88 yazıydı
23 yaşında fırtına gibi gençlerdik.
kışın askeri parkemizde, yazın gömleğin cebinde cep kuranı hiç eksik etmeyen
sabahlara kadar 7. caddede 27. sokakta bodrum katında duman altı da olsak sadece ülkeyi değil tüm dünyayı değiştirecek inancı olan o ara cebinde üç kuruşu olmayan islamcı gençlerdik.
umurumuzda bile değildi iktidar sahiplerinin güçleri.
çünkü hayatımıza dokunan bir rabbimiz vardı.
4. sınıf diş hekimliğinin en zor sınıfı ve cerrahi bölümü de en zor kısmıydı
final imtihanında numarayla sınav salonuna tek tek alınırken
o ara sırasını bekleyen öğrencilerin korku ve endişesi izlemeye değerdi.
en çalışkanlar bile sinmiş bir köşeye titrer bir halde ellerindeki tuttukları notları son kez okuma telaşındayken
özellikle kızların histerik ağlamalarına tanıklık ederdim. “kızım sizin bu stres sonrası çocuğunuz falan olmaz” diye de takılırdım.
bana gelince bilmediğim çoktu ve bildiğimiz yerden çıksın diye de dua ederdim.
orhan hoca uzun bir sınav masasında ortaya koyduğu insan kafa iskeletine
ince uzun değneğiyle bir yerlere sokar, bir küçük deliğe işte… öt der gibi bakardı!
diğer hoca ve asistanların izlerken sizin o küçük deliğin ismi,komşulukları
hangi sinirin geçtiği, nereden gelip nereyi innerve ettiği, vs söylemenizi isterdi.
numaram okunduğunda kapıdan girerken;
“ilahi çok küçük yardımına bile muhtacım. sen benim rabbimsin
kalplerin sahibi sensin, sen. oyuncak ettirme şu adamlara kulunu”
diyerek açtım kapıyı girdim.
önce büyük bir masanın üzerinde insan kafa iskeleti
sonra etrafındaki hoca ve asistanları gördüm.
orhan hoca elindeki uzun ince değneği kaldırdı masaya koydu
yerinden kalktı, gerindi ve “ben acıktım yemeğe çıkıyorum” dedi ve ekledi
“sen devam et erdal” dedi.
erdal hoca doçent olmuş erzurumlu anadolu çocuğuydu, bıyıkları aşağıya sarkan çok yakışıklı uzun boylu işini bilen biriydi.
kendine yakınlığıma gelince, bazen yaptığı taşkınlık nedeniyle
“abi valla ayıp oluyor” diyecek kadar uyarı yapan
elindeki salladığı tesbihi hediye verdiğim, gülerek, “akmeşe şimdi bana tebliğ yapıyorsun
değil mi?” diye muhabbet ettiğim biriydi ve o şimdi bana soru soracaktı,
sordu da... öyle basitti ki soru bile sayılmazdı. Sadece “adrenalin vururuz”
dediğimi hatırlıyorum
geçmiştim bölümü…
her müslümanın benzerini yaşadığı anısı illa ki vardır. bilirsiniz işte o duyguyu
çıkarken kapıdan bölümü geçmem sebebiyle sevinç benim için hikayeydi.
rabbim hayatıma dokunmuş, elimi tutmuş beni duymuştu. eşsiz bir duyguydu
yazıya niye geçmişte çoğunu unuttuğum bir anıyla başladım derseniz eğer
dilim dönerse anlatacağım;
modern insanın dinli veya dinsiz hiç fark etmez
en büyük sorunlarından biri bence ezber hayatları olması
evet ezbere düşmek insanın başına gelecek en kötü yaşam biçimi
gün, hafta, ay, yıl
yetmedi yıllar ne yapmamız gerekiyorsa adeta kodlanmıştır.
sabah kalkış saati dahil, kahvaltı, mesai zamanı, öğle, akşam yemekleri, yatılacak saat,
tatil ve dinlenme zamanları hapsi yazılmıştır. bakıp oynaması bize düşer
o döngüyü kıramazsın çünkü bağlandığımız yer rızık damarıdır.
Allah'ın kendi üzerine aldığı ve dert etmemiz gerektiğini söylediği rızık işte...
kamuda da özelde de veya kendi işiniz olsa da çok fark etmiyor
batıda yüzde 90’lara türkiye’de yüzde 70’lere yakın insan ücretli olunca gerisini siz düşünün
peki kendi işinin patronu olmak farklı mı?
ne münasebet! orada da “piyasa” diye bir zorba bulmuş arkadaşlar
ücretliye benzer kurgulanmış ezberletilmiş hayatlar var.
müslümanın farkı sadece aralara serpiştirilmiş dinin ritüelleri
namaz gibi oruç gibi hac umre gibi ibadetler var. evet var ve çok kıymetli.
ama bu farklılık kalplere niye “sekinet”
getirmez ki?
‘dişler niye sıkılır uykuda’ onu söylerim...
psikiyatri ve psikologların randevu defterlerindeki sıra, dinli dinsiz aynı kefeye niye koyar ki?
müslümanın psikolojik sorunu olmaz diyenlerden değilim.
elbette olur olacak da. biz de insanız.
sıkıntı
seküler kesimle dindar aynı benzer dertlerle aynı sırada tedavi olmasından bahsediyorum
benzer telaşlar işte...
telaşın benzeri nasıl anlaşılır derseniz eğer?
sevdikleriyle ilgili ezbere bakın derim kafi.
yani çocuklarına.
aynı zamanda bu kendi iç dünyamızın dışarıya yansımasıdır.
bu ülkede en can sıkan kısım
herkesim ebeveynin çocuklarıyla ilgili kaygısı da umutları da benzer
“kolunda altın bilezik olsun” diyen ve önceliği buraya çeken
çocukları yarış atları olarak gören bir akıl
çocukların gönül dünyalarına dokunmuyor bile...
yarış aynı anladınız siz..
ne mi derim?
dost valla zor konu.
kalbin sükuneti sağlayan dinginlik
bedenlerin ihyası, midelerin dolması için koşturmakla veya
“kola takılan altın bileziklerle” olmuyor.
ne yapmalı derseniz eğer?
benim bildiğim olanı söyleyeyim; gönüller sadece Allah’la olan ilişkiyle tatmin edilir
bunu bence en önemli safhası
Allah’ın yaşadığı, göğe çekilmediği her an hayata müdahil olduğuna kesin bir şekilde iman etmekle, inanmakla başlar.
estağfirullah! der gibi baktınız
öyle valla öyle!
modern insanın hayat kurgusunda Allah ya yokmuş gibi bir hayat kurar veya göğe çekilmiş ve terk etmiştir insanlığı…
dindarlar için de Allah çok zaman gökte dileklere isteklere cevap veren bir hizmetçi konumundadır.
dost orada mısın?
gökte olan unutmadı bizi. Allah diri, yaşıyor
sonra başka alemlerden dostlarımız var melekler gibi…
Allah hayatımıza her an dokunmakta ve yeniden yaratmakta.
buna inanmak öylesine önemli ki kalplerin sükunetine sebeptir.
aziz peygamberin günlük eylemlerden sonraki duaları bunun en güzel kanıtı
mesela, bir çeşit ölüm olan uykudan sabah kalktığında “ruhları tekrar bedenlere iade eden Allah'a hamd” etmesi
tam da dediğim müdahale ve farkındalıktır. eşsizdir.
kalbin şifası Allah’ın ‘hayy’ ve ‘kayyum’ olduğuna inanmaktan geçer
tüm hayatları kurgulayanların üzerinde güç ve iktidar sahibidir
yaratıcının hayata müdahalesine
yani bize, toplumlara temasını hissetmek ve algılamak ezber hayatlardan kurtulmakla mümkündür.
kalbi rahatsızlıkların da ilacıdır...
hayat kurgusunu onun varlığına göre dizayn edenler mahcup olacak değildir. biraz sabır ah!
ökkeş güzel sesiyle mırıldandı
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ
bakara 255
yola düşmek ezberi terketmektir.
o zaman işte
Allah’ın kuluna küçük küçük temasları bile fark ettiğiniz anlardır.
dilim dönere haftaya devam ederim .
belki…
Ali Kaçar ile Derkenar..
01.05.2024
Kibrin Mağlûbiyeti -2 | İlhan Akar
30.04.2024
Suriyeli Mültecilerin Sorunları ORHAN GÖKTAŞ 02.05.2024
Başkası İçin Yaşamak Doç. Dr. MEHMET SAĞLAM 28.04.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
Ölüm ve Bayram AHMET SEMİH TORUN 13.04.2024
müslüman ‘Allah diri’dir! valla! MUSTAFA AKMEŞE 19.04.2024