İçinde yaşadığımız evreni yaşanılmaz kılan insanoğludur. İnsanlık tarihinde olmayacak kadar insan kibirli ve bencil bir karaktere büründü. Bunu besleyen ise kendi aklı ile inşa ettiği kültür ve medeniyet kodlarıdır. Yani bugün içinde var olduğumuz kültür evreni tamamen insanın kendi ürünüdür. Ve bu insanı mutsuz kılan, umutsuz kılan ve sürekli bir ezilmeyle karşı karşıya bırakan, emniyetsiz bir ortamı oluşturdu. Teknolojik bir çağ olduğumuz doğru olmakla birlikte bu teknolojinin ruhumuza kattığı bir değer ortada görülmemektedir. Tam tersi disiplin toplumundan otoriter bir topluma bu dijital teknoloji sayesinde geçiş yaptık. Bu kültür evreni tek kelime ile insanı yabancılaştırdı. Bu yabancılaştırma bütün katmanları ile gerçekleşen ve tarihte eşi ve benzeri olmayan bir özellik taşımaktadır.
Gücü yetenin gücünü gösterdiği ve sürekli mazlumiyetlerin, mahrumiyetlerin açığa çıktığı bir dünyada güvenlik tedbirleri ile meseleyi aşmaya çalışan bir bakış içinde deviniyoruz. Teknolojik propaganda eşliğinde sürekli bir aldanış psikolojisi içinde varlığımızı hiçliğin deveranında debelendirip duruyoruz. Güvenin ve emniyetin siyasi, sosyolojik ve psikolojik vasatını da kaybettik. Bu yüzden yeni bir arayış kaçınılmaz. Bu yeni arayış, sadece kişinin kendisini ve sahip olduklarını dikkate alan bir bakış ile değil, diğeri/öteki olarak tanımlanan kişinin sahip olması gerekenleri de dikkate alan bir yaklaşımla inşa edilmesi kaçınılmaz! Çünkü salt kendisini düşünen bir bakış, diğerleri için bir cehennem olmaya devam edecektir. Bu karmaşa ve kaos tüketilemeyecek olacağı için sorunlar yumağı olduğu gibi devam edecektir.
Mevcut kültürün ürettiği yaşam tarzının insanı daha mutlu kılan bir özelliği yoktur. Çünkü insan tek başına yaşayacak bir varlık değildir. O çevresiyle birlikte bir uyum içinde yaşamayı başardığı zaman mutluluğu yakalar. Bu uyum bozulduğu zaman hem psikolojik zemini yapı bozumuna uğrar, hem de sosyolojik zemini yapı bozumuna uğrar. Buda siyasi yapı bozumuna davetiye çıkarır. İktisadi muhterislik, sürekli bir kazanma duygusu eşliğinde insanı intiharın eşiğine getirdi bıraktı. Kazanma güdüsü, beraberinde hiçbir değerin varlığını taşımadı, bilakis onları yok saymaya itti…
Modern kültürün öteki kavramı üzerine bina ettiği felsefi yapısını yeniden düşünmek elzem olmuştur. Öteki kavramının yaşam üzerine oluşturduğu baskıyı kaldırmanın yolu, ötekiye yüklenen olumsuz, düşman ve yok edilmesi gereken olduğu duygusunu bertaraf etmekle işe başlamak ve yeni bir öteki/diğeri tanımına ulaşmak zorunlu görünüyor. Yoksa mevcut kültür bir şekilde varlığını idame ediyor, etmeye de devam edecektir. Bu durum salt öteki ile sınırlı olmamakla birlikte yeni bir başlangıç için öteki ile olan savaşı durduracak bir yaklaşıma olan ihtiyaç izaha muhtaç değildir. Elbetteki insan tanımı ve bu insan tanımı ile birlikte bir evren ve Yaratıcı ile yaşamın anlamı üzerine bir bakış geliştirmekte öteki üzerine geliştirilecek bakışa eşlik edecektir.
Ancak, öteki ile ilgili yaklaşım, diğer söylediğimiz anlam alanlarını bütün insanlara dayatmaktan vazgeçmeden oluşamaz. Bu yüzden önceliğimiz olan öteki ile kuracağımız ilişkinin mahiyeti önemini ibraz ediyor. İçinde var olduğumuz kültür evreninin ürettiği 'öteki' kavramı kötülüğün cazibe merkezi konumunu sürdürmektedir. Ötekiyi anlamlı ve ilişki kurulabilir, birlikte yaşanabilir kılacağımız bir bakış üzerinden yeniden tanımladığımızda kötülük kendiliğinden azalmaya yüz tutacaktır. Kötülüğün azalması demek, yabancılaşmanın kendi standardına doğru bir seyrüsefere çıkması anlamına gelecektir. Yabancılaşma, kötülüğün neşvünema bulduğu zemini kuruyor. Bu yüzden ötekiyi yabancılaştırarak yok edilmesi gereken veya sürekli sömürülmesi gereken biri olarak betimlendiğinde kötülük sürekli kendisine yeni alanlar bulmaya devam edecektir. Bir insan olarak bu kötülüğün elbette bir gün bana da ulaşacağını düşünmemden daha makul bir bakış olamaz! O zaman daha yaşanabilir bir dünya için yeni bir diğeri/öteki kavramını inşa etmeyi başarmalıyız.
Bu noktada bir insan tanımı ve bu insan tanımına uygun yeni bir kavramsal şema da açığa çıkacaktır. Modern kültür evreninde insan mikro tanrıcık olarak betimlenmektedir. Yani kendisi ile ilgili yargılara ve kendisi dışında kalan şeylere dair yargılara da yine kendisi karar verecektir. Bu karar menşeinin de akıl olduğu vurgusu yapılmaktadır. Şimdi milyonlarca akıl, milyonlarca yargı üretebilir bir pozisyonu taşıyor. Bu da doğal olarak kendi hakikatinin sahibi olarak bu hakikati diğerlerine dikte etme imtiyazı da kazandırıyor. İşte modernleşme tarihinin belkemiğini oluşturan psikolojik vasat buradan neşet etmektedir. Hem her insanın kendi yargısının efendisi olacağı tezi, hem de bazı insanların diğer geride kalan büyük çoğunluğun yerine bu yargıları ortaya koymaya hak kazandığı tezi… Ve buna bina edilmiş, tek boyutlu insan, tek boyutlu evren ve tek boyutlu yaklaşım… İşte durağan, anlamsız, yabancılaştırıcı ve çürütücü, hiçliğin kurumsallaşmasını sağlayan vasat…
Öncelikli olarak kendi yetersizliğimizi kabul ederek başlamalıyız. Bu yetersizliğimiz bizim zaafımız değil, bilakis, bizim en büyük gücümüz olduğu bilincini kuşanarak işe başlamalıyız. Çünkü insanlık tarihi boyunca tecrübe ettiğimiz temel gerçeklik; insan tek başına her şeyi yapamadığı gibi buna gücü de yetmez! O zaman paylaşmaya ve yardımlaşmaya açık bir vasatı birlikte inşa ederek yeni bir kültürün varlığını aşikâr kılmalıyız. Bu yaklaşım bize öteki/diğeri ile bütünleşmeye ve tamamlanmaya dair açık bir seçme/seçenek düzenini öne çıkartır. Böylece öteki ile ilişkimizi yok etmeye yönelik değil de birlikte var olmaya ve yardımlaşmaya matuf kılarak yeni bir başlangıcı işaret edebiliriz.
Bu yaklaşım, dinleri tek çatı altına toplamak, felsefi sistemleri birleştirmek gibi bir gayeyi taşımamaktadır. Temelde farklı düşüncelere sahip olunsa da, burada, yeryüzünde birlikte yaşadığımızı unutmadan, burayı emniyetli bir yer kılmanın imkanı olarak, insanın yaşam koşullarını iyileştirecek bir yardımlaşmayı öne çıkartarak salt kendimizi değil, gelecekteki insanların da daha iyi bir dünyada yaşamasını sağlayacak koşulların oluşturulması ve bir sorumluluk duygusu ile beslenmektedir. Yani aslında bu yaklaşım, makul, reel ve temel gerçekliği dikkate sunarak ve işlevselliğini öne çıkartarak bunu yapma arzusundadır.
Çünkü her bir insan teki olarak yaşadığımız tecrübe bize bunu öğretmektedir. Eğer, bencil ve müstağni olmazsak, bir azınlığın her şeye sahip olduğu bir dünyada bizim gibi olan diğer insanların yok oluşla karşı karşıya kalışlarını açıklayacak bir duygu durum olamaz! Bu yüzden yeni bir çıkışın imkânlarını tartışmaya başladı insanlar! Ama bu yeni çıkışın imkânlarının bütün insanlar için mi, yoksa sadece, bir zümrenin, dinin, kültürün, etnik unsurun, felsefi bakışın, ya da sınıfın mı, olacağını kararlaştırmak şarttır. Eğer kısmi bir bakış egemen olacaksa bu, bugünün sorunlarının yarının da sorunları olacağı anlamına gelecektir. O yüzden bugün sorun oluşturan bakışın izlerini yok etmeden yarının kurtuluşunu ve barışını sağlamak mümkün olmayacaktır.
Ben bir müslüman olarak kendi inancıma göre yaşamayı tercih ederim. Bu inancımın gereği olarak da başkaları ile bir sözleşme gereği bir arada olma imtiyazım vardır. Yani dini inançlarım gereği, mümin kardeşlerimle bir hukukum, şeri olana dair bir zeminim var, ama öteki/diğeri ile olan ilişkimi düşmanlık üzere değil, barış üzere ve bir sözleşme/ahitleşme üzerine kurabilirim, tarihte bunun örneği vardır. Bugünde bu örneği yapabiliriz. Mesele salt benim müslüman olarak varlığımı idame ettirmek değil; bilakis, varlığın her türünün kendisine verili olan yaşamın emniyet içinde varlığını idame ettirmesi de inancımızın bir parçasıdır. Her insanın kendi sorumluluğunu kuşanarak bu hayatı yaşaması ve emniyet içinde varlığını sürdürmesi ve neye inanıp inanmayacağını kendisinin belirleyeceği bir vasata sahip olması da benim inancımın bir parçası olduğu kadar insanın yaratılışının ve imtihan oluşunun temelini oluşturur. Bu yüzden insan, herhangi bir ikna operasyonuna tabi kılınmadan kendi şartları içinde kendisi bir tercihte bulunarak bu sorumluluğunu kendisi üstlenmiş olmalıdır ki bir karşılığı aldığında adalet tecelli etsin.
Tam burada insanın yaşam ile ilişkisini ve varlıkla bağını anlamlandırırken neye istinaden betimlediğimiz öne çıkmaktadır. Hayatın bir anlamı var mıdır, yok mudur? İnsanın bir anlamı; kendisini kapsayan her şey ile birlikte bir anlamı var mıdır, yok mudur? Ürettiği kültür bir anlam taşımalı mı taşımamalı mıdır? İlişkilerin bir anlamı olmalı mı, olmamalı mı? Bu sorular bizi anlam kavramına taşıyacaktır. Anlam ve hiçlik/anlamsızlık… Bu iki kavramın ürettiği bir dünya var olacaktır. İşte bu dünyalardan hangisi insanı daha insan kılabilir? Bu soruya vereceğimiz cevap bizi yeni bir başlangıcın ve yeni bir yolculuğun başlama noktasına taşıyacaktır.
Yeni bir başlangıcın şu üç temel kavram üzerine bina edilmesi gerektiğini düşünüyorum: anlam, sorumluluk, karşılık/mükâfat ve ceza… İnsanın davranışlarının tümünü bu üç kavram ile betimleyebiliriz. Yaşamda olup biten her şeyi bu üç temel kavram üzerine bina edebiliriz. Bu üç kavram, insanın ürettiği, anlamlandırdığı, ortaya koyduğu siyasi, sosyal, iktisadi, toplumsal ve bireysel her şeyde bir karşılığı vardır. Bu üç temel kavramı ise iki temel kavramın zemininde var kılmalıyız: adalet ve barış… Adaletin ve barışın ikame edilmediği bir zemin anlamı yokluğa tevdi eder, sorumluluğu ortadan kaldırır ve karşılığın zulümle sonuçlanmasını beraberinde taşır. Bu yüzden bu iki temel kavram çok önemli ve dikkatle kurulmasını gerektirir. Ve en önemli kavrama geldik, ister ilk başta ve ister benim gibi son ilke olarak düşünelim; özgürlük… Özgürlük olmadan bu beş kavramın içeriğinde sorunlar oluşur. Yani ilk üç kavram bu üç kavramın üzerine bina edileceği zemin olan iki kavram ve bu beş kavramın anlamını doğru bir şekilde bulacağı özgürlük kavramı; bize yeni bir çıkış noktasını ve yeni bir başlangıç noktasını açığa çıkartır. Bu kavramların her birinin yeniden tanımlanması gerektiği açıktır.
Denge kavramı ise bu altı kavramın sahici ve dinamik bir şekilde yaşamda karşılığının sağlanması açısından kaçınılmaz olandır. Serinin denge kavramı ile birlikte sürdürülmesi bazı şeyleri dikkate sunmada faydası olacaktır.
Devam edecek..
ABD Seçiminin Tarafları | Hamza Er
07.11.2024
DİN VE DEVRİM / Muharrem BALCI
14.10.2024
Direnişin Cesur Lideri Şehid Oldu..
18.10.2024
Tarih böyle alçaklık görmedi
16.10.2024
Söz mü Eylem mi.. Nereye? CAVİT OKUR 20.10.2024