metrika yandex
  • $32.46
  • 34.71
  • GA18240

Gökçeada ve Bozcaada

Dr. MEHMET SILAY
07.12.2018

GÖKÇEADA

Gelibolu yarımadasının Saroz Körfezine bakan tarfında yer alan Kabatepe rıhtımından bindiğimiz araba vapuruyla Gökçe ada’ya doğru Eğe denizine açılıyoruz.

Güvertede yeni yol arkadaşlarımızla ayaküstü tanışıyoruz. Çorum, Kırşehir ve Giresunlu dinamik gençlerdi. Biraz da modern takılan Müslüman aydınlardandı. Kendilerini geliştirebilmek için sorular soran, teklif ve itirazlarını edep ve nezaketle ifade eden gençlerle sohbetimiz sürüyor. İkimiz de seviniyor ve mutluluk duyuyoruz  bu tesadüfi diyalogdan. Yanımda bulunan kitaplarımdan onlara hediye ediyorum, hemen okumaya başlıyorlar. 

İki yanımızda da ufkun görünmediği engin ve masmavi bir sonsuzluk uzanıyor.

Bir saat yirmi dakikada Gökçe adanın Kuzu limanına kavuşuyoruz. Gökçe ada konumunda ülkemizin en büyük adası oluyor. Rodos, Midilli ve İstanköyün yanında düne kadar yani 1923 Lozan anlaşmasına kadar Gökçe adanın esamesi okunmazdı. Dört asır bizim olan Eğe  adaları yahut Oniki adalar sorumsuz bir imzayla Yunan adaları oluveriyor.

Rodos, Türkiyeye 7 mil, Yunanistana 208 uzaklıkta. Aynı şekilde Midilli adası Türkiyeye 5 mil, Yunanistana 210 mil uzaklıkta duruyor. Kaş körfezinin ortasında bizim yamaçları seyreden ve bizim içme suyumuza muhtaç olan Meis adası ise akla ziyan bir konumda.  

Lozan dönüşü bir münasebetle Dikiliye geçen İnönü, sahilden açık havada zeytin ağaçları sayılan Midilli’yi görünce soruyor;

-Neresidir, bu görülen ada?

-Midilli adasıdır efendim!

-Vay diyor, bukadar yakınmıymış bu ada?

Rodos ve Midillinin yanında Gökçeada cim karnında bir nokta kalır.

Yunanlılar, Avrupalıların da hoşuna giden Haçlı şövenizmiyle düne kadar bizim olan adaları Müslüman Türk ve Müslüman Pomakların teşkil ettiği Osmanlı çocuklarından boşaltmaya başlıyorlar. Adaların demografik yapısı değişmeye başlıyor. Giritten Rodos’a gelenler Sultan ikinci Abdulhamidin yaptırdığı Hamidiye mahallesinden de ortalama 40 yıl içinde Anadolu yakasına göçerek çoluk-çocuklarının canlarını, mallarını ve dinlerini koruyabiliyorlar. Oniki adaya karşılık Lozanın promosyonu olarak Gökçe ada ile Bozca ada bize bırakılıyor. Gökçeadanı kuzeyinde ki Semender adasını da Yunanlılara hediye ediyorlar.

Çarşıda harcıalem bir otele yerleşip adayı gezmeye başlıyoruz. Doğudan batıya Müslüman ve Rum köylerini bir-iki saat içinde dolaşabiliyoruz.

Bir kır kahvesinde çay içiyoruz. Tanıştığımız Belediye başkanı halka ve ziyaretçilere karşı sıcak yaklaşıyor. Soruyoruz, başkan Yücel Atalay anlatıyor;

“Bir kere gelenler ve birkaç gün kalabilenler Gökçeadaya hayran oluyorlar. Her yıl gelmeye başlıyorlar. Burada her temel ihtiyaç mevcut ve ucuz bir çevrede güvenle dinleniyorlar.    

Havası, suyu, denizi, kumu, bademi, karadutu, üzüzm bağları, şarapları, zeytinyağı, peyniri, eti ve balığıyla ve hatta adada mevcut kendi su kaynaklarıyla, kısaca kendikendine yetmede yalnız Türkiyede değil, dünyada dördüncü sırada gelir. Gökçeada merkezinde üç cami ve her Rum köyünde bir kilise mevcuttur. Kendinizi güvende hissedeceğiniz Gökçeadada hem memleket hem de ahali mazbuttur.

Göletleri ve  kaynakları vardır. Özellikle keçiler ve adanın süt, yoğurt, peynir ve et ihtiyacını karşılayan sığırlar için besi çiftlikleri ve geniş yaylım alanları vardır. Bol esintisi ve oksijen sirkulasyonuyla her zaman sağlıklı bir havaya sahiptir. İç turizm her zaman canlıdır. Mutlaka ziyaret edilmesi, gezip görülmesi ve hiç olmazsa bir gece kalınması gereken bir vatan parçasıdır.

 

Gökçeadada üç lise var. Nüfusu 5 bindir. Ancak nüfus yoğunluğu yaz-kış değişir. Yazları ve turizm mevsiminde üç misli attığı görülür.

Önce merkez ilçeyi sonra da yolların gidebildiği yerlere kadar adayı dolaşmaya başlıyoruz. Dere-tepe aşıyoruz ve açık denize bakan adanın batı sahilinde Adalet bakanlığına ait bir dinlenme tesisi buluyoruz. Bakanlık mensubu hakim ve savcıların aileleriyle birlikte yazları gelip kaldıkları bir merkez.

Tepeköy’de Panayot beyin kahvesinde Dibek kahvesi içiyoruz. Karşımızda bir tabela; Madamın Dibek kahvesi, Yetmiş metre yukarda ve sokağın başında Barba Hiristo tatlıları satışa sunulmuş. Keza az aşağıda küçük balkonlu bir av sahibi davet ediyor; Madam Amirsan dibek kahvesi. Nihayet Son Vapur Cafe ve şarapevi yazılarını kaydettiğimz köyden ayrılıyoruz. Tepeköyde yazları 60 kışın ise çoğu yaşlı olmak üzere ancak 30 kişi kalabiliyor. Gökçeadada toplam 283 Rum vatandaş yaşıyor. 

Gökçeadada bir meslek lisesi ve bir de çok programlı lise eğitimini sürdürüyor. Öğretmen okulu ise tüm Türkiyeye donanımlı eğitimciler yetiştiriyor. Merkez cami ile Fatih camiine beş vakit namaz kılınıyor. Yazları da çocuklar için Kur’an kursları açılıyor. Adanın girişinde ise Şahabettin Harputun Kaymakamlığı sırasında inşa edilmiş Harput camiinde vakit namazını kılıyoruz.   

Bir gece kalıp kahvaltıdan sonra kalkan dün geldiğimiz araba vapuruyla tekrar Çanakkaleye dönüyoruz.

BOZCAADA

Gökçeadadan daha çok daha küçük fakat daha renkli bir yerleşim yeri olan BOZCA ADA ise daha renkli geliyor bize. Yine Müslümanlarla Rumlar birlikte yaşıyorlar.

Yalıdan dönme, karşıda Ezineyi seyreden Otel ve pansiyonlarıyla canlı bir ada. Tarihi camilerin yanında, mahalle arasında bir de kilisesi mevcut. Kaymakamlık, sağlık ocağı ve jandarması ile asayiş berkemal. Sahilden daha içerlerde butik pansiyonlarda yazın bazı aylarında boş oda bulamazsınız. 1974 Kıbrıs Çıkartmasından sonra tedirgin olan Rumların bir kısmı evlerini bağlarını Müslüman komşularına bedeli mukabili satıp, Bozcaadayı terketmişler. Çoğu da Yunistana taşınmış.

Bozcaada, tepeye çıkıp seyrettiğimizde yemyeşil üzüm bağlarının doldurduğuverimli ve her tarafı ekili-dikili bir kara parçasıdır. Niye Bozca ada demişler hayret. Sahilde yükselen minare ve kubbeleriyle tarihi camiler ilk görenler için heyecan verici.

Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa Camii 1702 yılında tamir edilmiş. Demek ki tamirden bir asır önce yapılmış bir ibadethane. Yanında Bozcaada Müftülüğü. Caminin dışındaki bahçede Osmanlı mezar taşları. Buraya ada eşrafından vefat edenler, ilim adamları ve kale kumandanları defnedilmişler.

Alaybey Camiinde tahiyyetul mescit kılıyoruz. Avlusunda Sadrazam Halil Hamit Paşa’nın taşla çevrili kabri şerifi. Bir tarih 1199. Herhalde hicri tarihtir.

Köprülü Mehmet Paşa Camii-1655 yakın zamanda Vakıflar Genel Müdürlüğü restore etmiş. Mimari doku ve yerleşim alanı bakımından Bozcaadanın sağ tarafı Rum, sol tarafı Müslüman mahallesidir. Bozcadanın muhkem kale surları üzerinde dolaşıyoruz. Limanda Rus, Yunan ve ABD bayraklı yatlar demir atmış bekliyor.

Kaldığımız emekli öğretmen Hulusi beyin Üzüm adındaki butik pansiyonundan ihtiyaçları alıp geri dönüyorum. Listeme bakıyorum; Üç adet Çupra, patlıcan, iri domates, kırmızı biber, kepek ekmek ve meyve. Görevimi yapıyorum. Pişirmek ve birlikte yemek Faik beyin işi.     

Bize adayı gezdirerek tanıtan Rıza kardeşim anlatıyor; Şimdi Sokak aralarında meşhur şarap imalathaneleri çalışıyor. Eskiden Aral, Bozcaada, Talay ve atael şarapları üretilirmiş.

Bozcaadanın kaderini değiştiren bir sürgün adada rahmete dönüşmüş. Ticani şeyhlerinden Merhum Kemel Pilavoğlu Ankaradan adaya 5 yıl sürgün karaıyla gelmiş. Çevreyi ve insanları okadar beğenmiş ve sevmiş ki, Bozcaadada ailesiyle birkikte tam 14 yıl kalmış.

1907 tarihinde yapılan bir binayı konut olarak satın almış. Yüksek tavanlı, adanın en güzel yerinde konşlanmı bir Rum eviymiş. Kitaplar yazılmış bu çalışma odasında. Camekanda İlahi Işık, Dini Ahlaki, ilmi ve tarihi eserler sergileniyor. Duvarda merhum Kemal Pilavoğlunun bir renkli portresi duruyor. Aydınlık çehreli, heybetli bir duruş. Bu onun namaz ve tefekkür odası.

Adada ilk fırını Kemal bey yapmış. Pastahane yaptırmış ve bahçe tarımını geliştirerek sebze yetiştirmiş. Rum komşusu Simyon Salto’dan şarap imalathanesini satın almış. Temizlemiş, tebdil etmiş ve sağlıklı bir gıda olan ve kansızlığın doğal ilacı pekmez üretmeye başlamış. Bağ sahibi olan ada halkı Şarap için verdiği üzümün kilosu 2 bin lira iken, Pekmez imalatı için gönüllü olarak 800 liradan vermişler. Türkiyenin her tarafına ayrıca manevi değeri olan “okunmuş pekmez” talep üzerine gönderilirken, Ezineye ise sebze ve meyve Bozcaadadan gitmeye başlamış. Pekmez rekoltesi yükselince Ru Simyon da artık yalnız şarap değil, pekmez ve reçel de imal etmeye başladı.

Adanın arka tarafında Aydoğdu tepelerinde bir çoban evi yapılmış. Yanında orta genişlikte bir ağıl kurulmuş. Yanında tadına doyamadığım bir karadut ağacının gölgesine sığınıyoruz. İşte hayvancılık burada yapılırdı. Koyun keçi ve yetiştirilen danalardan Bozcaada et, süt, yoğurt ve peynire doyardı.

Gün geldi, Bozcaadada artık gerileyen ve zarar eden şarap mafyası resmi ideoloji ile birlikte insanlık dışı bir tertip pilanladılar. Bir gönül adamı ve Allah dostu olan Merhum Kemal Pilavoğlu beyin ilmi, güzel ahlakıyla hiç örtüşmeyen adi ve alçakça bir bir iftirayla onu tututkladılar. Ankarada duruşmalar başladı. Ulucanlar ceza ve tevkif evinde zalimlere kul hakkı bırakarak kahrından vefat etti. Allah gani rahmet eylesin.

Şimdi Bozcaadada Şarap günleri Şarap festivalleri düzenlenebiliyor.

Onlarca pansiyon ve lokantada içki su gibi tüketiliyor.

Sadece inandığı gibi yaşayan ve reklama tenezzül etmeyen Rıza Ekil kardeşimin  yönettiği güvenle kalınabilecek POYRAZ pansiyonunda şarap içilmesine izin verilmiyor. Yeşillikler arasında, Bozcaadanın en temiz-hijyenik bir aile misafirhanesidir POYRAZ. Ellerine ve gönlüne sağlık Rıza bey!

Araba vapuru Anadolu yakasından yeni ziyaretçileri Bozcaadaya getiriyor.

Veda vaktimiz yaklaşıyor. 

Köşedeki fırın yıllardır kapalı.

Kemal beyin çocukları ve sevgili kızı Neriman Şaheste hanımefendi de burada büyüdüler.Şimdi, Muhterem anneleri Sare hanım Bozcaada kabristanında bizlerden birer Fatiha bekliyor.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş