metrika yandex
  • $34.84
  • 36.87
  • GA21150

Haberler / Yorum - Analiz

SİYONİZMİN DEVLETLEŞME BELGESİ:BALFOUR DEKLARASYONU|ALİ KAÇAR

09.11.2024

 

Balfour Deklarasyonu, 1800’lü yılların başlarından itibaren Siyonistlerin ısrarla gerçekleştirdikleri faaliyetlerin neticesinde Filistin’de bir Siyonist devletin kurulmasına kapı aralamıştır. Siyonist düşüncenin Yahudiler arasında yaygın bir şekilde savunulur hâle gelmesi, özellikle de Rusya’da ve Avrupa ülkelerinde Yahudilere yönelik gerçekleştirilen baskıların yer yer katliama dönüşmesi ve Yahudi karşıtlığının artması nedeniyle olmuştur. Zengin Yahudi bankerlerin ve özellikle de Lord Rotschild’in[1] parasal anlamda desteği de yurt aramayı hızlandırmıştır. Buna rağmen İngilizler tarafından teklif edilen Asya’da, Arjantin ve Uganda[2] gibi yerlerde yurt edinilme de kabul edilmemiştir. Garaudy’e göre siyasi Siyonizm’in babası sayılan[3] Theodor Herzl açısından yerin önemi yoktur, önemli olan Yahudi devletinin kurulmasıdır. Ancak İngilizlerin teklif ettiği yerlerde yurt edinme kabul edilmeyince Theodor Herzl de dâhil önde gelen bütün Siyonistler Filistin’de önce yurt -sonra devlet- edinilmesi için yoğun girişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Bunun için de öncelikle Filistin’de toprak alımına ve Yahudilerin Filistin’e göç etmeleri için yapılacak çalışmalara ağırlık verilmiştir. Bu amaçla da Herzl, II. Abdülhamit’le ısrarla görüşmek istemiş, görüşmenin gecikmesi üzerine de aracılar kanalıyla Osmanlının bütün borçlarının ödenmesi karşılığında Filistin’de toprak verilmesini teklif etmiştir. Ancak bu ve benzeri diğer bütün teklifler Abdülhamit tarafından reddedilmiştir.

Theodor Herzl, Yahudi devleti adıyla 1896’da bir kitap yayınlamış ve bu kitabında Yahudilerin devlet kurma fikirlerini ve planlarını gündeme getirmiştir. Kitabında belirttiği bu fikirlerini gerçekleştirmek için de Avrupa’nın birçok ülke lideriyle görüşmüş ve 1897’de de İsviçre’nin Basel kentinde ilk Siyonist Kongre’yi toplamıştır. Bu kongre, Birinci Dünya Siyonist Kongresi olarak isimlendirilmiştir. Sürgünde bir parlamento şeklinde toplanan bu kongreye 17 ülkeden 240[4] Yahudi katılmıştır. Kongrede, Filistin’de bir yurt edinilmesi için çalışılması, her ülkedeki Yahudilerin dernekler ve federasyonlar şeklinde organize olmaları ve Yahudi “milli şuuru”nun kuvvetlendirilmesi kararı alınmıştır. Kongreyi takip ettiren ve alınan kararlardan haberdar olan Abdülhamit, Yahudilerin Filistin’de toprak alımının bütün yollarını kapatmış hatta dışarıdan da hangi ülke vatandaşı olursa olsun hiçbir Yahudi’nin Osmanlı topraklarına, Osmanlıda yaşayan hiçbir Yahudi’nin de Filistin’e girmesine izin verilmiştir. Siyonistler, bu kararlardan sonra II. Abdülhamit tahtta kaldığı müddetçe Filistin’de yurt edinme hayallerini gerçekleştiremeyeceklerini anlayınca yeni yollar aramaya başlamışlardır. Bu çerçevede Siyonistlerin önünde iki yol bulunmaktaydı, bu yollardan birisi Abdülhamit’i devirmek; bu, mümkün olmazsa iç karışıklık çıkararak Osmanlıyı içeriden çökerterek dağılmasını sağlamaktı. Bu nedenle de vakit geçirilmeden Abdülhamit aleyhinde karalama kampanyası başlatılmış, ‘Kızıl Sultan’ lakabı da yine Yahudiler tarafından Abdülhamit’e takılmıştır.[5] Ayrıca Sultan Abdülhamit’e karşı meşrutiyeti yeniden ilan etmek için mücadele eden Jön Türklerle de ilişkiye geçilmiştir. Meşrutiyetin ilanı ile Sultan Abdülhamit’in iktidarının zayıflatılması ve meşrutiyet rejiminin hürriyet ve serbesti ortamından faydalanarak kurulacak yeni iktidarla Filistin pazarlığına oturmak ve Siyonizm’i böylece gerçekleştirmek daha kolay olacaktı.

II. Abdülhamit’i tahttan uzaklaştırmanın yolunu aramaya başlayan Yahudiler bu amaçla, Jön Türk grubu içine sızmışlar, İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde büyük rolü bulunan Emmanuel Carasso’yu kendi taraflarına çekerek kullanmışlardır.[6]

Theodor Herzl 1904 yılında ölmüştür. Ancak Yahudilerin Filistin’de yurt edinme çabaları Herzl’in ölümünden sonra da devam etmiştir. Herzl’in ölümü ile Siyonist hareket içinde başlayan bölünme ve iç karışıklık, aynı yıl Rusyalı bir Yahudi olan kimyager Haim Weizmann’ın Siyonist hareketin liderliğine gelmesiyle son bulmuştur.[7] 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi de Osmanlı Musevilerine yeni bir ümit vermiştir. II. Abdülhamit, 27 Nisan 1909’da tahttan indirildikten sonra İttihat ve Terakki Partisi ve liderleri de Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğunda göç etmelerini, yeni bir yaklaşım ve müspet bir tutumla değerlendirmiş, Filistin’e gidecek Yahudilere –Abdülhamit döneminde- tatbik edilen kısıtlamalar (kırmızı tezkere) kaldırıldığı gibi, Yahudilerin Filistin’de toprak satın almaları da serbest bırakılmıştır.[8] Abdülhamit’in kendi mülkü olan topraklar da devletleştirilmiş ve Yahudilere satışa hazır hâle getirilmiştir.

Bu olayların akabinde Birinci Dünya Savaşı başlamış, İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) Almanlarla birlik olarak savaşa girmiştir. Bunu fırsat bilen Yahudiler, İngilizlere yanaşmış hatta Çanakkale’ye, adı ‘Siyon Katır Alayları’ (Zion Mule Corp) olan bir birliği İngilizlerin emrine göndermiştir.[9] Yahudiler bununla da yetinmemiş, Kasım 1915’te Nili Casusluk Örgütünü kurarak[10] Filistin’de savaşan Osmanlı birliklerinin en mahrem bilgilerini, çeşitli yollarla İngiliz istihbaratına bildirmişlerdir.[11] İngilizlere sızdırdıkları bilgiler, Osmanlının Filistin Cephesi’nde yenilgisini getirmiş, İngiltere de NİLİ örgütünün yardımları karşılığında ama daha çok kendi menfaatleri için, Filistin’de Yahudi devletinin kurulmasını onaylamıştır.

Edmund Allenby’nin[12] askerî sekreteri Yüzbaşı Raymond Savage, 1924 yılında New York Press’e verdiği demeçte, çoğu yerli Filistinli olan çok sayıda Yahudi gencin sağladığı istihbaratın, Allenby’nin işini bitirmesinde çok etkili olduğunu vurgulamıştır. Engle ise tüm Yahudilerin NİLİ’ye minnettar olduğunu vurgulamış ve Sarah’ı, Jan Dark’la kıyaslayarak “O Jan Dark gibi sofistike bir insan değildi. Fakat o, tüm kahraman kadınların da kahramanıydı.” demiştir.[13]

Bir İngiliz Dışişleri yetkilisi de “Onlar için ne yapsak hizmetlerinin karşılığını ödeyemeyiz.” demiştir. Yine General Macdonough, “Aaronshonların istihbaratı olmasaydı Allenby, zafer kazanamazdı.” itirafında bulunmuştur.[14]

 

Balfour Deklerasyonu’nun Verilme Nedeni

Avrupa’da Siyonizm, doğrudan Filistin’de bir yurt arama motivasyonu ile çıkmamıştır. Bilakis Avrupalıların Yahudiler aleyhinde başlattıkları ve zaman zaman katliamlara kadar ulaşan baskıları, yani antisemitizm denen Yahudi karşıtlığı üzerine bina edilmiştir. Meselenin son yüzyılı Orta Doğu coğrafyasını ilgilendirse de bu sorun, esasında Avrupa’nın kendi içinde geliştirip ihraç ettiği gayr-i insani bir sorundur.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında daralan Avrupa ekonomisini hareketlendirmek için, Yahudi sermayesine ihtiyaç duyulmuştu. Yahudi sermayedarları da bu ihtiyacı cömertçe yerine getirerek savaşı finanse etmişler ve bu yaptıklarının karşılığında da Filistin’i istemişlerdi. İşte bu süreçte İngiliz siyaseti devreye sokulmuştur. Avrupa bir taraftan kendi ihtiyaçlarını giderecek, diğer taraftan da bir “ur” olarak gördükleri Yahudilerden de kurtulmak istiyorlardı. Bu nedenle de yüz küsur yıl önce, Yahudiler adına masum bir talebin karşılanması gibi görülen Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de bir Yahudi devletine de yeşil ışık yakılmış olundu.

Balfour Deklarasyonu uzakta bir Yahudi devleti kurmak kadar, 1450’lerden itibaren sistematik olarak Avrupa’dan soyutlanmaya çalışılan Yahudileri de oradan (Avrupa’dan) kovma hazırlığıydı. Nitekim Balfour’un ürettiği belge, Siyonizm’in sempati ambalajında antisemitizme sunulan bir zafere yol açacaktı.[15]

İşte Balfour Deklarasyonu ile İngiltere, Yahudi bankerler kanalıyla savaşın finans ihtiyacını karşılamış, Avrupa devletleri ise bir ur olarak gördükleri Yahudilerden kurtulmuş olacaklardı. Yahudiler de bu işgalci devletlerin yardım ve desteğiyle Filistin’de bir yurt edineceklerdi. Böylece bütün tarafların farklı şekillerde de olsa istekleri yerine getirilmiş olacaktı.

Balfour Deklarasyonu

Dönemin emperyal ülkesi İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Siyonizm’in ünlü hamisi Lord Rothschild’e 2 Kasım 1917’de gönderdiği mektupta şu ifadelere yer vermişti:

Dışişleri Bakanlığı

2 Kasım 1917

Saygıdeğer Lord Rotschild

Majestelerinin hükûmeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım.

“Majestelerinin hükûmeti, Filistin’de Yahudiler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Yahudi olmayan toplumların medeni ve dinî haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Yahudilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır.”

Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonunun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım

Saygılarımla

Arthur James Balfour

Yahudilerin, Filistin toprakları üzerinde İsrail devletinin kurulmasının yolunu açan 67 kelimelik Balfour Deklarasyonu yayınlanmasının ardından Filistinlilerin toprakları  ellerinden parça parça alınarak vatanlarının işgale uğramasının ilk adımı oluşturmuştur.

Bu deklarasyon, kısa bir süre içerisinde İtalya, Fransa ve ABD gibi emperyal ülkeler tarafından da kabul edilerek desteklenmiştir.

İngiltere, Balfour mektubunda Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması için tüm imkânlarını kullanacağını vadetmekteydi. Vaatleri ise şöyle idi:

1. Filistin’de ulusal vatanın temini konusunda İngiliz desteği

2. Bu amacın gerçekleşmesi için İngilizlerle iş birliği

3. Filistin’de Yahudi olmayan bir ülkedeki Yahudilerin sahip olduğu haklara ve statüye zarar verecek herhangi bir şeyin yapılmaması[16]

Filistin’de, İngiltere’nin himayesi altında bir Yahudi kolonisi kurmayı hedef alan Siyonist İcra Komitesinin çalışmaları ABD cumhurbaşkanı W. Wilson tarafından da hararetle desteklenmiştir.[17]

İngilizler, Balfour Deklarasyonu’nu Ocak 1918'de Arap liderlerine resmen bildirmişlerdir. Araplar ilkin deklarasyona tepki göstermişlerdir. Tedirginliğini ortaya koyan Hicaz Kralı Şerif Hüseyin[18], deklarasyonun izahını istemiştir. İngiliz generali Hogarth ve diplomat Bureau Cidde’ye giderek Kral Hüseyin'e, Filistin'de oturan Araplarla Yahudilere aynı politik ve ekonomik hürriyetleri vereceklerini, mukaddes yerler için özel bir düzen kurulacağını, dünya Yahudilerinin Arap davasına desteklerinin, Yahudilerin siyasi nüfuza sahip olduğu her devletin desteği demek olduğunu vs. söylemişlerdir. Bu izahlardan tatmin olmuş gibi görünen Kral Hüseyin, korkulacak bir durum olmadığını ilan etmiştir. Hatta deklarasyonu “bir akraba ırk olan Yahudilere karşı verilecek iyi bir söz” olarak değerlendirmiştir. Dr. Weizmann da Kahire'ye giderek buradaki Arap liderlerini güçlükle teskine çalışmıştır.

Balfour Deklarasyonu ilan edildiği zaman hatta uzun bir süre Yahudi nüfusu, henüz “Yahudi devleti” kuracak sayı ve kuvvette olmamıştı. Siyonistler, bu nedenle bu süreçte Araplarla “dostça geçinmek” stratejisini takip etmişlerdir.” Aslında bu dostluk, devlet kurabilecek sayı ve kuvvete ulaşıncaya kadar devam edecek, özde değil sözde bir dostluktu. Dost geçinmenin gereği olarak da Faysal’a teklifte bulunmuşlar: Her türlü ihtiyaçları, kendilerinin yardımı ile karşılanacaktır. Bütün finansman açıkları, silah, mühimmat, yiyecek, içecek gibi acil ihtiyaçları birkaç gün içinde tamamıyla yoluna konulacaktır. Bütün bunlara karşılık, bölgedeki ufak Yahudi azınlığa şimdiye kadar olageldiği şekilde, yani kardeşçe ve eşit muamelelerden gayri bir şey istememektedirler.”[19] İngilizlerle iş birliği yaparak Araplara ve dolayısıyla Osmanlıya ihanet eden Faysal ve ailesinde, Siyonistlerin bu yapmacık dostluk girişiminin arkasındaki Siyonist tuzağı anlayabilecek bir kapasite ve feraset zaten yoktu.

Siyonist lider H. Weizmann[20] bu gaye ile Hicaz kralının oğlu, Prens Faysal ile Amman’da yaptığı gizli müzakerelerin neticesinde Londra’da 3 Ocak 1919’da imzalanan anlaşmada şu maddeler yer almıştır:

1- Arap devleti ve Filistin arasında iyi niyete dayanan samimi bir dostluk tesis edilecek, Araplarla Yahudilerin hakları aynı dürüstlük ve hassasiyetle korunacaktır.

2- Filistin’in idaresiyle ilgili teşkilat, İngiltere hükûmetinin 2 Kasım 1917 tarihli (Balfour) deklarasyonun ışığında kurulacaktır.

3- Yahudilerin Filistin’e büyük mikyasta hicretlerinin temini için bütün tedbirler alınacak ve mümkün olan süratle memlekette yerleşmeleri temin edilecektir.

4- Taraflar Sulh Konferansı’ndan önce bütün konularda tam anlaşmaya varmış bulunduklarını ilan edeceklerdir.[21]

20 Nisan 1920’de San Remo’daki Sulh Konferansı Balfour Deklarasyonu’nu kabul ve tasdik, aynı zamanda Filistin bölgesinin İngiliz mandasına gireceğini ilan etmiştir.

Orta Doğu tarihinde fevkalade önemli bir “kilometre taşı” olan “Balfour Bildirisini” aslen Musevi olan yazar Arthur Koestler, “bu belgeyle bir milletin (İngiliz) başka bir millete (Yahudiler), üçüncünün (Araplar) ülkesini vadettiğini” ifade etmiştir.

Koestler’in benzetmesini daha ileri götüren Tibawi de Balfour Bildirisi’ni, özetle, “bir gücün (İngiltere), hükümranlığını hukuken başka bir devlete, (Osmanlı) ait olan bir toprağı, bir milletten (Filistinli Araplardan)  alıp bir başka millete (Yahudilere) devretmeyi kabullenmesi” şeklinde değerlendirmiştir.[22]

Filistin’de Manda Yönetimi

25 Nisan 1920’de San Remo Yüksek Meclisi toplantısında, müttefiklerce Suriye’nin Fransa, Filistin ve Irak’ın İngiliz mandaterliğine verilmesi karara bağlanmıştır. Bu karar 24 Temmuz 1922’de de Milletler Cemiyeti tarafından onaylanmıştır. Balfour Deklarasyonu’nu fiiliyata koyacak, “manda idaresi, açıkça Filistin’de bir Yahudi millî yurdu tedarikini hedef almıştı.”

Milletler Cemiyetinin yanında İngiliz parlamentosu da Filistin’in İngiliz mandasına verildiğini onaylamıştır. Mandaterlik onaylanırken İngiliz manda yönetiminin esasları da belirlenmiştir. Bu esaslar büyük ölçüde Yahudi önderleri tatmin etmişti.[23]

Filistin üzerinde İngiliz mandaterliği, müttefiklerince de kabul edilince İngiltere, Filistin’de manda yönetimi kurmak için harekete geçmiştir. İngiliz hükûmeti, Siyonistlerin isteklerine uygun olarak hem Yahudi hem de Siyonist olan Herbert Samuel’i yüksek komiser olarak Filistin’e tayin etmiştir. Bu tayini protesto etmek isteyen Arapların hareketleri şiddetle, kan dökülerek bastırılmıştır. O dönemde Arap hareketinin başında Hacı Emin El-Hüseyni[24] bulunmaktaydı. Yakalanıp iki yıl hapse mahkûm edilmiş ise de memleketten kaçmaya muvaffak olmuştur.[25] Herbert Samuel, görevine başlamak üzere Temmuz 1920'de Filistin'e gelmiştir. Ziff, eserinde ondan “iki bin yıl sonra gelen bir Yahudi yönetici” şeklinde bahseder ve şunları yazar: “Sir Herbert Samuel, zamanı gelince altın şeritlerle süslü muhteşem beyaz üniforması içinde Filistin'e ulaştı. Onun bu gelişi, Yahudi dünyasının her yerinde yeni bir Musa gibi, kaderin adamı olarak ilan edildi. Nihayet, Kudüs'e geldiği zaman Yahudiler, her yerde bu gelişi, bütünüyle şaşılacak peri olayı hayali ile muhteşem bir şekilde sembolize etmişlerdi. Ruhun isteri nöbetine girmesi gibi, çılgın sevinç gösterilerinde bulunmuşlardı.”

Herbert Samuel’in ana görevi, İngiliz hâkimiyetine dayanarak Filistin’i bir Yahudi yurdu hâline getirmekti. Bu sebepten onun misyonu “yeni bir Musa”, “kaderin adamı” olarak nitelendiriliyordu.[26]

Mandater yönetim, Filistin’de Yahudi devletinin kurulmasını mümkün kılacak oranda Yahudi’nin bulunacağı zamana kadar, ülke yönetimini elinde tutmaya devam etmeliydi.[27]

Siyonist lider Weizmann, İngiliz yüksek komiserliğine tayin edilen Herbert Samuel hakkında şunları söylemiştir: “Sir Herbert Samuel’in Filistin’e atanmasından başlıca olarak ben sorumluydum. Sir Herbert Samuel, dostumuzdur. Ricamız üzerine bu zorlu görevi kabul etti. Onu bu mevkiye biz getirdik. O, bizim Samuel’imizdir.”[28]

İngiltere, Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de Siyonist devlet kurdururken 2012'deki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Filistin'in devlet olarak tanınmasına ilişkin oylamada ise çekimser oy kullanarak ikiyüzlülüğünü/yüzsüzlüğünü ortaya koymuştur. 2017’de, dönemin İngiltere başbakanı Theresa May, deklarasyonun 100. yılı dolayısıyla yaptığı bir açıklamada, "İsrail devletinin kurulmasında sahip olduğumuz rolden dolayı gurur duyuyoruz ve kesinlikle deklarasyonun 100. yılını gururla kutlayacağız"[29] diyerek Siyonistlerin işlemiş olduğu her katliamın da suç ortağı olduklarını göstermiştir. 

Arap Yöneticilerinin Aymazlığı

Orta Doğu’nun bugün kan gölü hâline getirilmesinde İngiliz emperyalizmi kadar, en az dönemin Arap yöneticilerinin, özellikle de Şerif Hüseyin ve ailesinin aymazlığı ve suç ortaklığı da vardır. Utanmadan, sıkılmadan bu aymazlığı, bu basiretsizliği Faysal bin Hüseyin[30] 3 Mart 1919'da yazıya şöyle dökmüştür: “Biz Araplar Siyonist harekete çok derin bir sempati ile bakıyoruz. Paris Sulh Konferansı’nda Siyonist teşkilatı tarafından dün bizim temsilcimize malumatlarla dolu teklifler verilmiştir. (Bu sebepten) biz onlara ılımlı ve olumlu bakıyoruz.” Faysal'ın, ABD'nin Sulh Konferansı’ndaki delegesi Felix Frankfurter’e gönderdiği 5 Mart 1919 tarihli mektubu daha da ilginçtir. Özetle mektubunda şöyle yazmıştır: “Biz, Araplarla Yahudileri aynı ırkın kardeş çocukları olarak addediyoruz. Araplar, Siyonist harekete sempatiyle bakarız. Biz, Yahudilere, canı gönülden evimize hoş geldiniz demek isteriz. Bizim ilişkilerimiz Dr. Weizmann’la açık bir şekilde devam eder. Yahudilerin hareketi, millî bir harekettir. Emperyalist değildir. Bizim hareketimiz de millî bir hareket olup emperyalist değildir. Suriye'de her ikisine de yetecek oda vardır. Ben gerçekten birinin diğerine başarısızlığını düşünmem. Sizler bana içtenlikle inanabilirsiniz.”[31]

Ortadoğu’da işlenen katliamlar, sadece küresel ve Siyonist güçlerin değil, aynı zamanda gerek o dönemde ve gerekse günümüzde sessiz kalan ve destekleyici konumda olan işbirlikçi bölge ülke yönetimlerinin de eseridir. 1900’lu yılların ilk çeyreğinden itibaren gösterilen aymazlık, ne yazık ki son yıllarda istekli bir desteğe dönüşmüştür.

Sap Döner, Keser Döner, Gün Gelir Hesap Döner sözü boşuna söylenmemiştir. İnanıyoruz ki, bu zalimlerden bir gün mutlaka hesap sorulacaktır!  

 

[1] Rothschild ailesi, Rothschild hanedanı veya kısaca Rothschildler, 18. yüzyılın sonlarına doğru, Yahudi bankacı Mayer Amschel Rothschild (1744-1812) tarafından kurulan ve Avrupa'nın çeşitli merkezlerinde bankalar kuran Frankfurt merkezli Yahudi bankacı ailedir. Ailenin 4 kuşak lideri/baronu Jacob Rothschild 26 Şubat 2024 tarihinde 87 yaşında ölmüştür.

[2] İsmail Faruki, İslam ve Siyonizm, Risale Yayınları, Eylül 1987, İstanbul, s.87; Alan R. Taylor, İsrail’in Doğuşu, Pınar Yayınları, 1.bsk. Şubat 1992, İstanbul, s.17

[3] Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası, Pınar Yayınları, 2.bsk. Eylül 2023, İstanbul, s.20 vd.

[4] Armaoğlu, delege sayısının 240 değil 204 olduğunu, bu delegelerin 80 tanesinin Rusya Yahudilerinden olduğunu söylemiştir. Bkz; age. s.17

[5] Kadir Mısıroğlu, Bir Mazlum Padişah Sultan II. Abdülhamid, Sebil yay. 2007, İstanbul, s.360

[6]Saliha Gümüş’ün “II. Abdülhamid Döneminde Filistin Politikası” Yüksek Lisans Tezi için bkz; https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/666887/yokAcikBilim_353033.pdf?sequence=-1; Süleyman Kocabaş, Siyonizm ve Türkiye, Yakın Plan Yayınları, 4. Bsk. Ocak 2018, İstanbul, s.143

[7] Saliha Gümüş’ün agt. s.79

[8] Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988) T. İş Bank. Yay. 2.bsk. 1991, Ankara, s.23-24

[9] Bu alay 1915’te Filistin’den çıkarılan ve İskenderiye’de toplanan Siyonistler arasında 600 gönüllünün iştirakiyle,  Rus ordusundan emekli Yahudi asıllı subay Trumpledor’un liderliğinde meydana getirilmişti. 6 haftalık eğitimden sonra Nisan 1915’de Çanakkale Muharebesine katılmak üzere İskenderiye’den ayrılmıştır. Daha geniş bilgi için bkz; Kocabaş, age. s.171

[10] NİLİ Casusluk Örgütünün adı, ‘İsrail’in sonsuzluğu yalan olmayacak’ anlamına gelen “Netzach Israel Lo ;  Ishakare” parolasının kısaltmasıdır. Bkz; Yüzbaşı Cevat Rifat Bey’in Günlüklerinde Filistin Cephesinde Nili Casusları, Yayına Hazırlayan Doç. Dr. Celil Bozkurt, Altınordu Yayınları, 1.bsk. Şubat 2019, Ankara, s.21; Bu örgüt, Filistin’de (Hayfa kentinde), Aaron Aaronsohn, kardeşi Alexander Aaronsohn, kız kardeşi Sarah Aaronsohn, Avshalom Feinberg ve Belkent kardeşler tarafından kurulmuştur. Günümüzdeki İsrail istihbarat teşkilatı Mossad’ın temelini de Nili istihbarat örgütünün oluşturduğu kabul edilmektedir.  Daha geniş bilgi için bkz; https://www.konyayenigun.com/birinci-dunya-savasinda-nili-istihbarat-orgutu-ve-konyada-bir-yahudi-casus-simi-simon; https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/675909; Celil Bozkurt, age. s.21

[11] Celil Bozkurt age. s.23 vd.

[12] Filistin Cephesinde M. Kemal’in de (7. Ordu Komutanı) yenilmesini sağlayan Allenby İngiliz generalidir.

[13] https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/675909

[14] Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Siyonizm’den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, Ufuk Kitapları Yayınları, 4.bsk. Temmuz 2002, İstanbul, s.261

[15] Zekeriya Kurşun’un “Balfour Deklarasyonu: Dünya Barışını Rehin Alan Belge” yazısı için bkz; http://ordaf.org/balfour-deklarasyonu-dunya-barisini-rehin-alan-belge/

[16] Siyonizm Düşünden İşgal Gerçeğine FiLiSTiN, IHH Yayınları, 6.bsk. Nisan 2009, İstanbul, s.64

[17] Doç. Dr. Yaşar Kutluay, Siyonizm ve Türkiye,  Akçağ Yayınları, 1973, İstanbul, s.389

[18] Şerif Hüseyin, oğullarıyla birlikte İngilizlerle işbirliği yaparak Osmanlılara ihanet etmiştir. Bu ihanet bugün de Ürdün Kralı II. Abdullah tarafından devam ettirilmektedir. Şerif Hüseyin oğlu Abdullah 1951 ihanetinin bedelini öldürülerek ödemiştir. Yerine geçen oğlu Talal bin Abdullah’ın kısa sürelik krallığından sonra oğlu Hüseyin bin Talal geçmiştir. Kral Hüseyin 7 Şubat 1999’da ölünce yerine oğlu şimdiki kral II. Abdullah bin Hüseyin geçmiştir. Şerif Hüseyin ailesinin ihaneti halen devam etmektedir.

[19] Kocabaş, age. s.171-172

[20] Chaim Azriel Weizmann  (27 Kasım 1874 - 9 Kasım 1952) Rusya doğumlu biyokimyacı, Siyonist lider ve Siyonist Örgütü başkanlığı yapmış ve daha sonra Siyonist İsrail'in ilk cumhurbaşkanı olarak görev yapmıştır. 16 Şubat 1949'da seçilmiş ve 1952'deki ölümüne kadar görev yapmış eli kanlı bir katildir .

[21] Kutluay, age. s.390; Faysal ile Siyonist Weizmann arasında imzalanan antlaşma 9 maddeden oluşmaktaydı. Bu maddeler şöyle idi; Balfour Deklarasyonunu her iki tarafta tasdik ediliyordu. Filistin’de hududlar karşılıklı mutabakatla çizilecekti. Filistin’e Yahudi göçleri teşvik edilecek, buna karşılık Arap köylülerinin iktisadi hakları gözetilecekti. Müslümanların mukaddes makamları onların idaresinde olacaktı. Medeni ve siyasi hakların kullanılmasında dini farklılıklar gözetilmeyecekti. Arap Devletine Siyonistler uzman yardımında bulunacaklar, onun iktisadi imkânlarını geliştirmek için gayret sarf edeceklerdi. Sulh Konferansı’nda, bu antlaşma her iki tarafça savunulacak, ihtilaf halinde İngiltere’nin hakemliğine başvurulacaktı. Bkz; Kocabaş, age. s.175

[22] Öke, age. s.263-264

[23] Tayyar Arı, age. s.202

[24] Emin el-Hüseyni, 21 Mart 1921’de Kudüs müftülüğünü sürdürmekte olan ağabeyi Kâmil el-Hüseynî’nin vefat etmesi üzerine, halkın teveccühü üzerine 8 Mayıs 1921 tarihinde Kudüs Müftülüğüne getirilmiş ve bu görevini 1948 yılına kadar devam ettirmiştir. Arap Yüksek Komitesi'nin de kurucusudur. Filistin’e Yahudilerin girmesini engellemek ve Arapların özgürleşmesi için tutuklanmış ve sürgün hayatı yaşamıştır. 4 Temmuz 1974’te Lübnan’ın Beyrut şehrinde vefat etmiştir.

[25] Kutluay, age. s.391

[26] Kocabaş, age. s.177-178

[27] Tayyar Arı, age. s.201

[28] Arı, age. s.203

[29] https://www.trthaber.com/haber/dunya/israilin-kurulmasina-giden-surec-balfour-deklarasyonu-808955.html

[30] Faysal bin Hüseyin, Şerif Hüseyin’in dört oğlundan biriydi. Hem Suriye hem de Irak’ın başına geçirilmiş ancak Fransa tarafından Suriye’den kovulunca İngiltere tarafından Irak’ın başına getirilmiştir. Diğer oğulları ise Ali, 1924'te babasının yerine Hicaz'ın ikinci kralı olmuş, ancak ertesi yıl tahttan çekilmiştir. Abdullah, Ürdün'ün kralı olmuş, 1951’de suikastla öldürülmüştür. Dördüncü oğlu Zeyd ise Irak’ta 18 Ekim 1970’de ölünceye kadar prens olarak kalmıştır.

[31] Kocabaş, age. s.176

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş

Her Taraf - Türkiyenin habercisi