Birkaç ay önce Anadolu’da bir vilayette bir sempozyumdayız. Pek çok akademisyen ve ilim adamı tebliğ sunmak için gelmiş. Görünüşte akademisyen, bilgili ve kendinden emin bir adam vardı. Kendisiyle tanıştık sohbet ettik. Profesör efendi, kendisinin ateist olduğunu söylüyor ve dinin insanlar tarafından uydurulduğunu empoze etmeye gayret gösteriyordu.
Lakin profesörümüz tanrının olmadığını anlatırken bizim gençlik yıllarında tartıştığımız liseli komünist çocukların dilini kullanıyordu. Diyordu ki ilkel insanlar yıldırımdan, gök gürlemesinden yanar dağların patlayıp lav saçmasından korktular. İşte bu korku onlarda tanrı fikrinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Sonra da bu büyük hayali güce hürmet göstermeye ona kurbanlar kesmeye başladılar. İş böyle uzayıp gitti.
Profesör efendi işte bu kaba yöntemle tanrının olmadığını bize anlatmaya gayret gösteriyor ve kendini paralıyordu. Ona dedim ki: “Hocam, siz okumuş adamsınız. Liseli çocuklar seviyesindeki söylem ile bu arkadaşları bilmem ama bana Allah’ı inkar ettiremezsiniz, daha deruni fikirler ileri sürmelisiniz.
Ona iki soru sordum. 1- Bu ilkel insanlar, bahsettiğiniz korkudan dolayı neden başka bir şey değil de anlaşılması zor “Tanrı” fikrine ulaşmışlar. 2- Evet insanların bir kısmı korktukları için tanrı diye bir muhayyel fikre tapıyor olabilirler. Lakin özellikle bizim mutasavvıflar Rabia el-Adeviyye, Mevlana ve Yunus Emre gibileri muhabbetullah (Allah sevgisi) ve aşk sebebiyle tanrıya yöneliyorlar. Burada sizin söylediğinizin tam tersi bir durum söz konusu değilmi?
Neyse… Asıl anlatacağım adamcağızın tanrı tanımaz olması değil, rektör karşısındaki yalakalığıdır. Ben, dik başlılığı ve sözünün eri olmayı severim. Adamın tanrıya kafa tutmasından çok rektör karşısında gösterdiği yalakalık beni sükutu hayale uğrattı. Taşra üniversitelerinden birinde profesör olan bu zat, benim Ankara’da üniversitede görevli olduğumu ve rektör ile tanışıklığımı öğrendikten sonra mevzu birden değişti ve Ankara’ya gelmek isteğine evrildi. Tabii profesörün bana karşı gösterdiği bilgiçlik ve üstten bakıcı tavrı da değişti. Mesele kendisine nasıl yardımcı olabileceğim konusuna geldi. Eskilerin tabiri ile şefaat yetkimin derecesini konuşur olduk.
Profesörümüz, sempozyumda oturum başkanlığı yapıyor, rektör de dinleyiciler arasında. Aman Allahım!.. Bizimki rektör hocaya bir iltifatlar yapıyor, bir methiyeler düzüyor ki kelimelerle anlatmak mümkün değil. Saygıdeğer rektörüm, büyük felsefe hocamız, zati halleri gibi tabirlerin bini bir para. Siz daha iyi bilirsiniz, sizin karşınızda bizim söz söylememiz yakışık almaz ama cüretimizi hoş görün lütfen, vs vs…
Rektör ile özel görüşebilmek için onun ile tanışıklığı olan pek çok kişiden aracılık yapmasını istiyor ve nihayet amacına ulaşıyor, baş başa görüşüp talebini iletiyor.
Adamın bu yalaka tavrını gördükten sonra içimden şöyle geçirdim. Yahu kardeşim, sen ki herkesin korktuğu Tanrı’ya kafa tutmuş adamsın. Ey tanrı! Sen yoksun, varsan bile seni yok sayıyorum, tanımıyorum, kendisiyle beni korkutmaya çalıştığın cehennemin bile vız gelir tırıs gider, demiş birisin. Nasıl oluyor da bir rektörün önünde bu kadar çok takla atabiliyorsun. Üç kuruşluk dünya menfaati için 40 adamdan yardım dileniyorsun. İnsanlık bu mu yani?
Halbuki bu tür insanlar, ağzını açtı mı dindar kişileri sünepelik, itaatkarlık ve güce tapıcılık ile suçluyorlar.
Fakültede öğrenci iken sistematik felsefe dersimize gelen Mehmet Aydın hocamız bir seferinde şöyle demişti. “Sözünün eri bir ateist babayiğit bulamadım ki şöyle ağzımın tadıyla tartışayım”
Uzun lafın kısası: Adam hem ateist hem de yalaka!..
İngiltere’de Zirvede Hangi Türkler Var?
30.09.2025
gazze mahkemesi ay’ı RESUL UZAR 21.10.2025
Dindarların Trajedisi YUSUF YAVUZYILMAZ 25.10.2025
Sumud: Dünyanın Vicdanı YUSUF YAVUZYILMAZ 06.10.2025
Atasoy Ağabey/Ak Saçlı Bilge TALİP ÖZÇELİK 15.10.2025
Üstad'ın Psikanalizi Dr. MEHMET SILAY 09.10.2025
Cumhuriyet Sonrası İslamcılık YUSUF YAVUZYILMAZ 12.10.2025
Siyaset Kader ve Sorumluluk YUSUF YAVUZYILMAZ 27.09.2025