metrika yandex
  • $32.19
  • 34.99
  • GA17650

Haberler / Yazı Dizisi

Yazı Dizisi: Darbeler ve Darbe Anayasaları

22.02.2018

28 Şubat Postmodern darbesinin yaklaştığı şu günlerde, Hertaraf Haber Olarak , 12 Eylül'den 15 Temmuz'a darbe süreçlerini ele alan bir yazı dizisini  yayınlamaya devam ediyoruz. Yazı dizimizin ilk iki bölümü büyük ilgi gördü. Bu bölümünde, "Darbeler ve Darbe Anayasaları"nı  alıyoruz
 
 
28 Şubat sürecinde TSK'dan uzaklaştırılan, darbe süreçlerinden kendisi de en ciddi bir şekilde etkilenmiş ve sürci yaşamış  birisi olan M. Yavuz AY'ın kaleminden "Darbeleri ve Darbe Darbe Süreçlerini"  ele alan yazı dizisinin üçüncü bölümünü ilginize sunuyoruz...
 

 

12 EYLÜL’DEN 15 TEMMUZ’A  DARBELER VE EKSENİNİ ARAYAN TÜRKİYE- 3

 

Darbeler ve Darbe Anayasaları 

 

 1924, 1961 ve 1982 anayasaları darbelerin ardından, darbeci  asker ve sivillerin gözetiminde, halktan ve değerlerimizden kopuk kadrolara yaptırıldı.

 

Osmanlı darbecilerinin sadrazam, vezir, şeyhülislâm kellesi alma alışkanlığı, Cumhuriyet darbecilerine 27 Mayıs 1960 darbesinde düzmece ve güdümlü bir mahkeme kurarak başbakan ve bakanları asmak için ilham vermiş olmalı… Darbe sonrası binlerce general, subay ve astsubay tasfiye edildi.

 

Askerî vesayet sisteminin egemenlik alanını daha da genişletme operasyonu, 1961 Anayasası’nda Millî Güvenlik Kurulu(MGK)  ve Askerî Yargıtay’ın ihdasını sağlamıştır.

 

12 Mart 1971 Muhtırası, ordu içinde çizgi dışı cunta hareketinin tasfiyesi ve hükümet değişikliği ile sonuçlanır.

 

12 Eylül 1980 Darbesinin cuntacı paşaları yazdırdıkları anayasalara bile ihtiyatla yaklaşmışlar, “Anayasa komisyonu” kurarak düzeltmelerde bulunurlar. 1982 Anayasası’na son şeklini veren Millî Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonu bunun tipik bir örneğidir.

 

1982 Anayasası (7 Kasım 1982) asker egemenliğini o denli koyulaştırmıştır ki geniş kitlelerin kişilik haklarının, inanç, örgütlenme ve kamuda görünür olma özgürlüğünün üzerinden silindir gibi geçmiştir. Askerî vesayet sistemi için yeni dokunulmazlık alanları ihdas edilir : Yüksek Askerî Şura (YAŞ), YÖK, DGM ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) gibi.

 

Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur AYİM’le ilgili gerekçeyi şöyle ifade ediyordu : “YAŞ’ta alınan kararları Danıştay bozuyordu. Bunun önüne geçmek için AYİM’in kurulmasına karar verdik”.

 

Orgenerallerin mutlak saltanatı için 1982 Anayasası 125. madde ile “ Yüksek Askerî Şura kararları yargı denetimi dışında” tutulur. Söz konusu madde 12 Eylül 2010 referandumu ile kaldırılabildi.

 

Her darbe bir sonraki darbenin altyapısını oluşturur. Yeni cuntacı, darbeci ekip hazırlanır. Tıpkı bir bayrak yarışı gibi…Türkiye adeta yarı açık bir cezaevi olmasına rağmen vesayetçi sistemin balans ayarları bitmez. Darbe histerisi yalnız askerleri kaplamaz. İşadamları, medya, bürokrasi, darbeden beslenen siyasî partiler, birtakım dalkavuklar, kifayetsiz muhterisler generalleri kışkırtırlar, kullanırlar. Osmanlı’da askerleri isyan için kışkırtanlar, kendi çıkarlarından hiç bahsetmezler. “Din elden gidiyor! Vatan elden gidiyor!” diye ortaya çıkarlar. Bugünün darbecilerini kışkırtanlar da çıkarlarından bahsetmeden “Laiklik elden gidiyor” teranesini haykırırlar. Darbelerin değerler maliyeti hesaplanamayacak kadar büyükken, ülkeye dayattığı ekonomik kayıplar korkunçtur. Millet fakirleşirken, ülkemiz onlarca yıl geriye giderken, bir avuç darbeci elitin kasaları ve göbekleri büyür.

 

 

28 Şubat 1997 Darbesi, bugüne değin yapılan darbelerin bileşenlerini ihtiva eden, Anadolu’yu ve Anadolu Milleti’ni yok etmeyi göze almış, “Topyekûn Bir Saldırı”ydı. 

 

 1000 yıllık Anadolu toprakları ve Anadolu insanının kaderi üzerinde zar attılar. O kadar azgınlaşmışlardı ki kendilerinde tanrısal güç olduğuna inandılar. Nasılsa bu halkı canları ne zaman isterse evire çevire benzetiyorlardı. Batı Çalışma Gurubu ile ülkede fişlenmedik insan bırakmadılar. MGK Genel Sekreteri fiilî başbakandı. Başbakanlık Takip Kurulu, bürokratik bütün kademeleri MGK Genel Sekreterliği adına takipten sorumlu oldu. Genelkurmay Başkanı’ndan randevu aldığı için sevincinden bomba patlatan başbakan gördük. Devlet, yeraltı unsurlarıyla yerine göre öz-üvey evlat demeden çocuklarını kutsal cinayetlere(?!) kurban etti. 

 

Yetmedi. Bunca acı, gözyaşı, işkence, tasfiye, suikast, fişleme, zehirleme… Nelere şahit olmadık ki. Fadimeler, Kalkancılar… Hepsi, yeni bir darbe için şartların olgunlaştırılmasının parçalarıydı. TÜSİAD’ın beyaz adamları, medyanın patronları ve sahibinin sesi gazetecileri, özgürlükçü sendikaların ağaları, borsalar- odalar düzeninin baş haramileri, brifing hakimleri, inanç düşmanı rektörleri el ele darbe çığlıkları ile doldurdular gök kubbeyi. Generallerine koştular, kılıç olup, balyoz olup insinler halkın tepesine diye. Hepsi yurtseverdi, çıkar peşinde değillerdi. “Laiklik elden gitmesin, ülke ortaçağın karanlıklarına gömülmesin” diye idi çığlıkları. Ve geldi darbe.  28 Şubat 1997 darbesi  Osmanlıdan günümüze  isyan, darbe, muhtıra, Özel Harp, MGK operasyonları ne varsa hepsinin alaşımı gibi.

 

 

1984-2010 yılları arasında hukuk dışı yöntemlerle binlerce subay/astsubay askerî vesayet sisteminin elemanları tarafından önce fişlenmiş, İttihad ve Terakki döneminde olduğu gibi ”sizden-bizden” ayrımına tâbi tutulmuş, ardından Yüksek Askerî Şura (YAŞ) kararlarıyla ordudan uzaklaştırılmıştır.

 

Tevhid-i Tedrisat Kanunu Müslüman halkın çocukları üzerinde kılıç gibi sallanırken, askerî okulları Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetiminden uzak tutmaktadırlar. Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir Millî Eğitim Bakanı değil askerî okulların müfredatını belirlemek, kapısının önünden bile geçememiştir. Bir genelge ile liselere dayatılan ve yakın zamanda ancak kaldırılabilen “Millî Güvenlik Dersi” eğitim üzerindeki askerî vesayetin önemli bir parçası olmuştur. Okul idarecileri, öğretmenler ve başörtülü öğrenciler bu derse giren subaylar tarafından fişlenmiştir. Başörtülü öğrenciler derslere alınmayarak sınıfta kalmaları sağlanmıştır. Öğretmen asker eşleri muhbirliğe yönlendirilmiştir.

 

İç Hizmet Kanunu 35. madde sistemi koruma kollama adına darbelere gerekçe yapılmıştır.

 

Vesayet sisteminin önemli bir ayağı da ekonomidir. Ticaretle uğraşan, banka alıp satan, salça bisküvi üreten bir ordu örneği dünyada yoktur. Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) özel bir kanunla kurulmuş, vergi muafiyetleri ile ülke ekonomisinin %10’unu geçen bir büyüklüğe ulaşmıştır. OYAK’a açılan davalar AYİM’de görülmektedir. OYAK yöneticileri askerî mahkemenin gölgesinde istedikleri gibi çalışmaktadırlar.

 

Savunma bütçesi, şeffaf biçimde hazırlanmaz. Bütçeyi tahsis eden meclis tarafından kontrol edilmez. Savunma bütçesi komuta kademesi tarafından keyfî biçimde kullanılır. Yerli savunma sanayii ve üretim desteklenmez. “Acil” kaydıyla yurtdışı alımlarına gidilir. Nisan 1996 tarihinde dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, TSK’nin modernizasyonu için 25 yıl içinde 150 milyar dolarlık savunma harcaması plânlandığını sanayici ve üniversitelerin yer aldığı ortak bir platformda ilân etmiştir. Devletin (hükümetin, meclisin) ve ilgili otoritelerin fikrini ve olurunu almadan, bütçe ve ülke imkânlarını gözetmeden; Tank, Helikopter, IHA, Havadan Erken Uyarı, Uçak modernizasyonu için “Tek Kaynaktan” yurt dışı “Hazır Alım” ve “Acil” kaydıyla alıma çıkılması, kaynakları kıt ülkemizin 25 yıllık ekonomik geleceğini tehlikeye attığı gibi, savunma sanayini tamamen dışa bağımlı hale getirmektedir…  Askerî bürokrasi, gizliliği hesap vermeye tercih eden bir anlayışa sahiptir.

 

Türkiye’de geçerli hale getirilen siyasal ve hukukî sistem içerisinde, TSK. lerini yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin denetleme yetkisi yoktur veya göstermeliktir.TSK her türlü maddî, hukuki, siyasî, askerî, kültürel denetimini kendi başına, siyasî gözetim ve denetimden uzak, istediği gibi yapar. Devlet içinde devlet gibidir.

 

TSK ayrıcalıklıdır. Sivil toplum, sivil bürokrasi ve teknokrat kadronun güçsüzlüğü nedeniyle sivilleri küçümser, sivil siyasete kuşkuyla bakar. Sivil siyasî sorumlularla, sorumluluğu olmayan askerler arasında açık ve sağlıklı iletişim kanalları yoktur. Askerler kimseye güvenmezler.

 

Ordunun devlet ve toplum hayatına müdahale duygusunu öne çıkaran diğer bir etken de, kendisine karşı koyacak bir gücün bulunmamasıdır.

 

 

Askerî vesayet sistemi; halkına, halkının değerlerine düşman bir ideolojik devlet ve ordu tasarımını dayatmıştır. Farklı değer, inanç ve etnik yapıdaki gruplara mensup insanları ulus devlet kalıbına dökme operasyonları “iki yüzlü kimlik gurupları” oluşumuna yol açmıştır. Ülkemiz insanının yaslanabileceği iç dinamikler hızla erimiş, toplum birbirine yabancılaşmış, sosyo-kültürel çözülme ciddî boyutlara ulaşmıştır.

 

Genellikle darbeler ülke ekonomisinin iyileşmeye başladığı dönemlerde yapılagelmiştir. Darbe sonraları ülkemiz büyük ekonomik buhranlarla kavrulmuştur. 1999 ekonomik buhranı ve deprem, 2001 ekonomik buhranı fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapmıştır. Orta tabaka erimeye yüz tutmuştur. Cumhuriyet tarihinde belki ilk defa esnaf protesto yürüyüşleri yapmış, başbakana yazar kasa fırlatılmıştır. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Bülent Ecevit’e anayasa kitapçığı fırlatmış, ekonomi uçuruma yuvarlanmış, gecelik faiz % 7500 lere fırlamış, döviz TL karşısında iki katı değerlenmiştir. Askerleri darbe yapmaya azmettiren İstanbul Dükalığı, Merkez Bankasının içini boşaltmıştır. Yerli yabancı bankalara, Merkez Bankasının  dövizleri yağmalatılmıştır. DSP,MHP,ANAP üçlü koalisyonu erken seçim kararı almak zorunda kalmıştır. Halkımız, 3 Kasım 2002 erken genel seçiminde Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)’ni  % 34.3 oy oranı 363+2 milletvekili ile iktidara getirerek Askerî vesayet sistemine, darbeci ve faizci lobiye tepkisini göstermiştir. Darbeci sistem AK Parti’nin gelişini görmüş olacak ki, Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, askerî mahkemede laikliğe aykırı şiir okuduğu gerekçesiyle hapse mahkum ettirmiş, milletvekili olmasının önüne geçmiştir. Hapis sonrası yapılan anayasa değişikliği ile milletvekili olabilmiştir.

 

AK Parti’nin erken iktidar yılları, askerî vesayet sisteminin tehdit ve baskıları altında oldukça sancılı geçmiştir: YAŞ kararları, kamuda ve üniversitelerde başörtüsü yasağı, başörtülü eşi olan cumhurbaşkanı adayı, laiklik karşıtlığının odağı olduğu gerekçesiyle AK Parti’ye kapatılma davası açılması, generallerin organize ettiği cumhuriyet mitingleri gibi…

 

Dönemin genelkurmay başkanı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat yüzüne karşı, “Eşi başörtülü cumhurbaşkanı adayı gösterirseniz, Güneydoğu’dan başınıza tabut yağdırırım.” diyebilmiştir

 

Devam Edecek...

 

YAZI DİZİSİNİN İLK 1. VE 2.  BÖLÜMÜ İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKLER'İ TIKLAYINIZ:

 

http://www.hertaraf.com/haber-yazi-dizisi-12-eylul-den-15-temmuz-a-darbeler-1524

 

http://www.hertaraf.com/haber-yazi-dizisi-asker-okullar-ve-kislalarda-egitim-ogretim-esaslari-1530

Yorum Ekle
Yorumlar (11)
Tahsin | 11.03.2018 22:16
Yaşananları unutmamalıyız, ders çıkarmalıyız.Düşman uyumuyor...Teşekkürler .Yazılarınızı takip ediyoruz.
Ümit | 08.03.2018 10:25
Allah razı olsun
Mahmut AY | 28.02.2018 16:15
Bir daha tekerrür etmez inşallah.!
Abdullah Aydın | 23.02.2018 18:22
Çok teşekkür energy. Yaşananlar unutulursa, gerçek aydınlatılamaz.
B.Özacan | 23.02.2018 14:43
Abi bizim için hafıza tazeleyici gençler için çok açık ve bilgilendirici oluyor.Allah razı olsun . Yola devam.
Ş.Mermut | 23.02.2018 14:42
Allah razı olsun.
A.Öztürk | 23.02.2018 14:40
Hocam, çok teşekkür ederim.
Mehmet Yıldız | 23.02.2018 06:31
Hadiseler in hepsini yaşadık.Kaleminize eliňize sağlık.
H. Çelik | 22.02.2018 20:14
İlgi ile takip ediyorum.Geçmiş bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken, dudaklarımda acı bir tebessümün oluştuğunu hissettim. Kaleminiz kurumasın inşaallah...
Süleyha Kara | 22.02.2018 14:13
O dönemlerde askeri hakimiyet devletin üzerinde görülüyordu. Teşelkürler
Aydın yalcın | 22.02.2018 10:34
Teşekkürler