metrika yandex
  • $32.45
  • 34.68
  • GA18240

Elmas Sömürge Türkiye Duruşmaları

MEHMET YAVUZ AY
27.05.2020

Elmas Sömürge Türkiye Duruşmaları

Devlet-i Âliyye’nin yıkılışından sonra Müslüman coğrafyada huzur  tesis edilememiştir..

Uzak Asya’dan yakın Asya’ya, neredeyse Afrika’nın tamamına yayılan işgal, talan ve sömürgecilik hareketleri; sözkonusu ülkelerin karakterini derinden etkilemiştir. Açık sömürgecilik hareketinin kurbanı ülkeler, İngilizce, Rusça, Fransızca, İtalyanca, Hollandaca, İspanyolca ve Portekizce konuşur; ülke yeraltı ve yerüstü zenginlikleri talan edilir bir noktaya getirilmiştir. Ulus devletler dönemi geldiğinde görece bağımsızlık verilen ülkeler, sömürgeci ülkelerin desteklediği diktatörler tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Karakteri bozulan bu ülkelerin fert ve toplumları, maddî ve manevî çok yönlü sorunların arasında özgünlüğünü, kendi iç sesini, onurunu, inanç ve değerlerini yitirmiştir.

Osmanlı Devleti bakiyesi Türkiye ise, İngilizler tarafından farklı bir sömürgeleştirmeye tabî tutulacaktır: Yönetici elitin kontrolüyle ülke ve misyonun kuşatılması. Halifenin ülkesi ve başkenti İstanbul’un tamamen işgal edilmesinin başta Hindistan olmak üzere Müslüman ülkelerde doğuracağı tepkiler… İstanbul ve boğazlar üzerinde hak talep eden Sovyetler Birliği’nin sıcak denizlere inme ve Akdeniz dahil bölgeyi kontrol etme hedefine duyulan kuşku ve çekinceler… Sömürgelerinde büyük oranlarda Müslüman yaşayan İngiltere; Türkiye’nin jeostratejik, jeopolitik (Hilafet merkezi) konumunun doğurduğu endişeleri masanın arkasında tutarak, Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak kabul edildiği Lozan Antlaşmasını, 3 Mart 1924’te “Hilâfet’in İlgası”ndan sonra onaylamıştır.

 Aslında Hilâfet, “TBMM uhdesinde mündemiçtir.”3 Mart 1924(1340)-Hicri 26 Recep 1342 tarihli “Hilafetin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Ülkesi Dışına Çıkarılmasına Dair Kanun” TBMM’de kabul edildi.6 Mart 1924'te Resmi Gazete'de yayınlandı:

Madde 1- “Halife görevinden alınmıştır. Halifelik, hükümet ve Cumhuriyet’in anlam ve kavramı içinde esasen mevcut bulunduğundan hilâfet makamı kaldırılmıştır.”

31 Teşrin-i evvel 1918’de  İngiliz Agamemnon zırhlısında Mondros Mütarekesi imzalanır. Mütareke,  Osmanlı Devleti’nin ölüm fermanı gibidir:

Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının işgali, ordunun terhis edilmesi, donanmanın limanlara çekilmesi, Müttefiklerin gerekli gördükleri her yeri işgal hakkı, limanlar ve demiryollarından işgal ordularının istifade etmesi, Toros tünellerinin işgali, Kafkaslar, Hicaz, Asir, Yemen, Suriye, Irak, Masrata, Trablus, Bingazi’deki birliklerin geri çekilmesi/teslimi…

Erkân-ı Harbiyye Reisliği’ne getirilen Kâzım Karabekir Paşa, 28 Kasım 1918’de Karadeniz’den İstanbul’a girer. Boğazın iki yanındaki tabyalarda, İngiliz ve Fransız bayrakları dalgalanmaktadır. 29 Kasım günü, Zeyrek’te, “pek eski ve pek samimi arkadaşım” dediği İsmet, tam bir bitmişlik içinde :

“Gördün mü Kâzım? Her şey mahvoldu.(…) Derdin ki batıracaklar ve hayatımızla biz didişeceğiz. Fakat, benim hiçbir ümidim kalmadı. Ben kararımı sana söyliyeyim mi Kâzım? Köylü olalım. Askerlikten istifa edelim.(…) Birleşelim Kâzım ağa, İsmet ağa olalım”(…) der.

Cevabı “İsmet ben kararımı vermiş bulunuyorum. (…) Ben dün Boğazdan gelirken namus sözü verdim. Tek bile kalsam veya tek dağ başı kalsa, uğraşmak. Silâhımı, üniformamı kimseye vermeyeceğim.” olur. (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.1.s. 46)

Karabekir Paşa, 21 Mayıs’ta (1919) pek sevinçli bir şifre alır. Mustafa Kemal Paşa, Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği ile Samsun’a gelmiş; şunları yazıyor:

Zâta mahsustur                                                                                      Samsun

                                                                                                                21/5/1335(1919)

Erzurum’da Onbeşinci Kolordu Kumandanı Paşa Hazretlerine,

Ahval-i umûmiyemizin almakta olduğu şekl-i vahimden pek müteellim ve müteessirim. Millet ve memlekete medyun olduğumuz en son vazife-i vicdaniyeyi yakından mesai-i müştereke ile en iyi ifâ etmek mümkün olacağı kanaatile bu son memuriyeti kabul ettim. (…) Bendenizi şimdiden tenvire medar olacak hususât varsa iş’arını rica eder ve gözlerinizden öperim kardeşim.

                                                                                                                     9uncu Kıtaatı Müfettişi

                                                                                                              Fahr-i Yaver-i Hazret-i Şehriyarî

                                                                                                                     Mirliva Mustafa Kemal

“Esasen doğu vilâyetlerimizin gitmesine karşı belirli vilâyetlerde müstakil bir Türkiye’ye razı olacak insanlar vardı. (…) 3. Fırka Kumandanı Halit Bey, elviye-i selâsenin (Kars, Ardahan, Artvin) bile bırakılmaması fikrinde olduğu halde, başarı elvermeyince mânen kırılmıştı. (…)  Irak’ta ve Kafkasya’da ordu kumandanlığı etmiş Halil Paşa da Erzurum’dan geçerken: ‘Buralarda ne uğraşıyorsunuz? Kaç vilâyet vereceklerse orada şu millete biraz rahat ettirin’ diyordu. “(s.75)

İşgal günlerinde, Bolşeviklik ve Amerika Mandası fikirleri daha yüksek perdeden konuşulmaya başlanır. 1 Haziran’da Kâzım Karabekir, İstanbul’dan Albay İsmet Bey’den, 7 Haziran’da ise Havza’dan Kurmay Binbaşı Hüsrev Bey’den birer mektup alır. Mandacılık, askerî ve bürokratik kadroların çoğunda benimsenmeye başlanmıştır. İsmet Bey, mektubunda; “Ekseriyet diye ifade olunabilecek bir kitlede-- -yahut benim tanıdıklarımın ekseriyeti-Amerika Mandasını, parçalanmamış bir Türkiye’yi toptan üstlenmek üzere tercih ediyorlar.” demektedir. İsmet, Sivas Kongresi’nden sonra bile fikrini değiştirmemiştir. (s.94)

Mustafa Kemal Paşa’nın haber alma ve siyasî Şube Müdürü Hüsrev Bey de: “Amerika gibi tarafsız ve prensiplerine sadık bir hükümetin himaye değil, fakat murakabe tarzında olan manda”sını ileri sürer. Bolşevikliğin de lüzumlu olduğunu yazar. Karabekir Paşa, mektuplardaki fikirlere karşı, millî kuvvetle sonuna kadar uğraşmaktan başka çare olmadığını söyler. Mustafa Kemal Paşa’nın Bolşeviklikten, erkân-ı harbiyyesinin mandadan bahsedişinden hatta bunların kabul görmesinden, çok üzüntü duyduğunu da ifade eder.(s.95)

Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Emre Yayınları, 2 Cilt, 1993, İstanbul

27.05.2020, Kardelen/Ankara

Mehmet Yavuz AY

 

 

 

Yorum Ekle
Yorumlar (7)
Mahmut AY | 30.05.2020 14:58
Teşekkür ederim
Halil çakır | 29.05.2020 10:10
Halen bu planın pesindeler Allah fırsat vermesin
Hidayet ÇELİK | 28.05.2020 18:04
Tarihimizin az bilinen yılları...Kurtuluş savaşımızı yöneten ve yönlendirenlerin çok iyi bir ekip çalışması ile bunu başardıklarını düşünüyorum. Bu insanlar zaman zaman belki yöntem konusunda farkı görüşler sahip olmuş olsalardı, hiçbirinin iyi niyeti ve vatanseverliğinden şüphe duymamak gerekir. Bilindiği gibi cumhuriyet kurulduktan sonra bu ekip arasındaki fikir ayrılıkları daha da derinleşmiş ve ekip bütünlüğünü kaybetmiştir. Bu süreç ayrı bir yazı konusu olabilir. Ama herkesin o yılları iyi okuyup, objektif bir yargı ile anlaması gerekir diye düşünüyorum. Yazınızın da buna katkı sağladığını ve bunun için teşekkürlerimi ilettiğimi belirteyim...
Abdullah Aydın | 28.05.2020 00:03
Hakikatler uzun süre saklı kalamazlar. Kalemlerinize sağlık, teşekkürler.
Bir okuyucu | 27.05.2020 11:14
Sa sayın yazar Kaleminize sağlık Hafızasını kaybetmiş kişinin aidiyet duygusu olamayacağı gibi, hafızasını kaybetmiş milletin de sarılarak kendini bulacağı değerleri yoluyla oluşacak aidiyet duygusu olamaz. Bu da bir toplumu en fazla nitelikli köleler, devşirmeler, emir erleri yapar. Bugün olduğu gibi. Bunların muhakkak yazılması gerekiyor. Selamlarımla
Yılmaz TAŞOVA | 27.05.2020 06:26
Evet aynen hakikattir. Fakat öyle anlaşılıyor ki maal esef bu gerçekler okullarda öğrencilere daha uzun bir süre anlatılmayacak.
Erhan Aydoslu | 27.05.2020 02:30
Bize Ermeni Emin Oktay\'ın kitabını okuttular. Buna sormuşlar \"Sen tarihçi değilsin niçin tarihi yazıyorsun\" diye. O da \"Yaz dediler bende yazıyorum\" demiş. Tarihin gerçeklerinin dile getirilmesi çok güzel. Teşekkürler.