Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında ortaya çıkan skandal birçok insan tarafından kınandı ve kısa sürede unutulup gitti. Evli bir kadın kocasını aldatarak zina ettiği komşusundan bir çocuk sahibi olmuş. Bunu da “aşıktım ne yapayım” deyip kendince meşrulaştırarak savunuyordu. Çocuğun gerçek babası da “DNA testi sonuç açıklama töreni” ile ünlü sunucu tarafından tüm Türkiye ile paylaşıldı. O an için şaşırmalar ve kınamalar olsa da artık eskisi kadar dehşete düşmüyor, şaşırmıyor, kınamıyoruz. Zaten bundan güç alarak kadın ve erkek yaptıkları şeyden dolayı utançtan ve pişmanlıktan yerin dibine girmek yerine programa çıkıp kendilerini savunabiliyorlar. Üstelik program yapımcıları da reyting uğruna rezaletin kahramanlarını programa çıkarmaya devam ettiler. Aslında buna benzer olaylar malum programları takip edenler için artık sıradanlaşmış durumda. Yani çocuğun “kimden olduğu” bilmecesi ve ardından yapılan törensel DNA testi sonucu açıklaması, bu programlarda defalarca oldu ve bu gidişle son da olmayacak gibi.
İşin en yıkıcı taraflarından biri de masum çocukların gerçek babalarının profesyonel orkestra fonları eşliğinde törenle açıklanmasıdır. İnsanlar artık nefesini tutarak çocuğun kimden olduğunu öğrenmek için ekrana kilitlenir oldu. Kullandığım cümlenin dehşetinin farkında mısınız? Ortada birden çok baba adayı var ve anne dahi kimden olduğundan emin değil! Bu durum malum programların müdavimi olanların artık kanıksadığı ve şaşırmadığı bir durum haline geldi. Tehlikenin farkında mıyız? Günlük şakalarımızda bile artık “babam/annem olduğundan şüphe ediyorum DNA testi yaptıracağım” diyen gençlerimiz var. Artık insanların anne babalarından bile şüphe etmeye başladığını ve güven kavramının temeline dinamit konulduğunu birilerinin görmesi lazım. Günaşırı “DNA töreni” yapılan bu programlara dur denilmesi gerekiyor artık!
Aslında bu programların yukarıda işaret ettiğimiz gibi dehşete düşüren birçok yönü var. Bu yazımızda yerimizin müsaade ettiği ölçüde bazı önemli noktalar üzerinde duracağız. Aslında ilk olarak şu sorudan yola çıkmalıyız: Bu programların amacı nedir? Programı takip edenlerde gerilim, kızgınlık, sinir ve güvensizlik gibi daha birçok olumsuz duygu ve hissiyata sebep olmaktan başka tek bir faydasını ortaya koyabilecek biri var mıdır? Bu soruları buraya bırakalım ve malum programların en büyük yıkımlarına biraz daha yakından bakalım.
Rabbimiz, Hucurat Suresinde “birbirinizin kusurunu araştırmayın” diye bize emreder. Peygamber Efendimiz (sav) bu ayetle paralel olarak “kim bir ayıp görür ve onu örterse, diri diri toprağa gömülen bir kız çocuğunu ihya etmiş gibi olur” diyerek bir ayıbı örtmenin masum bir hayatı kurtarmak kadar önemli olduğunu bize haber verir. Dinimiz ayıpları araştırıp ortaya çıkartmaya “tecessüs” diyerek bu işi yapanları ayıplamış ve hatta cezalandırmıştır. Tabi burada işi araştırma, tahkikat olan ve adaletin sağlanması için çalışan resmi görevliler, tecessüs ayıbının kapsamına dâhil değildir. Çünkü onların yaptıkları faaliyet, mülkün(devletin) temeli olan adaleti sağlamaya yöneliktir. Tecessüs faaliyetinin muhatabı, üzerine vazife olmadığı halde bu işlere giren ve gizli günahları kusurları ortaya çıkarmayı meslek edinen insanlardır. Toplumda elbette suç, aldatma, ihanet olacaktır ancak bunu araştırmak televizyonda reyting ve para uğruna tecessüs yapanların değil; devletin resmi makamlarının işidir. Ve her haliyle bu tür vakalar mahremdir insanlara açıkça ilan edilmemelidir. Bu konuda yetkililerin malum programların formatlarına müdahale etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Tecessüsün yasaklanmasının en önemli hikmetlerinden biri, günahların ve suçun aleni hale gelmesiyle insanların ilgili günaha karşı duyarsızlaşmasıdır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi insanlar artık zina gibi büyük bir günaha ve ihanete bile duyarsızlaşmış durumda. Duyarsızlaşmak aynı zamanda içinde “demek ki böyle de olabiliyormuş” adlı normalleştirme/meşrulaştırma cümlesini de barındırır ki bu da o günahın bir hak olarak görülmesine giden yolu açan ilk adımdır. Ne de olsa artık “herkes yapıyordur.” Görüldüğü gibi tecessüs üzerine kurulan film, dizi, haber, tartışma ve “reality show” programlarının toplumu duyarsızlaştırma konusunda öncülük ettiği ortada.
Öte yandan yine medya tarafından aşkın her şeyi mübahlaştırdığına dair çok güçlü ve açık telkinler var. Bundan birkaç yıl önce bu mesajlar bilinçaltına gizlice verilirken şimdi neredeyse her dizide ve filmde en az bir gayrimeşru ilişki var ve bu iğrenç ilişkiler aşk kisvesi altında bizlere normalmiş gibi açıkça gösteriliyor. Yani artık mesajlarını gizlice verme ihtiyacı bile hissetmiyorlar. Zira toplum, istedikleri kıvama geldi ve artık hiçbir şeye itiraz etmiyor.
Yapılan telkinlerle toplum aldatma, sadakatsizlik, zina gibi nesli ve ahlakı ifsad eden davranışların aşk için yapıldığında hoş görülmesi gerektiğini bize dayatıyor. Artık, açıkça eşini aldatan karakteri ayıplayacağımız yere “madem seviyorsun boşa eşini evlen onunla” diyerek kendimizce akıl dahi veriyoruz diziyi seyrederken. Milyonlarca insan Behlül ile Bihter kavuşamadığı için üzülmüştü. Oysa Bihter evli ve üstelik Behlül’ün yengesiydi. Gözümüzün önünde bizlere neler anlattıklarını görüyor musunuz? Bu cüreti nereden alıyorlar diye sormayın. Zira cevap, reytinglerde onları bir numaraya taşıyan büyük yığınlardır. Yani her şeyi sadece devletten bekleyecek değiliz. Millet olarak bilinçli olup bu tarz rezaletlere prim vermezsek zamanla onlar da yola geleceklerdir. Medyanın bu telkinlerine maruz kalanlar malum programlarda çocuğunun babası kocası değil de sevgilisi çıkınca mutlu oluyor, aşkı için bunu yaptığını söylüyor ve sütten çıkmış ak kaşık oluyor! Madem aşk var her şey helal!
Gerek din gerek geçerli hukuk gerekse de örflere aykırı bir davranışın medyada alenen ortaya konulması medyayı takip eden kitlenin aklına yeni fikirler getirme konusunda önemli rol oynamaktadır. Bununla ilgili birçok bilimsel deney yapılmıştır. Suçun ya da ayıplanan bir davranışın duyurulması ve detaylı şekilde işlenmesi iyi niyetli insanların aklını bulandırır ve kötü niyetli insanlara da yol yordam gösterir. Mesela sigarayı hiç bilmeyen küçük bir çocuğa sizden hiç talep etmediği halde tamamen iyi niyetle “şimdiden öğrensin hayata hazırlansın” diyerek karşınıza alıp “bak evladım sigara tütününden üretilir. Kötü bir şeydir şuralarda şu kadar paraya satılır. Böyle kullanılır…” gibi bir tarife kalktığınızda çocuğun içinde hiç olmamasına rağmen artık sigaraya yönelik bir merak uyandırmış olursunuz. Bu tarz bilgilendirmeleri kitlesel olarak değil bireysel olarak ve ancak çocuğun merak ettiği kadarıyla yapmak gerekir. Maalesef günümüzde medya tam da örneğimizdeki gibi davranmaktadır. Nice zihni bulandırarak onların aklına bin bir türlü yol getirmektedir. Eserlerinde bu konuda çok önemli tespitlerde bulunan Said Nursi’nin de dediği gibi: bâtılı iyice tasvir, safi zihinleri idlaldir.
Ünlü bilim adamı Albert Bandura, davranış ve düşüncelerimizin büyük kısmını bilişsel taklit yoluyla öğrendiğimizi söyler. Bandura’ya göre dış dünyamızda olup biten olaylar zihnimizi ve dolayısıyla davranışlarımızı etkiler. Bu tezini ispat etmek için birçok deney yapan Bandura’nın en ünlü deneylerinden birisi Bobo Doll (Hacıyatmaz) oyuncak deneyidir.
Öğrenmenin temelini gözlem ve taklitin oluşturduğunu savunan Albert Bandura “sosyal öğrenme kuramını” ortaya atarak birçok deney gerçekleştirmiştir. Bu deneylerin en ünlüsü ve bir o kadarda ürkütücü olanı Bobo Doll deneyidir. Bandura, bu deney ile teorisini tüm Dünya’ya kanıtlamıştır. Bobo Doll deneyi 3-6 yaşları arasında 36 kız 36 erkekten oluşan bir çocuk grubu üzerinde gerçekleştirilmiştir. Albert Bandura öncelikle çocukları 2 gruba ayırmıştır.
Birinci grup, resim işi yapmak için bir odaya alınırlar. Onlar resimleri ile ilgilenirken yetişkin biri içeri girer ve odada bulunan şişme bebek Bobo’yu tekmelemeye, ona çekiçle vurmaya, onu yere yatırıp yumruklamaya ve havaya atmaya başlar. Yaklaşık 10 dakika boyunca bunu sürdüren yetişkin bu sırada yüksek sesle “Tekmele, vur!” gibi nefret içerikli söylemlerde bulunur. Ardından dışarı çıkar.
İkinci grup ise yine aynı şekilde resim yapmaları için odaya alınırlar. Odaya alınmalarının ardından yetişkin tekrar gelir fakat bu sefer Bobo’ya şiddet göstermez aksine ona çok nazik davranır. Bu iki uygulamanın ardından çocuklar, kendi gruplarıyla oyuncaklarla dolu bir odada yalnız başlarına bırakılırlar. Saldırgan modeli izleyen çocuklar, etraflarındaki oyuncaklardan çekiç, silah ve benzeri saldırgan oyuncakları seçerler veya bir oyuncağa bile gerek duymadan Bobo’ya şiddet uygulamaya başlarlar. 10 dakika bile çocukların izledikleri saldırgan davranışı edinmelerine yetmiştir. Hatta deneyde çocukların saldırmak için kendi yöntemlerini dahi geliştirdikleri gözlenmiştir. Saldırgan modele maruz kalmayan çocuklar ise oyun odasına girdiklerinde kesinlikle Bobo’ya vurma davranışı göstermediler.
Deney her ne kadar saldırganlık davranışına odaklanmış olsa da başkaca birçok bilimsel çalışma rol modelliğin ve medyanın tüm davranışları Bobo Doll deneyindeki gibi özendirdiğini ispatlamış durumdadır. Hatta medyada görülenin üzerine hayal gücü ile yeni yöntemler dahi geliştirilmektedir insanlar tarafından. Bandura’nın deneyine çocuklar katılmış olsa da çocuklardaki aynı zihinsel düzenekler yetişkinlerde de olduğu için aslında yetişkinler de aynı şekilde öğrenirler. Yetişkinlerin çocuklardan farkı, yetişkinlerin öğrendiği davranışı nerede, nasıl ve hangi şartlarda kullanacaklarını daha ustaca ayarlamalarıdır.
Görüldüğü gibi medya rol model olma açısından günümüzde insanların en büyük taklit merci olmuş durumda. Yetkililerin artık bu gerçeği çok iyi idrak edip konuya samimi olarak eğilmeleri şarttır. Aksi takdirde malum programlar aynı formatta sürdüğü müddetçe toplumsal duyarsızlaşmamız artmaya devam edecek ve her türlü ahlaksızlık ve suç hızla yayılmaya devam edecektir. Bandura’nın deneyinde olduğu gibi Bobo Doll oyuncağına nazik davranıldığını gören çocukların kendi başlarına kaldıklarında oyuncaklara nazik davrandıklarını da unutmayalım. İzlediğimiz programlar kötülüğü tasvir ediyorsa kötülüğe; iyiliği tasvir ediyorsa iyiliğe meylederiz. Son bir hatırlatma: Televizyonda program varsa kumanda da sizin elinizde bunu da unutmayalım!
Büyük Direnişci Cevher Dudayev
22.04.2025
Mustafa Ökkeş Evren ile Derkenar..
20.04.2025
Boykotlu işletme önünde Gazze protestosu..
20.04.2025
Güven ve Adalet Toplumu |HAMZA ER
28.03.2025
UMRAN SORUYOR: DÜNYA NEREYE GİDİYOR?
29.03.2025
Sorular YUSUF YAVUZYILMAZ 19.04.2025
ah örgütçü kafa ah! MUSTAFA AKMEŞE 25.04.2025
Sorular YUSUF YAVUZYILMAZ 19.04.2025