metrika yandex
  • $32.19
  • 34.99
  • GA17650

Haberler / Yazı Dizisi

Kur’an- Meal İlişkisi ve Meal Okumanın Anlam ve Önemi Üzerine Düşünceler-4/Mehmet Yaşar Soyalan

26.12.2023

KURANIN İNDİĞİ ORTAMI BİLMENİN ANLAM VE ÖNEMİ

Bilindiği gibi, Yüce Yaratıcı, son Vahyini Mekke (Ümmül-Kura) ve çevresindeki insanların diliyle, onları uyarmak, müjdelemek ve bu toplum üzerinden mesajının tüm insanlığa ulaşmasını sağlamak için Arapça bir Kur'an olarak indirmiştir (42/7,6/92).

Kur'an'ın, bu ilk muhataplarının dili ile gelmesi demek, o toplumun kültürünü, alışkanlıklarını, geleneklerini, inançlarını dikkate alması demektir. Her dil, aynı zamanda içinden çıktığı toplumun özelliklerini de yansıtır, bir ölçüde bu kültürün taşayıcılığını da yapar. Doğduğu ortamın kültürel yansımalarından ve toplumsal etkilerinden arınmış bir dilin varlığı söz konusu olmadığı gibi kültürel arkaplanı olmayan bir metin veya söz de yoktur. Yeryüzündeki bütün dillerin kaderi böyle olduğu gibi bütün söz ve kitapların kaderi de böyledir. Bir topluma herhangi bir mesaj ulaştırılmak istenildiğinde, araç olarak o toplumun dili seçilir. Çünkü o mesajın doğru anlaşılıp doğru uygulanabilmesi için, o toplumun dili ile hitap edilmesi insan doğasının bir gereğidir. İnsanı yaratan Rabbimiz de zaten bunu yapmıştır.

Rabbimizin, sözlerini bir dil ile ifade etme gerekliliği, Rabb ile değil insanoğlu ile ilgili bir durumdur/ gerçekliktir. Çünkü insanoğlunun gelen mesajı anlayıp, kavrayabilmesi ve anladığını yaşayabilmesi için o mesajın kendi lisanı ile gelmesi zorunluluğu vardır. Öyleki insanlar eşyayı yani var olan her şeyi kelimeler veya sözler vasıtası ile algılarlar. (Buna dil deniyor.) Dolayısıyla kendilerini ilgilendirecek bir mesajın algı, anlayış ve kavrayışlarına uygun tezahür etmesi gerekir ki, murat gerçekleşmiş olsun. Amaç, insanların gelen mesajı içselleştirip, uygulamaları olduğu içindir ki; gelen mesaj, o toplumun anlayacağı dil ile gelmiştir.

Evet, Kur'an, günümüz ortamında nazil olmuş bir kitap değildir, dolayısıyla doğrudan bugünün problemlerini tartışmaz veya doğrudan bir göndermede bulunmaz. Bugünün ilişki biçimlerinden ve üretim araçlarından sözetmez. İçeriğinde elbette zaman ve mekan üstü mesajlar mevcuttur, hatta Kitab'ın özünü de bunlar oluşturur. Ancak bu mesajlar indiği dönemin araçları ve malzemeleri ile tartşılıp anlatılır. Bu nedenle tartıştığı bazı konular günümüzü ilgilendirmeyebilir, ancak mesajında mutlaka genel insana dair bir atıf söz konusu olur. Çünkü o öncelikle indiği ortamı hedef alır, o ortamı düzeltmeyi amaçlar. Öncelikle o dönemi (coğrafyayı) tartışır, o dönemdeki olaylara çözüm getirir. Tüm bunları da, o dönemin dilini, kültürünü kullanarak yapar.

Asıl amacı, sağlam bir inanç yapısı ve bu inancı içselleştirmiş bir birey ve bu bireylerden oluşmuş bir toplum/ millet oluşturmaktır. Bu nedenle Kur’an, o dönemin, o bölgede egemen hâkim inançlarını ve algılarını tartışmalarında esas kabul eder. O dönemin üretim araçlarından örnekler verir. Öyleki, o insanların gündemine girmeyen, ancak aynı zaman diliminde yaşayan farklı coğrafyalardan ve onların kültürlerinden de bahsetmez. Çünkü O, öncelikle indiği toplum ile ilgilenmekte, bir çekirdek yapı, bir örnek toplum/ millet oluşturmayı amaçlamaktadır. Diğer toplumlara da bu örnek çekirdek yapı üzerinden ulaşmayı hedeflemektedir.

Bilindiği gibi insanoğlunun üretim ve tüketim araçları her dönemde, hatta aynı dönemdeki farklı coğrafyalarda bile farklılık gösterebilir. Ancak bu farklılık, daha çok araç boyutunda kaldığı için insanın temel ihtiyaçlarında, tavır ve beklentilerinde genel anlamda bir değişiklik olmaz. Örneğin, insanın, tüketim, üreme, birlikte yaşama gibi ihtiyaçları her zaman için sözkonusudur ve o, bu ihtiyaçlarını karşılamak için çaba sarfeder. Bu tüketim, üretim ve birlikte yaşamanın nasıl olacağı ile ilgili uyulması gereken kurallar ve ahlaki ilkeler zorunlu olarak ortaya çıkar. Kur'an bu ihtiyaçları dikkate alır ve bunların sınırlarını belirler. Bu ihtiyaçların nasıl giderileceği konusunda temel ilkeler koyar. İşte Kur’an’ın mesajı biraz da bunun için zaman ve mekânı aşabilmektedir. Kur'an'ın zaman ve mekân üstülüğünün, Arapça olarak gelmesinde veya kullandığı malzeme ve örneklerde aramamak gerekir. Onun zaman ve mekân üstülüğü mesajındadır. Anlatmak istediğindedir. Nasıl bir tanrıya kulluk edilmesini istiyor, nasıl bir Allah anlatıyor, nasıl bir insan ve toplum istiyor, onlara hangi ahlaki ve sosyo ekonomik hedefler öneriyor, işte, Kur'an'ın çağını aşan tarafları buralarda aranmalıdır.

İşte Kur'an bu doğal ihtiyaçları olan bir topluma geldiğinde onların dilini ve kültürünü kullandı. Onların inançlarını geleneklerini sorguladı. Bunların bir kısmını değiştirdi, bir kısmına karşı çıktı, bir kısmını da görmezlikten geldi. Bir kısmını da kendi malı kabul etti. İndiği dönemdeki toplumun ihtiyaçları hakkındakı düşüncelerini, onların kültürlerınden örnekler vererek açıkladı. Onlar iyice anlasınlar diye düşüncedeki ve pratikteki, belki de birçoğu yerel olan çelişkilerini ve yanlışlıklarını ortaya koydu.

Örneğin, o dönemin Arapları arasında yaygın olan bir "zihar" geleneği vardı. Kur’an bu geleneğin yanlış olduğunu ifade ederek ortadan kaldırdı.

Bugün, ne Arabistan’da ne de başka bir bölgede "zihar" geleneği diye bir uygulama veya gelenek yoktur. Ancak Kur’an’ın indiği dönemde bazı ahlaki ve toplumsal sıkıntılara yol açtığı için, bu uygulamaya son verilmiştir.

Kur’an’da içinde yerel renkler ve özellikler barıdıran pek çok ayet ve sure bulunmaktadır. Fil, Kureyş, Lehep surelerini, Resullah’ın eşleri, evliliği ve aile fertleri ile ilgili ayetleri (33/37-40), kız çocuklarının öldürülmesi ile ilgili ayetleri (81/8-9), (16/57-60) buna örnek olarak sayabiliriz.

Ancak bu örneklerin günümüz dünyası ile doğrudan bir ilişkisi olmasa da genel ilkeler noktasında bize bazı önemli mesajlar sunmaktadır. Örneğin dönemin pratik hayatı ile ilgili ayetlerin bize, kendi zaman ve coğrafyamızdaki sorunları nasıl çözeceğimiz konusunda bir yöntem ve metodoloji sunduklarını kanaatinindeyim.

İşte mesajı ve yöntemi kavrayabilmek için o ayetlerin indiği ortama gitmemiz ve o ortamın özelliklerini bilmemiz gerekiyor. Ayetlerin indiği bu ortama genel hatlarıyla “Nüzul Ortamı” diyoruz.

Kur’ân, miladî 610-632 yılları arasında Arabistan Mekke’sinde nazil olmaya başlamış Arapça bir hitap olduğunu söylemiştik. O, indiği toplumun dilini, geleneğini, kültürünü kullanmış, indiği toplumun önemli sorunlarını sorun olarak kabul etmiş ve bu sorunlar için çözüm yolları önermiştir. Elbette bu konular ve sorunlar, genel ilke ve mesajın bütünlüğüne uygun bir şekilde seçilmiştir. Yani hem konu ve sorunun seçimi ile, hem de konunun işlenişi ve çözüm yoluyla mesaj verilmiştir. Aynı şekilde, bu toplumsal sorunlardan bağımsız ve ayrı olarak gelen ayetlerle verilmek istenen mesajlar da, o dil ve kültür kullanılarak dile getirilmiştir. Tüm bunlar, birçok edebî ve hukukî metinde olduğu gibi, belli terim ve deyimlere vurgu yapılarak ve kelimelerin öz anlamlarına bağlı kalmak şartıyla kelimelerin içi yeniden doldurularak yapılmıştır. Başka bir ifade ile, ana/temel mesajlar sunulurken de, indiği döneme ait bazı sorunlar tartışılıp, çözüm önerileri ortaya konulurken de, bazı temel kavramlar esas alınmıştır.

Bunun nedeni ise, indiği toplumun o kavramlarla konuşmakta ve anlaşmakta olmasıdır. Yani Kur’an, mesajını, indiği toplumla bir mutabakat, açık olma, anlaşılma esası üzerine bina etmiştir. Başka bir deyişle, Kur’ân, ilk muhatabı olan toplumun diline ve o dilin ayakta durmasını sağlayan deyim ve terimlere vurgu yaparak, mesajını bu kelimeler üzerinden aktarmıştır. Bir toplumun inancını, kültürünü, eşyaya bakışını, siyasi algılamasını ve ekonomik durumunu en iyi yansıtan ayna, dildir. Diller de bunu kelime ve terimlere yükledikleri açık ve dolaylı anlam ve anlatımlarla yaparlar.

Bu nedenle Kur’ân’ın, deyim ve terimleri seçerken titiz davrandığı, çok zaman o deyim ve terimleri yeniden yorumladığı, bir süreç içerisinde, içini boşaltarak yeniden doldurduğu, yani öz anlamını koruyarak yeniden anlamlandırdığı görülmektedir. Kur’ân’ın bir süreç içerisinde nazil olmasının önemli nedenlerinden birisi de bu yeniden kavramlaştırma süreci olsa gerektir. Kur’ân, ilgili deyim ve terimleri bir ilke ve prensip çerçevesinde seçip, yeniden yorumlamaktadır. Bu yeniden kavramlandırma süreci, Kur’an’ı anlama açısından da özellikle son dönemdeki muhataplarına önemli kolaylıklar sağlamaktadır.

Kur’ân’ın anlaşılması, meali ve tefsiri ile ilgili çalışmalardaki temel sorun da budur. Yani, Kur’ânî kavramların ve deyimlerin indiği dönemdeki anlamlarına ulaşmak esas amaç olması gerekirken, mevcut çalışmaların büyük bir çoğunluğunun bunu atladıkları görülmektedir. Sonuç olarak da, bu tür duyarsızlıklar, ön yargılar ve mezhep taassupçuluğu Kur’ân’ın anlaşılması ile ilgili sıkıntıların devam etmesine neden olmaktadır.

Ayrıca Kur'an'ın bir bütün olarak değil, yirmiüç yıllık bir süreç içerisinde nazil olduğu, birçok tarihi ve sosyal olaya yön verdiği de hepimizin malumudur. Konulara bu açıdan da bakmamız gerektiğini bilmemiz gerekir. Çünkü Kur'an ayetlerinin gelmeye başlaması ile birikte yeni bir dönem başlamıştır. Nüzul sırasını göz önünde bulundurduğumuzda toplumdaki bu değişimi Kur’an’dan da takip etmek mümkündür. Bu değişim ve gelişimi Kur’an bir sistematik içerisinde yapmaktadır. Yani Kur’an’ın kendine göre bir öncelikler sıralaması vardır. Bu öncelikler sıralamasını, doğru yapılmış bir nüzul sırasına göre okuduğumuzda açıkça görmemiz mümkündür. Bu önceliklerin dilsel, kültürel, sosyal, siyasal birçok boyutu vardır.

Bu nedenle, İslamın ilk çağlarından itibaren yapılageldiği gibi, Kur’an surelerini Mekki ve Medeni diye iki gurubta inceleyebilir, daha sonra, her dönemi kendi içerisinde hem surelerin hem de indiği dönemin özeliklerini göz önünde bulundurarak farklı safhalara ayırabiliriz. Öreğin, Mekki sureleri, üç safhada ele alabiliriz. Kaba hatlarıyla bir tasnif yapacak olursak, birinci sahfa, İkinci Habeşistan hicretine kadar olan dönemi, ikinci safha, Hz Hatice ve Ebu Talibin vefatına kadar olan dönemi, üçüncü safha ise, Medine’ye Hicret’e kadarki dönemi kapsar. Medeni ayetleri de, ehli kitap ile, özellikle Yahudiler ile ilişkilerin bozulduğu ikinci veya üçüncü yılın ortalarına kadar olan dönemi birinci safha, Hudeybiye anlaşması veya Mekke’nin fethine kadar olan dönemi ikinci safha, sonrasını da üçüncü safha olarak değerlendirebiliriz. Elbette farklı kriterler konularak farklı tasnifler yapmak da mümkündür.

Biz bu tasnifleri, surelerin içeriklerini, üsluplarını, edebi özelliklerini, kafiye yapılarını, ayetlerin uzunluklarını kısalıklarını, ilgili rivayetleri, yaşanan olayları vs göz önünde bulundurarak yaptık. Bu ve benzeri kriterlere göre, Kur’an tekrar tekrar okunurken, birbirinin devamı niteliğinde olan sureler de keşfediliyor. Ayrıca, nüzul sıraları esas alınarak yapılan okumalar sırasında surelerin içeriği ile günlük hayattaki mücadeleler arasında bir ilişkinin varlığı da fark ediliyor. Bir süreç içerisinde, çok zaman Müslümanların günlük hayatlarını da gelen bu sureler yönlendiriyor. Bilinen belli başlı tarihi olaylar da bu tespitlerimizi destekliyor.

Bugün de nüzul seyri takip edilerek bu olayları canlı bir şekilde takip etmek ve verilmek istenen mesajı kavramak mümkündür. Kur’an’ın 23 yıllık bir süreçte nazil olmasının birçok nedeni bulunmakla birlikte en önemli nedeni doğru bir Allah algılaması ve İslam akidesinin teşekkül ettirilmesi için böyle bir yolun takip edilmiş olmasıdır. Ancak bu akidenin oluşması bir süreç içerisinde tamamlandığından, Kur'an'ın bu izahları da birçok sureye yayılmış durumdadır. İlk muhataplar bunları fiili olarak bir süreç içerisinde yaşadıkları için bu farklılık onlar açısından bir sorun oluşturmamış, tam aksıne, inançlarının oluşmasında bu farklılığın (sürecin) önemli bir yeri ve katkısı olmuştur.

Kur'an, istediği toplumun oluşmasında önceliği, o toplumun inanç yapısına vermiştir. Bu nedenle ilk gelen ayetler daha çok bu konuyu oluşturmaya yönelik olmuştur.  Mekki olduğu ifade edilen surelerde bu durum çok açık bir şekilde görülmektedir. Mekke de nazil olan ayetlerde inanç konusu çok daha yoğun olarak işlenmiştir. Mushafın nüzul seyrine göre tertip edilmeyişi, özellikle bu konuları takip etmekte günümüz okuyucusu açısından bir zorluk oluşturmaktadır. Kur'an'ın inmeye başladığı ilk dönemde, insanların öncelikle inanç noktasında aşılması ve çözülmesi gereken problemleri vardı. İnanç problemini çözmeden diğer problemlere sağlıklı bir çözüm getirmek mümkün olmazdı. Kur'an da öncelikle akidevi sapma ve bozuklukları düzeltmişti. Bundan dolayı olsa gerektir, Mekki ayetlerde bu konu yoğun olarak işlenmişti.

Günümüz insanı da akide/inanç konusunda büyük problemlerle karşı karşıyadır. Önemli sapma ve bozukluklar yaşamaktıdır. Bu sapmalarlar sadece inanmayanlar (müslüman olmayanlar) için değil, inandığını yani müslüman olduğunu söyleyen insanlar içinde söz konusudur. Bu inanç sorunlarının başında da Allah'ı gereği gibi tanıyamamak gelmektedir. Allah'ı gereği gibi tanıyamamanın bir uzantısı olan Ahiret anlayışındaki çarpıklıklar da azımsanmayacak kadar büyüktür. Günümüzde bu sapmaların yanında risaletin ve vahyin doğru anlaşılması noktasında da büyük sorunlar yaşanmaktadır. Oysa bu konular İslam dininin temelini oluşturmaktadır.

Bu nedenle sağlam bir inanca sahip olabilmenin gerekliliği Kur'an'da tekrar tekrar vurgulanmıştır. Aynı problemleri yaşayan günümüz insanın da sağlıklı bir Allah ve din algılamasına sahip olabilmesi için öncelikle bu sorunlarını çözmesi gerekmektedir. Bunun için de Kur'an'ın öncelediği konular günümüz okuyucusu tarafından da öncelenmelidir. Bu nedenle bu önceliği sağlayacak bir yöntem bulmak ve meali de bu yönteme göre okumak durumundayız.

ÖNERİLER

Hangi yöntemle meali okursak, Kur'an'ın mesajını daha çabuk ve daha aslına uygun anlarız? sorusunun bir çok cevabı olabilir. Bu konu üzerinde kafa yoran insanlar farklı öneriler sunabilirler. Biz de yıllardır bu konu üzerinde yoğunlaşan bir Müslüman olarak kendi tecrübelerimizin ve uygulamalarımızın ışığında önnerilerimizi iki aşamada sunacağız. İlk aşama okuyucunun okuduğu metni/meali ve kendisinin meal karşısındaki konumunu tanımak için neler yapabileceği ve bu yönde nasıl bir yöntem izleyebileceği konularını içeriyor. Bu konuyu Meal Okumadan Önce Yapılması Gerekenler başlığı altında tartışıyoruz. İkinci aşama ise okuyucunun meal okuma sırasında yapması gerekenleri ve meali nasıl bir yöntem ve öncelekler içerisinde okuması gerektiğini kapsıyor.

Devam Edecek

Yorum Ekle
Yorumlar (3)
Uğur Bekir Ersöz | 03.01.2024 18:14
Sayın hocam diyorsunuz ki; Kur’ân’ın anlaşılması, meali ve tefsiri ile ilgili çalışmalardaki temel sorun da budur. *Yani, Kur’ânî kavramların ve deyimlerin indiği dönemdeki anlamlarına ulaşmak esas amaç olması gerekirken, mevcut çalışmaların büyük bir çoğunluğunun bunu atladıkları görülmektedir.* Sonuç olarak da, bu tür duyarsızlıklar, ön yargılar ve mezhep taassupçuluğu *Kur’ân’ın anlaşılması ile ilgili sıkıntıların devam etmesine neden olmaktadır:* diğer 3 makale ile de çelişmiş olmuyor mu? esas amaç Kur'an şimdiye ne söylüyor? olmalı değil mi? çünkü Kur'an-ı tefsirlerde hep o gün de o tarihte okuduk ve günümüze birtürlü getiremedik!!! mesela Hasan Elik meali gerçekten güzel emek verilmiş Siyer Tarih bağlamlı bir meal, fakat şöyle birşey farkettim; okuyorsunuz Mekkeden dışarı çıkamıyorsunuz, sanki size hiçbirşey söylemiyor, Mekke de kalıyorsunuz, tarih/roman gibi, sanki herşey orada kalıyor...(yanılıyor olabilirim) Selamlar hürmetler
Mehmet Ersoy | 27.12.2023 21:56
“İçeriğinde elbette zaman ve mekân üstü mesajlar mevcuttur, hatta Kitab'ın özünü de bunlar oluşturur.” Önemli olan bu tespitinize yüzyılımızın mucizesi olarak bir katkı sunmak isterim. Nahl kelimesinin müzekker müennes özellikleri “Rabbin bal arısına, dağlardan, ağaçlardan ve insanların imal ettikleri kovanlardan kendine evler edinmeyi vahyetti.” Arapça ´da isimler cinsiyet bakımından müzekker ve müennes yani eril ve dişil olarak ikiye ayrılır. Erkek olarak kabul edilen varlığı gösteren kelimelere müzekker yani eril; dişi olarak kabul edilen varlığı gösteren kelimelere müennes yani dişil kelimeler denir. Yahya b. Vessab “نحل “kelimesini Nun ve Hâ harfleri meftuh olarak nahal şeklinde okumuştur ki, nahl gibi bu da müzekkerdir demektedir. Bal arısı ile ilgili bu iki âyetin hikmet, sır ve işaret içeren gizli kalmış yorumları, Arapça bilen arı yetiştiricilerin de rehberliğinde, müzekker olan nahl isminden sonra اتَّخِذ۪ي , كُل۪يve فَاسْلُك۪ي emir fiillerinin müennes oluşunda bu emrin erkek arıya verilmediği, dişi arının emre muhatap olduğu görülmektedir. Son yıllara kadar sırrı çözülemeyen bu mucizeye Zemahşeri de ayeti meallendirirken müzekker olan nahl kelimesinin emirlerde müennes kullanılmasına tam bir açıklama getiremeyerek bu emir kelimelerin müennes olmasına mana cihetinden olduğunu beyan edip kısaca değinmiştir. اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ cümlesiyle devam eden ayet, ittehızi emrinin müennes oluşunda emrin muhatabının erkek arı olmadığı dişi arının emre muhatap olduğu görülmektedir. Bu sebeple yuvayı dişi arı yapar. Bal arısının yuvası petektir. Arılar petekleri bal mumundan yaparlar. Bal mumu, iki üç haftalık genç işçi(dişi) arıların 4.5.6.ve 7. karın halkalarında bulunan mum bezleri ile salgılanan bir maddedir. Petek yaparken yeterli sıcaklığı elde etmek için salkım oluşturarak birbirlerine kenetlenirler. İstenilen sıcaklığa ulaşıldığında balmumunu salgılamaya başlarlar. Bal mumu üretimi, arıların yaşam döngüsüne uyumlu olarak 12 ile 17 günlük zaman dilimi içerisinde yaklaşık bir haftalık süredir. Bu dönemde balmumunun üretim görevini üstlenmekle beraber aynı zamanda peteklerin örülmesi işini de yaparlar. Bu görev süresi sona erdiğinde bal mumu üretim işini tamamen bırakarak farklı bir çalışmaya koyulurlar. Kısaca anlatılan balmumu üretme ve bunu peteğe dönüştürme işini erkek arılar yapmazlar. Erkek arılarda bal mumu bezleri yoktur ayrıca yuva yapma yetenekleri de yoktur. Semere (flora) ve bal arısı ثُمَّ كُلِي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًا يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِلنَّاسِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ Sonra floranın tamamından bir kısmını ye, böylece boyun eğerek Rabbinin yollarına koyul (meslek edin). Abdomenlerinden renkleri muhtelif nektar çıkar, insanlar için şifa ondadır. Muhakkak bunda tefekkür eden bir kavim için elbette bir âyet vardır. 69. Ayet, ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ “sonra semerelerin tamamından bir kısmını ye’’ diye başlamaktadır. Semerelerden ye كُلِي , emri yine müennes olarak dişi (işçi) arıya verilmiş bir emirdir. Essemerat “semere’’ kökünden türeyen kelimedir. Kur’an-ı Kerim’de 24 yerde geçer. Meyve, fayda, kar, netice, nesil, evlat, mahsul anlamlarına gelir. Ayette çoğul olarak geçmektedir. Bal arısı için yemesi emredilen semere ise ağız yolu ile topladığı nektardır. Balın ana maddesi her zaman bitkilerden elde edilmektedir. Nektar, bitkilerin çiçeklerinde bulunur ve bitkilerin neslinin devamlılığını sağlayan polinasyon (tozlaşma) için polinatör böcekleri cezbederler. Polinasyon işlemini yaparken bal arıları da bu zor işlemin sonucunda kendilerinin ve arı ailesinin beslenme ihtiyacını karşılamak ve kışlık ihtiyacını stoklamak için bu sıvıyı dili vasıtasıyla karınlarındaki (abdomen) ön mide (bal midesi) olarak bilinen kursaklarında biriktirir. Daha sonra bunu kovana taşır. Çiçek öz sularının haricinde “bal çiği” de (salgı balı) alır. Bal arısı ağız yolu haricinde gıda olarak polen (çiçek tozu) de taşır. İşçi (dişi)arılar çiçekleri ziyaret ettiklerinde poleni arka ayaklar vasıtası ile kovana taşırlar. Erkek bal arısı dişi işçi arının aksine floradan beslenmezler. Bal mideleri incelediğinde erkek arı ve ana arının floradan nektar toplamadığı bilimsel araştırmalarla kanıtlandığı görülecektir. Gonca Özmen Özbakır ve Duygu Gülru Alişiroğlu Bal Arılarında Beslenme Fizyolojisi ve Metabolizması adlı çalışmalarında şöyle ifade etmişlerdir: ’’Nektar toplamak için ön mide olarak bilinen bal midesi yemek borusu ile aynı epitel dokuya sahip olup ana arı ve erkek arılarda da bulunmakla birlikte en gelişmiş hali işçi (dişi)arılarda bulunmaktadır.’’ Bu araştırma erkek arıların nektar toplamadığının bilimsel göstergesidir. Hanife Ersoy Nahl Suresinin Kimliği ve Bal Arısındaki İlahi Mesaj (Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık – 2021)
İlhan Ayan-Turhal | 27.12.2023 21:01
Çok güzel özetlemişsiniz, teşekkür ederim.