İlk tanışmamız 1991 yılında gazete ve dergiler yoluyla olmuştu. O zamanlar kadın yazarların çok da görünür olmadığı yıllardı. Eş-dost-akraba dergilerinde, kimi çevrimiçi cemaat yapılarının yayın organlarında yazan kadın yazarlar vardı elbette ama kadın, bu çevrimiçi yapılarda yazdıklarından çok vitrine kattıkları değer kadar önemliydi.
O dönemlerde genellikle kadın yazarların fotoğrafları kullanılmazdı. Bu bir çeşit ‘İslami hassasiyet’ olarak değerlendiriliyordu. Erkek yazarlar iyi ya da kötü olduklarına bakılmaksızın sadece erkek oldukları ve cemaatlerinin, dahil oldukları yapıların veya siyasi oluşumların temsilcisi sıfatıyla gazete ve dergilerde, televizyonlarda sabah akşam ağırlanıyorlardı. Nitelikten çok niceliğin ön plana çıkartıldığı zamanlardı. Aradan geçen otuz yılı aşkın sürede İslami camiada değişen çok bir şey olmadı. Nicelik hala etrafımızı kuşatmaya devam ediyor.
Vitrine çıkarabilecek ‘sadık’ kadın müritleri olan cemaat ve yapılar şanslıydı! Kadın yazar bulamayan yapılar ise müstear isimler kullanarak erkek yazarların metinlerinin altına kadın isimleriyle imza atıyorlardı. Nasılsa kadın yazarların fotoğrafları basılmıyordu. İletişim bu kadar yaygınlaşmamıştı ve hiç kimse bu isimde bir kadın yazar olmadığını ispat edemezdi.
Bu döngünün dışında olan yazarlar da vardı elbette. Cihan Aktaş, Sabiha Ünlü, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Yıldız Ramazanoğlu gibi. Bu isimlerin hiçbiri varlığını bir cemaat veya siyasi yapıya angaje ederek varolmamışlardı. Elbette bir siyasi tercihleri, elbette yakınlık duydukları bir siyasi veya İslami oluşum vardı ama bunu kendi lehlerine kullanılacak bir alan olarak görmemişlerdi. Bu istisnai bir durumdu!
Dini alanı kuşatan erkek egemen bakış açısı fıkıhtan siyasete, yazın hayatından edebiyat ve sanata kadar bütün alanları kuşatıyor ve kadına yaşam alanı bırakmıyordu. Bu zorluklarla 1990’larda eline kalem alan bütün kadın yazarlar yüzleşti. İstisnası var mıdır bilmiyorum.
Bir süre sonra istisnaya dahil edilemeyecek isimler ortaya çıkmaya başladı. Ünlü bir manken iken ihtida ederek insanların karşısına başörtülü olarak çıkan G. Pınarbaşı bunlardan biriydi. Bundan sonra başörtülü olarak hayatına devam edeceğini söylediği gün Milli Gazetede fotoğraflı bir köşe edinen uzun yıllar yazı yazan Pınarbaşı, öteki mahalleden geldiği için el üstünde tutuldu. Ne yazdığı, onlarca yıl yazı yazdıktan sonra bugün elimizde tek satır kalıp kalmadığı hiç sorgulanmadı. Onun önemi vitrine kattığı değer ile ölçülüyordu. Yazdığı ya da söylediği şeylerin çok da kıymeti yoktu!
Cihan Aktaş da bu baskıcı dönemde birkaç gazetede müstear isimle yazılar yazdı. Çünkü ‘İslami hassasiyet’ olduğu iddia edilen kimi yaklaşımlar kadını yok sayıyor, varolmak isteyen kadın kendi adıyla varolamasa da müstear isimle kurulu düzene meydan okuyordu.
‘Zaman ve şartları’ denilerek geçiştirilen bu kapalı devre dönemler bittikten sonra da kadın yazarın çilesi hiç bitmedi. Öteki mahalleden olmak hep önde olmak demekti. Artık camia kendisine intisap eden kadınların başörtülü olup olmamasına da çok bakmıyordu. Hatta bünyesine dahil ettiği kadınların sarışın olması daha değerli daha kıymetliydi. Refah Partisine katılan ‘sarışın’ N. Ilıcak bunun tipik bir örneğiydi. ‘Aklı yeterince ermeyen’ Müslüman kadına sarışın kadınlar rol model olarak sunuluyordu ki bugün de özellikle Gazze katliamı üzerine söyledikleriyle ‘sarışın’ olmanın konforunu yaşayan figürler ortaya çıktı. 28 Şubat sürecinde Merve Kavakçı’nın yanına N. Ilıcak’tan başka kimsenin yaklaştırılmadığını hatırlayanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır.
İlk okuduğum kitabı Üç İhtilal Çocuğu’ydu. Çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Hala ara sıra dönüp dönüp kurcalıyorum kitabı, aynı tadı alabilecek miyim diye. Şimdi otuz yıl sonra kitaplarına tekrar baktığımda diyorum ki, Acı Çekmiş Yüzünde(1996) ve Son Büyülü Günler(1995) çok etkilemiş beni. Üç İhtilal Çocuğu’ndan (1991) daha çok hem de.
Romanları arasında ise bir tercih yapabilmem daha zor görünüyor. Modern bir İran masalı olan Şirin’in Düğünü’nü(2016) mü seçmeliyim. Bir kuşağın yatılı okul yıllarını betimleyen Bana Uzun Mektuplar Yaz’ını(2002) mı? Ya da yakın zamanın başka bir gerçekliğini ilmek ilmek dokuduğu Şair ve Gecekuşu’nu (2021) mu? Bir coğrafyayı ve iki farklı dünyayı bir otobüs yolculuğuna sığdıran Sınıra Yakın’ı diğerlerinden nasıl ayırabilirim?
Türk edebiyatının en iyi öykücü ve romancılarından birinin, Cihan Aktaş’ın edebiyat hayatının kırkıncı yılı yarın(22.12.2024). O yüzden yazının başlığı ERBAİN. Ama bu tanımlama yeterli değil ve eksik. Evet çok iyi bir romancı, çok iyi bir öykücü Cihan Aktaş ama aynı zamanda hayatın içinde, hayatın problemleriyle yüzyüze, yaşadığı toplumun bir paydaşı bununla birlikte o yaşamın seyircisi değil ortağı. Bunu görmezden geldiğimizde sadece bir ezbere tamah etmiş oluyoruz. Kendi yaşadığı sorunların da etkisiyle inceleme araştırma yazılarında, kitaplarında kadının sorunlarına hep yönelmiş, romanında öyküsünde mutlaka ama mutlaka bu soruna değinmiş bir isim Cihan Aktaş. Ama aynı zamanda tek derdi kadın diyemeyeceğimiz kadar da hayatın bütün sorunlarına müdahil. Şehir Tutulması (2015) neredeyse herkesin kendi cephesinden yaklaştığı Gezi Protestolarına herkesten üstte ve farklı bir perspektifle yaklaştığı düşünsel bir şaheser. Rüzgarla İyi Geçinmek: Esenler’in Hikayesi (2018) bir ilçe tarihi olmanın çok ötesinde hem edebi yanıyla hem şehrin sosyal dokusu ve hem de kültürel yapısıyla bütün yerel yönetimlere ders diye okutulabilecek bir eser. İslamcılık üzerine yazdığı kitaplar, sinema ve özelde İran sineması üzerine yazdığı bir çok kitap, mutlak iktidar ve eleştirisi ve kadın üzerine yazdığı Bacıdan Bayana (2001) ve kadını konu edinen diğer kitaplarını görmezden geldiğimizde saçma sapan bir düzleme erişmiş oluruz. O zaman İsmet Özel’e yakıştırılan ‘Şiiri iyi ama düşüncesi vasat’ zorlama yorumunun bir benzerini Cihan Aktaş için yapmış oluruz ki; bu onun değil bizim eksikliğimizi ortaya koyar sadece. ‘Öyküsü ve romanı iyi ama’ yaklaşımı, onun toplum, sinema ve sosyal olaylar üzerine seçkin yaklaşımını görmezden geldiğimizde okurluğumuzla ilgili bir problemi masaya yatırmamızı gerektirir.
Belki bunları söylediğim için kızacak bana Cihan abla ama yazmazsam haksızlık etmiş olurum diye düşünüyorum. Bütün kadın yazarlar gibi varolabilmek için ekstra gayret sarfetmek zorunda kalan, yetmezmiş gibi marifetine iltifat edilmezken, ‘sarışın’ olmadığı için marifetini ispat etmek zorunda kalan bir isim Cihan Aktaş. Tehlike anında ilk gözden çıkarılan da o! Yıllarca yazdığı edebiyat dergilerinden oldukça nazik ve ölçülü eleştirilerine rağmen uzaklaştırılan, yıllarca yazdırılmayan bir kalem. Necis biat kültürünün kendine kurban etmek istediği kıymetli bir isim. Sözün kaybolacağı ama yazının sonsuza dek varolacağı bir dünyaya eserleriyle imzasını atmış bir öncü. Mimar olarak çok para kazanabilecekken edebiyatı, yazıyı seçerek zora talip olan ve sadece bu sebeple bile saygı görmesi gereken büyük bir yazar Cihan Aktaş.
‘Öteki’ mahallede yeterince ilgi uyandırmaması seçmiş olduğu hayat biçimiyle ilgili. İşin kötü tarafı şu ki; bizim mahallede de yeterince ilgi görmemesi aynı nedene dayanıyor. Başka bir hayat biçimi seçmiş olsaydı bir çok kitabı çok satanlar listesinde olacak, bir çok kitabı klasikler arasında yer alacaktı. Onu yere göğe sığdıramayanlar, her öyküsünde, romanında onun eserlerine atıflar yapan ‘çok satan’ yazarlar olacaktı.
Onunla tanışmamın üzerinden 34 yıl geçmiş. Tanışmamızın üzerinden ise 20 yıl. Bana 2010’da yaptığı ve devam eden yıllarda tekrarladığı tavsiyeye uymadığım için çok pişmanım. Bürokrasi yerine kalemi seçip kalıcı şeyler ortaya koyabilirdim belki de, olmadı!
Edebiyat hayatının 40. yılında Cihan Aktaş için bir kutlama programı düzenleyen İZ Yayıncılığı da tebrik etmem gerekir. Sık karşılaştığımız davranışlar değil bunlar. Hele hele İslami camiada böyle bir nezaketle karşılaşmak maalesef şaşırtıyor beni!
Onunla tanışmak, onun arkadaşı olmak, ona abla diyebilmek benim için paha biçilmez değerde. Daha nice yıllar okuyabilmek, bereketli kalemini takip edebilmek duasıyla.
Bir insanın onlarca dostu olmuyor. Cihan Aktaş için teşekkür ederim Allah’ım.
Pursaklar’da Ramazan | Osman Kayaer
19.03.2025
Mehmet Ali Başaran ile Derkenar..
17.03.2025
Ramallah Yönetimi İsrail’e Çalışıyor
13.03.2025
Orhan Göktaş ile Derkenar..
04.03.2025
dindar babalar ve oğulları! MUSTAFA AKMEŞE 14.03.2025
Darbe yok Macera var MEHMET ALİ BAŞARAN 19.03.2025
Osmanlı ve Milliyetçilik YUSUF YAVUZYILMAZ 17.03.2025
İlgili Anne Baba: Serap ve Rıza FEYZULLAH AKDAĞ 18.03.2025
DİNDARIN TRAJEDİSİ YUSUF YAVUZYILMAZ 01.03.2025
Can Avar -2- FEYZULLAH AKDAĞ 03.03.2025
Can Avar -1- FEYZULLAH AKDAĞ 25.02.2025
SURİYE GEZİSİ ARDINDAN! SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 21.02.2025