metrika yandex
  • $32.5
  • 34.84
  • GA18240

Haberler / Söyleşi

Prof. Dr. Can Bilgili İle “Ezilenlerin İletişimi” Üzerine

18.10.2022

Prof. Dr. Can Bilgili İle “Ezilenlerin İletişimi” Üzerine..

Nadir görülen bir mavilik altında diziliyor satırlar.
Toplumsal sınıflar, kitle iletişim araçları,
egemen dil ve bilinci inşa eden kültür gibi ağır konular
tüy gibi bir hafiflikte can buluyor.

Can Bilgili, akademinin harcı olan meseleleri  kıpır kıpır ve sade bir dille sıradışı bir romana  dönüştürüyor.

Prof Dr. Can Bilgili ile "Ezilenlerin İletişimi"adlı eseri üzerine söyleşi gerçekleştirdik..

CAN BİLGİLİ, Author at PERSPEKTİFCan Hoca, farklı grupların birbirleri ile iletişimi üzerine bilinen egemen ideolojilerin son yüz elli yıllık fabrika üretim ilişkilerinin yarattığı, ulus devletin doğuşu imparatorlukların yıkılışıyla olgunlaşmış ideolojiler olduğu, bunların bir kısmının da günümüzde önemini yitirdiğini, yok olduğunu görmekte olduğumuzu, bildiğimiz ideolojileri bugün savunmak anlamlı bir konu olmadığını, yeni üretim ilişkileri kendi ideolojilerinin ise kendini yazmaya başladığının altını çiziyor..

Can Bilgili Hoca, bundan dolayı eskinin ideolojileri üzerinden iletişim kuranların zamanlarını boşa harcamakta olduğunu belirterek, bu ideolojileri bilmeyelim anlamında söylemediğini ancak savunmanın bir anlamı olmadığını, kapitalizmi, sosyalizmi, nasyonalizmi ya da teokrasiyi, demokrasiyi bile konuşurken fabrika kapitalizminin demokrasi anlayışı üzerinden konuşmanın hiçbir anlamı kalmadığını belirtiyor..

Seçimden seçime oy kullanmanın, temsile dayalı bir demokrasi ile hareket etmenin bugünün dünyasında insanların ihtiyaçlarını karşılama ihtimalinin olmadığını belirten Bilgili Hoca, sıkıntıların da bundan kaynaklandığının altını çiziyor.. Tükettiğimiz suyun, elektriğin ücretini belirleyen düzen tek taraflı, size vergi kesip, eğer ödemezsen gecikme faiziyle dayatan devlet biçimi de tek taraflı ilişkiye dayandığını belirten Can bilgili; öğretici, dayatıcı, belletici devlet birey ilişkisi hala devam ederken, içimizden “ben öğrenirim, bana dayatmayın, kendim olmak istiyorum bana belletmeyin” demiyor musunuz yoksa? diye soruyor.. Yükselen bireyselliğinizi bastıran toplum ve devlet kurumlarının varlığından, ekonominin araçlarından, fabrikalardan, sermaye düzeninden ve dahi bunların işleyiş biçimlerinden ne kadar hoşnut olabiliyorsunuz? diye de sözlerine ekliyor..

Farklı ideolojilerle beslenmiş, farklı mahallelerin kültürleri ve değerleriyle büyümüş olanların birbirini tanıdığı ve yeni mahalleler inşa ettiği bir sürecin içinde olduğumuzu belirten Can Bilgili, bizim gibi kontrollü devlet kapitalizminden, ülke piyasa kapitalizmine değil de doğrudan küresel piyasa kapitalizmine geçmiş, küresel sömürüye teslim olmuş ülkelerde, akılların allak bullak olduğu bir süreçte bu inşanın zaman alacağını düşündüğünü ifade ediyor..

Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Can Bilgili'nin “Ezilenlerin  İletişimi” Kitabı Çıktı – T.C. İstanbul Gedik Üniversitesi

Kıymetli Can Bilgili hocam, "Ezilenlerin İletişimi" adlı kitabınıza dair röportaj teklifimizi kabul etmenizden dolayı Hertaraf Haber olarak öncelikle sizlere teşekkür etmek isteriz. Kısaca kendinizi okurlarımıza tanıtabilir misiniz?

Öncelikle ben de Hertaraf yayın ekibine bu davetten dolayı teşekkür etmek isterim. Otuz yılı aşkın bir süredir iletişim ve medya alanında çalışmalar yapan bir akademisyenim. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde asistan olarak başladığım akademik yaşamımda devlet ve vakıf olmak üzere farklı birçok üniversitede bulundum. Bu süre zarfında medya ve iletişim alanına, toplum bilimlerine ilişkin olarak birçok ders, seminer verdim, araştırma çalışmalarında bulundum, yayınlar çıkardım. Yine yazılı basın, reklam, kurumsal iletişim ve radyo-televizyon alanlarında danışmanlıklarda bulundum, sektörel birçok çalışmaya da katkım olmuştur. Halen, toplumu ve insanı etkileyen konular çerçevesinde eleştirel medya ve iletişim çalışmalarına devam ediyorum.

Her kitabın bir hikayesi, yazarının zihninde bir demlenme süreci vardır ve belli bir amacı gerçekleştirmesi için yazılmıştır elbet. Bize bu kitabın hikayesinden kısaca bahsedebilir misiniz? Hangi nedenler sizi bu kitabı kaleme almaya sürükledi ve bu kitapla okuyucuların zihninde ne bırakmak istediniz?

Aslında bu çalışma uzun yıllar medya ve iletişim alanına ilişkin tutulmuş notların, akademide ve medya dünyasında yaşanmış anıların nihayetinde bir kitaba dönüşmesi hikayesidir. Yalnızca medya ve iletişim konusuna odaklanmış da değildir. Ehlileştirme kurumları olarak okullara, din kurumlarına ve sivil toplum işleyişine ilişkin toplumsal gözlemlerin, egemen toplum düzeni ve üretim ilişkilerine ilişkin belirlemelerin sonucudur.

Medya endüstrisinin ekonomi politik anlamda egemen toplum düzeninin bir parçası, egemen sınıfın kabul görmesinin bir aracısı, bir rıza üretme sistemi olduğunu biliyoruz. Gerek kuramsal gerekse uygulamalı derslerimde bu sürecin pratikte nasıl işlediğini, medyanın egemen sınıfın amaçları için nasıl çalıştığını her zaman aktardım. Tabi çalışma hayatım boyunca üniversitelerin de egemen düşünceleri aktarış biçimlerine tanık oldum. Yani bir toplumda egemen düşünceleri belirleyen ajanlar yalnızca gazete, dergi, televizyon, radyo veya sinema olarak medya kuruluşları değildi. Okullar, din kurumları, sivil toplum kuruluşları ve günümüzde sosyal medya, dijital araçlar da dahil olmak üzere kitle iletişiminin gerçekleştiği her yer, her araç ve yapı egemen fikirlerin belletilmesinin birer aracısı olarak işlev görüyordu. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Kapitalist düzende egemen sınıf, üzerine egemenlik kurduğu toplumun diğer kesimleri üzerinde varlığını bu yolla sağlıyordu. Üniversiteler de işte bu düzenin bir aracısı olarak egemen düşüncelerin aktarıldığı kurumlardı.

Tabi bu tür yapıların belletme uygulamalarına maruz kalan, egemen sınıfın hedefindeki geniş yığınların da neye nasıl maruz kaldıklarını, sonuçta nasıl bir kişiye ve toplumsal olarak da nasıl bir yapıya dönüştüklerini bilmeye hakları vardı. Şu anki halleri onlara doğuştan verili değildi. Onları bu hale getiren, kendilerini bu hale taşıyan bir kitle iletişim düzeninin içinde yaşadıklarını anlamalıydılar.

Bundan dolayı da daha en başından itibaren kitabı akademik bir yayın olarak düşünmedim. Zira bu çalışma yalnızca akademinin içinde okunan, sınırlı sayıda kişiye erişecek bir yayın olmamalıydı. Sokağa ulaşmalıydı. Dolayısıyla da yazın türünü farklı kılmam gerekiyordu. Çünkü egemen sınıfın araçları olarak kitle iletişim araçlarının kendileri üzerindeki etkilerini açıklıkla gösterebilmeliydim.

Yani özetlemek gerekirse, sınıfsal toplum düzenini, bu düzenin içindeki egemen ilişki biçimlerini, ezilen yoksul kesimlerin ezme araçlarına sahip egemen kesim tarafından nasıl kontrol altında tutulduğunu, kitle iletişim araçları ve okul, din, sivil toplum gibi ehlileştirme kurumlarının bu düzen içinde nasıl işlevler gördüğünü ve dahası üretim ilişkileri düzeninin bütün bunlar üzerindeki belirleyici etkisini anlatmalı, bu düzenin nasıl bir amaç taşıdığını aktarmalıydım. Yaşadıklarını anlayabilmeleri için neye maruz kaldıklarını da bilmeleri gerekiyordu.

Kitle İletişim Araçları Nelerdir? | Blogia

Kitabınızın girişinde iletişim meselesine dair önemli tespitlerde bulunuyorsunuz. Burada iletişimin egemen sınıf ve güç ilişkilerinin belirleyicisi olan bir eylem ve kitlelerin benzer düşünce ve davranış biçimlerini göstermesi amacıyla gerçekleştirilen yönetsel bir çaba olduğuna dikkat çekiyorsunuz. Sizce egemenler bu amaç doğrultusunda iletişimi nasıl kullanmaktadır ve insanlar arasında egemenlerin tahakkümünün bulunmadığı bir iletişim ağı kurmak nasıl mümkün olabilir?

Kitle iletişim araçları ve profesyonelleri kapitalist bir düzen ve toplumda, hiyerarşik ilişkilerin ve kabullerin yaratılması, dayatılması amacıyla çalışır. Fonksiyonları budur. Kitle insanını yaratır ve onları birbirine benzer niteliklerde, üretim ve tüketim düzeninin gerektirdiği düşünce ve davranışlara sahip varlıklara çevirir. Kapitalizmin yani sermaye ve güç biriktirmeye dayalı bu ekonominin, kitlesel üretim ve tüketimin varlığı, benzer niteliklere, davranış ve duygulara sahip yığınların yaratılmasından geçer.

Tıpkı fabrikalarda üretilen malların standart üretimi gibi, ilk okullardan itibaren benzer düşüncelere, davranış kalıplarına özgü olarak yetiştirilmeye başlarız. Tabi aslında ailede başlayan bir süreçtir bu. Ancak, bir örnek, disiplinli bir insan üretimi için okulların yeri büyük önem taşır. Lise ya da bir üniversite bittiğinde artık düşünsel olarak egemen toplum düzeninin isteklerini kabul etmiş, kendimizi toplumun kurumlarına değerlerine boyun eğer halde bulmuş oluruz. Ancak kitlesel nitelikteki bu ehlileştirme sürecinde yalnızca okullar değil, diğer baskın toplum kuruluşları da etkilidir. Egemen sınıf kitle iletişim araçlarının tıpkı bir fabrika gibi çalışmasını sağlar, büyük bir profesyonel ordu egemen düşüncelerin standart, bir örnek üretimini yapar ve bu kalıp fikirleri yayar. Kapitalist üretim ilişkileri düzeninde, piyasa çıkarları adıyla işleyen bu düzende işler ustaca görülür.

Egemenlerin tahakkümünün olmadığı bir ağ günümüzde görece mümkündür. Bu da dijital iletişim olanaklarına dayalı yeni dünya demektir. Gazete, dergi, radyo, televizyon, sinema gibi medya araçları geleneksel kitle iletişim araçlarıdır. Aynı şekilde okul, din, sivil toplum gibi yapılar geleneksel nitelikteki düşünce aktarım kurumlarıdır.

Bunlar gerek üretim ve gerekse tüketim bakımından mekana ve zamana ihtiyaç duyarlar, bağımlıdırlar. Yani düşüncelerin üretim ya da tüketimi için hem mekan hem de zaman gerektirirler. Gazete günlük üretilir, dergi haftalık ya da aylık. Televizyon ve radyo daha hızlıdır. Ancak anlık değildir. İşte dijital hızıyla içeriğe erişim bakımından bu araçlardan farklıdır. Aynı zamanda dijital içerik üretimi ve paylaşımı için bir mekana ihtiyaç duymazsınız. Oysa gazete için matbaa tesisine, televizyon için stüdyolara, yayınlama cihazlarına ihtiyacınız vardır. Yine okul için dersliklere, din kurumları için ibadethanelere, sivil toplum için toplanma mekanlarına ihtiyacınız vardır. Aynı zamanda içerik üretimi ve yayımı için de zamana... Oysa dijital bütün bunları kıran, ortadan kaldıran bir teknolojidir.  

Ve sahiplik bakımından da düzen değişmiştir. Dijitalde içerik sahipliği öne çıkar. Araçların sahipliğinin önemi ortadan kalkar. Yani “matbaaya sahip olan fikirlere sahiptir” düşüncesi iflas etmiştir. Dijitalde klavyeye sahip olmak herkes için kolaydır ve sosyal ağlar herkes için düşünceleri yayabileceği ortamlardır. Üstelik sınır yoktur. Gazetenin erişebileceği, okulun erişebileceği insan sayısı coğrafi sınırlara tabidir. Oysa dijital olan küreseldir, coğrafi sınır tanımaz.

Dolayısıyla dijital içerik oluşturmak ve yaymak bakımından herkes üretici olabilir. Ve eskinin mekan ve zamana dayalı üretim biçimlerinin, araçlarının sahibi olan egemen sınıfın gücü ortadan kalkmaktadır. Yeni bir sınıf gelmektedir. Bildiğimiz egemen sınıfı yıkarak. Dijital dünyanın üretici güçleri yeni tüketim alışkanlıklarını da doğurarak hızla ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan dijital eskinin egemen düzeni ve egemen sınıfın tahakkümünü kırmaktadır. Tabi eski de bunun farkında olduğu için yasaklamalarla bu gelişmeleri erteleme derdindedir. Aksi halde egemen konumunu kaybetme ile karşı karşıya kalacaktır. Yani eskinin ölmediği yeninin doğmadığı bir aşamadayız. Ama yeni doğmaktadır, son kaçınılmazdır.

Kitle iletişiminde yaşanan bu köklü değişim sınıflı toplum düzenini de alt üst etmektedir. Yüzyılların mülkiyete dayalı güçlü sınıfları yerlerini kaybetmektedir, kaybedecektir. Artık toprağın, üretim araçlarının sahipliğinin değil, bilgiye sahipliğin öne çıktığı yeni bir toplum düzeni gelmektedir. Yeni toplum düzeninde sınıf meselesi de bildiğimiz gibi olmayacaktır. Bu toplumsal dönüşüm içinde insanın ve toplumun nasıl geliştiğini anlamak, bugünün dinamiklerini de doğru anlamaktan geçiyor. Bugünün toplumunda düne göre sınıflar arası geçişkenlik daha yüksek durumdadır. En azından ırk, cinsiyet, soy gibi nedenlere dayalı alt sınıflara mahkum olma durumu bugünün toplumunda yok. Ancak bugünün toplumunda da sınıflar arası geçişkenliğe çok da olanak sağlamayan kapitalist ekonomiye dayalı nedenler bulunuyor. Ve hissedar kapitalizminin yerini paydaş kapitalizmine bırakmasıyla, dijital teknolojilerin etkisiyle üretim ekonomisinde üretim ilişkileri değiştikçe sınıflar arası geçişkenlik konusunda gelişmeler, yeni yollar bulacağız. İşte tahakküm konusu da bu bakımdan köklü bir değişime uğramış olacak.

What is the Internet of Things? The tech revolution explained

Modern dönemle birlikte iletişimde tanık olduğumuz gelişmelerin politik toplumu köklü şekilde etkilediğini ifade ediyorsunuz. Bu kısmı biraz daha açabilir miyiz? İletişim teknolojileri toplum ve siyaseti nasıl etkiledi ve ne tür toplumsallıklar üretti?

Yeknesak, bir örnek ve standart üretimin büyüdüğü fabrikalarda, egemen üretim ilişkilerinin beklediği insan tipi için politik olarak da buna uygun bir toplum düzenine ihtiyaç bulunuyordu. Yani fabrika üretim hiyerarşisine uygun insan kaynağı için toplumun da buna uygun davranması, düşünmesi ve hatta duygularını bile buna göre öğrenerek yönetmesi gerekiyordu. Fabrika kendinden önceki tarıma dayalı ekonomileriyle büyüyen imparatorlukları yıkarak ulus devletlerin doğuşuna kaynaklık eden bir üretim biçimiydi. Makinenin keşfi ile tarım da bir fabrika gibi üretim alanına dönmüş, traktörler öküzlerin, sabanın yerini almıştı.

Yani söylemek gerekirse, üretim ilişkileri biçimi aynı zamanda toplum düzenini de köklü olarak değiştirmektedir. Yükselen fabrika bacalarının uzmanlara, makine ile uyumlu çalışacak ustalara, mühendislere, makinenin zamana ve mekana dayalı üretimini kontrol edecek, mesaisini buna göre yürütecek işçilere ihtiyacı vardı. Ve toplumdaki herkesin bu fabrikalara gelmeden önce fabrikanın ihtiyaçlarına göre hizaya girmesi, üretim ilişkileri ve koşullarına itiraz etmemesi gerekmekteydi.

Bu milli eğitimlerin ortaya çıkışı, çevik, üretken, varlığını fabrikalar ve ulus uğrunda feda edecek inanç ve duygulara sahip insanların yetiştirilmesi demekti. Milli okullar kadar, milli dine, milli kültüre, milli sanata, milli futbol takımına ve milli olabilecek ne varsa her şeyin milli bir potada eritileceği milli bir topluma ihtiyaç bulunuyordu. Zira yükselen burjuvazinin sermayesi için fabrikaların yüksek miktarda üretimine, buna uyumlu iş gücüne ve itiraz etmeyecek yığınlara ihtiyaç bulunuyordu. Sermaye birikiminin yolu herkesin yalnızca fabrikalarda değil toplumda da tek tip düşünce ve inanca sahip olmasından geçebilirdi. Birbirine benzemeyenlerin dışlanması, toplumun ancak birbirine benzer nitelikte insanlardan oluşması bu bakımdan büyük önem taşıyordu.

İşte burjuvazinin milli ve milliyetçi olan politikaları da yanına alarak sermaye birikimi için ihtiyaç duyduğu şey toplumun aklı ve vicdanıydı. Kitle iletişim düzeni, araçları ve profesyonelleri de tıpkı fabrikalar gibi çalışarak böylesi bir toplumu üretmeliydi. İnsan bilincini yeniden inşa etmeli, farklılıklar eğitim, inanç, ikna ve dahası medyanın eğlendirici özelliği ile yok edilmeliydi. Kitle iletişim ve ehlileştirme kurumlarının tümü son yüz elli yıllık insanlık tarihinde bu uğurda çalıştı. İşte bu yüzden insanlık tarihini üretim ilişkileri tarihi olarak ele alır, tarıma dayalı, fabrikaya dayalı ve dijitale dayalı üretim ve tüketim biçimlerinin belirlediği toplum düzenleri olarak görebilirseniz, kitle iletişim düzeninin de buradaki yeri ve rolünü daha iyi anlayabilirsiniz.

Yaşadığımız çağ, gelişen iletişim teknolojilerinden dolayı "iletişim çağı" olarak adlandırılıyor. Ancak günümüzde kendisini sert bir şekilde hissettiren bireyselleşme gibi fenomenler iletişimin niteliğine ciddi şekilde zarar veriyor. Yani iletişim kanallarının artması ancak iletişimin niteliğinin düşmesi gibi bir durum yaşandığından bahsediliyor. Kitabınızın ilerleyen sayfalarında bu meseleye ilişkin örnekler bulmak da mümkün, mesela şöyle diyorsunuz, "Şimdiki akademisyenler öğrenciden çok uzak. Zorla sınıflara gönderiyorum, gidin konuşun, onları etkinliklere davet edin diye. Çoğu odasına kapanmış.", ki bu durum da iletişimde bir kopukluğa işaret ediyor. Sizce iletişimde bir nitelik kaybı yaşandığından söz edebilir miyiz, eğer edebiliyorsak iletişimde yaşanan bu duruma egemenlerin sebep olduğunu veya onların çıkarına olduğunu söyleyebilir miyiz?

Yeni teknolojilere, dijitale dayalı iletişim ve kitle iletişim araçlarının artması iletişimin niteliğini değiştirmez. Özellikle geleneksel iletişim ve kitle iletişim araçlarına egemen olanların gücünü elinden alır. Bundan dolayı bu söylemi ortaya koyanlar, eskinin iletişim araç sahipliğinden kaynaklanan güçlerini yitirenlerdir. Dijital teknolojiler iletişimde ve kitle iletişiminde ekonomik ve politik tekelleri sarstı. Bugün geleneksel kitle iletişim araçlarına ayrılan zaman, tercih etme talepleri ciddi olarak azalmaktadır. Zira bu araçlar fabrika üretim anlayışlarına dayalı kapitalist sistemin kitle iletişim araçlarıdır. Ekonomilerini kapitalist piyasa ekonomisinin kurallarına göre sağlarlar. Yani insanları kendilerine çeker, bağlar, onlara egemen düşüncelerin aktarımını yaparken, okuttukları, dinlettikleri veya izlettikleri içerikler yoluyla onları reklam verene yani malları, hizmetleri üreten fabrika sahiplerine satarlar... Böylelikle fabrikaların toplumsal belirleyiciliğini sağlarken, sermaye birikimi ve sınıfların varlığını garanti altına alır, kitleleri yaşam biçimleri bakımından tasarlar, neyi, nasıl ve ne kadar tüketeceklerini bu yolla öğretirler.

“Şimdiki akademisyenler öğrenciden çok uzak...” şeklinde yer alan cümlenin temel amacı ise iletişimdeki kopukluktan ziyade geleneksel akademi ortamının değişemediğine vurgu yapmaktır. Tıpkı geleneksel medya kuruluşları gibi, okullar, dini mekanlar, sivil toplum kurumları da aynı akıbeti yaşamaktadır. Fabrika kapitalizminin aklıyla hareket eden bu geleneksel kurum ve ortamların, dijitalle tanışmış, dünyadaki gelişmeleri ve yenilikleri hızla yakalayan insanlar açısından önemi hızla azalmaktadır. Öğrenmenin ve düşünceleri belletmenin, yaşam tarzlarını belirlemenin kanalları olan bu geleneksel araçların insanlar için rolü ve yeri hızla sarsılmaktadır.

Akademisyenler de eskinin üniversite aklıyla hareket eden kişileri olarak öğrenciler için anlamını hızla kaybetmektedirler. Öğrenciler daha derse gelmeden ders konularını “Google” ortamından arama yaparak, yazılı, sesli ya da videolar üzerinden hızlıca öğrenebilmektedir zaten. Peki akademisyenin bu durumda farkı ne olacak? Zaten internet üzerinden öğrendiğim bir konuyu, hele hele anlatımı sıkıcı bir hocadan niye dinleyeyim?

Bu cep telefonundan haberleri hızla öğrenebilirken, niye basılı bir kağıt gazete alayım sorusuyla aynı nitelikte bir sorudur. Yani gazetecilerin de geleneksel kaldığını, dönemlerinin bittiğini, yeni kitle iletişim uygulamaları nedeniyle mesleklerinin köklü bir şekilde değişime uğradığını anlamaları gerekmektedir ki çoğunluğu bunu anlamıştır. Oysa bu eski akıl, hala ayakta ve değişen yaşama ayak uyduramayan akademi dünyası varlığını olduğu gibi kendini insanlara dayatmaktadır. Tabi sonuç belli... İlgileri hızla düşecek, değerleri hızla yitecektir. Bu bakımdan bir iletişim kopukluğundan bahsedilebilir. Zira değişen dünyaya ayak uyduran insanlar ve toplum, geleneksel kalmış bu kurumsal yapılara, üretim ilişki biçimlerine karşı artık kayıtsız kalacak, yeri geldiğinde dayatmalara karşı direnecektir. Yani egemen sınıfın temsilleri mevcut konumlarını kaybettikçe daha fazla dayatmalar ortaya koyacak, ancak artık gelişmeleri anlayan geniş kitleler değişim için gerekli tepkilerini koyacaktır.

Peki Türkiye'deki farklı ideolojik grupların birbiriyle iletişimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu iletişimi taşıyabilecek bir zemin şu ana kadar inşa edilebildi mi?

Bilinen egemen ideolojiler son yüz elli yıllık fabrika üretim ilişkilerinin yarattığı, ulus devletin doğuşu imparatorlukların yıkılışıyla olgunlaşmış ideolojilerdir. Bunların bir kısmının da günümüzde önemini yitirdiğini, yok olduğunu görmekteyiz. Yani bildiğimiz ideolojileri bugün savunmak anlamlı bir konu değildir. Yeni üretim ilişkileri kendi ideolojilerini yazmaya başlamıştır.

Koronavirüs ve ideolojiler | Ege TelgrafBundan dolayı eskinin ideolojileri üzerinden iletişim kuranlar zamanlarını boşa harcamaktadırlar. Bu ideolojileri bilmeyelim anlamında söylemiyorum. Ancak savunmanın bir anlamı yok. Kapitalizmi, sosyalizmi, nasyonalizmi ya da teokrasiyi... Demokrasiyi bile konuşurken fabrika kapitalizminin demokrasi anlayışı üzerinden konuşmanın hiçbir anlamı yok. Seçimden seçime oy kullanmanın, temsile dayalı bir demokrasi ile hareket etmenin bugünün dünyasında insanların ihtiyaçlarını karşılama ihtimali yok. Zaten sıkıntılar bundan kaynaklanmıyor mu? Tükettiğiniz suyun, elektriğin ücretini belirleyen düzen tek taraflı, size vergi kesip ödemezsen gecikme faiziyle dayatan devlet biçimi de tek taraflı ilişkiye dayanıyor. Öğretici, dayatıcı, belletici devlet birey ilişkisi hala devam ederken, içinizden “ben öğrenirim, bana dayatmayın, kendim olmak istiyorum bana belletmeyin” demiyor musunuz yoksa? Yükselen bireyselliğinizi bastıran toplum ve devlet kurumlarının varlığından, ekonominin araçlarından, fabrikalardan, sermaye düzeninden ve dahi bunların işleyiş biçimlerinden ne kadar hoşnut olabiliyorsunuz?

Başta da dediğim üzere henüz eskinin ölmediği ve yeninin doğmadığı bir dönemin içindeyiz. Ve farklı ideolojilerle beslenmiş, farklı mahallelerin kültürleri ve değerleriyle büyümüş olanların birbirini tanıdığı ve yeni mahalleler inşa ettiği bir sürecin içindeyiz. Hele bizim gibi kontrollü devlet kapitalizminden, ülke piyasa kapitalizmine değil de doğrudan küresel piyasa kapitalizmine geçmiş, küresel sömürüye teslim olmuş ülkelerde, akılların allak bullak olduğu bir süreçte bu inşanın zaman alacağını düşünüyorum. Ancak yine de iyimser olmaya çalışıyorum. Dijitalin bu yönde de etkili olacağını umuyorum.

Kitapta şu şekilde bir ifadeniz var: “Aklımız, kelimeleri, taşıdıkları anlamları ve bunlar üzerinden sağlanan egemen toplum düzeni ve ilişkilerini çözümlemek için en şaşmaz başvuru kaynağı. Şimdi kendimizi bir kere daha gözden geçirmenin tam zamanı.” Kendimizi bir kere daha gözden geçirmekten ne kastediyorsunuz? Elbette egemenlerin iletişim üzerinden tahakkümlerini çözümlemek mümkün, ancak bu konuda bir fert nasıl somut adımlar atabilir?

Bugüne bizi taşımış olan toplum güçlerini, değerleri, baskın toplumsal kurumları, kutsallaştırdığımız, yücelttiğimiz her şeyi yeniden gözden geçirmekten bahsediyorum aslında. Zira bizi bu hale getiren ne varsa her şeyi ancak ve ancak kendimize bakarak, insan olarak kendimizi tartışarak anlayabiliriz. Zira egemen düşüncelerin, kelimelerin eseriyiz. Testinin içindekiler testinin dışından geldi. Yani testiye içindekileri kim koydu? Neden koydu? Ne bekliyor? Bunları anlayabilirsek, bu taktirde testinin dışını çözümleyebileceğiz. Bizi bu hale getiren egemen toplumsal kurumlar, yapılar neler ve bize neden bu kelimeleri, düşünceleri belletiyorlar? Bizim ne olmamızı istiyorlar?

Birey eğer bir farkındalığa sahip olursa, kendini bu hale getiren, bilincini ele geçirmiş olan dış etkilerin farkında olursa direnebilir. Farkında olmayan bir kişiden tepki vermesini beklemek son derece zor. Ve buradan da anlaşılıyor ki bir ferdin en somut adımı farkındalığa ulaşmak ve direnmektir. Kendisine yapılan bu fabrika malı muamelesine karşı direnmelidir. Onu tek tipleştirerek, bilincini eğip bükerek varlığını yok eden kitle iletişim araçları ve belletme yapılarına karşı direnmelidir. Kendini gözden geçirerek ne kadar hasara maruz kaldığını anlamalıdır. Zira son yüz elli yıllık fabrika kapitalizminin yarattığı toplum düzeni insana büyük hasar vermiş, fikren, ruhen ve bedenen ezmiş, soluk alıp vermenin dışında varlığını yok etmiştir.

Kitabınızın bir bölümünde beğenilerin, davranışların, ifadelerin ve her şeyin birbiriyle aynılaştığından, sıradanlaştığından ve bu ortamda farklılıkların doğrudan mahkum edildiğinden bahsediyorsunuz. Sizce bu kısır tek tipleşmeyi sonlandıracak ve farklılıkları zenginlik olarak görecek bir iletişim ağını insanlarımızın kabul etmesi önündeki engeller nelerdir?

Senkronize olmayan çocuk - ammolist.net

İnsanlarımız zaten bu iletişim ağlarıyla tanışmaya başlamıştır. Tabi yolun başındayız. Bizim gibi kalıplaşmış, toplum fabrikasının elinde çekiçle uzun yıllar epey dövülerek biçimlendirilmiş insanların yaygın, egemen olduğu toplumlarda işimiz pek kolay değil. Batı toplumlarına göre oldukça zor. Her şeyden önce fabrika kapitalizmine dayalı ekonomi biçimi değişmediği müddetçe değişimin de zor olacağını söylemeliyim. Ancak değişeceğiz, bu kaçınılmaz. Fabrikalar değişiyor bir kere. Robotlar, otomasyon sistemleri üretim biçimi ve ilişkilerini ele geçiriyor. Bugünün işçisi eskinin işçisi değil. Tabi bizim ülkeye özgü eskinin egemenliğinden kaynaklanan sorunlar devam etmiyor değil. Ama batı ekonomisiyle ilişkili yerel tüm ekonomik alanlar, üretimleri ve iş yönetimleri bakımından değişimi fabrikalara da taşıyor. Eski ne kadar direnirse dirensin dijital teknolojiler ile Pandora’nın kutusu açıldı bir kere, artık kapanması zor. Bugün insanlarımız bunca deneyimi yaşamışken, “bundan sonra cep telefonlarını yasaklıyorum, interneti yasaklıyorum” diyebilecek kimseyi bulamazsınız. Emin olun bunu diyen kendi sonunu hazırlamış olur. Eskinin egemenleri, ellerindeki ekonomik ve politik güçleri kaybetmemek için belki gelişmeleri yavaşlatabilir, kısmen engeller koyabilir. Ancak kaldıramaz, yok edemez. Zaten bugün direnenler eskinin egemenleridir. Sahip oldukları ekonomi-politik güçleri yeni teknolojilere dayalı gelişmelerle kaybetmektedirler, onların da derdi budur.

Kitabınıza iletişimle ilgili tespitlerle giriş yaptıktan sonra kitap bir roman kurgusuyla ilerliyor ve girişteki tespitleriniz ve diğer anlatmak istediğiniz hususlar bu örgü içerisinde kendine yer buluyor. Bu tercihinizin nedeni nedir? Neden böyle bir dil kullanmayı seçtiniz?

Önceden de açıklamaya çalıştığım üzere, kitabın herkes tarafından okunabilmesini benim açımdan öncelikli bir konuydu. Eğer akademik bir yayın olarak hazırlasaydım, bilimsel bir dil tercih edip kitabı oluştursaydım herkes tarafından okunması mümkün olmayabilirdi. Ben üniversiteyi değil, sokağı tercih ettim. Bu yüzden de yazım dili, kurgusu ve anlatım tarzı olarak sokaktaki herkesin rahatlıkla kavrayabileceği bir eser oluşturmaya çabaladım.

Maalesef bugünün dünyasında üniversiteler de duvarların arkasında fabrika kapitalizminin nitelikleriyle işleyen, çağının gerçekliğini yitirmiş birer ideolojik belletme yapısından başka bir şey değil. Ve bu yeni dünyanın gelişmeleri içinde, geri kalmışlıklarının görülmemesi, anlaşılmaması için kendilerince bir savunma tavrı içindedirler. Gösteriye dayalı anlatılar, sunuşlar, akademik kıyafetler, miting havasında mezuniyet törenleri, ağdalı, karmaşık ve çoğu zaman anlamsız metinler, akademik olduğu iddia edilen yayınlar, konuşmalar falan... Çoğu toplumdan kopuk, topluma üstten bakan, egemen dile sahip uygulamalar... Üniversitelerin hala orta çağ aklıyla işliyor olmasına eskiden çok üzülürdüm. Şimdi ise hiç şaşmıyorum. Zira çağının, zamanın ruhuna özgü olarak değişmiş olsalardı, toplumla bütünleşmiş halde işliyor olsalardı, bugünün egemen sınıfı ellerindeki önemli bir belletme aracını kaybedeceklerdi. Bu yüzden üniversitelerin egemen sınıfın ihtiyaçlarına göre çalışması gereken bir kurum olması onlar için çok önemli... Ancak ne olursa olsun, üniversiteler gibi tüm kitlesel nitelikli iletişim araç ve ortamları yeni dünyanın gelişen teknolojileri, değişen toplum ihtiyaçları ile ya değişecekler ya da yok olacaklar. Ben yok olmaması için kitabımı akademinin dışına taşımayı daha uygun buldum.

Can Bilgili Kimdir?

1968’de İzmir’de doğdu. İstanbul Üniversitesi SBE Gazetecilik Bölümü’nde doktorasını tamamlayan Bilgili, akademik yaşamında sırasıyla İstanbul, Galatasaray, Yeditepe, İstanbul Ticaret ve Hasan Kalyoncu üniversitelerinin iletişim fakültelerinde öğretim üyesi olarak çalıştı ve çeşitli idari görevlerde bulundu. Medya alanında kamu ve özel sektörden birçok kuruma danışmanlık veren Bilgili, medya endüstrisi ve ekonomisi, kültür endüstrisi, küresel iletişim, yeni medya, yeni ekonomi ve rekabet stratejileri, pazarlama iletişimi, girişimcilik, marka yönetimi, medya okuryazarlığı ve sosyal medya gibi farklı alanlarında dersler verdi, yayınlar üretti. Bilgili, deneyime dayalı bilginin yaygınlaşması amacını taşıyan World Experience Campus / Dünya Deneyim Okulu’nun kurucusudur.

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
selahattın şimşek | 19.10.2022 13:22
Yazıyı soluksuz okudum .tek cümleyle harıka ancak can bey de bu korku ikliminden nasıbını almış.pozıtıf bılımın önüne bır şahsın düşüncelerini egemenlerın sayesınde bıze zorla öğretilenlerin sonucunda bu haldeyız.