Esirgeyen bağışlayan direnmenin adıyla başladı 7 Ekim Aksa Tufanı. Aslında 1987’de birinci İntifada’ya, 1948 yılında Nekbe’ye, 1935’te İzzeddin-El Kassam’ın 500 İngiliz askeri tarafından kuşatılıp şehit edilişine, daha da aslında 1917 Balfour Deklarasyonu’na, evveliyatı ise Hayber’e, Babil’e yani konuşulacaksa şayet milat öncesine kadar kökleri toprağın ve tarihin derinliklerine kadar uzayıp giden bitimsiz bir dava bu. Konuşulacaksa şayet öncelikle;
üzerime yüreğimden başka muska takmadan konuşmak gerekir
diyen şair gibi bütün sahte ve yalan muskalara, tahriflere, kehanetlere hele hele Yeşaya’nın Kehaneti’ne bulaşmadan konuşmak gerekir. Zira etrafı mübarek kılınmış bu topraklar binyıllardır Dikkat, kan bıngıldıyor, kan.
Beyfendiler, efendiler, müstekbirler, işgalciler, yeryüzünü biteviye sömüren halk düşmanları ve de bilumum tüm ekâbirler. Cennetten bir parça olan bu topraklarda
Ki ölüm her yerde uyanıktır bileseniz. Kızıldeniz’i yaran tufan gibi 7 Ekim Aksa Tufanı’da 2007’de başlayan ablukayı yararak Sderot ve Aşkelon’deki yerleşimci değil işgalci Yahudi topraklarını yardı ve girdi öz topraklarına, vatanlarına, zeytin bahçelerine. Ardından ölümler, öldürülmeler, katliamlar, saldırılar ve operasyonlar ile ölüm sağanaktan boşanırcasına düştü Gazze şeridinin gözlerine ve bedenlerine. Binyıllardan bu yana
dört mevsim kan lekesiyle doluydu
bu topraklar. Güz mevsiminin Ekim’inde de
Bak, ölüm güzü kıskanıyor olmasına rağmen uzayan şeride direniş defteri de bir kez daha uğramış oldu, tıpkı 1987’de, 1973’de, 1967’de, 1948’de ve 1935’te olduğu gibi. Direniş,
yine bir güz büyüterek kan(lar)ında gölgelerin
O kan emici ordularını tarla tarla, sokak sokak çiğnemekte. Ekim’de Bak, ölüm güzü kıskanıyor
iken, artık sadece güz mevsimi değil dört mevsimi aşka ve direnişe çağıran ebabil kuşları beliriverdi Gazze Şeridi’nin gök mavisi derinliklerinde.
Bu ebabil kuşları kimi zaman paramotorlar olup kondu işgalcinin toprağına, kimi zaman Tel Aviv’i vuran tufan füzeleri oldu, kimi zaman işgalcinin Merkava tanklarını yakan YASİN105’ler ama hep saçlarına bin küsur yalnızlığı takıp girdikleri
şehirlere yani Sderot’a, Aşkelon’a, Aşdod’a…. Bir kaçı hariç elli yedi İslam!! ülkesinin kahreden sessizliğine rağmen saçlarına taktıkları bin küsur yalnızlığa rağmen biliyor musun?
Ey kanıma çakıllar karıştıran isyan, seni sevişim boşuna değil, bu hinliktendir.
İslam ve Arap ülkelerinin kahredici sessizliğine inat, saçlarına taktıkları bin küsur yalnızlığa rağmen kollarına aldıkları YASİN105’ler ile giren Gazzeliler, yani
Biz şehir ahalisi, Kara Şemsiyeliler ve de esmer Filistinliler
Kapçıklar, Evraklılar, örtü severler, kravatlı Batılılar, petrol babaları
Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir
Yaşamak deriz –Oh, dear- ne kadar tekdüze ama
Katliamlar ne kötü birader demek yerine harekete geçtiler. Çünkü uzunca yıllardır sahipsizdiler, yalnızdılar ama hafız ve mühendis olan direnişçiler on yıllardır Cenin’de, Nablus’ta, El-Halil’de, Han Yunus’ta, Gazze’de, Doğu Kudüs’te

Ölümler
Ölümlere ulanmakta ustadır bu topraklarda diye haykırmalarına rağmen, dünya binlerce kez sessizliğe gömülmekten geri durmadı her seferince. Ama bilsinler ki bizim için
Hayatsa bir başka hayata karşı dimdik durmakla geçirilmelidir diyen Gazzeliler kuşandılar umudu, direnmeyi. Artık ölümü sürekli tekrarlayıp, yakınan bu Kara Şemsiyeliler yani Gazze Şehir ahalisi
Ölüm ölüm
Gündelik sözlerimiz arasında
Geçecek kadar kaba demeyi bırakıp, dağlı yüreklerini ve nemli gözlerini tüm komşu kardeş ülkelere ve uzaktaki insan hakları ve hümanist Kara Avrupa’ya inat şu mısraya diktiler:
Gözlerim nemli değil artık,
Gözlerim namlu benim.
Evet, 1948’de de ölüm Deir Yasin’de uyanıktı, 1982’de Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında da. Ama biliyoruz ki katliamcılar yani Golda Meir’ler, Ariel Şaronlar, Netanyahular korkunun yardakçılarıdır. Bizi ise ayakta tutan Deir Yasin’deki, Sabra ve Şatilla’daki, Gazze’deki, Cenin’deki, Doğu Kudüs’teki gönüllerine kar yağan çocuk sesleri ve artık ıslanmayan YASİN105’lerin namlularıdır. Şair bakın neye dikkat çekiyor biz Kara Şemsiyeliler ve esmer Filistinliler için,
Gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin
Dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları.
Gülüşleri yetiyor Gazzeli çocukların ama on yıllardır gönlümüze ve topraklarımıza kar yerine bombalar yağınca ana haber bültenleri sayımızı istatistiklere boğuyordu. Ölenlerin üçte ikisi çocuk ve kadınlar diye başlayan ana haber bültenleri. Bizde kolumuza taktığımız sevgilim hayat kaptanlık pazubantlarını, istatistiklere boğulan çocuklar aşkına şöyle yaşamaya karar verdik;
Ey sevgilim hayat,
Ben öyle bilirim ki yaşamak
Berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
Çünkü biz savaşmasak
Anamın giydiği pazen
Sofrada böldüğümüz somun
Yani ıscacık benekleri çocukluğumun
Cılk yaralar halinde
Yayılırlar toprağa
Etlerimiz kokar
Gökyüzünü kokutur.
İlk günlerde cılız da olsa bu kadar ölümlere değer mi hiç diye iç geçirenler oldu. Bu iç geçirmeler kimi zaman sosyal medya çöplüğünde öttü, kimi zaman televizyon ekranlarında. Hem direnişçiler hem de onların savunucuları ise
![]()
Çünkü biz savaşmasak
diye başlayan cümlelerle, Mescid-i Aksa daha bir kuşatılacaktı, Gazze Şeridi zaten abluka altına alınacaktı. İbrahim Antlaşmaları ise bunun resmi kanıt ve mührü olacaktı, tüm komşu Arap ülkelerinin yardım ve yataklığı sayesinde. El-Fetih zaten satılık ilanını çoktan asmıştı karargâhına. Zeytin bahçeleri yağmalanmaya devam edecekti esmer Filistinlilerin yuvalarıyla beraber. Buldozerler sabahın köründe işbaşı yapmaya devam edecekti Cenin’de, Nablus’ta, Batı Şeria’da. Evleri yıkıp, yerlerine işgalci yerleşimcileri yani hırsızlara gecekondu yapmak için. 8 ve 15 yaşlarında çocuklarımız işgalciye sokaklarda taş atarken gerçek mermilerle yere düşmeye devam edeceklerdi. Azalmayacaktı bu sahneler gün geçtikçe koyulaşacaktı. Yani karanlık ip, daha bir kalınlaşacaktı. Mescid-i Aksa avlusu mütemadiyen kehanetlere ve tahriflere iman etmiş işgalciler tarafından postallanacaktı. Onurumuz yerlerde sürüklenmeye devam edecekti bu sahneler karşısında. Bu postallar avludan sonra pervasızca mescidimizi, seccademizi, minberimizi de basmaya devam edecekti hayâsızca. Kadınlarımıza darp, mescitlerimize ses bombaları, çocuklarımıza tutuklanma görüntüleri başını alıp gidiyordu. Kahredici sessizlikte nedense bir türlü yitmiyordu. Gitmiyordu. Tüm bu ölümlere bize ne denilebilir miydi? Bize ne postalların Mescid-i Aksa avlusunda gezinmesine, zeytin bahçelerinin tarumar edilmesine, 12 yaşlarındaki kızlarımızın zindanlarda sorgusuz sualsiz esir alınmalarına, çocuklarımızın kontrol noktalarında infaz edilmesine. Çünkü biz,
Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
Çünkü başka insanların ölümü
En gizli mesleğidir hepimizin
Başka ölümler çeker bizi
Ve bazen başkaları
Ölümü çeker bizim için.
Bizim için ölümü çekenler yani esmer Filistinliler, İstanbul’un, Bağdat’ın, Beyrut’un, Şam’ın, Erbil’in, Tahran’ın, Kahire’nin, Buhara’nın, Tebriz’in, Diyarbakır’ın, Halep’in, Türkistan’ın, Bakü’nün, Rabat’ın, İdlip’in ve Kudüs’ün güvenliğine ve özgürlüğüne de aslında selam çakıyorlardı. Selam çaktıkları ve ruhlara özgürlük aşıladıkları şu şehirler de habire gürlüyorlardı haftalarca; New York, Londra, Paris, Kaliforniya, Roma, Barselona, Dublin, Berlin… Çocukların ve gençlerin sokaklardaki taş atmaları, kavgaları, tutuklanmaları, dövüşleri, hafızlı esmer savaşçıların çarpışmaları boşu boşuna değildi anlayacağınız.
Sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
Sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
Ejderlerle çarpışırdı bey çocukları
Müminler müşriklerle savaşırlardı.
Ejderlerle çarpışan bey çocuklarından biriydi Gazze’nin Zeytun mahallesinde doğan 14 yaşındaki Faris Avde. Associated Press’in foto muhabiri Laurent Rebours, 29 Ekim 2000 günü Gazze-İsrail sınır noktasında tanklara taş atan bir çocuğu fark etmişti ve deklanşöre basmasıyla birlikte tüm dünya ejderlerle çarpışan bu bey çocuğu “tanklara karşı elindeki taşla direnen çocuk” olarak tanımaya başlamıştı bile. O fotoğraf ikon oldu ama binlerce Farisler sokaklara yine çıktı, topuklarını gösterdiler ve dövüşe yani taş atmaya devam ettiler onca sene. Çünkü Filistinlinin yeri kavganın göbeğidir ve düşmanlarını çatlatacak kadar Kudüs aşklarıyla taşıdıkları Faris’in sancağını, en yukarılara, göğün maviliğine korkusuzca çıkarıyorlardı.
Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
Çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
Canlarım, kollarında parti pazubentleri
Dik başlar, erkek haykırışlarla
Göndere, en yukarlara çekiyorlar
En yukarlara çatlayacak kadar aşki yüreklerini.
Çatlayacak kadar aşki yürekleri en göndere çeken 14 yaşlarındaki Farisler, yerini işgalcinin Merkava tanklarının sıfır noktasına korkusuzca yanaşan yürekli savaşçılara bıraktılar. O savaşçılar yetmiş günden fazladır gece gündüz demeden günde 200-250 hedefi yerle bir eden bombardımanlara ve ölüm kusmalara inat, gemilerini yakmışlar ve habire tünellerde silahlarını bilerken, mırıldandıkları Kur’an sayfalarını çevire çevire geçiriyorlardı saatlerini. Yüzde altmışı yıkılan Gazze’nin binalarına rağmen tüm Gazzeliler bu yürekli savaşçılara sırtlarını dayamışlar ve habire bize ekranlardan ve sosyal medya çöplüğünden o kutlu sözü mıhladılar zihinlerimize: Hasbunallahu ve nimel vekil.

Senin karanlığına kanat vuran yarasalar
Başka bir göğe germişler kendilerini
Yürekli savaşçılar olmuşlar
Gemilerini yakmışlar ve silahlarını bilerken
Kanlarına yansımış gece
Onlara dayanıyorum yürekli savaşçılara
Saçları uzun bir unutkanlıkla örülmüş
Kanlarının ardında tehlikeler yürüyen
Korkunun gözlerini aradığı omuzlarında
Gittiler, yittiler arasında boğuk seslerinin
Tozuyan atlarının yelelerine baktılar
Yetmiş günden fazladır BM’de el kalkan hayır oyları ölümü katmerleştirdi karanlıkla beraber. Avrupa’nın komisyonlarında ve meclislerinde kravatlılar ateşkes için toplanamadılar ama Londra’da, Berlin’de, Barselona’da, Lizbon’da, Dublin’de….. vicdanlı ve erdemli topluluklar pankartlarıyla hem yüzlerine vurdular bu onursuz kravatlıların hem de ruhlarına. Sadece siyasi elitlere değil Habermas gibi felsefi elitlere ve yayınladıkları kara bildiriye de protestolarıyla, yürüyüşleriyle tekme attılar bu vicdanlı ve erdemli insanlar. Hem tarih yazdılar, hem felsefe yaptılar, hem ahlak öğretisini bellettiler hem de pak, temiz ve durlanmış kelimeleri şiirlere, şarkılara kazıdılar.
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
Pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
Kelimeler bazıları tüyden bazısı demir.
Pörsümüş ve yorulmuş bir dünyayı kahreden kelimeler getiren bu vicdanlı sesler, Gazze Şeridi’nin her mahallesinde yetmiş günden fazladır direnen savaşçılara moral oldu, biledi onları ve namlularını bu sayede ıslatmadılar şu ana kadar. Çünkü biliyorlardı ki kan emici bu ordu, durmazdı bu doyumsuz zulümlerine. Durmayan bu ordu ancak durdurulmalıydı. Bu yüzden İsrail durmaz, ancak durdurulur sözüne inanmışçasına, giden binlerce cana, dinmeyen acılara, ağlayan analara, basılan hastanelere, yıkılan camilere, bombalanan okullara, vurulan ambulanslara, molozlar altındaki bebelere inat bu savaşçılar ve acılı Gazze halkı;
Acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı diye bas bas bağırmalarına rağmen
Sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
tüm kuralları, entrikaları, askeri ve siyasi planları onlara.
Çünkü kalbleri aşktan çatlayıp yarılırdı
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacından nemli ve yürekli Gazzelilerin, direnişçilerin ve onların tarihten ilham aldıkları Amerikan yerli savaşçı abilerinin. Belki de abidelerin…
Onların güneşe çarpan sesini anlamayan
Dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
olan ABD, Almanya, İngiltere ve envaı çeşit emperyalist yavruları, yığdıkları silahlara, verdikleri bombalara, uçurdukları savaş uçaklarına ve USSli savaş gemilerine rağmen bu yürekli esmer Filistinli ve yerli Kızılderili savaşçı abilerin şenliklerini bir türlü bozamadılar. Bak! yola revan olmuş Yolcu Dergisi’nin kapağında o savaşçı abiler yıkılmamışçasına göz geze, nefes nefese nasıl bir tempoyla tutuyorlar şenliklerini, şarkılarını ve de danslarını.
Seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
Yılgı yanımıza yanaşamazken Bizi
kıvıl kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
Yıkılmak elinde mi?
Evet, yıkılmamaya ve yılgınlığa düşmemeye and içmişlerdi sonsuz devirlerden gelen bu savaşçılar. Belki yerli Kızılderili savaşçılarımızı tarih sayfalarında anıyoruz şimdilerde ama esmer Filistinli savaşçılar aynı akıbete duçar olmamak için tarih sayfalarına 1987’deki birinci intifada, 2000’lerdeki ikinci intifadaya yazdıkları gibi, habire ölüyorlar yaşamak ve yaşatmak için. Pörsümüş ve yorgun Batı dünyasına ve kibirli elitlerine rağmen. Hiçbir şeyin boşuna gitmeyeceğini ve de tarihin haklı tarafında olduklarına olan tutkularıyla beraber. Bu tutku ki onları, pusmuşluktan şahan olmaya iten esmer ve yerli savaşçılar kıldı.
Boşuna mı sokuldu Sderota, Aşkelona ve Tel Aviv’e
Petrol borularına, gözetleme kulelerine, Gazze duvarlarına kundak Kurşun Filistinli ve Kızılderili savaşçının böğrünü boşuna mı örseledi
Varsın zindanların uğultusu vursun kulaklarımıza
Yaşamak
Bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
Ama budandıkça fışkıran da bizleriz Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak.

Ölümleriyle bir başkasını da yaşatan her bir Filistinli (7 Ekim sonrası ateist Amerikalı ve Avrupalıların Kur’an siparişi verip, okumaya başlamaları gibi…) hem dünyalıya, hem ailesine hem de arkadaşlarına acı vermiş olmasına rağmen vazgeçmedi, pes etmedi. Yıkılan binalar, molozlar altında daha gün ışığı görmemiş binlerce can, vurulan ambulanslar, beyaz bayrak çeken yaşlılara ölüm kusan cellatlar, Kuzey’den Güneye giderken at arabasında bombalanan bebeler, haber ağındaki doksan iki gazetecinin katledilişi, başında bohçası-kolunda kızıyla güvenli bölgeye yürürken uçaklara hedef olan insanların acısını televizyon ekranlarında görmek; ruhu, beyni ve aklı iğfal ediyordu. Ama şair
Yargı kesin: acı duymak ruhun fiyakasıdır diyerek iğfalden fiyaka çıkarmayı salık veriyordu biz ölümlülere.
İğfale rağmen ölümler ve acıları unutmamak ve unutturmamak için bellek denilen mekâna kazımak gerekiyordu tüm bu yaşanılanları. Bu ölümler ve acılar hiçliğe gitmemeliydi, pisipisine olmuş olmamalıydı, suskunluk geçer akçe olmamalıydı. Onurlu, değerli, kutsal ve uhrevi olan bir anlam için gitmişti bu bedenler çünkü. Yeri geldiğinde suçluları yargılamak, cezalandırmak, öç almak gerekirdi, terörist ve canavar denmesine aldırmadan. Çünkü hesap sorulmayan her soykırım tekrarlanabilir diyordu bilge Kral Aliya tüm insanlığa.
Kin susturur insanı, adına çıdam denir
Susulunca tutulan çetele simsiyahtır
O siyah öç almakcasına gür ve bereketlidir
Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın
ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir yaşamak bir sanrı değilse öç alınmak gerektir.
7 Ekim’de, sonsuz devirlerden hafızamıza yer edinmiş ve unutmadığımız yerli Amerikan savaşçılardan mülhem; Gazze’deki Nablus’daki, Cenin’deki, Doğu Kudüs’teki, Refah’taki…. yürekli savaşçılara karşı kan emici ordunun cellatları önce şaşırdılar, afalladılar, korktular ve can havliyle barış festivalindeki gençlere ve yerleşimci pardon işgalci hırsız sivillere ve askerlere Hannibal askeri planını uygulayıp katliamlarına başladılar. Asan, kesen, öldüren tarihteki diğer cellatlar gibi. Bense
Celladıma gülümserken çektirdiğim son resmin arkasındaki satırlara
savaşçıların siluetlerini çizdim.
Üstelik bugünden değil
Sonsuz devirleri aşarak çıkagelen bu savaşçıların
Böğürlerinde Batman ağırlığında nefes
Stratejik akıllarında hilal
Kollarında gürzle
Karanlığın ipine doğru yaklaştırarak şunu fısıldattım bu savaşçı abilere:
“Allah mustazafları yeryüzünün varisleri kılmak istiyor.”
Sonsuz devirlerden gelen bu savaşçılar sadece fısıldamakla yetinmeyip, kıyamla koyun koyuna yürüdüler ellerinde makasla pardon YASİN105lerle ve
Evet, evet karanlığın ipini kestiler
Ve evet, evet
Kardan aydınlık bir sabah ha geldi ha gelecek. Çünkü biz, Umudun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
[1] Kalın italik olan mısralar, İsmet Özel’e aittir.
Cihannüma’dan Gazze Raporu
19.11.2025
Zirai ilaçlar, reçete ile satılacak
19.11.2025
Türkiye'nin Şam büyükelçisi belli oldu
26.10.2025
UNRWA, Ankara'da ofis açacak
26.10.2025
Surelerin Mesajları: KALEM SURESİ -2 OSMAN KAYAER 18.11.2025
YAHUDİ Mİ DEDİNİZ? SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 19.11.2025
İyi Öğretmen Kimdir? YUSUF YAVUZYILMAZ 23.11.2025
Ulucanlar Cezaevi MEHMET YAVUZ AY 24.11.2025
Bir cami, bir imam ve cemaat OSMAN KAYAER 28.10.2025