metrika yandex
  • $32.36
  • 34.65
  • GA17500

Haberler / Kültür - Sanat

YABANCI ÖZEL OKULLAR (Osmanlı İmparatorluğunun Kültür Yoluyla Parçalanması) - 1

20.06.2018

YABANCI ÖZEL OKULLAR

(Osmanlı İmparatorluğunun Kültür Yoluyla Parçalanması)

Yazan: NAHİD DİNÇER

ÖNSÖZ

Aydınlar Ocağı, 1969 yılında «Milliyetçiler il­mî Semineri», 1976 yılında toplanmış olan «Mil­liyetçiler Büyük Kurultayı» geleneğini devam et­tirmek, 1978 Türkiye’sinin başlıca meselelerine milliyetçi bakış açısından ilmî çözüm yollan araştırmak gayesiyle yeni bir kurultayın top­lanmasına ve bunun 26,27,28 Mayıs 1978 tarih­lerinde İstanbul’da tertiplenmesine karar verdi. Milliyetçi öğretim üyelerinin, fikir adamları­nın ve uzmanların iştirakleriyle gerçekleştiril­meğe çalışılan bu kurultay'a «Milliyetçiler III. Büyük İlmî Kurultayı» adı verildi. Kurultay'ın tertip komitesi bana, Millî Eğitim Komisyonunda okunmak üzere «Türkiye’de Yabancı Özel Okullar» konusunda tebliğ vermem için teklifte bulunmak nezaketini gösterdi. Bu teklifi memnuniyetle kabul et­tim; tebliğimi verdim. Bazı arkadaşlar, bu tebliğin müstakil olarak basılması üzerinde ısrar­da bulundular. Bu ısrar neticesinde, elinizde bulunan bu küçük hacimdeki kitap meydana geldi.

Osmanlı imparatorluğu içinde ve şimdi de Türkiye’de dört yüz yıla yakın zamandan beri faaliyette bulunan muhtelif Katolik tarikatları mensubu rahiplerin, yüz elli yılı aşkın zamandan beri de bilhassa Amerikan ve İn­giliz Protestan rahiplerinin tebliğ, eğitim ve öğretim faaliyetleriyle ilgili olarak Batı dille­rinde yazılmış çok sayıda eser mevcuttur. R. Strait ve G. Dindinger'in 1916-1931 yıl­ları arasında çıkardıkları yedi ciltlik büyük eserde, misyonerlerin faaliyetleri, çalışma faa­liyetlerinin kolaylaştırılması konusunda yazılmış olan müracaat ve kaynak eserlerin isim­leri verilmiştir. Suriye ve Orta - Doğudaki misyonerlerin 1830-1842 yılları arasında yazdık­ları mektupların aslı, 38 cilt tutmaktadır; fakat, bu mektuplar on cilt halinde basılmıştır.

1910 yılında Edinburg'da toplanan Dünya Misyonerlik Kongresine sunulan raporların cilt halinde tamamlanmıştır. 23 Mart-8 Nisan 1923 tarihleri arasında Kudüs’te toplanan Mis­yonerlik Konsili sekiz ciltlik bir rapor ortayı koymuştu. 1923 yılında Doğu’da çalışan Fran­sız misyoner okullarının faaliyetleri 1550 say­falık dört ciltlik bir eser halinde neşredilmiş­ti. Bu kabil raporlar ve kitaplar hayli çoktur. Prof. Dr. Mustafa Halidî ve Dr. Phil. Ömer Feruh'un müşterek yazdıkları «İslâm Ülkele­rinde Misyonerlik ve Emperyalizm» isimli eser­de, dip notlarında verilenlerin dışında, ayrıca, kaynak olarak yüze yakın eser ismi verilmiş­tir. Batı'da kaynak eserlerin bu sayılanlardan çok fazla olduğunu, eserin yazarları belirtmek­tedirler.

Halbuki Türkiye’de bu konuda Batı kay­naklarından istifade edilerek yazılmış olan ve yalnız Katolik tarikatlarının faaliyetlerini içi­ne alan Nurettin Polvan'ın «Türkiye’de Yaban­cı Öğretim», Protestan rahiplerinin ve misyo­nerlerinin faaliyetlerine daha çok yer veren E. Kırşehirlioğlu'nun «Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri» isimli eserlerini gösterebiliriz. Os­man Ergin'in «Türk Maarif Tarihi» adlı beş ciltlik eserinin muhtelif yerlerinde yabancı özel okullar hakkında bilgi verilmiştir. Yabancı özel okullar konusunda bilgi edinmek isteyen­lere, bu üç eser kaynaklık vazifesini görmek­tedirler.

Bunların dışında İstanbul’daki Amerikan Kız kolejindeki faaliyetleri konu edinen Müfide Ferid'in «Pervaneler», İzmir’deki Amerikan kolejindeki faaliyetleri dile getiren Necmettin Halil Onan'm yazdığı ve Boğaziçi Yayınevi ta­rafından «Kolejli Nereye Gidiyorsun» ismi ile neşredilen «İşleyen Yara» adlı romanları var­dır.

Tercüme olarak da Prof. Dr. Mustafa Ha­lidî ve Dr. Phil. Ömer Ferruh tarafından müşterek olarak yazılmış olan, daha çok Lübnan ve Suriye’deki misyoner faaliyetlerini içme alan «İslâm Ülkelerinde Misyonerlik ve Emper­yalizm» adlı eserini gösterebiliriz. Prof. Dr. Mustafa Essibai'nin «Müsteşrikler ve Hedefle­ri» isimli eseri okullarla ilgili değilse de, kül­tür faaliyetleri ve misyonerlik gayreti gütme­si bakımından aynı paralelde bir eserdir.

Saydıklarımızın dışında Necdet Sevinç'in «Ajan Okulları», çok dar bir çerçeve içinde kalmış olan İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü­nün gayretiyle derlenen 1954 tarihli «Özel Okullar Mevzuatı» ile; gene İstanbul milli Eği­tim camiasından bir komisyonun hazırladığı 1964 tarihli «Özel Okullar Rehberi» isimli res­mî kitapları, Kenan Okan'ın yirmi beş sayfa­dan ibaret olup, fazla bir şey vermeyen «Türkiye’de Yabancı Okullar Hakkında Bir İncele­me» ismini taşıyan bir broşürünü zikredebili­riz.

Bu açıklamamızdan anlaşılacağı gibi, ya­bancı özel okullar ve bunların bağlı olduğu misyonerlik faaliyetleriyle ilgili olarak Türkiye’de çok zayıf ve cılız bir neşriyat vardır. Eğer buna neşriyat denirse. Fakat kendi kay­naklarımıza dayanılarak yapılmış ciddi bir araştırma yoktur.

Bugün Türkiye’de mevcut olan yabancı özel okullar her ne kadar lâik öğretim yapıyorlar­sa da, vazife ile gittiğim bu okullarda temas ettiğim yabancı öğretim üyeleriyle idarecileri genellikle rahip ve rahibeler teşkil ediyordu. Bilhassa Fransız okullarında, İtalyan okulla­rında bu belirgin olarak görülmektedir. Bazı öğretmenlerin de ilahiyat menşeli olduklarını; fakat biyoloji, kimya v.s. gibi ilimleri üniversi­telerin ilgili fakültelerinde okumuş ve bu fa­külteleri bitirmiş kimselerden meydana geldiğini müşahede ettim.

Türkiye’nin belirli yerlerinde -Tarsus, İz­mir daha çok İstanbul’da- toplanmış olan yabancı özel okullardan Amerikan okullarının sa­yısı beş, İngiliz okulları iki, bir Alman, iki Avusturya; İtalyan okulları üç, Fransız okulları yedi adettir. İlk okul seviyesinde bir İran, ilkokul ve ortaokul birinci sınıf seviyesinde bir Bulgar okulu vardır.

Tebliğ hududunu hacim olarak biraz da olsa, kaynakları belirtilmek suretiyle, verdiğimiz bilgilerden anlaşılacağı gibi, misyonerler ve bunların okul faaliyetleri, Osmalı İmparatorluğunun bölünmesinde, küçülmesinde ve bin yıllık Türk-İslâm kültürünü edilmesinde önemli roller oynamışlardır, Türkiye’deki Batı kültürünün temsilcileri, bir kültürümüzün gizli ve açık düşmanları genellikle bu okullardan mezun olanlar veya bunların tesiri altında kalanlardır. Halen kültürünün mefhumlarını içinde taşıyan dilimizdeki kelimelerin ısrarlı düşmanları da gene bu okullardan mezun olanlardır.

Osmanlıların, 1583 yılından sonra Abdülâziz ve Sultan II. Abdülhamid hariç; hatalı, zayıf, mütereddit ve müsamahalı tutumların zararlı neticelerin bakarak daha iyi görüyoruz.

Yarın da, mazi olmuş bugüne bakarak şayet Türk milleti ve vatanı bir kere daha küçülürse, bugünkü sorumlulara lanet etmekten kendilerini alamayacaklardır.

Bu tebliğimizde tarikatların da önemi ortaya çıkmaktadır. İslâm tarikatlarının Anadolu’nun Türkleşmesinde, Türk vatanı haline gelmesinde, Osmanlı Devletinin kurulmasında ve gelişmesinde önemli ve müspet rol oynadıkları tarihen sabittir. Fakat, Osmanlı devletinin çökmesinde de Hıristiyan tarikatlarının rol oynadıkları görülmektedir.

Ayrıca, bizim safça dost olarak kabul ettiğimiz, devamlı olarak tâvizler verdiğimiz bütün müesseselerimizi, maarifimizi kendilerin­den örnek olarak aldığımız; dilini, tıbbiye, ka­ra ve deniz yüksek mekteplerinin açılışları sı­rasında öğretim dili olarak kabul ettiğimiz; diline orta dereceli okullarımızda Türk dilin­den daha fazla saat ayırdığımız (İmparator­luk döneminde) Fransa’nın Türk milletinin en büyük düşmanı olduğunu göstermeğe çalış­tım.

Son olarak Üniversitelerimizin, kültür ve siyasî tarihimiz bakımından çok önemli bir yeri olan misyoner faaliyetleriyle; bunların kültü­rel faaliyetlerine eğilmelerinin ve bu konuda yetişen ve yetişmekte olan gençlerimize araş­tırma yaptırmalarının lüzumuna işaret etmek istiyorum.

Bu tebliğimle bir görev yapabildimse, ken­dimi bahtiyar hissedeceğim. Kusurlar benden, başarı Allah’tandır.

Şişli

NAHİD DİNÇER

 

YABANCI ÖZEL OKULLAR

Yabancı Özel Okullar konusunu, Batı'nın (ABD dahil) misyonerlik faaliyetle­rinden tecrit etmek mümkün değildir. Ya­bancı Özel Okullar, misyonerliğin faaliyet sahalarından biri; fakat bence, en önemlisidir. Misyoner faaliyetleri de Batı'nın, en geniş manasıyla emperyalist emellerinin dışında mütalaa edilemez. Bu gerçeklere dayanan düşünce tarzı içinde, yabancı özel okullar, Batı emperyalizminin öncü kuvvet­leri durumunda görünmektedirler (1).

Osmanlı İmparatorluğunun, Selçuklu­ların Batı ile vuku bulan silâhlı çatışmala­rına ve siyasî olaylarına, eğitim ve kültür acısından baktığımı, olayları bu açıdan de­ğerlendirdiğimi belirtmek isterim. Bu ba­kış ve değerlendirme tarzı, alışageldiği­miz tarzdan farklı olduğu gibi, bütün o!ayları, ekonomik alt yapıya bağlayan Marksist görüşten de değişiktir. Ben, Batı ile İslâmiyet, daha sonra, Batı ile Anadolu Türklüğü arasındaki kavganın bir kültür kavgası olduğu inancındayım. Haçlı sefer­lerinde vuku bulan silâhlı mücadelenin de temelinde din faktörü (kültür) yatmaktay­dı. Dini, yâni kültürü Papa temsil etmek­teydi. Prensler ve tüccarlar da maddî men­faat temin etmek için bu silâhlı mücadele­ye katılmışlardı (2).

Ancak, Haçlıları kımıldatan sebepler­den biri de Türkleri Anadolu’dan, geldikle­ri yere; Asya'ya sürme düşüncesiydi (3). Fa­kat bin yıllık Müslüman-Türk ve Batı mücadelesinin temelinde gene kültür mü­cadelesi mevcuttu. Haçlıların Ortadoğu’dan silâh zo­ruyla çıkarılmalarına rağmen Tüccar, Pa­pa, Prens, Ortadoğu'yu bırakmadı. Tüc­carlar bir takım ticarî anlaşmalarla yer­lerini muhafaza ettiler. Papa, silâhsız bir orduyu, rahipler ordusunu Ortadoğu’ya gönderdi; Prens de asırlarca Kıbrıs’ta, Rodos’ta kaldı. Keşiflerin başlamasıyla Papa, keşfe­dilmiş ve keşfedilecek ülkelerin mülkiye­tini kâşiflerin bağlı oldukları devletlere bırakmıştı (4). 19. asırda endüstri inkılâbıyla birlikte başlayan modern sömür­gecilikte ticarî şirketlerle devlet ve pa­paz işbirliğini, bütün sömürgelerde görmekteyiz. Bu üç güç, bir arada ve beraberce hareket etmek suretiyle Batı emperyalizminin emrinde görev yapmışlar yapmaktadırlar.

İKİ AYRI KÜLTÜR

VII. asırda Mekke’de doğan Müslümanlık, kısa sürede İran, Suriye, Anadolu ve Mısır’a, Fas, Tunus, Cezayir’e; oradan da Endülüs'ü içine alacak biçimde Avrupa’ya sıçradı. Müslümanlığın bu yayılışı Akdeniz’deki siyasî, iktisadî birlikle, Hıristiyan birliğini (Dinî birliği) de yıkmıştı. Aslında, Akdeniz’deki siyasî birlik Roma'nın, “Doğu ve Batı Roma” diye ikiye ayrılmasıyla sarsılmıştı. Bu asırda Avrupa’da, gerçek manasıyla iki devlet vardı: Halen İtalya üzerindeki hakimiyetini ve nüfuzunu devam ettiren Bizans İmparatorluğu ile Frank monarşisi (5). İslâm fetihlerinin Hıristiyanlığı Avrupa’ya sürmesi neticesinde Akdeniz, Hıristiyan medeniyetinin merkezi olmaktı çıkmış, Avrupa kavramı doğmağa başlamıştı. O devirde Avrupa, eski Roma kavimleriyle, içlerinde her dereceden barbar, yarı barbar kavimlerin bulunduğu yeni topluluklardan teşekkül etmiş bir kaos­tan başka birşey değildi. Bunları “Hıristi­yanlık” adı altında toplayan kilise, Avrupa kavramını yaratmıştı. Kurulan bu birlik ne siyasî, ne de iktisadî idi; sadece bir “Hıris­tiyan birliği” kuruluyordu.

741 tarihinde Papalık tahtına oturan Zacchaire, kendinden evvelki Papalar gi­bi Bizans İmparatorunun tasvibini almak lüzumunu hissetmemişti. Aynı yıl Bizans İmparatoru olan IV. Konstantin de Zaccharie'nin bu hareketine, Papa taraftarı rahip­lere zulüm ve baskı yapmakla karşılık ver­di. Papa taraftarı elli bin rahip öldürüldü, sürülenler de Roma’ya sığındılar. Zaccharie'nin yolunda yürüyen Papa II. Etienne, artık İstanbul’dan göremediği cismanî himayeyi Fransa’da aradı. Kısa Pepen'in tahtı Marovenjlerden gaspetmesini meşru bir hareket olarak ilân etti. Ona Saint-Denis'te taç giydirdi. Kısa Pepen'in soyundan olmayanlara, Frank krallığını yasakladı. Kısa Pepen'in (Karolenjler'in) soyun­dan olan (Charlemagne) Şarlman (768-814) tarafından Saks ve Bavyera'nın işgali, Lombardiya’nın fethi, Avarların bozguna uğratılması, Frank Krallığını barbar ve put­perest Avrupa'nın ortasında muazzam bir imparatorluk haline getirdi. Halkın zorla Hıristiyanlaştırılması muvaffakiyetle neti­celendi. Avrupa’da Hıristiyanlık, Franklar'ın silâhlarının uzanabildiği yere kadar yayıl­dı. Papa III. Leon, 800 yılında yeni bir ci­han imparatorluğu kavramını ortaya ata­rak Şarlman'a İmparatorluk nişanını verdi. Bu gelişmeleri kabul etmek zorunda kalan Bizans İmparatoru Michel, Şarlman'ı kar­deş ilân etti. Böylece Akdeniz’de Bizans, Şarlman ve İslâm (Abbasi) İmparatorluk­larının meydana getirdiği yeni bir denge kurulmuştu. Hıristiyan Avrupa’nın teşekkül etmesiyle temelinde Hıristiyanlık, Lâtinlik ve Greklik bulunan Hıristiyan-Batı kültürü meydana geldi. Diğer taraftan temelinde İslâm dini, bu dinin inanç sistemi ve Kur-an'ı Kerim hükümleri bulunan İslâm kül­türü mevcuttu. Bu iki kültür, iki ayrı medeniyeti, iki ayrı insan anlayışını temsil ediyordu. Bizans, zamanla Müslüman Türk­ler eliyle tarihteki rolünü kaybedecek, ta­rihe malolacaktı. Hıristiyan-Batı kültürü ile İslâm kültürü, bilhassa Anadolu’da yer­leşen ve İslâm’ın silâhlı gücü durumunda olan Müslüman-Türk kültürü, mücadelesini devam ettirmiş ve ettirmektedir.

Batı ve Papalık, bu mücadeleyi silâhla ve Müslüman ülkelere gönderdikleri rahip­ler eliyle kültürel, hayrî, sıhhî müesseseler­le, tebliğ heyetleri eliyle sürdürecektir. Tâ ki, Müslümanlar imanlarını kaybedip kâfir oluncaya kadar.

Burada tarihin çok garip bir cilvesine işaret etmek istiyorum. Marovenjler'den Klovis'in Hıristiyan olmasından (M.S. 406) iti­baren başlayan Papalığın bir Fransa, Franklar'ın da Hıristiyan Avrupa yaratması gayretleriyle başlayan Frank-Papa işbir­liği, sürekli olarak devam etmiştir. İslâmları Puvatyada durduran, Kudüsteki müba­rek yerlerin hâmiliğini Şarlman zamanın­da alan, Kudüs'e ilk tehdit edici silâhlı hacı kafilesini gönderen, Haçlı seferlerini başlatan, Ortadoğu’ya Lâtinliği getiren Fransızlar olmuşlardır. Papalığın cismanî gücü misyonuna sahip olan Fransızlar, 1535 yılında İslâmlığın cismanî gücü halin­de bulunan Osmanlılarla yaptıkları ve ad­ları kapitülâsyon olan anlaşmalarla Os­manlılarla dost görünürken; Fazıl Ahmet Paşanın, yerinde ifadesiyle “daima düşman­larımızla birlikte hareket ederek” (6), Os­manlı İmparatorluğunun parçalanması ve küçülmesi için en büyük gayreti sarf edecektir. Fransa, tarihin kendisine verdiği misyon istikametinde hareket edecektir. Fransa’nın Osmanlılardan kopardığı tâviz­ler, diğer Avrupa devletlerine örneklik ede­cektir. Bu konuda daima karşımıza Fran­sızlar, Fransız misyonerleri, Fransızların koruduğu misyonerler, Fransızlar kadar muannid (inatçı), onlar kadar tehlikeli ve Osmanlı İmparatorluğuna zarar verici ABD’ye bağlı proteston misyonerlerle, İngiliz proteston misyonerleri çıkmaktadırlar.

TÜRKİYE'DE AÇILAN İLK YABANCI OKULLAR

Türkiye’de ilk defa açılan yabancı özel okullar, Katolik okullarıdır. İlk gelen tarikatlar da Fransız himayesindeki Katolik tarikatlardır. Yabancı özel okulların Türkiye’de bil­hassa İstanbul’da ilk açılışını, 1583 yılın­da gelen Cizvit rahiplerinin faaliyetlerine bağlayanlar bulunmaktadır (7).

1071 Malazgirt meydan muharebesin­den hemen sonra, Saint Benoît tarikatının Cluny (Fransız) şubesi rahiplerinin Bi­zans İmparatoru I. Alexıos Komnınos za­manında (1081-1113) Gemlik’te manastır kurdukları ve yerleştikleri (8); 1220 yılın­da Franciscaine tarikatı mensuplarının İstanbul’a ilk defa geldikleri ve Fetihten ev­vel ve sonra Lâtin kiliselerine bağlı okul­larda hem öğretim yaptıkları, hem de ço­cuklar ıteganni ettirdikleri, onları kilisenin Maîtrise'lerinde yetiştirdikleri (9); İçel (Kilikya) Ermenileri arasında Katolik propa­gandası faaliyetlerinde bulunan Dominicaine tarikatı mensuplarının, bu faaliyetle­rinde başarı elde ettikleri; fakat lisan zor­lukları ile karşılaşmaları neticesinde Pa­pa XII. Jeanın (1316-1334) Lâtince öğrete­cek lisan okullarının açılmasına karar verdiğini ve bu okulların, Doğuda açılan okulların anası olduğu (10); daha 1414 yı­lında Cebel-i Lübnan’da yaşayan dinî men­şeleri Müslüman olan Dürzîlerden ve Hı­ristiyan Mârûnîlerden bir heyetin Papayı ziyaret ettikleri, 1578 yılında Katolik mis­yonerlerin Lübnan'a geldikleri ve faaliyet­te bulundukları, Roma'da, Hıristiyan Mâ­rûnîlerden bir kısmının tahsilde bulundukları (11) bilinmektedir. Bu bilgiler dikkate alındığında, dar bir çerçeve içinde de ol­sa, Türkiye’de Katolik misyoner okullarının tarihlerinin 1583 yılından evvel olduğu söy­lenebilir. Hıristiyanların (Katoliklerin), Fransız Sefiri aracılığı ile çocuklarının okutulması için Papaya ricada bulundukları; bunun üze­rine Cizvit rahiplerinin öğretim görevi yap­mak için 18 Kasım 1583 tarihinde beş kişi olarak İstanbul’a geldikleri, bu rahiplerden birinin Grek asıllı olduğu ifade edilmekte­dir (12). Halbuki XIII. yüzyıla kadar bizim anladığımız mânada bir Beyoğlu’nun bulun­madığı; fakat Pera'dan kastın Galata olması lâzım geldiği iddiaları da mevcuttur (13). Diğer taraftan Ubicini, bir Arap bel­gesine dayanarak Şarlman İmparatorluğu zamanından kalma Frenklerin Beyoğlunda bulunduğunu söylüyorsa da (14), gene ay­nı eserinde I. Kapitülâsyonların verildiği tarih olan 1535 yılında Pera (Beyoğlu) te­pesinin incir ağaçları ve bağlarla kaplı ol­duğunu, tek, tük kulübelerle, Rumlara ait sayfiye evlerine rastlandığından bahsedi­yor ki, bu ifadesinde Frenkler yoktur (15).

Ayrıca bölgenin nüfus tetkikleri de bize bir fikir vermektedir. Belin'e göre Galata ve Beyoğlu Katoliklerinin, o da şüpheli olmak üzere, ancak on yedi aile olduğu (16); daha başka kayıtlarda 1560 yılında Galata’da 17 Venedik ticaret evi olduğu, 1606 yılında 50 Lâtin hanenin bulunduğu, 1612 yılında Lâtin nüfuzunun pek az olduğu, 1614'te Beyoğlu'nda pek az Lâ­tin nüfusun kaldığı, 1664 yılında ise Fran­sız tacirleri, karıları ve çocuklarıyla olduk­ça küçük bir grup teşkil ettikleri belir­tilmektedir (17). On sekizinci asra kadar Galata ve Beyoğlu’ndaki Lâtin nüfusu hakkında kesin bir fikre varmak zordur. An­cak, 1872, 1892 yıllarında İstanbul’daki Katolik nüfusun (yerli Katolikler dahil) 20-22 bin kişi kadar olduklarını, Katoliklerin vaf­tiz kayıtlarından anlamak mümkündür (18).

İstanbul'un fethinde ise Lâtinlerin büyük bir kısmının İstanbul’u terk ettikleri bilinmektedir. Fetihte, ikisi İstanbul'da, altısı da Galata tarafında bulunmak üzere sekiz Lâtin kilisesi vardı. Bunlardan ancak Saint Benoît ve Saaint Georges kiliseleri bugü­ne kadar gelebilmişlerdir. İstanbul’daki iki kilise, IV. Murad zamanında (1630} Lâtinlerden alındı. Bu tarihte İstanbul’da Lâtinlikten eser kalmadı. Frenklerin ilk kapitülâs­yonlar adını verdikleri Fatih'in 1453 tarihli «Galata Ahidnâmesi»nde Lâtinlere mal, can emniyeti, din ve ticaret serbestisi ve­rilmekle beraber, kiliselerinde çan çalınmayacak, yeniden kilise inşa edilmeyecekti (19). Bu şartları koymakla Fatih, Hıristiyanlığın zamanla Osmanlı ülkesinde za­yıflayacağını düşünmüş olabilir. Nitekim 1551 yılında (Kanunî devrinde) İstanbul’a gelen Capucine rahipleri, daha karaya ayak basar basmaz yakalanmışlar, Mısıra götürülüp hapsedilmişler; hapishanede ölmüşlerdi (20). Bu olay, Fatih Sultan Mehmed'in düşüncesi istikametindeki bir tat­bikattan başka birşey değildi.

Pera Hıristiyanlarının (Katoliklerinin), Fransız elçisini aracı yaparak, Papalık makamına Cizvitleri, öğretim hizmetleri için görevlendirme davetinin, Fatih ahidnâmesini zedelemeyi hedef alan sun'î bir müracaat şeklinde telâkki edilmesi lâzım geldiği kanaatindeyim. Çünkü o tarihte, Lâtin kiliselerinde öğretimle meşgul Franciscaine tarikatine mensup rahipler vardı ve böyle bir talepte bulunacak kadar fazla bir Lâtin nüfus da yoktu. Galata tarafında ancak altı kiliseleri vardı. Fakat ahidnâmeye aykırı olarak Katolikler daha sonra birçok kilise yaptırmak suretiyle, ahidnâmenin hükmünü fiilen ortadan kaldıracaklardı. Fransız Sefirinin aldığı bu müsaade Katolik tarikatlarına mensup rahip ordularının İstanbul'a ve Osmanlı ülkesine akmalarına, yabancı özel okulların Osmanlı ülkesinin her tarafında mantar gibi bitmesine; daha sonra da bu kabil müsaadeyi diğer devletlerin ve Katolikliğin dışındaki mezheplerin alınmasına sebep olmuş, bunun yolu açılmıştı.

TÜRKİYE'YE GELEN HIRİSTİYAN TARİKATLARI VE MENSUPLARI

Hıristiyan tarikat mensuplarının ve misyonerlerin kronolojik sıra içinde geliş­leri tetkik edildiğinde, zamanla, gelişme­lerde, yoğunlukça ve hacimce çoğalma, okul, kilise, manastır hastahane yapmada ve propaganda faaliyetlerinde hızlanmalar görülmektedir. Bunların sebeplerini ilk de­fa Fransızlara verilen, daha sonra da di­ğer devletlere verilmek suretiyle genişleti­len kapitülâsyonlarda aramak mümkündür.

Her ne kadar 1535 yılından 1604 yılında verilen kapitülâsyonlara gelinceye kadar Katolikleri himaye ile ilgili maddeler bulun­mamakla beraber, 1604 kapitülâsyonlarına «Fransız konsolosluklarının Katolikleri hi­maye etmeleri», 1673 kapitülâsyonlarında da «Fransa’nın Katolik mezhebinden olan­ları himaye edeceği» hükümleriyle 1. Mahmud'u ve ondan sonra gelenleri bağlayan 1740 kapitülâsyonlarında ise Fransızlar, Os­manlı devletine tâbi bulunan ülkelerdeki bütün Katoliklerin himayelerini üzerlerine alıyorlardı (21). Marki de Bonnak Sefaretnamesinde, Katolik rahiplerinin davranış­ları için «haklarında hiçbir kelime ihtiva etmeyen kapitülâsyonların kendileri için yapılmış olduğunu zannediyorlar» (22) der­ken, kapitülâsyonlarla Katolik rahiplerin faaliyetleri arasındaki münasebete ve Ka­tolik rahiplerinin kapitülâsyonları yorumla­ma tarzlarına temas ediyordu. Dağınık çalışan Katolik misyoner faa­liyetlerini, Papa XV. Gregorie 1623 yılın­da Papalıkta bir propaganda dairesi kur­mak suretiyle tek merkezde toplamış ve bu merkezden idareye başlamıştı. Din adamlarının yetiştirilmesi için Paris’te «Dış misyonlar papaz okulu» kurulmuş ve gider­lerini Papalık Propaganda Dairesi üzerine almıştı. Bu dairenin kurulması, Katolik faaliyetini ve propagandasını disiplin al­tına almış, Katolikliği yayma faaliyeti dü­zene girmişti. Bunun tesiri Osmanlı İmparatorluğundaki faaliyetlerde görülmüş, İs­tanbul'da 1655 tarihinde, Osmanlı ülkesindeki bütün Katolik rahiplerin, emirlerine bo­yun eğecekleri Papa vekilliği ihdas edil­mişti (23).

Fransız elçisi Marki de Bonnak'a ve­rilen talimat, seleflerine verilenin aynıydı: «Katolik mezhebinin idame ve intişarına himmet» (24). Katolik misyonerleri, devamlı olarak Bab-ı Ali nezdinde himayeye mazhar olmuşlardı (25). Nitekim Marki de Bon­nak yazdığı bir raporda «Dinî işlerin sefire tahmil ettiği meşguliyet oldukça ağırdır» diyor ve misyonerlerin itidal tanımayan du­rumlarından şikâyet ediyordu (26). Bilhas­sa XIV. Lui zamanında, rahiplerin en zi­yade güvendikleri Kralın himâyesiydi. Ve misyonerler, Türkiye’yi fetholunmuş kendi ülkeleri olarak görüyorlardı (27).

Bu himaye yalnız yabancı uyruklu Katolikler üzerinde değil, Katolik Ermenilere de teşmil ediliyordu. Katolik propaganda faaliyetlerinde bulunan Sulukule Ermeni papazlarından olan Haçadur, hapsedildiği hapishaneden Katolikler tarafından kaçırıl­mıştı (28). Katolik düşmanı olan Ermeni Patriği Avedik, Katolik rahibi Brekonye ve Sakız adası rahiplerinden Tavyon'un ve Fransız siyasî misyonlarının işbirliği, dev­let erkânına ve divan çavuşuna verilen rüşvet neticesinde Patriklikten düşürül­müş, Sakız adasına sürülmesine karar çı­karılmış ve bir Fransız gemisiyle Fransa’ya kaçırılarak Bastil zindanında hapsedil­mişti (29).

Katolikliğin Türkiye için tehlike teşkil ettiği Divan tarafından anlaşılmış ve ge­rekli emirler verilmişti. Ne yazık ki, Vali­ler ve Kadılar, aldıkları rüşvetler sebebiyle bu tehlikenin devamını temin etmişlerdi. Fransız elçileri himaye konusunda o kadar ileri gittiler ki, Fransız elçisi Verjeni, III. Ahmed'in katolik propagandası­na mâni olmasını sebep göstererek, Pa­dişahla arayı açacak kadar küstahlaşmıştı (31).

Şark Katoliklerini Fransa ve Avustur­ya, Ortodoksları 1774 Kaynarca muahe­desiyle Ruslar, 1840 tarihinden itibaren de Protestanların himayesini İngilizler üzerle­rine almışlardı. Bu himaye o kadar ileri gitti ki; henüz devlet haline gelmiş olan İtalyanlar, o tarihte (1850) 20 yıllık devlet olan Yunanlılar dahi himaye hakkı isteme­ğe kalktılar. 1839 Fermanının verdiği haklardan şımaran Hıristiyan teb'a, yabancı devletlere o kadar meyletti ki; Katolikler kendilerini Fransız, Ortodokslar Rus, Protestanlar İn­giliz kabul ediyorlardı (32). Daha 18. asır­da Sadrâzamın huzuruna çıkarılan Kato­lik Ermeniler «Biz Ermeni milletine tâbi olmayız» demek suretiyle, Ermeni oldukla­rını inkâr ediyorlardı. Mezhep değişikliği, onlarda milliyet değişikliğine sebep ol­muştu (33).

Islahat Fermanının ilânından sonra Hıristiyanlar yeni kilise ve manastır­lar inşa, yıkılmaya yüz tutmuş ve harap olanları tamir etmişlerdi. Daha evvel kal­dırılmış olan vakıfların, Hıristiyanlara ye­niden verilmesi, Rumeli’nde, Balkanlarda bulunan camilerin yıkılması veya bir kısmının kiliseye tahvili, Hıristiyanlığı canlan­dırmış, kuvvetlendirmiş, ona yeni bir ha­yatiyet kazandırmıştı (34).

Kapitülâsyonların verdiği imkânlar, Papalıkta bir propaganda dairesinin kurul­ması, İstanbul’da Papa vekilliğinin ihdası, misyonerlerin büyük elçilikler ve konsolos­luklar tarafından himaye edilmeleri, Os­manlı devlet adamlarının ve memurlarının rüşvet bataklığı içinde olmaları, Tanzîmât ve Islâhat Fermanlarının getirdiği imkân­lar neticesinde Türkiye’de misyoner faali­yetleri hızlandığı gibi, bunların açtığı okul­lar kontrol edilemez hale gelmişlerdi.

KATOLİK TARİKATLER (MİSYONERLER)

İstanbul'a geliş tarihlerine göre Katolik tarikatları (misyonerleri) şunlardır:

1. İlk gelişleri 1220, ikinci gelişleri 1653 yılında olan Fransiskenler.

2. 13. asırda gelen Dominikenler.

3. İlk gelişleri 1551, ikinci gelişleri 1587 yılında olan Kapüsen rahipleri.

4. 1583 yılında Cizvitler,

5. Saint François (Fransuva) tarikatı­nın ikinci şubesine mensup olan Obzervanlar 1584 yılında.

6. Reformati'ler 1630,

7. 1773 yılında Cizvit tarikatının Pa­pa tarafından ilga edilmesiyle, Fransa Kralının 23 Aralık 1780 tarihli emirnamesiyle 1783 yılında Lâzaristler,

8. Filles de lâ Charite rahibeleri 1838,

9. Freres de Ecoles Chetiennes rahip­leri 1842,

10. Nötre Dame de Sion rahibeleri 1857 yılında geldiler.

11. Gürcü Katolik rahip ve rahibeleri. Çarlık Rusya’sının, Gürcistan’da kilise kur­ma ve kendi mezhepleri istikametinde iba­det etmelerine, okullarını kurmalarına mü­saade etmeyince, Fransız elçisinin tavas­sutu ile 1861 yılında İstanbul’a geldiler ve Bomontide kilise ve okullarını kurma mü­saadesini aldılar. 1913 yılında yapılan Fransız-Osmanlı anlaşmasına bağlı olan listede Gürcü Katolik rahipleri ve müesse­seleri de vardı.

12. İtalyan olan İvrea rahibeleri 1869,

13. Fransisken rahibeleri 15 Kasım 1872,

14. Dominiken rahibeleri 19. asrın ikin-ti yarısında geldiler.

15. Asomption rahip ve rahibeleri. Bu tarikat 1850 yılında Fransa’nın Nîmes şeh­rinde kurulmuştur. 1862 yılında Bulgaris­tan'a gönderilmişlerdir. Bu tarikatın men­subu olan papazlar, misyonerlerin en gene ve en çalışkan ruhanî askerlerini temsil etmekteydiler. Bulgaristan’daki faaliyetle­rine ilerde temas edilecektir.

16. Calaisli Fransisken rahibeleri 1886,

17. Mariste rahipleri 1892-1893 yılında öğretmenlik yapmak üzere,

18. Petites Soeurs de Pauvres rahibe­leri 1892,

19. Soeurs de L'immaculee Conception de N. D. de Lourdes rahibeleri 1896,

20. Salesien rahipleri 1903 yılında İs­tanbul’a gelmişlerdir.

Verdiğimiz cetvelden rahibelerin ilk defa 1838 yılında Türkiye'ye geldikleri anlaşılıyorsa da, XVI. asırda Dominikan tari­katının bağlı rahibelerin geldikleri bilin­mektedir. Nurettin Polvan bunların ne işle meşgul oldukları bilinmiyor diyorsa da (35); rahiplerin, bilhassa Hıristiyan köle, esir ve mahkûmlar arasında onların dinlerini unut­turmamak için çalıştıkları malûmdur. Hat­ta İstanbul’da, muhtelif tarikat mensubu Katolik rahiplerin, İstanbul Hıristiyanlarının konaklarında esir olan köle ve cari­yelerle meşgul olmadıkları; fakat Müslü­man konaklarındaki Hıristiyan köle ve ca­riyelerle meşgul oldukları iddia edilmekte­dir (36). Bu hale göre, XVI. asırda gelen Dominikan tarikatı mensubu rahibelerin Müslüman konaklarındaki Hıristiyan cari­yeler arasında, onlara dinlerini unuttur­mamak için çalıştıkları söylenebilir.Gene verdiğimiz cetvel dikkatle incele­nirse, 1833 yılından sonra Osmanlı ülke­sine gelen Katolik tarikatlarının ne kadar çok oldukları ve sık geldikleri anlaşılır.

KATOLİK İTALYANLAR

1846 yılında liberallerin desteği ile Papalık makamına gelen IX. Pius ile Os­manlı İmparatorluğu, Katolik teb'ayı dev­letlerin himayesinden kurtarmak için siya­sî münasebet kurdu. Fakat bu defa da, ayni hatayı tekrarlayarak, yeni kurulmuş genç bir devlet olan İtalyanlara da, Katolikleri himaye imtiyazını verdi. Katolikleri, Avusturya ve Fransa devletlerinin himaye­sinden kurtarmak isterken, bu himayeye, eski Roma İmparatorluğunu diriltme ga­yesini güden İtalya devletini de katmış ol­du (37).

KATOLİK TARİKAT VE MİSYONERLERİN GAYELERİ

Katolik misyonerleri, Türkiye’ye, Pera’da oturan Lâtin çocuklarına ders vermek, kiliselerin metrislerinde ilâhî okumalarına yardımcı olmak gayesi ile gelmişlerdi. Za­manla, bu saf ve temiz gibi görünen niyet, yerini asıl gayeye terk etti. Katolik mis­yonerlerin gayelerini şu noktalarda topla­mak mümkündür:

1. Hıristiyan olmayanlara, Hıristiyanlığı telkin etmek, incili bilmeyenlere incili öğretmek,

2. Lâtin kilisesine bağlı olanların dinî hizmetlerinde bulunmak, kiliselerinde va­zetmek,

3. Roma ve Doğu kiliselerini birleştir­mek, bunun için Doğu Hıristiyanlarını Katolikleştirmek, tek çobanı (Roma’daki Pa­payı), tek sürü (tek mezhep) sahibi (Katolik) yapmak.

4. Misyonerler için gerçek siyasetin, daima haçlı zihniyeti olduğunu düşünmek, çalışmaları buna göre tanzim etmek, sa­vaş saati çalıncaya kadar, doğuda (Os­manlı ve İslâm ülkelerinde) Hıristiyanlığı kuvvetlendirmek,

5. Osmanlı ülkesindeki Hıristiyanları Osmanlılardan ayırmak, kendi emellerine hizmet ettirmek, daha sonra da müstakil devletler haline getirmek,

6. Filistin’de çalışan rahiplerin işleri­ni İstanbul'da takip etmek, devletleri elçileriyle ve Avrupa ile teması temin et­mek,

7. Osmanlı devletinin tersane, Yedikule zindanlarında, limanlardaki gemilerde, kadırgalarda, hastanelerde, hususî şahısla­rın evlerinde bulunan Hıristiyanlara vazet­mek, onların günahlarını çıkarmak; şarap­la ekmek âyinleri tertiplemek gibi dinî faa­liyetlerle, bu kabil Hıristiyanların dinlerini unutmalarına ve dinlerinden kopmalarına mâni olmak,

8. Hıristiyan teb'a (bilhassa Katolik teb'a) üzerindeki hâkimiyetlerini 1604, 1673, 1740 kapitülâsyonlarından istifade ile diri ve canlı tutmak için her olaydan is­tifade etmek,

Meselâ:

a. Kaçan esirleri Fransa büyük elçi­liğinde muhafaza altına almak,

b. IV. Henri'nin (1589-1610) ölümünde Beyoğlu’nda katafalk yapmak ve Lâtin kiliselerinde âyinler icra etmek,

c. 1684 tarihinde ölen XIV. Lui'nin ka­rısı Mari Terez'in ruhu için İstanbul’daki (Galata’da ve Beyoğlu’nda) bütün Lâtin ki­liselerinde âyinler tertiplemek,

9. Türkiye’de rahip ve papaz yetiştir­mek,

10. Daha sonraları Müslüman ve Türk çocuklarını kendi milletlerinden koparmak, öğretim gördükleri okulun milletine gözü kapalı tâbi hale getirmek; İslâmlıktan uzaklaştırmak, mümkünse Hıristiyan yap­maktır.

Burada kısa bir açıklama yapmakta fayda mütalaa ediyorum. II. Mahmud dev­rinde 1834 yılında çıkarılan bir fermanla, Hıristiyanların mezhep değiştirmeleri ya­saklanmıştı. Fakat bu ferman 1844 yılında İngiliz Sefiri Lord Stradford de Redcliffe'in baskısı neticesinde kaldırılmıştı. Böylece, Hıristiyan teb'a, mezhep propagandasına açık bırakılmıştı. Bu tarih, Protestanların Osmanlı ülkesine aktığı tarihtir.

Bununla yetinmeyen Lord Stradford, Müslümanların da dinlerini değiştirebilmeleri işini inatla takip etti. Müslüman’ın mürted olması, katlini icabettiriyordu. En nihayet, Islahat Fermanına «Hiç kimse­nin din değiştirmesine mani olunmayacak» hükmünün girmesi, Müslümanların da dinlerini değiştirebilecekleri manasını taşıyordu. Bu olaydan sonra, bilhassa özel okul­larda, Müslüman çocukları dinî âyinlere katılmaya zorlanmışlardır. Müslüman öğ­renciler bir suç işledikleri zaman, Salib'i öpmek suretiyle affa uğrayabiliyorlardı. (38). Hattâ bu Lord, daha da ileri giderek, bütün konsolosları vasıtasıyla Türk po­salılarını (Valileri) kontrol altına almıştı. (39)

BU GAYELERİ TAHAKKUK ETTİRMEK İÇİN...

Katolikler, yukarıda arzedilen gayele­rine varabilmek için, ruhanî görevlerinin dışında çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlar­dı. Bunlar da:

1. Kilise ve manastır kurmak ve kur­durma faaliyetlerinde bulunmak,

2. Kilise içinde ve dışında vazetmek, mev'ize ve konferanslar vermek,

3. Telkin ve tebliğde bulunmak,

4. Katolik, Hayırsever Bayanlar, Ço­cuk Yuvası Koruyucu Bayanlar, Fakir Ço­cukları Koruma Cemiyetleri gibi cemiyet­ler kurmak,

5. Kimsesiz, öksüz çocuklara, çocuk yuvaları ve yurtları açmak,

6. Fakir çocuklara (okullardakiler de dahil), yardımda bulunmak,

7. Fakir ailelere yardım etmek, fakir­leri korumak, kimsesiz ve fakir olan yaşlı­ları korumak için ihtiyarlar yurdu açmak.

8. Sadaka toplayıp, bu parayla fakir­lere ve yaşlılara bakmak,

9. Fakir ve kimsesiz çocukları iş sahi­bi yapabilmek için terzilik ve kunduracılık okulları açmak,

10. Hasta bakıcılık yapmak,

11. Kendi evlerine hastaları davet ederek, hattâ yatırarak tedavi etmek,

12. Hastaların evlerine gidip tedavi et­mek,

13. Fakir hastalara ilâç yardımında bulunmak,

14. Hastaları parasız muayene etmek,

15. Dispanser açmak,

16. Fakirleri, hastaları, felâkete uğra­mış aileleri evlerinde ziyaret etmek,

17. Pansiyon açmak,

18. Fransız dilini yaymak için Fransız­ca öğretmenliği yapmak,

19. Rum katoliklere Rumca ve Fran­sızca vazetmek,

20. Katolik olmak isteyenlere ders vermek,

21. Ermeni bakirelere (Marabetler'e) papaz olmak isteyen Ermeni erkeklere Türkçe ve Ermenice vazetmek,

22. Katolik Ermenilerle meşgul olmak, (Ermeniler üzerinde vuku bulan Katolik ça­lışması semeresini verdi ve bir Ermeni ce­maati İstanbul'da teşekkül etti. 1828 yılın­da yapılan müracaat iki yıl sonra netice­lenerek 1830 yılında müstakil Katolik Er­meni kilisesi kuruldu. 1855'de Katolik Ermeni sayısının 38 bin olduğu ifade edilmektedir (40). 19 uncu asırda proteston rahipleri de Ermeniler arasında faaliyet göster misler ve 1850 tarihinde müstakil Protestan Ermeni Milleti vücut bulmuştu (41).

23. Her dereceli (ilk, orta, lise, yük sek) kız ve erkek, gündüzlü ve yatılı rahibe, rahip ve daha sonraki yıllarda lâik okullar kurmak,

24. Rumlar için özel okullar açmak,

25. Colbert hükümeti devrinde, Fran­sız Krallık Ticaret Meclisinin 18 Kasım 1969 tarihinde aldığı kararla Kapüsen ra­hiplerinin İstanbul ve İzmir'de, Fransız el­çiliklerine ve konsolosluklarına tercüman yetiştirmek için dil okulları açmak, (Bu okullarda Türkçe, Lâtince, Fransızca, İtal­yanca, Rumca, Ermenice öğretiliyordu).

26. Rahip adayı yetiştirmek üzere (Noviciat) Noviset, papaz yetiştirmek üzere seminerler ve rahip okulları; zengin çocuk­ları için paralı, bundan elde edilecek ge­lirle, fakir çocuklar için parasız okullar açmak,

27. Bilhassa Asompsiyon tarikatı ra­hipleri için, öğretim, vaizlik ve mutad olan ruhanî görevlerinin dışında basın ve ga­zetecilik görevlerini yapmak gibi işlerdi.

Bunların dışında Asompsiyon tarikatı mensubu rahiplerin 1987 yılında Kadıköy'de (Moda'da) açtıkları enstitünün gayesi. Bal­kanlar, Anadolu, Suriye, Mısır gibi başlıca Osmanlı ülkelerinde :

a. Antikite üzerinde araştırma yap­mak,

b. Halk zümrelerinin dinî durumlarını araştırmak,

c. Telâkkilerini incelemek,

ç. Kilise tarihini aydınlatmak,

d. Epigrafi ve nümismatik araştırma­lardan bulunmaktı.

Öğretim faaliyeti yapmayan, yalnız araştırma görevini yüklenmiş olan ve 20 bin ciltlik bir kütüphaneye sahip olan bu enstitü, Roma, Atina, Mısır, Rus ve Alman enstitüleriyle işbirliği halindeydi. 1937 yı­lında kütüphanenin bir kısmı Bükreş'e, di­ğer kısmı da Fransa'ya taşınmıştır. Ruslar da ayni gayede çalışan bir enstitüyü Beyoğlu'nda Sakızağacı'nda açmışlardı. 1861 yılında İstanbul Rumları da Beyoğlu'nda Elenikos Filolopikos Sillogos (Rum Cemiye­ti Edebiyesi) adıyla bir cemiyet kurmuşlar­dı. Bu cemiyet Fetih'ten bu yana Rumluk­la ilgili mektep, kilise, âdetlere varıncaya kadar her türlü araştırmayı yapmış ve bu araştırmalarla ilgili neşriyatta bulunmuş­tu (42).

Rahiplerin gayelerini tahakkuk ettire­cek faaliyetlerinde cesur olabilmeleri için onlara «Fransız Elçilik ve Konsoloslarının resmî papazları» unvanı verilmişti. Resmî unvan sahibi olan bu papazlar, Fransızlara verilen kapitülasyonların koruyucu hükümleri altında istedikleri gibi hareket edebili­yorlardı.

KATOLİKLERİN YAYILDIKLARI ALANLAR VE KATOLİK OKULLARI

Katolik tarikatlar her ne kadar ruha­nî bakımdan Papalığa bağlı iseler de, bun­ların öğretim faaliyetlerinde birinci dere­cede rol oynayan Fransa'ydı. Onun için, hangi tarikata mensup olurlarsa olsunlar, açtıkları okullarda tatbik edilen müfredat programı tekti ve Fransız’dı. Öğretime alı­nan çocuklar, ister Marakeşli, ister Mısırlı ister İranlı veya Hindiçinili olsun, kıyafette, konuşmada, düşünce tarzında Fransız çocuklarına benzer biçimde yetiştiriliyorlardı. Lübnan'da uzun yıllar bu programdan kurtulmanın mücadelesi yapılmıştı (43

Fransa Suriye'de, Cezayir'de, Lübnan'da (Bilhassa bazı Alevîler 1925-1931 yıllarında zorla Katolikleştirilme ameliyesine tabi tutulmuşlardı.) «İsa ismi altındı Fransa'yı sevdirmeği» düşünüyordu. Afrika ruhanilerinin reisi olan Kardinal Lcvigre'nin gayesi, yerli halkı vatandaş yapmak değil; fakat İsa'ya ve Fransa' ya beslediği sevgi sebebiyle, onları kendi­ne evlât edinmekti (44). Cizvit tarikatına mensup rahipler her ne kadar, 1583 yılında İstanbul'a gelmişler­se de; 1625 yılında Halep, 1634 yılında Şam, 1644'te Sayda, 1645'te Trablusşam, 1653 Kisûrevân'da faaliyete geçmişlerdi. 1814 yılında ikinci defa kurulan (1773'te ilga edilmişti) Cizvit tarikatı rahiplerine 1831 yı­lında papa olan XVII. Gregoryus Suriye'de çalışmalarını emretti; bunun üzerine 1833'te Bıkfiye, 1846 Gezir, 1875 yılında Beyrut, 1879 yılında Kahire'de çalışıyorlardı. Bun­lar çalıştıkları yerlerde öğretim faaliye­tine de devam ediyorlardı. Bilhassa 1885 yılında Beyrut'ta kurdukları Pa­paz Yusuf Fakültesi'ni, Papalık Üniver­sitesi haline getirdiler. 1879 yılında da Ka­hire okulunu kurmuşlardı. 1881 yılında Pa­pa XIII. Leon Cizvitlere, Suriye'de her çe­şit diploma verme hakkını tanıdı. Cizvitler öğretim faaliyetlerinde küçük sınıfları rahibelerin uhdesine veriyor­lardı. Onlara göre, küçük çocuklar fi­de gibidirler. Bu fideler, fakültelerde di­kilecekti. Bunun için fidelerin özel bir şe­kilde yetiştirilmeleri lâzımdı (45).

Katolik tarikatlar, yukarıda sayılan yerler dışında, bugünkü Fatih ilçesi hudutları dışında İstanbul'un her semtine; Bulgaris­tan, Edirne, Filibe. Karaağaç, Dedeağaç, Selanik, Atina, Naupli (Morada), Rumeli'nin üç kolu, Bursa, İzmir, Kuşadası, Ege Denizi'ndeki adalara, Sakız, Kandiye (Girit'te), Milo, Andros, Sandorin, Sira, Paros, Naksos, Kıbrıs, Lefkoşe, Larnaka, Akdeniz iskelelerine, Adana, Kayseri, Sivas, Tokat Erzurum, Amid (Diyarbakır), Van, Doğu Anadolu'nun daha birçok yerlerine, Gürcis­tan'a, Mısır, Irak, Suriye, Filistin, Lübnan dağlarında üç yer, Beyrut, Ninova, Babil'e çok miktarda rahipler göndermek suretiy­le Osmanlı ülkesinin her tarafına yayılmışlardı. 1892 yılında yalnız İstanbul'da Katolik tarikat mensubu rahiplerin sayısı 306, rahibelerin ise 354 idi (46).

1631-1632 yıllarında Cebel-i Lübnan'da Şuf, Kapüsen rahiplerine açılmış, Dürzî liderlerinden II. Fahreddin kilise ve manas­tır yapımına, tamirine müsaade etmişti. 1704 tarihinde Dürzîlerin Katolikleştirilmesi gayesiyle, XIV. Lui, genç Dürzîlerin Pa­ris'te Cizvit okullarında tahsil yapmalarını düşünmüştü.

Doğu Hıristiyan cemaatlerinden Mârûnîler tamamen, Ermeniler, Süryanîler (Ya­kubîler), Kaideliler (Doğu Nasturîleri) Melkitler ve Rumlardan Katolikleşenler vardı. Ubicini'nin 1855 tarihinde verdiği rakamla­ra göre, sayılan cemaatlerden Katolik olan­ların miktarının 735 veya 750 bin olduğu sanılmaktadır (47).

1900 tarihine ait Ahmet Agayef (Ağaoğlu) in verdiği bilgilere göre, Fransız'lara ait Beyrut, Akkâ, Trablusşam, Lübnan, Şam, Hama, Havran ve Halep'te faaliyette bulunan yedi yüksek okulda 1906, 17 idadîde 3668, 671 ilkokulda 20167 öğrenci okumaktaydı. Böylece, bu bölgede, Fransa, 24.931 öğrencisi bulunan 695 okula malik­ti. Ayrıca, Fransız diliyle öğretim yapan ve Fransız kültürünü yayan Yahudilerin, Halep, Bağdat, Basra, Nefsi Beyrut, Trab­lusşam, Nablus, Suriye, Beyt-ül Makdes'e dağılmış 150 öğrencisi olan bir yüksekokul, 1998 öğrencisi olan 17 idadî, 11.872 öğrencisi olan 220 ilkokul, 52 öğrencisi olan bir sanat okulu olmak üzere toplam 14.072 öğrencisi bulunan 239 okulları var­dı (48).

1906 yılında Fransa Hariciye Nezareti'nin emriyle teftişe çıkmış olan Marsel Sarlo, Osmanlı ülkesinin şarkında 106 Fransız mektebini teftiş ettiğini belirtmiş­ti (49). E. Kırşehirlioğlu ise Fransızların Türkiye'de 560 müesseseye malik oldukla­rını bildirmektedir (50).

Bu okul faaliyetlerinin dışında oniki büyük tebliğ heyeti, ayrıca, Müslüman ha­nımları Hıristiyanlaştırmak için cemiyetleri vardı. Bunlar Fransa'dan büyük malî des­tek görmekteydiler. Suriye'yi fiilen kaybet­meden evvel, kültür bakımından daha 1900 yıllarında kaybetmiş olduğumuzu, Sevr an­laşmasında Fransızların niçin bu bölgeyi aldıklarını bu rakamlar pek güzel açıklı­yor.

Fransız tarikatlarından olan Frer'lere ait İzmir'de beş okul, 40 öğretmen, 763 öğ­renci vardı. Öğretim dili Fransızca ve Rum­ca'ydı. Aileler isterlerse İngilizce, İtalyan­ca ve Türkçe dersleri verilebiliyordu. Lâzaristler, İzmir'de ve Filistin'de de faaliyette idiler. Meryem Ana'nın kabrinin bulunduğu söylenilen Bülbül dağında 900 dönümlük arsaya sahiptiler. Lâ Şarit'ler, özellikle Batı Anadolu'da dal-budak salmışlardı. Bunların İzmir, Bornova, Buca, Kula ve Aydın'daki okullarında 1234 öğrenci okuyordu (51).

1839 yılında İstanbul'da Fransızlara ait; 21 erkeklere, 19 kızlara ait olmak üzere 40 okulu vardı ve bunlarda 5871 öğrenci okuyordu. 18 Kasım 1913 tarihli Türk-Fransız antlaşmasına bağlı listede Fransız okulları -daha azı lâik okullardır- yüksek okul seviyesinde Şark Tetkikleri Enstitüsü ile bir Ticaret Enstitüsü, yedi li­se veya kolej, 45 adet ilk ve ortaokul fa­aliyetlerine devam, edecekti. Bu okullar 20 Ekim 1921 tarihli Ankara İtilâfnamesiyle ve 23 Temmuz 1923 tarihli Lozan Konferansı ile kalıyorlardı (52).

Katolik faaliyetleri içinde İtalyanlar da önemli bir yer tutmaktadırlar. Kısa zamanda İstanbul'da kız ve erkek olmak üzere onüç okul kurmak imkânını buldular Ayrıca, Trabzon, İzmir, Erzurum, Biga, Rodos, Aydın, Halep, Trablusgarp'ta ondört ilkokul açmışlardı (53).

İtalyanlar yalnız okul açmak, tebliğ heyetleri göndermekle kalmamış, İzmir'de hatırı sayılır ticarî koloniler kurmuşlardı. 1913-1914 yıllarında Antalya havalisinde demiryolu yapmak için Bab-ı Ali'den imtiyaz alma imkânını elde etmişlerdi. I. Cihan Har­bi bunu gerçekleştirmeğe mâni oldu (54). Sevr anlaşmasında İtalyanların Antalya'ya çıkmalarının İzmir'i istemelerinin, Rodos'u ve daha evvel Trablusgarp'ı işgallerinin öncüleri bu kültürel ve ticarî faaliyetleri ol­muş oluyordu.

3 Mart 1340 tarihinde kabul edilen Tevhidi Tedrisat Kanunu ile Türkiye'deki bütün okullar lâikleşiyordu. Hükümet, Tür­kiye'de faaliyette bulunan yabancı ruhban okullarını da bu kanunun şumûlü içine al­mak suretiyle, ne kadar papaz okulu varsa hepsini kapattı. Yalnız İstanbul'da Fransa'ya ait olmak üzere 38 papaz okulu kapatıl­mıştı. 12 bini İstanbul'da 3000'i de İzmir'de olmak üzere 15 bin papaz namzedi okuyamaz hale gelmişti. Fransa 20 Ekim 1921 tarihli Ankara ihtilâfnamesine ve Lozan anlaşmasına dayanarak protestoda bulunmuşsa da; hükümet verdiği kararı ciddiyetle tatbik etti, kararından dönmedi ve Türkiye'deki yabancılara ait ruhban okullarının hayatına son verdi (55). Bu du­rum bize, bilhassa Katolik okullarının İstan­bul başta olmak üzere, ne kadar faal olduklarını, miktarlarının ve papaz olarak ye­tişecek öğrencilerin ne kadar çok olduğu­nu göstermektedir. (Bu ciddî tatbikatın Fe­ner Rum Mektebi ile Heybeli Ada Papaz mektebine aynı biçimde yöneldiğini zan­netmiyorum).

Yazının 2.bölümü için aşağıdaki linki tıkayınız

http://www.hertaraf.com/haber-yabanci-ozel-okullar-osmanli-imparatorlugunun-kultur-yoluyla-parcalanmasi--2-1711

Hazırlayan: Mehmet Yavuz AY

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş