

06.04.2022

Son zamanlarda “hayvan hakları” tabirini HAK kavramının ne olduğunu bilir bilmez avukattan, milletvekiline, gazeteciden, akademisyene, esnaftan, ev hanımına herkes sık sık kullanmaya başlamıştır. En başından söyleyeyim: “hayvan hakları” diye bir şey yoktur, “hayvan refahı” vardır. İrade kuramı ile menfaat kuramının uzlaştığı bir tarifle “HAK; insana sahibi bulunduğu menfaati (yararı) korunmak üzere tanınmış olan irade kudretidir.” Bu tarife göre, hakkın iki temel unsuru yararlanma ve iradedir. Hak sahibi olan varlık insanlardır, başka herhangi bir varlık mesela başıboş köpekler olamaz.

 

Konuya ilişkin Prof. Dr. Atilla YAYLA 22 Şubat 2021 tarihinde www.hurfikirler.com internet sitesinde “Hayvan Hakları Yasası” mı? başlıklı yazısında hak kavramı ile ilgili endişelerini “Bir kere hak sahibi olan varlık insanlardır, başka herhangi bir varlık değil. Hak kelimesinin itibarından yararlanmak için onu gelişigüzel ve keyfî olarak kullanma arzusu ve çabası insan haklarının altını oymakta. Özellikle iktisadî ve sosyal haklar kavramıyla zaten anlam erozyonuna uğramış HAK kavramının bu kanun (5199) yüzünden daha fazla erozyona uğrayacağına kesin gözüyle bakabiliriz.” diyerek dile getirmişti. Bu ifadeleri kaydettikten sonra şimdi gelelim HAK kavramının detaylı izahına.

 

Günlük hayatımızda kullandığımız anlamıyla hak kelimesinin iki temel ahlâki ve siyasi anlamı vardır: Doğruluk ve Yetki. HAK kavramını ilk anlamıyla kullandığımızda bir şeyin doğru olduğundan ya da doğru bir eylemden söz edilir. İkinci anlamında ise, bir kimsenin bir hakka sahip ve onu kullanmaya yetkili olduğunu ifade ederiz.[1] İnsan hakları kavramının ikinci unsuru olarak “hak” en basit şekliyle “hukuk düzeninin kişilere tanıdığı ve koruduğu yetki” olarak tanımlanabilir.

 

Hak, hak sahibi ile ödevli arasında, hak objesine dayanan bir ilişkiyi yansıtır. Buna göre, “(A)’nın (B ile ilgili olarak) (X)’e hakkı vardır önermesi bir hak sahibini (A), bir hak objesini (X) ve bir ödevliyi (B) işaret eder. Bu önerme ayrıca, bu unsurların nasıl bir ilişki içinde olduklarını da gösterir. “(A) (B ile ilgili olarak) (X)’e yetkilidir; (B) (A)’ya karşı (X’le ilgili olarak) mukabil bir yükümlülük altındadır; nihayet (A), bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi konusunda (B)’den taleplerde bulunabilmelidir.” Görüldüğü gibi, ifadeler hak sahibinden hakkın konusuna, talepler de hak sahibinden hakkın yükümlülerine doğru yönelmektedir. “Böylece haklar, hak-sahibinin merkezinde yer aldığı kurallara dayalı bir ilişkiler (etkileşimler) alanı yaratmaktadır” (Donnelly,1995, s.20)

 

Hak kavramı, yetki kavramı ile yakından ilişkilidir. Hak kavramı hak sahibine, kullanılması halinde borçlu açısından “hukuki ödev” ya da “hukuki yükümlülük” doğuracak olan bir yetki vermiştir. Hak kavramının özünde “yetki” unsurunun var olduğuna ilk dikkat çeken düşünürler Grotius ile Pufendorf’tur. Bu düşünürler, hak kavramını ahlâki nitelikli bir yetki olarak tanımlamışlardır.[2] Hukuki olarak, hakkın diğer bir özelliği, hak sahibinin kullanması açısından bir zorunluluğu değil bir izni ifade etmesidir. Hukuk düzeni hak sahibini, hakkın faydasından yararlanma, hakkını ileri sürme konusunda bir iktidar ile donatmıştır. Hak sahibi bu iktidarı kullanıp kullanmamakta özgürdür. Ancak bu durum, kişiye hakkının talep etme yetkisini vermeyen bir hakkın var olabileceği anlamına gelmemektedir.[3]  

 

Öte yandan, hak kavramı borç kavramı ile de ilişkilidir. Hak ilişkisinin karşı karşıya getirdiği hak sahibi ile ödevli arasındaki ilişki, aynı zamanda hak sahibinin istemeye yetkili olduğu hakka karşı ödevlinin bir borç ödeme yükümlülüğü olarak karşımıza çıkar. Borç, hak sahibinin ödevliye yüklediği yükümlülük olarak tanımlanabilir. (Güriz, s.130) Bu yükümlülüğün niteliği, hakkın niteliğine göre, kaçınma ya da sağlama şeklinde tezahür edebilir. Raphael’in kavramlaştırılmasıyla ifade edecek olursak, kullanımı başka bir kimseye bir şey yapması, bir şeyi yerine getirmesi şeklinde bir yükümlülük meydana getirmeyen yapma hakları söz konusu olduğunda, diğer insanlara düşen görev kaçınmadır. Yani, hak sahibinin hakkını kullanmasına engel olacak davranışlarda bulunmamak şeklinde bir yükümlülük söz konusudur. Hak sahibinin kullanması, başkalarının hak sahibine bir şey sağlamasına bağlı olan alma veya bekleme hakları söz konusu olduğunda ise, ödevlinin hak sahibine karşı pozitif bir edimde bulunması gerekir. (Erdoğan, s.25)

 

Bütün bu açıklamalara dayanarak hak kavramının unsurlarının şöyle sıralanması mümkündür.

Bir hak iddiası, hakkın konusundan yararlanma yetkisinin genel olarak veya bir ilişkiye bağlı olarak tanınmasını istemek, ona saygı gösterilmesini meşru olarak beklemek demektir. Sırf ahlaki haklarda bu unsur sadece talebin ahlaken meşru olduğuna ilişkin inanç şeklinde ortaya çıkarken, hukuki haklarda bu “zorla yerine getirmeyi” gerektirir. Kaynağı ne olursa olsun, ister hukuk kuralları ister ahlaki zorunluluk, isterse bir sözleşme olsun, HAK deyimi kullanıldığı zaman bir tutum ya da davranışın doğruluğuna ve bu davranışa başkaları tarafından saygı gösterilmesi zorunluluğuna işaret eder.[4]

 

Haklarla yükümlülükler veya ödevler arasında sıkı bir ilişki vardır. Yani her HAK bir ödeve karşılık gelir ve bir yerde hak sahibi varsa onun karşısında ödevli de vardır. Ancak burada karıştırılmaması gereken bir nokta, şudur:  İnsan haklarının aynı zamanda ödevleri de içerdiği şeklindeki anlayışın aksine insanların birtakım yasal ödevlerinin bulunmasının sonucu meşru olarak yürürlüğe konulmuş hukuka itaat etmeleri gelir. Ama bu ödevlerin insan haklarıyla bir ilişkisi yoktur.  İnsan hakları devlete yönelik iddialar olarak, bireylere ödev yüklemezler, eğer böyle olsaydı, insan haklarına sahip olmanın hiçbir anlamı kalmazdı. İnsan hakları devlete yönelik tek taraflı hak talepleridir.

 

Hakların önemli bir kısmının maddi içeriği bir şeyden yararlanmadır. Menfaat kuramına göre insanoğlu bir amaca ulaşmak için iradesini kullanır ve harekete geçer. Bu amaç ise çıkardır yani menfaattir. Buna göre HAK, hukuk düzenince korunan menfaattir. Hangi menfaatlerin korunmaya değer olduğuna pozitif hukuk ortaya koyar.

 

Bu meyanda mülkiyet hakkı ile dolaylı olarak ilgisi olan “tüketici hakkı” yerine “tüketicinin korunması” “hayvan hakları” yerine mevcut 5199 sayılı kanunun tercih ettiği gibi “hayvanların korunması” veya “hayvan refahı” ibaresinin tercih edilmesi daha iyi olur.

 

Son günlerde insanların can ve mal güvenliğini, en temel hakkı olan yaşam hakkını tehdit eder hale gelen başıboş köpekler yüzünde hayatını kaybeden çocuk ve kadınlarla ilgili şikâyet eden sanatçı Yıldız TİLBE’nin paylaştığı mesajın üslubu sert bulunabilir. İnsanların ölümüne sebebiyet veren başıboş köpeklerle ilgili twitter hesabından paylaştığı mesajında yer alan açıklamalar hoşumuza gitmese de bu ifadeler düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu düşünüyorum.

 

Diğer yandan genç hukukçulardan müteşekkil “Hayvan Hakları” merkezlerinden birinin yukarıda izah etmeye çalıştığım HAK kavramını deforme edecek bir anlayışla “hayvan hakları” tabirini kullanması bir yana, Yıldız TİLBE’nin sosyal medya hesabında başıboş köpeklerle ilgili bireysel düşünce ve ifadeleri ile ilgili olarak “ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyecek kriminalize paylaşımlar” şeklinde bir açıklama yapmış olması insan hakları adına haddi aşan talihsiz bir girişim ve tabiri caizse akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Burada hem HAK kavramı yerli yersiz kullanılmış hem de bir insanın düşünce ve ifade özgürlüğü hem de en değerli insan hakkı olan yaşam hakkı bir grup azınlığın fantezisi adına hiçe sayılmıştır.

 

Sonuç olarak, irade kuramı ile menfaat kuramının uzlaştığı tarife göre insana sahibi bulunduğu menfaati (yararı) korunmak üzere tanınmış olan irade kudretidir HAK.” Hakkın iki temel unsuru yararlanma ve iradedir. Dolayısıyla HAK kavramının iradesi olmayan hayvanlara atfen kullanılması hiç kuşkusuz HAK kavramının içini boşaltmak anlamına gelmiyor mu?

 

Mehmet ALTUNTAŞ

 

[1] Jack Donnelly, Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, 1995, s.19

[2] Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi, AÜHF Yayınları, Ankara, 1985, s.130

[3] Mustafa Erdoğan “İnsan Hakları Öğretisine Giriş” HÜ İİBF Dergisi,  C.11, 1993, s.23.

[4] İsmet Giritli, Hasan Atilla, Günümüzde İnsan Hakları, Der Yayınları, İstanbul, 2002, s.8.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş