İnsanı çekip aldığınızda, üzerinde bitip tükenmez oyunlar oynanan Dünya’nın anlamını yitirdiğini görürsünüz.
İnsanlı yeryüzü, salt toprak parçası olmaktan çıkar, değerlere, doğruyla yanlışların/ Şeytanla Adem oğlunun bitimsiz mücadelesine ev sahipliği yapar konuma yükselir.
Fert, aile, kabile, toplum, devlet dizgesinde insana reva görülen uygulamalar/hükümler adâlet ya da zulmü ikame etmektedir.
Gücü ellerinde bulunduranların, kendilerini hukukla, adâletle, iyilikle sınırladıkları dönemler hayli azdır.
Modern, laik, ulus devletlerin egemen olduğu 20. Yüzyılda patlak veren iki dünya savaşında ölen insan sayısı en az yüz on milyondur.
İslâm’a dayalı imparatorluktan ulus devlete dönüştürülen Türkiye, varoluş mücadelesi verdiği Batı’nın her anlamda kaba taklitçisi oldu.
Batı etkisindeki Osmanlı ve Cumhuriyet elitleri, kendilerini sorgulamak yerine suçlunun İslâm olduğuna karar verdiler.
‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!’ ilkesi; güvenlik eksenli, kutsanmış modern devlet ideolojisinin tüm acımasız uygulamalarının ağır ve koyu gölgesinde yitip gitti.
Özellikle doksanlı yıllarda devlet aklına egemen olanlar, öldürerek devleti yaşatacak kirli operasyonlara yol verdiler.
Silâhla ve diğer güç unsurlarıyla devlet kurabilirsiniz ama yaşatamazsınız. Kılıçla kurulan kalemle, kitapla, adâletle ayakta kalır.
Kimilerinin çok güvendiği hatta kutsadığı, kanaatimce zaaflarla dolu devlet aklı, ulus devlet asabiyeti ile ülkenin parçalanmaya doğru gittiğini gördü. AK Parti iktidarına yol verildi.
Genelkurmay karargâhında generaller, ‘Öldür öldür nereye kadar!’ diyecek tükenmişliği itiraf etme noktasına geldiler.
Çadır devleti refleksi dönemlerinden; aslına rücû etme, değerlerine ve geçmişine saygı duyma, ulus devletin dar ve esir edici gömleğinden kurtulup, ‘Eski Türkiye’den ‘Yeni Türkiye’ye geçiş çabaları içerisindeyken; 15 Temmuz darbesi eski Türkiye’nin ideolojik misyonunu karakter haline getirenlerin, ölü sevicilerin devlet aygıtını ele geçirmelerine vesile oldu.
Darbecilere kanıyla canıyla direnen halkımızın önünü açtığı yeni Türkiye, ne yazık ki ulusalcı ve muhafazakâr Kemalistlerin siyaset mühendisliğine, maniplasyonlarına açık hale geldi.
İflas etmiş eski Ergenekoncu zihniyetle örtüşen tavırlar taşıyan birtakım kadrolar, AK Parti içinde yer edinebildiği gibi, kimi kilit görevlere de sahip oldular. Güvenlik bürokrasisi içindeki etkinlikleri ürkütücü boyutlara ulaştı. FETÖ bahanesiyle Müslümanlar aşağılanır oldu. Bize gelen haberler içinde, cezaevinde başörtüleri zorla çıkartılan kadınlar da var; ‘Namaz kılanlara asla güvenmiyorum!’ diye açıktan bağıran, dindar insanları FETÖ parantezine alan, fırsatçı üst düzey bürokratlar da.
Eski Türkiye egemenlerinin toplumsal bünyede açtıkları ayrıştırıcı yaralar, düşmanlıklar, güvensizlikler karşısında; ezilmiş, horlanmış kitlelerin umudu, iktidar ama vesayet karşısında muhalif olarak değerlendirilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemlerde kullandığı dil de sorunlu çizgiler taşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da mensubu olduğu İslâm Medeniyeti, bir merhamet medeniyetidir. Yaratılanı sevenler, ölü sevici olamazlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, içinde bulunduğu güvenlik eksenli havanın zehirleyici atmosferinin dışına çıkarak, daha insanî bir üslûp ve dile dönmelidir.
Ülkemizin etnik merkezli değil, İslâm kültür ve kodlarına dayanan bir dil ve tanımlamalara şiddetle ihtiyacı var. Osmanlı batıcılarının ve Cumhuriyet elitlerinin kitaplarına bakıldığında ümmet merkezli bir dil ve tanımlamalar görülebilir. Örnek verecek olursak, bayrak, millî marş, vatandaşlık gibi ortak değerleri ırk eksenli hale getirmemeliyiz. Ulusalcıların aziz İslâm dinini itibarsızlaştırma çabalarına dur denmezse, farklı etnik ve mezhebi katmanları bir arada tutmak mümkün olmayacağı gibi kanlı kardeş kavgaları hayatımızın parçası olmaya devam edecektir.
Teröre karşı gereğini yapmak insanî ve hukukî ölçüler içinde elbette meşru bir haktır ama asker ve polisin kullandığı dil ve üslûbu, bir bakan kullanmamalıdır. Türkiye’nin en güçlü bakanı, kamuoyuna iyi bir fotoğraf vermiyor. ‘Okul önlerinde uyuşturucu satanların ayaklarının kırılması’, ‘şehit cenazelerine CHP’lilerin alınmaması’, Güneydoğu’da Kur’an Kursu Öğretmeni bir hanımefendinin site içindeki evine, terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle, gece yarısı, kapısı koçbaşı ile kırılarak girilmesi, Şırnak şehir merkezindeki uygulamalar, OHAL uygulamalarının Güneydoğu’da halkı canından bezdirmesi vs… Kimisi duyduklarımız, kimisi basın yoluyla öğrendiklerimiz.
Devlet gücünü arkasına almış bir bakanın bağırmasının, hukukla ilgisi olmayan emirler vermesinin olumlu bir anlamı olabilir mi? Bu üslûp, ülkemizin geleceği için hangi yaramıza merhem olacaktır? Ülkeyi yönetenlerin değil yönetilenlerin kızmaya hakkı olabilir. ‘Beka sorunu bunu gerekli kılıyor’ diyen varsa, Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi, ‘Kötüler bizim öğretmenimiz olamaz.’
İnsanları, toplumları kılıçla sindirebilirsiniz ama ikna edemezsiniz. Kalem, kitap, adalet, sevgi ve merhametle gönüller fethedilebilir. İkna dili, üslubu ve tavrına şiddetle ihtiyaç var. Sevgide ve nefrette ölçülü olmak esastır. 35 yıllık kanlı mücadelenin psikolojik ve sosyolojik süreçlerini analiz ederek, ahlâkî bir zeminde dürüstçe mücadele verenler kabadayılığa tevessül etmezler.
PKK’nın Kürt kardeşlerimize çektirdiklerine rağmen % 11 oy alabilmesini; esip gürleyenler, Gabar’a bomba olup yağanlar, izah etmeli.
01.07.2018, Kardelen/ Ankara
Mehmet Yavuz AY
Ali Kaçar ile Derkenar..
01.05.2024
Kibrin Mağlûbiyeti -2 | İlhan Akar
30.04.2024
Ali Kaçar ile Derkenar..
01.05.2024
Suriyeli Mültecilerin Sorunları ORHAN GÖKTAŞ 02.05.2024
Başkası İçin Yaşamak Doç. Dr. MEHMET SAĞLAM 28.04.2024
‘din’darlık meze olunca! MUSTAFA AKMEŞE 03.05.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
Ölüm ve Bayram AHMET SEMİH TORUN 13.04.2024
müslüman ‘Allah diri’dir! valla! MUSTAFA AKMEŞE 19.04.2024