metrika yandex
  • $32.19
  • 34.99
  • GA17650

Haberler / Yorum - Analiz

Ütopya / Hüseyin ALAN

25.10.2022

1500’ler Ortaçağ Avrupa’sında üç ana ütopya yazıldı, İngiliz, Flemenk ve İtalyan yazarlarca. 
 
“Özgür, eşit, dayanışmacı” bir toplum yapısı, “adil bir yargı” sistemi, “iktidarı paylaşan ve değiştirilebilen bir siyaset düzeni” tasarlamış, bunu hayali/kurgusal bir devlet ve toplum yapısında yazıp göstermişlerdi...
 
Bu ütopyalar neden yazılmıştı? Ortaçağ Avrupa’sında siyasi düzenler ve toplumsal yapılar benzer şekilde çok kötüydü. Hukuk asillerin hukukuydu. Sıradan insan denen efendisine/rabbine/lorduna bağlı köleden öte değildi:
 
Bir taraftan yönetilen köylü çoğunlukta “açlık, yoksulluk, sefalet, savaşlar, salgın hastalıklar, anarşi” alabildiğine yaygındı.
 
Öte taraftan “kral, prensler, aristokrasi, kilise” yönetici azınlık sınıf “fahiş vergi, despot idare, zalim yargı, şatafatlı mekanlar ve lüks yaşam” içinde sefa sürüyorlardı.
 
Yaygınlaşan köylü ayaklanmaları ve isyanlar kanlı biçimde bastırılıyor, aman verilmiyordu. 
 
Bu şartlarda yazılmıştı ütopyalar.. Krala rakip, Katolik kiliselerin toprağına göz dikmiş prenslerin desteğiyle ortaya çıkan, teolojik yorumuyla da farklılaşan Protestanlıkta bu şartların ürünü olacaktı… 
 
Çok sürmedi “eşitlik, özgürlük, hukuk, adalet, birey, istediğin işte çalışma, serbest girişim, mülkiyet, refah, yöneticiyi seçme ve değiştirme hakkı” vaadiyle iki ideoloji çıktı ortaya: Liberalizm ve sosyalizm. 
 
Kötünün içinde yaşayan, kötüyü bilen Avrupalı, ütopikte olsa iyiyi gösteren modellere destek verdi. Kötülerden ayrıştıran ideolojiler, toplumsal yapıya, siyasal ve ekonomik sisteme bu sayede dönüştü.. Ütopyalar gerçek olmuştu... 
 
Avrupalı ütopyalara göre bu gün daha iyi değil fakat geçmişe kıyasla hiçte kötü değil.
 
Daha iyisini görene ve bulana kadar Avrupalı tüm dünyadan şimdi daha iyi…
 
Ulus toplumlara ve ulusal iktidarlara bölünmüş, etnik ve mezhebi sınırlara hapsolmuş bu günkü Müslüman dünya
Avrupalıdan hiçte daha iyi değil: 
 
“Despotik yönetim sistemi, yargılanmaz ve sorgulanmaz yönetici azınlık sınıfı, iktisadi ve sosyal adaleti çoktan unutmuş yargısı, herkese ait mülkü yasal zorbalıkla ele geçiren eliti, mutlak itaati meşrulaştıran dini kültürü, yoksulluk ve cehaletin etkisinde yaygınlaşan fesadı, nesilleri bastırılan ve sömürülen ahalisi.. ile malül bir model, bir yaşam biçimi: Nesiyle iyi olacaktı?..
 
Daha kötüsü vardı: Kolonyal dönemin mirasıyla iki kategoriye ayrılmış toplumsallıkta iki tip bilgi ve şekilleniş biçimi söz konusu: 
 
1. Din terakkiye manidir terk edip medeni ve uygar Avrupaya dahil olalım diyenler: Bilime ve teknolojiye ve rasyonel akla sarılanlar. 
 
2: Din yanlış anlaşıldı, dine dönelim, kaynağa dönelim, öze dönelim diye yola çıkıp İslami dünya görüşünü ve hukuk sistemini, İslam milletinin birliği ve şevketini, İslami devleti ve Ümmetin ittihadını unutanlar: Her biri kendince bir fırkayı naciye olan fırkalar.
 
Bu iki toplumsal kategori kendi içinde müthiş kavgalı: Kavga tarih cephesinde yapılıyor, bu günü şekillendiriyor, kategorik taraftarlık yeniden üretiliyor.
 
Kavgaya sebep mevcut vaziyetten  “daha iyisi, daha güzeli, daha adili” peşinde olmak değil, ayrışma bunun için yapılmıyor: 
 
“İktidarı” dolayısıyla “devleti” dolayısıyla devlet “gücünü, imkan ve fırsatlarını” ele geçirip imtiyazlı olmak için yapılıyor…
 
Bu haliyle Müslüman dünyadan “bir ütopya” olmasa da “bir hayal” peşine düşüp Medine’yi yazan, Jaru selamı yazanlar ve modelleyenler çıkar mı?
 
Mevcuttan esasta razı ama teferruatta şikayetçi olup, mevcudun içinde pozisyon genişletmek ve sınıf atlamak için var olanlardan çıkmaz: Hayali bile hayal olur.
 
Buna karşılık batının kendisi için ürettiği “evrensel insan hakları bildirisine”, orada sayılan “demokrasiye, laikliğe, insan hak ve özgürlüklerine, seküler hukuka ve siyasete, ulus toplum yapısına ve kapitalist uygarlığa..” aşık üçüncü sınıf taklitçiler çok çıkar: Çıkıyor da zaten…
 
Hz Muhammed’in Mekke’deki “hayali” Medine de gerçekleşti: Çünkü ona inanıp güvenenler vardı: Bu hayale kapılanlar kötülüğü tanımış, kötülerden ayrışmıştı. İyiyi ve iyiliği temsil ediyorlardı.
 
Hz İbrahim ve Musa ve İsa’nın Medineleri olmadı ama bunlarda kötü sistemden ve kötülerden ayrışmıştılar.  İşte bu sebeple bunların takipçileri onların hayalini gerçekleştirmiştiler... 
 
Müslüman dünyada hayali olanlar lazım: “İnsanlar hayali kadardır” diyenler haklıydı. 
 
Bu ülkede “neredeen nereye” diyenler hayallerine kavuştuklarını tescillediler. Demek ki hayal var hayal var, hayali de konuşmak lazımdır deyip bitirelim.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş