Bir düşünceyi güçlü kılan etken canlı oluşunu sağlayan eylemselliğe dönüşmesidir. Eylem yönünden desteklenen fikir, sesini duyurabilecek imkanı elde edebilir. Daha açık bir ifadeyle, eylem, düşünceyi ölümsüz kılar. Eylemden mahrum düşünce ise pratik imkanlardan yararlanamaması sebebiyle kanıtlanabilirliğini kaybeder ve kitleye sessizlik dışında bir şey sunamaz. Kitleye sesini duyuramayan ne olursa olsun kendi küçük dünyasında doğar ve gelişemeden bir süre sonra ölür.
Kabuğuna çekilen düşünce eylemden ayrık bir varlık gösterir. İnsanların ciddiyet üzerine var oluşları, yine düşüncenin somut hâli olan eylem ile gösterilebilir. Eğer fikirler hayattan çıkarılırsa, yani eylemden bağımsızlaşırsa çürümeye yüz tutar. Sürekliliği olan bütün yaşantıların temelinde eylemin düşünce, düşüncenin de eylem ile beslenmesi gerçeği yatar. Yaşanmayan düşünce, iddiasız dahası etkisiz düşünceden ibarettir. İnsanlar yaşanılanın etkisinde kalırken, dilsel dünyanın dar çerçevesinden dışarı çıkamamış düşüncelerin ise ciddiyetinden şüphe eder. Malumdur ki, ciddiyeti olmayanın ağırlığı, ağırlığı olmayanın etkililiği olmaz.
Kazananlar düşüncelerine sahip çıkanlardır. Düşüncelerini zirveye taşıyanlar inandığını yaşayanlardır. Ancak bir de inançlarını yetim bırakanlar var ki, bunlar, o inancın gölgesinde soluklanmayı zillet görürler. İnancı yaşatmak adına endişe taşımaz, çaba harcamaz ve sorumluluk almazlar. İnanç, onlar için dille kabul ettikleri bir düşüncedir. Benimsemiş oldukları fikir/inanç, onların dünyasında yaşam şekli olamamış, hayatın bütünselliğini kuşatamamıştır. Böyleleri çoğunlukla, dilsel itaatlerini yaratıcıya, eylemsel itaatlerini efendilerine sunarlar. Yine böyleleri, dilsel kolaylıklarını yaratıcıya arz ederken; eylemsel icraatlarını var güçleriyle menfaat veya korku tapınaklarına sunarlar. Çünkü bunların gönüllerinde tarifsiz bir kölelik tutkusu yatmaktadır.
Aslında inanç, insanların ekseriyetinde “inandım” ifadesinden sonra nokta konulmuş basit ve kısa tabir şeklini almıştır. İnanmaktan kastın yaşamın ta kendisi olduğu gerçeği üzerinde tefekkür etmeyen insan, bu sebepten ötürü parçalayıcı bir inanç anlayışına sahiptir. Onun için din/inanç, belirli aralıklarla yerine getirilen emirlerden ibarettir. Onun için inanç, bakış açısını beslemeyen, kalbini doyurmayan, aklına istikamet çizmeyen, yaşantısında söz sahibi olmayan, otoriterliği de keyfe tabi tutulan herhangi bir düşünceden ibarettir. Kalbini deli gibi saran dünya sevgisi ve kendisi gibi kul olan efendilerine karşı hissettiği devasa tazim ve korku seansları, bütünsel inanç anlayışını yakalamasını engellemekte ve parçacı bakış açısına tutulmasına neden olmaktadır.
İşin özü şu aslında:
Bir fikri, sokaktan toplayıp duvara asmak, fikrin ömrünü sonlandırmak ile eş değerdir. Çünkü fikir soluğunu eylemden alır. Sokakta can bulan fikir, toplumda eylem vesilesiyle ruhunu besler. Ruhsuz bir fikir ise ilkesiz ve temelsiz kuru sözden başka bir şey değildir. Duvara asılarak kutsanan ama yaşamın içine taşınmayan fikrin doyuruculuğundan beslenmek imkansızdır. İnanç, mahalleden, sokaktan veya çarşıdan ayrıştırılıp kalplerde hapsedilmeye zorlanırsa o kalp, bir süre sonra onun için zindan olur. Çünkü inanç, yaşamda anlamını bulur. Anlamsız olarak var oluşu, hiç olmamasından daha fazla yıkımdır. İnanç, zihinlerde beliren güzel ve pak olanı yaşantıya dökerek bir bakıma varlığını belirginleştirir. Ancak bu şekilde var olduğunu gösterebilir. İnanç ağırlığını, taşıdığı fikrin sağlam oluşundan sonra yaşamsallaşmasından alır.
Din vicdanlara hapsedilen bir mahkum değildir. İnsanın duruşudur. İnsanın yaşama bakışıdır. İnsanın yaşamın her noktasındaki varlığıdır. Attığı adım, söylediği söz, bulunduğu yer, dokunduğu zamandır. İnancı belirli mekan ve zamana hapsetmek isteyen zihin, boşluklar meydana getirdiği alanlarda kendi fikirlerini doldurma mücadelesine girişir. Bugün yaşadığımız durum tam da bunu göstermektedir. Belirli bir kesim için din, dilin ikrarından başka bir şey değildir. Bu dinin yaşamın bütünündeki gerçekliği, sahip olduğu sağlam temelleri yıkılarak yok edilmek istenmektedir. Oysa din yaşamdan ibarettir. Yaşamın ta kendisidir. Yaşamda gerçekleşen bütün eylemlerin belirleyiciliği üzerinde dinin/inancın etkisi vardır. Kendi yaşantısında başka alanların rengini gösteren eylemler gerçekleştiren kişi, o alanın inancını taşır. Bu açıdan inanç, benimsenen düşüncelerin davranış olarak gerçekleşmesidir denilebilir. Eyleme dökülen düşünceler, zihin dünyasında belirip kabul görmüş düşüncelerdir. Dolayısıyla kabul görmüş düşüncelerin önemi bir kez daha ön plana çıkıyor. Kabul görmüş düşünceler, kabul görmüş eylemlere dönüşerek inanç dünyasının yansımalarını ortaya koyarlar.
İnanç, bir açıdan birbirini besleyen birden fazla birimden oluşan bir bütünü temsil eder. O bütünün içinden parçalar çıkarıp atıldığı zaman bütünün içinde boşluklar meydana gelir. Eğer oluşan boşlukların yerine yeni anlayış ve yaşantılar/eylemler yerleşmeye başlarsa, ilk durumdaki bütün, bütün olmaktan çıkar ve ortaya karmaşık ve tarifi zor bir durum çıkar. Oluşan boşlukların yeri boş kalırsa toparlanması zor değildir. Ancak boşluklara türlü şekildeki dolgular girmeye başlarsa bozulma hız kazanır. Dolayısıyla hem çürüme başlar hem de tedavi zorlaşır. Tıpkı kullandığı eski cep telefonu numarasını değiştiren kişinin, yerine yeni bir numara kullanarak eskisini çabuk unutması gibi... Terk edilen eski yaşantıların yerini yeni yaşantılar aldığında eskiler önce etkisini kaybeder, sonra da unutulup gider. Beliren yeni durum, bir bakıma terk edilen eski durumu yok eden güçlü bir silahtır. Yeni durum eylemde yerini aldığı zaman, eski durum eylemden tamamen mahrum kalır. Yaşamdan dışlanıp sınırlara mahkum edilen fikir ve inancın insan üzerindeki etkisi de giderek azalır.
İnanç, hayatın içinde güzeldir. Hayatı değerli kılan inanç, inancı anlamlı kılan eylemdir. İnanç, dile mahkum edilip eylemden soyutlanırsa kokuşmuş sistemlerin insanlar üzerindeki bozucu etkisi gittikçe artar. Yaşanmayan inanç, yüreklere giremeyen yabancı gibidir. İnanç yaşadıkça büyür, yaşandıkça etkili olur. Kötü bile olsa yaşanan her ne ise kabul görmesi uzun sürmez. İnsanların yaşam dünyasında da söz sahibi olması kaçınılmazdır. İyi bile olsa yaşanmayan her ne ise, insanlar nezdinde korkulan ve marjinal olarak kalan bir durumdan öteye gidemez.
Evet ne yazık ki fikirlerimiz hüküm giymiş gibi onları eylemden uzaklaştırmış durumdayız. Düşünüyoruz, biliyoruz ama eylemlerimize düşüncemizin olgunluğunu yansıtma becerisi ve cesaretini gösteremiyoruz. Fikirlerimiz temiz kaynaktan fışkırdığı halde eylemlerimizle bu fikirleri birleştirme iradesi ortaya koyamamak gibi acizliğe bürünmüş durumdayız. Velhasıl, ne olduğumuza dair eylemlerimiz yetim olduğu için, nasıl olduğumuza dair çetin çırpınışlar ve uğraşlarla ömür tüketmekteyiz.
Şu bilinmelidir ki, nasıllığı sorgulanabilir bir anlayışın, önce ne olduğu ile ilgili soruları cevap bulmalıdır. Yaşamsallaştırılan bir anlayışla ilgili soru işaretleri de tek tek ve adım adım giderilecektir
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
HTŞ’ye Humus yolu açıldı
06.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Taassup | Ümit Aktaş
12.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024
Suriye'de Neler Oluyor? YUSUF YAVUZYILMAZ 08.12.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
ÇAĞDAŞ HAÇLI SAVAŞLARININ YÖNTEMLERİ AYTEN DURMUŞ 13.11.2024