metrika yandex
  • $32.57
  • 34.69
  • GA19020

LİYAKAT ... / EMANET EHLİNE VERİLMELİ AMA NASIL?-1

MUHSİN GANİOĞLU
19.03.2020

Ülkemizde sade vatandaştan siyasetçiye, yazardan sanatçıya, iş insanından işçiye, üniversite hocasından talebeye kadar hemen herkes, bir yönetim işi olduğunda veya herhangi bir göreve bir kişi getirilmesi gerektiğinde ilkesel olarak; “emanet ehline verilmeli veya görevlendirmelerde liyakat esas olmalı” demektedir.

Ancak bu kadar gündemde kalan bir kavram olmasına rağmen en az uygulanan bir ilke olduğundan olsa gerek kimileri dini kimleri de bilimsel önerilerden hareketle bu ilkeye sürekli olarak vurgu yapmaktadır. Bununla birlikte özellikle kamu görevlerinde bunun nasıl uygulanacağına veya bir göreve atanacak veya getirilecek kişilerdeki liyakat ölçümlemesinin ve değerlendirmesinin nasıl yapılması gerektiği hususunda somut öneriler yapılmamaktadır.

Bu yazımızda liyakat veya ehliyetin ister kamu sektörü ister özel sektör isterse bir sivil toplum kuruluşundaki hiyerarşik mekanizmalarda neden önemli olduğunu ve iyi uygulamaların ülkemizdeki toplumsal barışa nasıl katkı yapacağını ve basit ve uygulanabilir liyakat ölçüm yöntemleri sunarak yazımızı sonlandırmaya çalışacağız.

İnsanlar ister bir devlet mekanizmasında isterse bir şirkette görev yaparken aynı zamanda bir güç kullanımında bulunurlar. Güç kullanımının verdiği tatmin duygusu, belki de alınan maaş veya ücretten daha önemli olmaktadır. Bir üniversitede okuyan veya herhangi bir eğitim öğretim kurumunda meslek edinmek üzere çaba sarfeden bir insan; geçimini temin etmenin yanısıra toplumda bir statü elde ederek, eşyaya ve diğer insanlara karşı güç kullanma, onları yönetme veya hükmetme imkanına da sahip olmak ister. Bu duyguyu fıtri olarak içinde taşır ve bu duygu/düşünce meşrudur. Kimse böyle bir düşünceye sahip olduğundan dolayı kınanamaz ve ayıplanamaz.

Ancak insanın doğasında bulunan yönetme/güç kullanma arzusunun, fırsat eşitliğine uygun meşru yol ve yöntemlerle; varlık, fert ve toplum yararına açık/şeffaf bir şekilde yönetilmesi gerekir. İşte devletleri, toplumları, şirket ve STK'ları velhasıl bir araya gelmiş bütün insani yapıları başarıya ve huzura götüren şeylerin en önemlilerinden birisi budur.

Güç veya otorite ne kadar meşru yol ve yöntemlerle elde edilmişse o kadar o toplumun veya topluluğun yararına hareket edecektir. Ülkede yaşayan bütün insanları; sınıf, cemaat, ırk, din, nüfuz, hemşehrilik, torpil gibi başka yol ve arayışa itmeden ülkedeki yönetim işine katmanın yolarından birisi de budur. İnsanlar, özellikle devlet gibi çok büyük bir organizasyonda güç elde etmenin herkesçe bilinen, uygulanan ve uygulandığından da emin olduğu metodları olduğunu bilirse, elde ettiği kamu güç ve ünvanını, ayırt etmeksizin yine toplum adına kullanır. Bu metodolojiyle, birey herhangi bir sınıf, cemaat, ırk, din, nüfuz, hemşehricilik, torpil gibi unsura dayanmadan özgür ortamda bir statü veya güç elde etmiş olacağından ayrıca özgür bir kişilik elde etme imkanına da kavuşacaktır.

Aksi takdirde insanlar, yönetim işinin olduğu her yerde güç kullanımı veya hükmetme arzusunu tatmin etmek veya gücü kuralsız ve yöntemsiz olarak elde etmek adına gruplaşmalara, cemaatleşmelere (dini olan-olmayan) meyledebilmektedir. Ya da bu imkanı bulamayan, iyi üniversitelerde tahsil yapmış, kendilerine yığınla para harcamış nitelikli genç insanlar; daha iyi bir gelecek adına Ülkemizden ümidini kesip yurtdışına beyin göçü olarak transfer olmaktadır. Halbuki içinde bulunduğumuz coğrafyada sadece iyi yetişmiş, üretken ve hür düşünen insanların varlığı ile ayakta kalabiliriz.

Son dönemlerde yapılan kamuoyu araştırmalarında gençlerin devlette ancak tanıdık vasıtasıyla iş bulunabildiğine inandığını ve bu sebeple devlete güvensizlik duygusunun arttığı ifade edilmektedir. Genç işsiz sayısının % 25 oranına çıktığı bir ülkede toplumsal huzur ve barış adına özellikle de devlette işe girmenin ve görevde yükselmenin çok daha şeffaf, izlenebilir, sınırları çok iyi belirlenmiş şekilde yapılması elzemdir. İş garantisi, statü, ücret ve maaş gibi unsurların özel sektöre göre devlette daha iyi olması, devlet kadrolarında iş bulma arzusunu daha da çok tetiklemektedir.

Kamuda ister işçilik sınavlarında isterse devlette A, B grubu, asker, polis, öğretmen veya akademik kadrolara personel alımlarında olsun günümüz bilişim teknolojilerinden de faydalanarak görev gerekleriyle uyumlu, bilimsel, nesnel ölçme ve değerlendirme tekniklerinin kullanılması gerekir. Yapılan sınavların kişiyi özgürleştirmeye, toplumsal barışa, kamu görevinin eksiksiz yürümesine, insanların devlete olan itimadının artmasına zemin hazırlamalıdır. Bu sebeple sistematik bir şekilde hem kişinin eğitim alanı hem de görev gerekleriyle ilgili ölçme ve değerlendirme yapılmalıdır.

Yıllardan beri izlediğim ve gördüğüm kadarıyla bir şaibe olmaksızın tam da amacına uygun olarak “tıpta uzmanlık” ve “diş hekimliğinde uzmanlık” alanlarında kişilerin mesleklerine ve görev gereklerine uygun sınavlar yapılmaktadır. Devlet ÖSYM vasıtasıyla bu sınavları (TUS), (DUS) rahatlıkla yönetmektedir. Tıp doktorları ve diş hekimleri bu sınavlara girerek başarılarına göre alan seçimleri yapmaktadır. Yabancı dil sınavlarını da buna ekleyebiliriz.

Bugün tıp ve diş hekimliği dışındaki lisans veya ön lisans eğitimi gerektiren diğer meslek alanlarında kişinin bilgisini ölçen ve değerlendiren bir sınav sistemi maalesef bulunmamaktadır/yapılmamaktadır. Devlette şu an uygulanan KPSS ve ALES sınavları, katılımcıların kendi eğitim veya uzmanlık alanlarındaki bilgi seviyelerini ölçüp değerlendirmekten uzaktır. Örneğin devlet bir inşaat mühendisi alacaksa onu genel kültür ve genel yetenek sınavlarıyla almaktadır. Yani devlet alanında en iyi olanı değil en genel kültürlü ve genel yetenekli kişiyi istihdam etmektedir. Bu aslında ironik bir durumdur ve asla bilimsel değildir. İşe alınacak kişinin işle yapılacak işle ilgili nitelikleri ölçülmediği için devlet mekanizmalarında yapılan yanlış işlerin, hatalı üretim ve yatırımların bir kısmını da buralarda da aramak gerekir. Şimdilerde devlet kadrolarına atama yapmak için KPSS ye ek olarak bir de sözlü sınav eklendi. Bu da kaliteyi iyice düşürmüş ve güveni sarsmıştır.

Bunun yanısıra üniversite mezunları, 1 veya 2 yıl KPSS sınavlarına hazırlanmak adına kendi alanı dışında genel kültür ve yetenek kazanmak !!! için KPSS dershanelerine gitmekte para ve zaman harcamaktadır. Yazık harcanan zamana ve paraya. Gençliğin en kıymetli yılları adeta boş işlerle geçmektedir.

Kamuya iş ve hizmet üretecek devlet kadrolarına asla sıradan usullerle ve sadece güvenlik kaygıları öne çıkarılarak personel alımı yapılmamalıdır. Eğer devlet kadrolarına liyakatli insanların atamalarının yapılması isteniyorsa bunun ilk şartı örneğin lisans seviyesindeki alımlarda mutlaka alan sınavları yapılmalıdır. Sözlü sınav uygulaması da terk edilmelidir. Devlet alan sınavlarında en başarılı olmuş kişileri görevlere atamalıdır. İşte Anayasanın öngördüğü fırsat eşitliği budur. Ayrıca bu şekilde üniversite mezunu olan kişi daha öğrenci iken kendi alanında yapılacak bu sınavlara hazırlanacak ve kendi mesleği veya işini daha iyi öğrenme noktasında çaba sarfedecektir ki bu da üniversitelerdeki kaliteyi artıracaktır. Bu durum dolaylı olarak kamunun daha kaliteli hizmet üretmesine zemin hazırlayacaktır.

Özellikle ÖSYM ve Üniversitelerin birçoğunun sınav ve bilişim alt yapılarının; yerinde, uzaktan ve/veya toplu her türlü sınavı güvenli bir biçimde yapmaya elverişli olduğunu düşünüyorum. Zira yıllardır açık öğretim sınavları yurdun her yanında yapılmaktadır. ÖSYM yapabiliyorsa ÖSYM, O yapamıyorsa her bir alan sınavıyla ilgili olarak bir üniversite akredite edilip görevlendirilebilir.

Gelelim kamudaki işçi alımlarına. Kamu işçi alımlarında da topluma güven veren torpile ve kayırmaya fırsat vermeyen esaslı bir sistem kurulması gerekir. Bunun için İŞKUR vasıtasıyla talepte bulunan işçi adaylarının tamamı, sadece bilgi ve yetenek ölçümü için soru havuzunda belirlenmiş soruları sormak ve fiziksel durumlarının yapacağı işe uygunluğunu belirlemek maksadıyla sınavdan geçirilmeli ve daha sonra bu sınavı geçen adayların işe yerleştirmesi katılımcıların huzurunda noter vasıtasıyla yapılmalıdır. Aksi takdirde yapılacak sınavın hakkaniyetli olduğuna insanlar ikna edilemez.

Birkaç söz de özel sektörde özellikle KOBİ ve diğer kurumsallaşmış yapılardaki üniversite mezunu nitelikli insan istihdamına. Özellikle ekonomik sıkıntıların yaşandığı bu dönemde özel sektörde hele de okulu yeni bitirmiş bir insanın iş bulması bir yana iş bulanlarında asgari ücret seviyelerinde hatta part-time çalışmalarla asgari ücretinde altında ücretle personel çalıştırma eğilimi vardır.

Hakkaniyetli uygulama yapan şirketleri dışarda tutarak söylemeliyim ki; özel sektör bu yaklaşımdan vazgeçmelidir. Çalışacak insan sayısı çok diye asgari ücretin bile altında hem de kayıt dışı olarak ücret teklifinde bulunmak, üzerinde yaşadığımız toprağa ve topluma karşı en basit ifadesiyle sorumsuzluktur. Devlet bu alana da sıkı bir uygulama getirmelidir. Mesela sektöre ve eğitim durumuna göre bir asgari ücret belirlemesi yapılmalı ve insanların o ücretin altında ücret almaması sağlanmalıdır.

Bütün bunlardan ayrı olarak Türkiye’deki üniversite sayısı, fakülte sayısı, öğrenci sayısı ülkemizin hedefleri, gerçekleri ve nitelik unsurları gözönüne alınarak; ihtiyaçlar tekrar gözden geçirilmeli, değersizleşmeye meydan verecek arz fazlası üniversite mezunu yetiştirmeye son verilmeli ve her alanda ara eleman eğitimine de ağırlık verilmelidir. Herkes üniversite okumak zorunda değildir. Ancak herkes yaşamak için bir meslek sahibi olmak, iş bulmak ve çalışmak zorundadır. Eğer nitelikli insan yetiştiremezsek ve bu yetişen insana da maddi ve manevi değerini veremezsek, Ülkenin geleceği güvende olamaz ve yarınlarda müreffeh ülke ve toplumdan bahsedemeyiz..

Başka bir yazımızda kamu kurumlarında yapılan görevde yükselme uygulamalarını değerlendirmek üzere şimdilik hoşça kalın.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş