öldürdüğü kardeşinin
cesedini ne yapacağını bilmez halde kıvranırken!
o ara
katil kardeşe
bir karga yol gösterir de ne yapılacağını
öğrenir ya!
bildiniz değil mi?
adem atamızın kıssasında geçen
evlatlarının kavgası ve sonrasında olan işte…
acziyet derim dost, acziyet…
hiç beklenmedik zamanlarda kuşatıverir insanı
çaresiz ve biçare kalakalırsınız...
anne karnından tutun
ölüme kadar her an bir başkasına ihtiyaç hissederiz.
onun için olsa gerek
hayatının her safhasında bir şeylere illa ki muhtaç olan insan
bu duygudan uzaklaşmak ve
bağımsız, özgür kalmak ister.
ister de
bu his insanın duygu sınırlarını zorladığı vakit,
inanın
yatağında akan nehir misali gibidir
hani alımlı alımlı akarken insana mutluluk veren,
aynı zamanda bir çok faydalı işimizde kullandığımız o dereler,
selle birlikte yatağına sığmaz ve taşarsa
önüne durmak mümkün olmadığı gibi
kabına ve etrafına verdiği zarar emsalsiz oluverir..
insan da duygusal taşkınlıklarında benzeri, tıpkısını yaşar
her bir taşkınlık sonuçta insan için kaçınılmaz zarardır.
onun için "aziz kitap"
kıyılarda gezmeyin, allahın korusunu gözetin, etrafında dolaşmayın,
an olur
taşar ve günaha girer, allah’ın hakkına tecavüz edersiniz diye uyarılırız.
orta yolun yolcuları olmak için
yolun kıyılarına (!) kaymamak, taşkınlık yapmamak en önemli dikkat edeceğimiz haldir.
insanın hangi duygusu “taştığı” vakit
en tehlikeli olur derseniz?
hayır hayır!
inanın ‘şehvet’ taşkınlığı falan değil
söyleyeceğim şey yanında şehvet çok çok basit kalır.
sanki
'müstağni' olmak var ya, "kendi kendime yeterim" duygusu
tam da onu diyorum işte.
bu taşkınlık adamı yer bitirir dost.
"aziz kitabın" yekten uyardığı ve dikkat çektiği en tehlikeli olandır adeta
"insan nefsi azar azgınlaşır,
kendi kendine yeter (müstağni ) saymakla"
"kendi kendine yetme"
modern zamanların büyülü sözü
kalabalıkların adeta tek arzusu hedefi oldu farkındayız değil mi?
kapitalizmin doymak bilmeyen özgürlük iştahına kapılan ve
bağımsız olmak sloganıyla hayatlarımıza tam anlamıyla boca edilen
ve zamane insanın önüne en önemli hedef olarak konulan şey "kendi kendine yeterlilik"
devasa bir taşkınlığın adı oldu.
görüyor yaşıyoruz işte…
bakmayın öyle!
kişinin en büyük yarası 'enaniyet'idir.
bu hastalıklı anlayış,
insanın kutsadığı ve değer yargılarını bir bir zayıflatırken veya yok ederken
yaşasın derler!
insanlık bir özgürlük alanı daha kazandı.
bu yeni durum çok zaman insan benliğini azgınlaştırmaktan başka işe yaramaz dost.
kişinin acziyeti
tiksinti edilecek bir hal gibi sunulunca kalabalıklara.
bağımsız, özgür olan güçlü olandır yalanı kişiyi
bireyselleştirirken
gerçekte büyük bir tenakuz yaşar durur insan;
"yalnızlık" gibi diyorum.
kazandıkça kaybetmek var ya tam da öyle bir şey işte.
başkasına ihtiyaç hissetmeyen bir nefs
bir başkasına bağlanma isteğinin zayıflaması demektir ki
of ki of!
mesela eşine muhtaç olmamak gibi
duyduk değil mi dost?
eminim hiç yabancı gelmemiştir.
özgür kadın kimseye muhtaç olmayan kadındır diye işaretlediler.
onun içindir işte
kadınların ekonomik özgürlüğü olmazsa olmaz zamanlardan geçiyoruz.
"haydi kızlar /kadınlar okula" derken
efendilerin derdi, kadının iş aş sahibi olması para kazanması değil ki;
asıl dert
'eşi' olan erkeğe muhtaç olmamak!
kadının ekonomik özgürlüğünü,
kocasına ekonomik bağımlı olmamak olarak algılayan zamane özgür kadınları!
mutluluktan ölüyorlarmış... öyle duydum!
ah bir de şu "bruksizimlerine" çare bulsalar...
hayır hayır derdim kadın erkek tartışması yaratmak değil
en azından yazının konusu değil.
iyi bir örnek olduğu için sözünü ederim.
derim ki dost
"kendi kendine yetmek"
kimseye yük olmadan bir ömür yaşamak ayrı,
kimseye muhtaç olmayacağım demek ayrı.
olmadı mı?
kendi elbisesinin
söküğünü diken ey peygamber
sana selam olsun!
o zaman şöyle diyelim;
kimseye yük olmamak için dua edelim, ‘eş’ bile olsa yük olmayalım
uğraşalım tamam bu ayrı bir şey
muhtaçlık ayrı bir şey.
muhtacız arkadaş muhtaç!
hem de iliklerimize kadar muhtaç.
sevgiliye muhtacız,
yanına uzanıp sarıp sarmalayacağımız “sükun bulacağımız” eşlere muhtacız
işe, aşa muhtacız,
dizine yatılan, saçlarımızı okşarken en derin uykulara daldığımız bir anneye muhtacız.
muhtacız, dağ gib arkanda duran verdiğinde farkettirmeyen
arkadan arkadan gözetleyen babaya muhtacız
yolun işaret taşlarını koyan içimizden allah'ın seçtiği peygambere muhtacız…
ve hepsinden önemlisi
kalplerin sükuneti, dermanı olan
yoktan bizi yaradan, kuluna sayısız nimeti bahşeden,
varlığından bizi haber eden allah'a muhtacız.
muhtacız, fukarayız, biçareyiz be dost!
fukaralığı reddeden, zavallılığını gizleyen
arzda çalımla yürüyenler var ya!
“ne dağları aşabilir boyları ne de yeri delebilir!’’
fukara olan başkasına muhtaç olduğunu bilmektir
yoksa fakirlik malsız mülksüz olmak değil yoksulluğun bilincinde olmaktır.
varlığını
bir başkasıyla farketmek işte tam da budur...
ey yolcu
yolda seni
savrulmalardan koruyacak olan
bağlar vardır.
en önemlisi
unutma!
acziyetindir
ve o bağ
kibirle kopar
biz kendi halinde insanlarız
valla!
Not; yazılarımın, dilediğiniz kısmı dahil, dilediğiniz şekilde dostlarınıza ikram etmeye açıktır.
Süleyman Arslantaş ile Derkenar
14.03.2024
Ertesi gün/ Vahdettin İNCE
25.02.2024
sürdürülebilir dindarlık MUSTAFA AKMEŞE 16.03.2024
İslama ve Müslümanlara Sövmek CAVİT OKUR 14.03.2024
Diriliş Yurduna Koşmak KADİR ÇİÇEK 16.03.2024
Filistin ve Gazze Üzerine SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 26.02.2024