Günlerdir, haftalardır çocuk cinayetleriyle gündemimiz doldu. Gün geçmiyor ki bizi dehşete düşüren yeni bir olay ekranları kaplayıp gündem olmasın. Bir taraftan bitmeyen Yahudi saldırganlığı karşısındaki dehşetimiz son sınırına gelmişken diğer yandan ülke içinde vahşetin çukurunda yaşayanlar eliyle gerçekleştirilen çocuk cinayetleri, kadın cinayetleri ve gündemden düşmeyen sapkınlıklar karşısında, millet olarak duygularımız etkileniyor; mutsuzlaşıyor, her şeye ve herkese karşı güvensizleşiyoruz. Neredeyse gülümsemeyi unuttuk. Millet olarak üzerimizde bir mutsuzluk ve gerginlik var. Hayatımızın Yaratana minnet duyulup şükredilecek yanlarını göremez olduk. İşte bu nedenle bu yazımda tanık olduğum veya dinlediğim iç ısıtan olaylardan örnek vermek istiyorum. Çünkü biz, ekranlardan -belki de bile isteye- düşürülmeyen iğrençliklerin yaşanmasının doğal olduğu bir toplum değiliz. Tersine tüm bu azgınlıkların, -tıpkı kangren olmuş bir parmağı yanlış merhamet duygusuyla kesmeyip bedende bırakmak gibi- suçlulara gereken cezaların verilmemesi ya da yetersiz ceza verilmesi nedeniyle ortaya çıktığını ve arttığını düşünmekteyiz. Bu yazıda vereceğim örnek olay ve durumlarla ‘Biz işte buyuz!’ demek istiyorum. Buyurun toplumumuzda yaşanan güzel olay ve durumları birlikte okuyalım:
Umrede tanıştığımız ailenin evlatlığı: Üç beş yıl önce umreye gitmiştik. Orada Hasan Bey ve eşi Emel Hanımla tanışıp arkadaş olduk. Her ikisinin de ikinci evliliğiymiş. Hasan Bey’in önceki eşinden birkaç çocuğu varmış ama Emel Hanımın hiç çocuğu olmamış. İkisi on yıllık evliyken aynı mahallede oturan yoksul ve çok çocuklu bir ailenin yeni doğan çocuğunu evlat edinmiş, adını da Akif koymuşlar. Çocuk on iki, on üç yaşına gelince kulağına fısıldamış birileri evlatlık olduğunu. Emel Hanım dedi ki: ‘Ben de Akif’i karşıma aldım, konuştum. O hafta sonu onu ailesine götüreceğimi, dilediği kadar orada kalıp dilediği zaman geri gelebileceğini söyledim. Bir hafta kadar orada kaldı, geldi, bir daha da orayı anmadı. Ben de hiçbir şey sormadım.’ Çocuk 15 yaşında ve yanlarındaydı, birlikte umreye gelmişler, kendisini evlat edinen anne-babasına tavafta yardım ediyordu. Üçü de mutlu görünüyor, üçünün de yüzü gülüyordu. Yer Ankara.
Evlatlık öğrencim: Çok iyi yazılar yazıyordu öğrencim Şengül, ilde ve bölgede dereceleri vardı. Birkaç kez işe yarar ödül de aldı. Bu nedenle daha yakından ilgilenmem gerektiğini düşündüm. Sonra öğrendim ki bu öğrencimin anne-babası ayrılmış. Amcasıyla evli olan teyzesi ‘Çocuk ortada perişan olacak, yurda neden verilsin, biz alıp büyütürüz’ demiş ve eşiyle birlikte ortada kalan yeğenlerini yanlarına almışlar. Onu öz çocukları gibi yetiştirdiler, öğretmen oldu, güzel yazılar yazmaya da devam etti. Yer Nevşehir.
İki kardeşin koruyucu ailesi: Yakın tarihlerde ihtiyacı olan öğrencilere burs vermek isteyen bazı arkadaşlarım için öğrenci araştırıyordum. Daha önce birkaç kez karşılaştığım Sevgi Hanım, benimle iletişime geçerek iki öğrencinin adını verdi. Durumu merak edip ayrıntıyı öğrendim. Çocuklar benden burs isteyen kadının bakımlarını üstlendiği akrabasından parçalanmış bir ailenin dört çocuğundan ikisiymiş. O sıralarda yeni doğan bebeği Sevgi Hanım’a bırakmışlar. Sevgi Hanım bu bebeğe bakarken ailesindeki herkes kızmış, ‘Çocuk istiyorsan iki tane var, daha istiyorsan doğur, bak. Elin çocuklarına bakmak ne demek? Bu çocukların anneannesi, babaannesi var, halası, teyzesi var onlar baksın.’ demişler. Bu arada Aile Bakanlığı durumdan haberdar olmuş, çocukların hepsini korumaya almışlar. Bir süre sonra çok küçük olan bebeği koruyucu aile olarak Sevgi Hanım’a vermişler sonra ‘Birlikte büyümeleri ikisi için de yararlı olur’ diyerek onun bir büyüğünü de vermişler. Kendi çocuklarından kesinlikle hiç ayırmadan o iki çocuğu da büyütmüş. Bana dedi ki: Ben 19 yıl önce ikisi için de koruyucu aile oldum ancak şimdi ikisi birden üniversiteye başlayınca zorlandım, onun için burs istedim.’. Sonra dedi ki: ‘Keşke dördünü de alabilecek gücümüz olsaydı.’ Yer Kayseri.
Yoksul bir gencin evliliği: Yıllar önce oturduğum bir evde komşuluk etmiştik bu aileyle. Epeyce dar gelirli bir aileydi. Bu ailenin askerden yeni dönen oğlu Emrah hemen iş bulmuş, bir yerde çalışmaya başlamıştı. Bu iş yerinin sahibi olan Asaf Bey, Emrah’ı sevmiş ve bir süre sonra ona uygun şekilde kızıyla evliliği teklif etmiş, o da kabul etmiş. Asaf Bey, Emrah’ın ailesinden hiçbir şey istemeden ve Emrah’a da hiçbir masraf yaptırmadan kızıyla Emrah’ın evini kurup onları evlendirdi. Yer Konya.
Kimsesiz Çocuklar Yurdundan bir gencin evliliği: 18 yaşına geldiğinde Kimsesiz Çocuklar Yurdundan ayrılan Türkay, bir işe girmiş ve tuttuğu küçük bir evde yaşamaya başlamıştı. Türkay’ın durumunu öğrenen ev sahibi karı-koca Murat Bey ve Ayla Hanım Türkay’a kol kanat germiş, her ihtiyacında yardımcı olmaya çalışmışlar. Onu daha yakından tanıdıktan sonra ikisi birden onu evlendirmek istediklerini ona söylemişler. Bu ailenin çalışan tüm çocukları yardımcı olarak Türkay’ı evlendirdiler ve tüm masrafı paylaştılar. Yer Ankara.
Yoksul babaya düğün yardımı yapan 4 akraba: İrfan Efendi oğlunu nişanlamış, iki senedir düğün masrafını karşılayamadığı için düğünü kuramıyordu. Ancak geçerli bir neden olmadıkça o yörelerde iki seneden daha fazla bir kız nişanlı kalamazdı. O sene de sülalede bir sürü düğün olmuştu. Düğünü yapanlar beklediler ki akrabalarından İrfan Efendi de oğlunun düğününü yapsın. Bir süre sonra onun düğünü yapamayacağını öğrendiler. Sonra dört akraba aile kalkıp bir akşam İrfan Efendi’yi ziyarete geldiler. Konuştular, şakalaştılar ve bu düğünün masrafını paylaşacaklarını onu incitmeden söylediler. Her bir aile hiç kimseye bildirmeden üstüne düşeni yapacaktı. Bir aile üç gün boyunca yemeği, iki aile yeni evliler için gerekenleri, bir aile de düğünün diğer masraflarını üstlenecekti. Bu hikâyeyi, hikâyenin neredeyse tüm kahramanları öldükten sonra dinledim. Allah hepsine rahmet etsin. Yer Nevşehir.
Almancı adamın yoksul damadı: İzne geldiği bir seferde uzaktan tanıdık bir aile kızını istemiş, Kemal Efendi geri gitmeden hemen bir nişan yapmışlardı. Bir sene, iki sene… Hısım dul bir kadın, oğlu yetimdi. Kemal Efendi de Almanya’ya gitmeden kıt kanaat geçinmenin ne demek olduğunu öğrenmişti. Durumu anladı, hısımı Gökçe Hanım ve damadı Halil’le de konuşup iki tarafa da babalık ederek kızının düğününü yapmış. Bu hikâyeyi Kızılırmak kenarında Gökçe Hanımdan dinledim. Ben hikâyeyi dinlerken oğlu Halil çocuklarıyla balık tutmaya çalışıyor, kendisi bana bu hikâyeyi anlatırken geliniyle ağaçların altında oturuyordu. Yer Avanos.
Yıllarca kan veren adama getirilen koç: Hastane önünde çaresizce bekliyorlardı. Köyden gelmişlerdi, yoksul idiler, kadına sık sık 0 Rh negatif kan gerekiyormuş ama verecek kimse yoktu. Orada bir fabrikada çalışan Enver Usta bunu duymuş ve gelip durumu kadının kocasından dinlemişti. Onun da kan grubu 0 Rh negatifti ve gerektiği anda kendisine de kan verecek kimse yoktu. Ona dediklerine göre bu az bulunan bir kanmış. Yıllar geçip gitti, Enver Usta emekli oldu, oğlunu evlendiriyordu. Kapının önüne bir köyden çoluğuyla çocuğuyla bir aile gelmiş, yanlarında süslenmiş bir koç getirmiş, kesmek üzere yatırmışlardı. Enver Usta hemen: ‘Kesmeyin koçu, olur mu öyle şey’ diyecek oldu ama yıllardır kan verdiği gülümseyen kadının yanındaki adam, yere yatırdığı koçu kesti. İşte o gün ortaya çıktı Enver Usta’nın yıllar boyu bu kadına kan verdiği. Yer Tokat.
Her yıl ekmeklik un bırakan bir aile: Uzaktan akrabaları olan Raziye’yi evlendirmişlerdi. Ancak bir süre sonra Raziye’nin kocasının işleri bozulmuş, iş yerini kapatmak zorunda kalmış, başka bir yerde çalışmaya başlamıştı. Kendilerininse verimli tarlaları ve başka gelirleri de vardı, maddi durumları iyiydi. Ali Bey ve Meliha Hanım işte o dönemde, her yıl hasadı kaldırınca kendilerine yetecek kadar buğdayı un öğüttürürken Raziye’ye de un öğüttürüp kapısına götürüp geç vakit gece karanlığında gizlice bırakmaya karar verdiler. Raziye’nin kimden geldiğini bilmediği bu un çuvalları, Ali Bey ve Meliha Hanım vefat edene kadar yıllarca gelmeye devam etti. Yer Niğde.
Gelin kızın neyi eksik: Esin aradı arkadaşı Gülşen’i, kısaca diyordu ki: Bir kız evlendiriyoruz, babası yok, çoğu eşyasını hazırladık ama hala eksiğimiz var. Gülşen sordu: Neyi eksik? Saydı Esin eksikleri, o da hemen kendi yapabileceklerini sıraladı, ertesi gün hepsini götürüp verdi. Esin aynı telefonu birkaç kişiye daha etmişti. Onlar da aynı gün verebileceklerini hazırlayıp yapabileceklerini yaptılar. Birkaç gün sonra Gülşen yeniden aradı Esin’i ‘Şunlar, şunlar da var getireyim mi?’ diye. -Yok dedi Esin, tüm eksikleri tamamladık, haftaya düğün var inşallah. Onu da başka biri için alalım.’ Yer Aksaray.
Milletimiz/Biz işte buyuz, ‘ekranları dolduran sapkınlar ve asalaklar’ değiliz. İnsanımız, Rabbinin hoşnutluğu için iyi olması; iyi olması için de iyilik yapması gerektiğini bilir. Bu nedenle iyilik yapmak için elinden geleni yapar. Böyle olduğumuz için de onca sıkıntı, ekonomik kriz, gelir adaletsizliği, yaşanan nice zorluk ve darlığa rağmen iyi insanların gönüllerinden gelen iyilikler nedeniyle toplum olarak ayaktayız.
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
HTŞ’ye Humus yolu açıldı
06.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Taassup | Ümit Aktaş
12.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024
Suriye'de Neler Oluyor? YUSUF YAVUZYILMAZ 08.12.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
ÇAĞDAŞ HAÇLI SAVAŞLARININ YÖNTEMLERİ AYTEN DURMUŞ 13.11.2024