metrika yandex
  • $32.5
  • 34.84
  • GA18240
İtidal

HAÇLI SEFERLERİNİN DÜNÜ-BUGÜNÜ

SÜLEYMAN ARSLANTAŞ
01.07.2017

Sondan başlayalım. 25 Nisan 2017’de Avrupa konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Türkiye’nin yeniden denetim sürecine alınmasına karar verdi. Oylamada karar 113 kabul, 45 red, 12 çekinser oyla kabul edildi. AKPM’nin aldığı bu karar aslında 1095 yılında Papa 2. Urbanus’un başlattığı Haçlı Savaşının bir devamıdır. Keza aynı günün akşamında TSK’nın Kuzey Irak’ta Sincar’ı vurmasının ardından ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün YPG yanlısı, Türkiye aleyhtarı yaptığı açıklama da bu haçlı zihniyetinin devamı mahiyetindedir. Dün hangi nedenle haçlı seferleri başladıysa bugün de aynı nedenlerle devam etmektedir. Bir farkla ki; dün Museviler haçlılar tarafından düşman addedilirken, bugün konjonktür gereği Museviler ve İsrail birinci derecede korunma ve himaye katagorisine alındılar.

 

2. Urbanus Clarmont Konsili sırasında din adamlarından ve halktan oluşan büyük bir kalabalığa hitabederek onları haçlı seferine katılmaya çağırdı. (27 Kasım 1095) Batı Hıristiyanlarına, Doğu’daki din kardeşlerini Türklerin baskı ve zulmünden kurtaracak bir savaşa katılmanın dini açıdan çok şerefli bir görev olduğunu söyleyen Urbanus, Türklerin hakimiyeti altında yaşamanın ne kadar feci olduğunu, onların İstanbul için nasıl bir tehlike teşkil ettiğini ve Doğu Hıristiyanlarının Batılı kardeşlerinden yardım beklediğini anlattı. Ona göre İspanya’da Müslüman Araplara karşı sürdürülen savaşla Doğu’da Türklere karşı yapılacak mücadele aynı derecede kutsaldır. Urbanus bu konudaki düşüncesini: “Hıristiyanları bir yerde Müslümanlardan kurtarıp, başka bir yerde onların zulüm ve baskısı altında bırakmak fazilet değildir.” Sözleriyle ifade etmiştir.

 

Papa 2. Urbanus: “Babalara, oğullara, yeğenlere hitap ediyorum; eğer birisi sizin akrabalarınızdan birini öldürse kendi kanınızdan olanın intikamını almaz mıydınız? Öyleyse efendimizin (İsa) ve din kardeşlerinizin intikamını öncelikle almalısınız.” diyordu. Papa 2. Urbanus’un bu çağrısı yalnızca Müslümanlara ve Türklere yönelik de değildi, çağrı temasında işlenen öç alma fikri etkisini daha haçlı seferleri öncesinde Avrupalı Musevilere yönelik olarak bir soykırım hareketiyle kendisini gösterdi. Önce Fransa’da başlayan ve hemen Avrupa’ya yayılan Yahudi düşmanlığı cereyanı, Haçlıların şarka doğru yola çıkmalarından önce Musevilerin öldürülmesi, işkenceye uğratılması ve mallarının tahrip edilmesiyle gelişti.. Museviler Hıristiyanlığı kabule zorlanıyor, kabul etmeyenler ise öldürülüyorlardı. Museviler arasında ayırım yapılmıyordu. Onlar İsa’nın intikamını Türklerden almak için savaşacaklarına göre, İsa’ya çok daha ağır darbe vuran ve onu çarmıha geren Musevilerden de intikam almalıydı.

 

Papa 2. Urbanus 27 Kasım 1095’de yaptığı çağrı ile Haçlı hareketi fiilen başlamış oldu ve 8 kez gerçekleşen bu savaşın 1. Versiyonu 1272’de son buldu. Haçlı seferine katılmaya karar verenlerin Haçlı yemini etmeleri ve üzerlerinde haç işareti taşımaları öngörüldü. (İslam Ansiklopedisi, cilt 14, s. 530-531)

 

Haçlı seferi Avrupa’dan başta Almanya olmak üzere çapulcu diyebileceğimiz birçok Avrupalının katılmasıyla başladı. Haçlılar 1098’de Kudüs önlerine geldiler. Fatımiler 1098’de Kudüs’ü Selçukluların elinden almışlardı. Haçlılar da 1099’da Kudüs’ü Fatımilerden aldılar. Haçlılar Kudüs’e girerken taş üstünde taş, gövde üzerinde baş bırakmamaya çalışıyorlardı. Bu nedenle Müslüman halkın bir kısmı Kubbetüs-sahra’ya ve Mescid-i Aksa’ya sığınmaya çalıştılarsa da, şehirdeki ve sığınılan mukaddes yerlerdeki bütün Müslümanlar kılıçtan geçirildi. Kudüs adeta kan gölüne döndü.

 

Aradan 90 yıl geçtikten sonra Kudüs ve Mescid-i Aksa haçlıların işgalindern kurtarıldı. Ki bu, 90 yıl boyunca haçlılar Müslümanlara ve Yahudilere göz açtırmadılar. Kurmuş oldukları Kudüs krallığı 1187 yılının ilkbaharında Selahaddin Eyyubi’nin ordusu tarafından kuşatıldı Hıristiyanlardan oluşan 1200 şövalye, 10 bin asker Akka’da toplandı. Ne var ki Selahaddin Eyyubi’nin ordusu Kudüs krallığının tüm askerlerini kılıçtan geçirdi. 20 Eylül’de kuşatılan Kudüs Ekim 1187’de Müslümanların eline geçti. Miraç gecesi Kudüs’e giren Selahaddin Eyyubi ve askerleri gerek sivil Hıristiyanların ve gerekse Yahudilerin kılına bile dokunmadı. Geçmişte Haçlıların Müslümanlara yaptıklarını hatırlayan Hıristiyan ahali büyük bir korku içersinde iken Selahaddin Eyyubi onların serbest olduğunu ilan etti. Üstelik Hıristiyanların kutsal yerlerinin idaresini Ortodoks Kilisesine teslim etti. Keza Musevilerin de şehre yerleşmesine ve diledikleri gibi ibadet etmelerine izin verdi.

 

1187’den 1517 yılına kadar Kudüs başta olmak üzere tüm Filistin toprakları muhtelif İslami yönetimler tarafından sulh ve sukün içersinde yönetildi. Keza 1517’de Yavuz Sultan Selim Han'ın Kudüs’ün yönetimini devralmasından 1517 Balfour Deklarasyonuna kadar yine bu topraklar sulh ve sukünün merkezi oldu. Haçlıların barbarlığı, Siyonistlerin Arz-ı Mevud hedeflerine rağmen Müslümanlar ve Müslüman idareciler asırlar boyu Hıristiyanların da, Musevilerin de mukaddeslerine ibadetlerine dokunmadılar. Bilakis huzur içersinde ibadetlerini yapmaları için her türlü tedbiri de aldılar. Eğer bugün Kudüs’e gidenler halen Ağlama Duvarı, Kıyamet Kilisesi, Rus ve Yunan Ortodoks kilisesi, Dormition Kilisesi, Saint-Sepulere Kilisesi, Herot kapısı, Saint Simeon Manastırı ve benzeri ibadet yerleriyle karşılaşıyorlarsa bu İslam’ın ve Müslüman yöneticilerin adaleti gereğidir.

 

Aslında bugün olduğu gbi dün de Haçlı sefer ve zihniyetinin arka planında yatan ana nedenler sadece din kaygısı ve gayretinden ya da yayılmacılığından ibaret değildir. Günümüzde IŞİD, El-Kaide, Boko Haram ve FETÖ örgütleri gibi birçok İslam’a maledilen örgütler ve müntesipleri ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar bunlar nasıl ki Haçlı zihniyetinin değirmenine su taşıyor iseler, dün de Avrupa’nın Hıristiyan gençliği 2. Urbanus başta olmak üzere tüm Haçlı seferlerinde Baronların değirmenlerine su taşımışlardır. Boko Haram, IŞİD ve FETÖ hareketinin Vatikan’dan kopuk olduğunu nasıl iddia edebilirsiniz?

 

Haçlı seferlerinin görünenin dışında asıl gayesi; Kudüs’ü ele geçirme arzusu, Kluni tarikatının kışkırtmaları (ki adı geçen tarikat Fransa’nın Burgonya eyaletinin Kluni manastırında kurulan bir Hıristiyan tarikatıdır), Bizans’ın Selçuklulara karşı Avrupa’dan yardım istemesi, Selçukluları Anadolu’dan atma isteği, ticaret yollarını ele geçirme, Doğu’nun zenginliklerine tamah etme gibi amaçlar ön planda idi. Papa 2. Urbanus’un çağrısıyla başlayan Birinci Haçlı seferinin başlamısnda öne çıkan ana neden Bizans İmparatoru 1. Aleksios Kommenos’un Türklerin İznik’e kadar gelmiş olmalarından korkarak Bizans’ı ele geçirebilecekleri korkusu ile Avrupa’dan yardım istemesidir. Özellikle Türklerin 1071’de Malazgirt zaferini kazanmalarının ardından Anadolunun muhtelif yerlerini fethettiler, Batı, yer yer açlık ve sefaletin içersinde debelenirken, Müslümanlar görece refah ve huzur içersinde yaşıyorlardı. Bilhassa 1094’deki Avrupa’daki kuraklık Doğu’yu Batı’nın gözünde cennet haline getirmişti. Yani Haçlı seferlerinin başlaması ve devamı sadece dini nedenlerle değil, ekonomik, sosyal ve siyasal birçok nedenlerle yapılmıştır.

 

Nitekim Urbanus’un Haçlı seferi çağrısının üzerinden 922 yıl geçtikten sonra Papa Francicus’un 27 AB üyesi ülke temsilcilerini Vatikan’a davet etmesi ve onlara hitaben yaptığı konuşma da sadece dini içerikli değil farklı birçok konuları kapsamaktadır. Aslında 1095’deki 2. Urbanus’un haçlı seferlerine çağrısı ile günümüz Vatikan patronu olan Papa Francicus’un çağrısı arasında pek de fark yok. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın: “Bu gelişmeler bir şeyi çağrıştırıyor. Hayırdır ya hu! Vatikan’da niye bir araya geldiniz? Papa ne zamandan beri AB üyesi oldu? Haçlı ittifakı eninde sonunda kendisini gösterdi.” şeklindeki değerlendirmesi aslında gerçekten bugün de Haçlı ittifakının ve seferlerinin siyasi, askeri ve ekonomik olarak devam ettiğinin bir göstergesidir. Papa, adı geçen konuşmasında; Avrupa’nın, dünyada eşi bulunmayan bir ideal ve manevi mirasa sahip olduğunu ifade ederek, bu değerlerin her türlü aşırılığa verimli zemin oluşturmasına karşı en etkili çözüm olduğunu belirtti. AB’nin siyasi, ekonomik ve kültürel birlikteliğine vurgu yaparken AB’nin kurucularından İtalya’nın ilk başbakanı Alcide De Gazperi’nin birliğin Hıristiyan köklerine de atıfta bulunmasını da hatırlatmayı ihmal etmedi.

 

Papa Franciscus’un konuşmasından, AKPM’nin Türkiye’ye ilişkin kararına ve yine son Sincar’a karşı TSK’nın başlattığı hava harekatına gösterilen tepkinin de nedeni Haçlı zihniyetinin bir devamıdır. Osmanlı’nın hedef alınması ve yıkılması sadece İslami kimliğinden dolayı değil, belki de en önemli neden ekonomiktir. Zira dünya petrol rezervinin yaklaşık yüzde 66’sı Osmanlı’nın egemen olduğu topraklarda. Hıristiyan dünyası Kıt’a Avrupası, Ada Avrupası ve Amerika Kıt’a’sı ile birlikte bu topraklara, enerji kaynaklarına sahip olmak için Osmanlı’yı hedef aldılar ve yıktılar. Osmanlı’nın yıkılışında önemli rol üstlenen Şerif Hüseyin ve oğulları yaptıkları ve yapmadıkları ile Haçlıların-Batılıların değirmenine su taşıdılar. O yüzden olsa gerektir ki; tüm maddi imkanlarına rağmen iki yakaları biraraya gelmiyor. Bugün de Ortadoğu’da yaşananlar enerji savaşları..

 

1917 sonrası Filistin topraklarına akın eden Yahudiler ve 1948’de kurulan İsrail Devleti, aslında Hıristiyan Batı dünyasının, bölgesel tetikçisinden başka bir şey değildir. İslam coğrafyasının bağrına saplanan İsrail hançerinin kabzesinde Hıristiyan batı dünyasının parmak izleri vardır. Kıbrıs harekatı sonrası 1975’de kurulan ASALA da tıpkı Siyonist Yahudiler gibi Batı’nın taşeronluğu için görev almıştır. Elbette mutedil Yahudilerle Siyonist Yahudileri bir tutmayacağımız gibi; komitacı, terörist Taşnak ve Hınçak Ermenileriyle mutedil Ermenileri bir tutamayız. Sonuçta ırklar, renkler, diller Allah’ın ayetleridir. Burada bir hususa dikkat çekmek isterim; ASALA, 1974 Kıbrıs Harekatı’ndan sonra kuruldu. Niçin? Çünkü adı geçen harekatta 1945 sonrası ABD’nin siyasi nüfuz alanına giren Kıbrıs’ta İngiltere hakimiyetini Makarios ve Grivas eliyle sürdürüyordu. Kıbrıs’ta bulunan iki askeri üs Dikelia ve Agratur adeta Ortadoğu’nun tarassut kulesi konumunda olan üs’lerdir. ABD, bu üs’lerin kendi kontrolünde olmasını istiyordu. Nitekim 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası bu üs’ler ABD’nin hizmetine sunuldu. İşte ASALA Kıbrıs Harekatı’ndan sonra 20 Ocak 1975’de Lübnan’da kuruldu. Ve Türkiye’yi, Türkiye’nin hariciyesini hedef alan birçok suikast ve eylemlerine imzasını attı. Anlaşılan Türkiye, Kıbrıs barış harekatı ve sonrası itibariyle başta Fransa ve İngiltere’yi çok kızdırdı. Zaten Kıbrıs harekatı öncesi ABD Dışişleri bakan yardımcısı Vance ile yapılan görüşme de Amerika-Türkiye mutabakatı ile harekatın gerçekleştiğini ortaya koyuyordu. Avrupa hıristiyan dünyası muhtemel ASALA ile Türkiye’ye bedel ödetmek istedi.

 

ASALA’nın kullanım suresi dolduğunda da onun yerine PKK’yı imal etti. Ve PKK 1978-1984 arası kuruluş hazırlıklarını tamamlayarak, 1984’den itibaren ASALA’dan görevi devraldı. Tıpkı ASALA gibi PKK da aslında bir Haçlı organizasyonudur. Ve ilk başlarda PKK’nın hedefinde olan yakıp yıktığı yokettiği yaklaşık 60 civarındaki köy ve köylülerin tamamı masum Kürt köyleri idi. Peki PKK niçin bu Kürt köylerini hedef aldı? Çünkü Ermeni iddialarına göre bu köyler tehcir sırasında Ermenileri öldürmüşler. Zaten Ermeniler de bu konuda: “Bizim Ermeniler olarak Türklerle toprak, Kürtlerle kan sorunumuz var” demektedirler.

 

 

15 Temmuz FETÖ hareketi de Haçlı zihniyetinin bir ürünüdür. Dinlerarası diyalog çalışmalarının içeriği ve FETÖ’nün konuşmaları incelendiğinde bunu anlamak kolaylaşır. Nitekim 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece ABD yetkilileri önce taraflara itidal çağrısı yaptı, Birinci Ordu komutanının darbe karşıtı açıklamasının ardından; “meşru bir yönetime karşı başkaldırı kabul edilemez” noktasına geldiler. ASALA’yı tatile gönderenler vakit geçirmeden PKK’yı devreye soktular. Keza 11 Şubat 1999’da APO’yu teslim edenler, 22 Şubat 1999’da FETÖ’yü teslim aldılar. Bunlar tesadüf olabilir mi?

 

 

KISA KISA

 

İngiltere’nin eski başbakanı Margaret Teacher 1990 NATO zirvesinde yaptığı konuşmada düşmanın renginin “YEŞİL” olduğunu ifade etmişti. 1990 NATO zirvesi Varşova Paktı’nın sona ermesinden sonraki ilk zirve. Zira o zamana kadar NATO nezdinde düşman Komünizme atıfla “KIRMIZI” renkle ifade ediliyordu. Soğuk Savaş sonrası düşman İslam ve Müslümanlar oldu simgesi de “YEŞİL”,,,

 

Meşhur tarihçi Yahudi kökenli ABD’li Bernard Lewis “Müslüman Öfkesinin Kökleri” isimli The Atlantic Monthly dergisinin 1990 Eylül sayısındaki makalesinde diyor ki: “İslam’ın sadece Hıristiyanlıkla değil Hıristiyanlık dünyası (Christendom) da denilebilecek bütün bir Batı ile kavgalıdır.”

 

17 Ocak 1991’de başlayan Körfez harekatı ve bu harekatın müttefiklerini, 20 mart 2003’e kadar süren katliam, açlık, bir halkın yok edilişini medeniyet merkezlerinden sayılan Bağdat’ın bitirilişini bir tarafa bırakalım, ama, 11 Eylül 2001’de ikiz kulelere ve Pentagon’a yapılan saldırı ardından ABD başkanı George Bush’un şu sözlerini nereye koyacağız: “Bu savaş terörizme karşı yürütüler Haçlı seferi olacaktır ve bu savaş uzun zaman alacaktır. Dünyanın her bölgesindeki her bir ulusun bir karar alması gereken zamandır bu. Ya bizimle beraber olurlar ya da teröristlerle beraber olurlar.” Saddam Hüseyin esir alındığında: “Iraklı insanlara özgürlüklerini iade ederek Tanrı’nın işini yaptığını” söylemiştir.

 

2011 yılında Fransa Devlet başkanı Sarkozi, Müslüman ülkesi olan Libya için: “Libya’ya karşı NATO’nun kullanılması bir Haçlı savaşıdır.” demişti. Rusya’nın o dönem başbakanı olan Putin, Fransa İçişleri bakanı Claude Gueant’la birlikte Libya’ya yönelik harekatın Haçlı seferi olduğunu söylemişlerdi.

 

Şüphesiz bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Ancak sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; 1096’da başlayan Haçlı seferleri değişik metod ve uygulamalarla halen devam ediyor ve devam edecek.

 

Yazımı İran’ın eski kara Kuvvetleri komutanlarından Şirazi’nin 1987’de “Irak’la devam eden savaşta elinizdeki mevcut silahları niçin kullanmıyorsunuz?” Sorusuna verdiği cevap ilginçtir: “Evet silahlarımız var ama biz o silahları gerçek düşmanlarımıza karşı kullanacağız, zira bizim için Irak halkı düşman değil onlar bizim kardeşlerimiz. Bize düşmanlık yapan Saddam ve rejimi. Onlarla da mücadele edecek kadar silahlarımızı devreye sokuyoruz. Ancak unutulmasın ki bizim İslami kimliğimiz devam ettiği sürece nice savaşlarla yüzyüze geleceğimizin bilincindeyiz.” demişti. Elbette o zaman için Şirazi haklıydı ve samimiydi. Ancak şimdilerde İslami kimlik yerine mezhebi kimlik öne geçtiği için muhatap alınmıyorlar.

 

Nevar ki İran’ı, Turan’ı, Arab’ı, Acem’i tüm İslam camiası unutmamalıdır ki Haçlı savaşı bitmedi bitmeyecek. 2011 yılında başlayan Arap Baharı’nın İslam coğrafyasında estirdiği yakıcı yokedici rüzgar da Haçlı zihniyetinin bir devamı değil mi? Tüm bu olanlara rağmen Müslümanlara ve onların yöneticilerine düşen görev “gavur kayırıcısı” olmak yerine; insanlığın, Müslümanlığın, İslam’ın yanında durmak olmalıdır…

 

 

(İlkadım Dergisi)

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş