metrika yandex
  • $32.5
  • 34.84
  • GA18240
İtidal

Mahalle baskısı üzerine

SÜLEYMAN ARSLANTAŞ
06.09.2017

Mahalle baskısı tabiri neredeyse emperyal baskı, Siyonist baskı gibi ifadelerle eş anlamlı olarak kullanılmaya başlandı. Ve devamında mahalleliden, mahalle büyüklerinden, onların öğreti ve telkinlerinden adeta çocuklarımızı, gençlerimizi ve büyüklerimizi arslandan kaçar gibi kaçar hale getirdik.  

 

Sahi nedir bu son yıllardaki mahalle baskısı söylemi, bununla ne amaçlanıyor, bu söylemi kimler pazarlıyor, komşuluğun bitirildiği, son çeyrek asırdır yokedilen sokak kültürünün, sokakları bitiren, komşulukları sona erdiren çokbilmiş rantgözlü yerel yönetimlerin payı ne?

 

Mahalle baskısı kavramı 2007 yılında Ruşen Çakır’ın Vatan gazetesi adına Washington’da Prof. Şerif Mardin’le yaptığı bir röportajda, Şerif Mardin tarafından dile getirilen bir kavram. Belki daha önce de bu kavram kullanılmış olabilir. Ancak adı geçen röportaj sonrası konu bir hayli ilgi gördü. Hemen hemen bir çok olayda “mahalle baskısı” ifadesi kullanılmaya başlandı. En son benim şahit olduğum sekiz yaşındaki torunuma, artık eve çıkma vaktinin geldiğini hatırlattığımda; “ Bana baskı yapamazsın dede!” diyerek “mahalle baskısı” tabirinin benzeri bir ifadeyle cevap verdi-karşı geldi!

 

Belki daha önceki yıllarda da bu ve benzeri kavramlar kullanılıyordu. Özellikle AK Parti iktidarıyla birlikte muhalif kanadın meramını ifade aracı ve hatta politik baskı aracı olarak kullanıldığı da bir vakıa.

 

Öncelikle “mahalle nedir?” sorusuna bir cevap bulmamız gerekiyor. Mahalle, bilindiği gibi bireylerden ve o bireylerin ikamet ettiği, çalıştığı konut ve iş yerlerinden meydana gelir. Bireylerin ve onların oluşturduğu ailelerin ayrı ayrı konutlarda ve aynı bölgede yaşadıkları yerdir. Resmi tarife göre bir şehrin, ilçenin ya da köyün yönetim bakımından bölündüğü parçalara verilen addır. Keza mahallenin resmi işlerini de yine mahalle halkının seçtiği muhtarlar yürütür. Aynı mahallede ikamet eden insanlara da mahalleli ya da mahalle halkı denilir.

 

Mahalleli olmak, mahalle kültürüne sahip olmak aslında başlıbaşına bir ayrıcalık ve kazançtır. Zira her mahalle bireyinin kendince aileden gelen bir kültür ve geleneği vardır. Bu kültür ve gelenek çocuk denecek yaşlardan itibaren paylaşılmaya başlanır. Kültürler, gelenekler sadece paylaşılmakla kalmaz aynı zamanda müşterek bir dil, müşterek bir kültür de oluşturur.

 

En önemlisi de mahalle sakinlerinin birbirlerinin sevinç ve kederlerini paylaştıkları bir gelenek oluşur. Paylaşılan birikimler zamanla davranış biçimine dönüşür. Mahalle sakinlerinin birbirlerine yakınlaşmaları, paylaşımları öyle bir noktaya gelir ki; artık komşuluk, mahallelilik akrabalık boyutunu da aşar ve en önemlisi de mahallenin muhtelif kuşakları birbirlerinin adeta eğiticisi olurlar.

 

Mesela benim Maraş’ta doğup büyüdüğüm sokak çıkmaz sokaktı. Mahallemizde birbirine paralel birçok çıkmaz sokaklar da vardı. Sokağımızda yedi veya sekiz hane oturuyordu. Ben kendimi neredeyse sekiz baba, sekiz anne, onsekiz-yirmi kardeşim varmış gibi hissediyordum. Benden birkaç yaş büyük olanlar ya abim ya da ablam konumundaydılar. Onların her ikazı kendi anne babamın ve akrabalarımın ikazı mesabesindeydi. Bu cümleden olarak mahallemizin büyüklerinden Ökkeş ve Ahmet amcaların ve diğerlerinin nasihati-tenbihi anamın babamın tenbihinden farksızdı. Ve yine komşumuz Hatice ve Güllü teyzelerin bana karşı şefkatleri annemi aratmıyordu. Okul dönüşü anam evde yoksa mahallemizde, sokağımızdaki komşu teyzelerimin karnımı doyurdukları çok olmuştur.

 

Diğer yandan komşu çocukları olarak, mahalleli olarak seyrek de olsa kavga ettiğimizde durumu anne ve babalarımıza duyuramazdık. Şimdi olduğu gibi şikayet hakkımız yoktu. Zira duyurmamız halinde kavga ettiğimiz çocuk değil, biz yerdik dayağı aile büyüklerimizden. Ergenliğe doğru yol almaya başladığımızda ortaya koyduğumuz yanlışlıkların mesela sigaraya özenmek gibi ilk ikazcısı ve hatta gerekirse ilk dayak atanı mahalle büyüklerimiz olurdu. Sokağımızın mahallemizin genç kızlarımızın namusu hepimizin namusuydu. Mahallemizin kızına birileri laf attığında hemen cevabını alırdı. Ve kimse bize “sen namus bekçisi misin?” demezdi-diyemezdi..

 

Sahi bize ne oldu? Bugün her bir sokağın mektep, her bir mahallenin müşterek kavram mekanı olduğu gerçeğinden niçin uzaklaştık?

 

Doğrusu dün paylaşacak maddi manada paylaşacak fazla da bir şeyimiz yoktu. En çok paylaştığımız kültürümüzdü, ahlakımızdı, sevgimizdi.

 

Mahalle camilerimiz namaz vakitlerinde açılıp kapanan yerler değildi. Sabahın erken saatlerinden yatsı namazı sonrasına, kış aylarında daha geç vakitlere kadar İslam tarihinin, Hz. Peygamber’in hayatının, ilmihal bilgilerinin, Hz. Ali ve benzerlerinin hayatının anlatıldığı yerlerdi. Evlerimiz, sokaklarımız, mescitlerimiz ve hatta mekteplerimiz metalik değildi. Okul sonrası sokaktaki yaşantımız bile hocalarımız tarafından denetlenirdi.

 

Adamsendecilik semtimize uğramazdı. Bu saydıklarımın neredeyse hepsinde ahlaki ve ruhani bir boyut vardı. Ve geçmiş nesil bunlardan istifade ediyordu. Belki kış aylarında cami hücresinde sohbet eden büyüklerime su dağıtmak, sobaya odun taşımak gibi görevlerim vardı ama o mekanda sohbet eden büyüklerimin söylediklerinden, konuştuklarından, edeplerinden pay alma hakkım da vardı.

 

Şimdi ise dünden daha çok zenginiz, sözüm ona çok daha fazla kültürlüyüz. Apartmanlarda, sitelerde, mega sitelerde oturuyoruz. Bir elimiz yağda, bir elimiz balda. Yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkada.. Ama mutlu değiliz. 

 

Daha önceki bir makaleme attığım başlık “Ben dinimi babamdan daha çok biliyorum fakat babam kadar dindar değilim.” idi.

 

Sahi bu geldiğimiz sonucun müsebbibi kim, kimler, neler? Niçin günümüzde yapmadığımız/yapamayacağımız şeyleri söyleyenlerimiz çoğunlukta? Niçin emrolunduğu gibi dosdoğru hareket etmeleri gerekenlere imanları hükmetmiyor? Neden ikiyüzlü münafık tiplerin harmanlandığı bir dünyadayız?

 

Dün bu dünya hayatında kendilerini misafir olarak kabul edenler masaya, kasaya, nisaya sahip olduktan sonra kendilerini evsahibi mi zannediyorlar yoksa? Faniliklerini unuttular mı, sorumluluklarını unuttular mı? Heyhat! Sorumluluklarını hatırlayan ve hatırlatanlara da günümüzde mahalle baskısı uyguluyor demiyorlar mı?

 

Tekrar konumuza dönelim. Mahalle baskısı tabiri bizi, kendi öz kültürümüzden, otantik denetim yapılanmalarımızdan uzaklaştıran bir tabirdir. Ve bu tabir insani ve İslami manada en azından kullanım alanı itibariyle kabul edilebilir bir tabir değildir. Ve bu tabir Kur’an’a, Hz. Peygamber’in (as) sünnetine muhalefettir. Hatırlayınız: “Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden, kötülüğü yasaklayan bir cemaat olsun…” (3/104) Ve yine Peygamberimiz(as)in “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltiniz, buna da gücünüz yetmiyorsa dilinizle mani olunuz, buna da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzediniz” buyurmaktadır.

 

Oysa bugün bu İslami ilkeler doğrultusunda ya da evrensel insan hakları bağlamında ortaya koyacağımız her bakış, her söylem, her eylem neredeyse mahalle baskısı olarak değerlendiriliyor.

 

Dolayısıyla lütfen bu ve benzeri ifadelere karşı dikkatli olalım ve bizleri gerçek kültürümüzden, adetlerimizden uzaklaştırmaya yönelik kavramlardan kendimizi, mahalle ahalisini uzak tutalım. Yeniden hikmetle ve güzel sözle nefsimize, ailemize, mahalle sakinlerimize yakınlaşalım. Mümkün olduğunca akrabalık ve komşuluk bağlarını yeniden inşa edelim. Mahalle olmayı, mahalleli olmayı, komşu olmayı, komşuluk yapmayı engelleyen yüksek yapılardan uzak duralım. Kapitalizmin ibadetgahı olan AVM’ler yerine mahalle bakkalımızla hemhal olalım. Ne olur şöhretin, servetin şehvetine kapılmayalım.

 

   

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Mutlu | 07.09.2017 02:28
Yaşasın mahalle baskısı!