Şu an siyasal iktidar Necip Fazıl muhafazakarlığından Peyami Safa ve Ahmet Hamdi Tanpınar muhafazakarlığına evrilmiş durumdadır. Kuşkusuz bu dönüşümde Necip Fazıl'ın Cumhuriyet modernleşmesine ilişkin keskin eleştirilerinin derin etkisi vardır. Gelişen süreçte gözlenen o ki, siyasal iktidar milliyetçiliğe ve tutucu( devletçi) muhafazakarlığa yöneliyor. Bu da siyasal iktidarı, kendisini iktidara taşıyan taleplerden uzaklaşıp, değişim yerine elinde olanı savunmaya götürüyor.
Ak Parti’nin iktidar serüveni, aydın siyasal iktidar ilişkilerinde de öğretici bir örnek sunuyor. İslamcı aydınların büyük bölümünün iktidarla özdeşleşmesi, genel olarak Türkiye aydının zaafıyla ilgilidir. Bu zaaf, Türkiye aydınının muhalefette kalmaya tahammülsüz, tersine iktidar olmaya ve yönetmeye arzulu olmasından kaynaklanıyor. Bu durum, aydınları eleştirel olmak ve topluma ufuk çizmek yerine, siyasal iktidara kapıkulu olmaya yöneltmektedir. Bu noktada İktidarın aydınlara sunduğu imkanların cazipliği de önemli bir etkendir.
Siyasal iktidarın en büyük destekçisi olan geleneksel dindar kitlenin tarihe ve dine bakışı da önemli ölçüde milliyetçiliğin ve muhafazakarlığın markajı altındadır. Bu anlayışın yerleşmesinde İslamcı aydının da önemli ve belirleyici bir payı vardır. Çoğu İslamcı aydının tarihe bakışı milliyetçi muhafazakar anlayıştan farklı değildir. Muhafazakar dindar kitlenin önemli bir bölümünde İkinci Abdülhamid merkezli tarih düşüncesi egemendir. Bundan dolayı İkinci Abdülhamid’i bir evliya kültüne dönüştürme ve ona dönük en küçük eleştiriyi kabul etmeme tavrı baskındır. Bu durum, sürekli eleştirdikleri seküler laik kesimin Kemalizm tasarımının muhafazakarlaştırılmasından başka bir şey değildir. Öyle görülüyor ki, iki kesimin tarih anlatısı, çok büyük ölçüde, kişiler üzerinden yürüyor. Laik kesimin Kemalizm eksenli tarih anlatısına alternatif olarak, İkinci Abdülhamid merkezli anlatım devreye giriyor. Kuşkusuz her ikisi de, ideolojik bir tarih anlatısını meşrulaştırmaya dönüktür ve büyük ölçüde yaşanan tarihsel gerçeklikle ilgisi olmayan birer zihinsel kurgudur. Bu yüzden her iki kesimin eleştirel düşünme yeteneği sınırlıdır. Muhafazakar kesimdeki Akif karşıtlığının temeli, Akif'in İkinci Abdülhamid ve dönemindeki uygulamalara eleştirilerine dayanmaktadır. Benzer tutum Cumhuriyet modernleşmesine eleştirel baktıkları için dışlanan Kemal Tahir, Sevan Nişanyan ve İdris Küçükömer için geçerlidir.
Türkiye aydınının siyasetle ilgisi tarih, felsefe ve kültür yönünden oldukça yüzeyseldir. Dolayısıyla siyasal analizleri tarih ve felsefi anlamda derinlikten yoksundur. Bu durum, Türkiye aydınının tarih ve siyaset konusunda ne kadar vizyonsuz ve entelektüel bakımdan ne kadar yetersiz olduğunu da göstermektedir. Bu vizyonsuzluk ve entelektüel donanımsızlık aydını büyük ölçüde siyasal iktidara eklemlemektedir.
İslamcı aydınların büyük bölümünün iktidar ilişkileri Kemalist aydınlardan farklı değildir. Hatta iktidarı koşulsuz savunma arzusu konusunda İslamcı aydınların büyük bölümü Kemalist aydınlarla özdeşleşmektedir. Bu çürüme, İslamcı aydınların muhalif yönünü iyice örselemekte, onları siyasetin kullandığı birer araca dönüştürmektedir.
Dolayısıyla İslamcı aydınların büyük bölümü, iktidarla ilişkilerinde Ebu Hanife’nin muhalif ve eleştirel çizgisini sürdürememiş, İktidarın icraatlarını her koşulda savunan kişiler konumuna düşmüşlerdir.
Cumhuriyet modernleşmesi sürecinde kültürel iktidarı elinde tutanlar uzun yıllar sol Kemalist aydınlar olmuştur. Merkezi işgal eden modern, İlerlemeci, evrimci, seküler ve laik aydınların egemenliği, uzun yıllar boyunca, İslamcı aydın olmaz yargısını güçlendirmiştir. Sol Kemalist aydın tipi Sezai Karakoç, Cemil Meriç, Nurettin Topçu gibi isimleri aydın kategorisine koymamıştır. Son zamanlarda toplumsal merkezden siyasal merkeze doğru hareket eden İslamcı aydınların önemli bir bölümü iktidar ile özdeşleşmiş ve toplum üzerindeki etkisini büyük ölçüde kaybetmiştir.
Başlangıçta egemen sisteme itiraz ederek seslerini yükselten İslamcı aydınlar, tümü olmasa bile büyük bir kısmı, özellikle Ak Parti döneminde farklı bir role bürünmüşlerdir. "Ülkede gelir adaletsizliği, bu bağlamda vergi adaletsizliği giderek artarken üstüne yeni vergilerin icat olunduğu bir zeminde bir kez daha seslerini soluklarını işitemediğimiz, “Din nasihattır” hadisini ‘güçlülere hakkı ve adaleti tavsiye etmeden zayıflara sabrı tavsiye etmek’ olarak anlayan âlimlerimizin Allah indinde sorumlu oldukları suskunlukları karşısında, İmam Nevevi’nin Sultan Baybars’a uyarılarını hatırladığımda, bir soru zihnimde tekraren dönüp durdu: O âlim sultanı adalete çağırırken, bu alimlerdeki suskunluğun sebebi nedir?" (Nevevi’sini arayan ülke, Metin Karabaşoğlu, Serbestiyet, 19 Ekim 2024)
İslamcılık; Kur'an ve sahih sünnete dönüşü, cihat ruhunun uyandırılmasını, içtihat kapısının açılmasını, İslam ülkelerinin fiili ve kültürel sömürgecilikten kurtarılmasını, İslam inancının olumsuz tarihsel tortulardan kurtarılmasını, tasavvufun oluşturduğu eylemsizliğin ortadan kaldırılmasını, tarih içinde semantik müdahaleye uğrayan kader, tevekkül, irade, itaat, Mehdi gibi kavramların aslına döndürülmesini, Emevilerden itibaren saltanata, baskıya ve otoriterliğe dönüşen siyasi algının "Medine Vesikası" çerçevesinde şura, adalet ve meşveret kapsamında yeniden değerlendirilip dönüştürülmesini, İslami siyasetin milliyetçilik ve muhafazakarlık gibi iki tuzağın dışında özgün tanımlanmasını ve İslam ahlakını temel alan bir toplum tasarımı oluşturmayı amaçlayan, referansını Kur'an ve Hz. Peygamberin rehberliğinden alan, İslam'ın her tür istismarına karşı çıkan, kafiri değil zalimi öteki olarak tanımlayan siyasal, toplumsal ve felsefi bir harekettir.
Müslüman olmak, hayata, siyasete, topluma, tarihe farklı bir paradigmanın ışığından bakmaktır. Bir kişi İslam'ı din olarak kabul ettiği andan itibaren, hayata o değerlerin ışığından bakmakla yükümlüdür. Esasen Müslümanı diğer insanlardan ayıran temel özellikte budur.
Dünyada bu kadar adaletsizlik ve zulüm olduğu bir dönemde hakiki bir İslami duruş sergilemek, adalet yolunda bir mücadeleye girişmektir. Hakiki İslami duruş sergileyen insanın, adaletsizliğin bu kadar yaygın olduğu bir dünyada, düşmanlarının azalması değil artması beklenir.
İnsanlar hakiki, muttaki ve samimi bir dindar olduklarında bu dünyada rahat edeceklerine inanıyorlar. Oysa bu durum tarihsel süreçte yaşanan gerçeklerle örtüşmüyor. Bir Müslümanın toplumsal, siyasal ve ekonomik alanda örnek alacağı ve ulaşmayı hedefleyeceği en iyi örnek Hz. Peygamberdir. Onun hayatı mücadele içinde geçmiştir ve daima onu ortadan kaldırmayı hedefleyen düşmanları olmuştur. Öyle görülüyor ki, İslami tercih insanı rahat bir hayat yaşamaya değil, zulme karşı kesintisiz bir adalet mücadelesi sürdürmeye çağırıyor.
Yirminci yüzyıl; ekonomik, sosyal ve entelektüel yönden Müslümanlar acısından çok sarsıcı bir yıkım dönemi oldu. Bu dönemde Müslümanlar, bir yandan sömürgeciler ve onların yarattığı sorunlarla mücadele ederken, diğer yandan sömürgecilerin arkalarında bıraktıkları ve destekledikleri ulusalcı/ milliyetçi/ seküler otoriter ve despot emperyalizm artığı yönetimlerin zulümleriyle başa çıkmaya çalışmıştır.
İslamcı aydın kendini Batıcı aydından uzaklaştırmalıdır. Jean Paul Sartre, İslam dünyasından Batı'ya giden aydınların, burada düşüncesine yerleştirilen yargıları papağan gibi tekrarladıklarını anlatır, Frantz Fanon'un " Yeryüzünün Lanetlileri " adlı eserinde yazdığı önsözde. İslam dünyasında kendi kültür ve inancına yabancı modernist ve Batıcı aydın hala bu psikolojinin içindedir.
Ali Şeriati, Muhammed İkbal, Seyyid Kutub, Fazlurrahman, Mâlik bin Nebi, Mehmet Akif Ersoy, Said Nursi ve Aliya İzzetbegoviç gibi düşünürler, geleneksel dini algılama biçimine itiraz ettikleri gibi, Batı'nın sahte yüzüne de aldanmamışlardır. Böylece her iki anlayışa da mesafeli bir konumda olmuşlardır.
Böylece hem Kur'an'ı dirilerin gözüyle yeniden okumayı hem de Batıyı eleştirel bir noktada ele almayı amaç edinmişlerdir. Onlar kapitalizm, sosyalizm ve liberalizm arasında parsellenmiş bir dünyada İslam adına konuşma sorumluluğunu üstlenmişlerdir. Ayrıca geleneksel dindar olan, ancak dinin özünden uzaklaşmış, içinde yaşadıkları topluma İslam'ı yeniden anlatmakla yükümlüydüler. Böylece onlar hem sömürgecilerin hem de geleneksel dindarların hedefi oldular. Çünkü yüzyıllardır oluşmuş ve gelenekselleşmiş dindarlığın etkisini kırmak bir hayli zordur. Mevdudi'nin isabetle vurguladığı gibi geleneksel muhafazakar dindarlara dini anlatmak ateistlere anlatmaktan çok daha zordur. Nitekim bu yenilikçi isimlerin anlattıkları geleneksel muhafazakar ve tarikat çevrelerinde büyük tepkiyle karşılanmaktadır.
FİKİR, İLKE VE DURUŞUN ÇİLESİ|MUSTAFA AYDIN
11.12.2025
2026 resmi tatil günleri belli oldu
11.12.2025
ASTP:“Sudan’ın Yaralarını Sarma Vakti”
25.11.2025
Gazze'de çadırlar sular altında kaldı
17.11.2025
Feyzullah Akdağ ile Derkenar
23.11.2025
Bayancuk gözaltına alındı
18.11.2025
Cihannüma’dan Gazze Raporu
19.11.2025
yola iz olanlar; hz hatice… MUSTAFA AKMEŞE 11.12.2025
Ankara’da yüz ağartan iki faaliyet OSMAN KAYAER 15.12.2025
İslamcı Aydın Üzerine YUSUF YAVUZYILMAZ 14.12.2025
Ulucanlar Cezaevi MEHMET YAVUZ AY 24.11.2025
Surelerin Mesajları: KALEM SURESİ -2 OSMAN KAYAER 18.11.2025
Yahudi mi dediniz? SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 19.11.2025