YABANCI ÖZEL OKULLAR
(Osmanlı İmparatorluğunun Kültür Yoluyla Parçalanması)
Yazan: NAHİD DİNÇER
ÖNSÖZ
Aydınlar Ocağı, 1969 yılında «Milliyetçiler ilmî Semineri», 1976 yılında toplanmış olan «Milliyetçiler Büyük Kurultayı» geleneğini devam ettirmek, 1978 Türkiye’sinin başlıca meselelerine milliyetçi bakış açısından ilmî çözüm yollan araştırmak gayesiyle yeni bir kurultayın toplanmasına ve bunun 26,27,28 Mayıs 1978 tarihlerinde İstanbul’da tertiplenmesine karar verdi. Milliyetçi öğretim üyelerinin, fikir adamlarının ve uzmanların iştirakleriyle gerçekleştirilmeğe çalışılan bu kurultay'a «Milliyetçiler III. Büyük İlmî Kurultayı» adı verildi. Kurultay'ın tertip komitesi bana, Millî Eğitim Komisyonunda okunmak üzere «Türkiye’de Yabancı Özel Okullar» konusunda tebliğ vermem için teklifte bulunmak nezaketini gösterdi. Bu teklifi memnuniyetle kabul ettim; tebliğimi verdim. Bazı arkadaşlar, bu tebliğin müstakil olarak basılması üzerinde ısrarda bulundular. Bu ısrar neticesinde, elinizde bulunan bu küçük hacimdeki kitap meydana geldi.
Osmanlı imparatorluğu içinde ve şimdi de Türkiye’de dört yüz yıla yakın zamandan beri faaliyette bulunan muhtelif Katolik tarikatları mensubu rahiplerin, yüz elli yılı aşkın zamandan beri de bilhassa Amerikan ve İngiliz Protestan rahiplerinin tebliğ, eğitim ve öğretim faaliyetleriyle ilgili olarak Batı dillerinde yazılmış çok sayıda eser mevcuttur. R. Strait ve G. Dindinger'in 1916-1931 yılları arasında çıkardıkları yedi ciltlik büyük eserde, misyonerlerin faaliyetleri, çalışma faaliyetlerinin kolaylaştırılması konusunda yazılmış olan müracaat ve kaynak eserlerin isimleri verilmiştir. Suriye ve Orta - Doğudaki misyonerlerin 1830-1842 yılları arasında yazdıkları mektupların aslı, 38 cilt tutmaktadır; fakat, bu mektuplar on cilt halinde basılmıştır.
1910 yılında Edinburg'da toplanan Dünya Misyonerlik Kongresine sunulan raporların cilt halinde tamamlanmıştır. 23 Mart-8 Nisan 1923 tarihleri arasında Kudüs’te toplanan Misyonerlik Konsili sekiz ciltlik bir rapor ortayı koymuştu. 1923 yılında Doğu’da çalışan Fransız misyoner okullarının faaliyetleri 1550 sayfalık dört ciltlik bir eser halinde neşredilmişti. Bu kabil raporlar ve kitaplar hayli çoktur. Prof. Dr. Mustafa Halidî ve Dr. Phil. Ömer Feruh'un müşterek yazdıkları «İslâm Ülkelerinde Misyonerlik ve Emperyalizm» isimli eserde, dip notlarında verilenlerin dışında, ayrıca, kaynak olarak yüze yakın eser ismi verilmiştir. Batı'da kaynak eserlerin bu sayılanlardan çok fazla olduğunu, eserin yazarları belirtmektedirler.
Halbuki Türkiye’de bu konuda Batı kaynaklarından istifade edilerek yazılmış olan ve yalnız Katolik tarikatlarının faaliyetlerini içine alan Nurettin Polvan'ın «Türkiye’de Yabancı Öğretim», Protestan rahiplerinin ve misyonerlerinin faaliyetlerine daha çok yer veren E. Kırşehirlioğlu'nun «Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri» isimli eserlerini gösterebiliriz. Osman Ergin'in «Türk Maarif Tarihi» adlı beş ciltlik eserinin muhtelif yerlerinde yabancı özel okullar hakkında bilgi verilmiştir. Yabancı özel okullar konusunda bilgi edinmek isteyenlere, bu üç eser kaynaklık vazifesini görmektedirler.
Bunların dışında İstanbul’daki Amerikan Kız kolejindeki faaliyetleri konu edinen Müfide Ferid'in «Pervaneler», İzmir’deki Amerikan kolejindeki faaliyetleri dile getiren Necmettin Halil Onan'm yazdığı ve Boğaziçi Yayınevi tarafından «Kolejli Nereye Gidiyorsun» ismi ile neşredilen «İşleyen Yara» adlı romanları vardır.
Tercüme olarak da Prof. Dr. Mustafa Halidî ve Dr. Phil. Ömer Ferruh tarafından müşterek olarak yazılmış olan, daha çok Lübnan ve Suriye’deki misyoner faaliyetlerini içme alan «İslâm Ülkelerinde Misyonerlik ve Emperyalizm» adlı eserini gösterebiliriz. Prof. Dr. Mustafa Essibai'nin «Müsteşrikler ve Hedefleri» isimli eseri okullarla ilgili değilse de, kültür faaliyetleri ve misyonerlik gayreti gütmesi bakımından aynı paralelde bir eserdir.
Saydıklarımızın dışında Necdet Sevinç'in «Ajan Okulları», çok dar bir çerçeve içinde kalmış olan İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğünün gayretiyle derlenen 1954 tarihli «Özel Okullar Mevzuatı» ile; gene İstanbul milli Eğitim camiasından bir komisyonun hazırladığı 1964 tarihli «Özel Okullar Rehberi» isimli resmî kitapları, Kenan Okan'ın yirmi beş sayfadan ibaret olup, fazla bir şey vermeyen «Türkiye’de Yabancı Okullar Hakkında Bir İnceleme» ismini taşıyan bir broşürünü zikredebiliriz.
Bu açıklamamızdan anlaşılacağı gibi, yabancı özel okullar ve bunların bağlı olduğu misyonerlik faaliyetleriyle ilgili olarak Türkiye’de çok zayıf ve cılız bir neşriyat vardır. Eğer buna neşriyat denirse. Fakat kendi kaynaklarımıza dayanılarak yapılmış ciddi bir araştırma yoktur.
Bugün Türkiye’de mevcut olan yabancı özel okullar her ne kadar lâik öğretim yapıyorlarsa da, vazife ile gittiğim bu okullarda temas ettiğim yabancı öğretim üyeleriyle idarecileri genellikle rahip ve rahibeler teşkil ediyordu. Bilhassa Fransız okullarında, İtalyan okullarında bu belirgin olarak görülmektedir. Bazı öğretmenlerin de ilahiyat menşeli olduklarını; fakat biyoloji, kimya v.s. gibi ilimleri üniversitelerin ilgili fakültelerinde okumuş ve bu fakülteleri bitirmiş kimselerden meydana geldiğini müşahede ettim.
Türkiye’nin belirli yerlerinde -Tarsus, İzmir daha çok İstanbul’da- toplanmış olan yabancı özel okullardan Amerikan okullarının sayısı beş, İngiliz okulları iki, bir Alman, iki Avusturya; İtalyan okulları üç, Fransız okulları yedi adettir. İlk okul seviyesinde bir İran, ilkokul ve ortaokul birinci sınıf seviyesinde bir Bulgar okulu vardır.
Tebliğ hududunu hacim olarak biraz da olsa, kaynakları belirtilmek suretiyle, verdiğimiz bilgilerden anlaşılacağı gibi, misyonerler ve bunların okul faaliyetleri, Osmalı İmparatorluğunun bölünmesinde, küçülmesinde ve bin yıllık Türk-İslâm kültürünü edilmesinde önemli roller oynamışlardır, Türkiye’deki Batı kültürünün temsilcileri, bir kültürümüzün gizli ve açık düşmanları genellikle bu okullardan mezun olanlar veya bunların tesiri altında kalanlardır. Halen kültürünün mefhumlarını içinde taşıyan dilimizdeki kelimelerin ısrarlı düşmanları da gene bu okullardan mezun olanlardır.
Osmanlıların, 1583 yılından sonra Abdülâziz ve Sultan II. Abdülhamid hariç; hatalı, zayıf, mütereddit ve müsamahalı tutumların zararlı neticelerin bakarak daha iyi görüyoruz.
Yarın da, mazi olmuş bugüne bakarak şayet Türk milleti ve vatanı bir kere daha küçülürse, bugünkü sorumlulara lanet etmekten kendilerini alamayacaklardır.
Bu tebliğimizde tarikatların da önemi ortaya çıkmaktadır. İslâm tarikatlarının Anadolu’nun Türkleşmesinde, Türk vatanı haline gelmesinde, Osmanlı Devletinin kurulmasında ve gelişmesinde önemli ve müspet rol oynadıkları tarihen sabittir. Fakat, Osmanlı devletinin çökmesinde de Hıristiyan tarikatlarının rol oynadıkları görülmektedir.
Ayrıca, bizim safça dost olarak kabul ettiğimiz, devamlı olarak tâvizler verdiğimiz bütün müesseselerimizi, maarifimizi kendilerinden örnek olarak aldığımız; dilini, tıbbiye, kara ve deniz yüksek mekteplerinin açılışları sırasında öğretim dili olarak kabul ettiğimiz; diline orta dereceli okullarımızda Türk dilinden daha fazla saat ayırdığımız (İmparatorluk döneminde) Fransa’nın Türk milletinin en büyük düşmanı olduğunu göstermeğe çalıştım.
Son olarak Üniversitelerimizin, kültür ve siyasî tarihimiz bakımından çok önemli bir yeri olan misyoner faaliyetleriyle; bunların kültürel faaliyetlerine eğilmelerinin ve bu konuda yetişen ve yetişmekte olan gençlerimize araştırma yaptırmalarının lüzumuna işaret etmek istiyorum.
Bu tebliğimle bir görev yapabildimse, kendimi bahtiyar hissedeceğim. Kusurlar benden, başarı Allah’tandır.
Şişli
NAHİD DİNÇER
YABANCI ÖZEL OKULLAR
Yabancı Özel Okullar konusunu, Batı'nın (ABD dahil) misyonerlik faaliyetlerinden tecrit etmek mümkün değildir. Yabancı Özel Okullar, misyonerliğin faaliyet sahalarından biri; fakat bence, en önemlisidir. Misyoner faaliyetleri de Batı'nın, en geniş manasıyla emperyalist emellerinin dışında mütalaa edilemez. Bu gerçeklere dayanan düşünce tarzı içinde, yabancı özel okullar, Batı emperyalizminin öncü kuvvetleri durumunda görünmektedirler (1).
Osmanlı İmparatorluğunun, Selçukluların Batı ile vuku bulan silâhlı çatışmalarına ve siyasî olaylarına, eğitim ve kültür acısından baktığımı, olayları bu açıdan değerlendirdiğimi belirtmek isterim. Bu bakış ve değerlendirme tarzı, alışageldiğimiz tarzdan farklı olduğu gibi, bütün o!ayları, ekonomik alt yapıya bağlayan Marksist görüşten de değişiktir. Ben, Batı ile İslâmiyet, daha sonra, Batı ile Anadolu Türklüğü arasındaki kavganın bir kültür kavgası olduğu inancındayım. Haçlı seferlerinde vuku bulan silâhlı mücadelenin de temelinde din faktörü (kültür) yatmaktaydı. Dini, yâni kültürü Papa temsil etmekteydi. Prensler ve tüccarlar da maddî menfaat temin etmek için bu silâhlı mücadeleye katılmışlardı (2).
Ancak, Haçlıları kımıldatan sebeplerden biri de Türkleri Anadolu’dan, geldikleri yere; Asya'ya sürme düşüncesiydi (3). Fakat bin yıllık Müslüman-Türk ve Batı mücadelesinin temelinde gene kültür mücadelesi mevcuttu. Haçlıların Ortadoğu’dan silâh zoruyla çıkarılmalarına rağmen Tüccar, Papa, Prens, Ortadoğu'yu bırakmadı. Tüccarlar bir takım ticarî anlaşmalarla yerlerini muhafaza ettiler. Papa, silâhsız bir orduyu, rahipler ordusunu Ortadoğu’ya gönderdi; Prens de asırlarca Kıbrıs’ta, Rodos’ta kaldı. Keşiflerin başlamasıyla Papa, keşfedilmiş ve keşfedilecek ülkelerin mülkiyetini kâşiflerin bağlı oldukları devletlere bırakmıştı (4). 19. asırda endüstri inkılâbıyla birlikte başlayan modern sömürgecilikte ticarî şirketlerle devlet ve papaz işbirliğini, bütün sömürgelerde görmekteyiz. Bu üç güç, bir arada ve beraberce hareket etmek suretiyle Batı emperyalizminin emrinde görev yapmışlar yapmaktadırlar.
İKİ AYRI KÜLTÜR
VII. asırda Mekke’de doğan Müslümanlık, kısa sürede İran, Suriye, Anadolu ve Mısır’a, Fas, Tunus, Cezayir’e; oradan da Endülüs'ü içine alacak biçimde Avrupa’ya sıçradı. Müslümanlığın bu yayılışı Akdeniz’deki siyasî, iktisadî birlikle, Hıristiyan birliğini (Dinî birliği) de yıkmıştı. Aslında, Akdeniz’deki siyasî birlik Roma'nın, “Doğu ve Batı Roma” diye ikiye ayrılmasıyla sarsılmıştı. Bu asırda Avrupa’da, gerçek manasıyla iki devlet vardı: Halen İtalya üzerindeki hakimiyetini ve nüfuzunu devam ettiren Bizans İmparatorluğu ile Frank monarşisi (5). İslâm fetihlerinin Hıristiyanlığı Avrupa’ya sürmesi neticesinde Akdeniz, Hıristiyan medeniyetinin merkezi olmaktı çıkmış, Avrupa kavramı doğmağa başlamıştı. O devirde Avrupa, eski Roma kavimleriyle, içlerinde her dereceden barbar, yarı barbar kavimlerin bulunduğu yeni topluluklardan teşekkül etmiş bir kaostan başka birşey değildi. Bunları “Hıristiyanlık” adı altında toplayan kilise, Avrupa kavramını yaratmıştı. Kurulan bu birlik ne siyasî, ne de iktisadî idi; sadece bir “Hıristiyan birliği” kuruluyordu.
741 tarihinde Papalık tahtına oturan Zacchaire, kendinden evvelki Papalar gibi Bizans İmparatorunun tasvibini almak lüzumunu hissetmemişti. Aynı yıl Bizans İmparatoru olan IV. Konstantin de Zaccharie'nin bu hareketine, Papa taraftarı rahiplere zulüm ve baskı yapmakla karşılık verdi. Papa taraftarı elli bin rahip öldürüldü, sürülenler de Roma’ya sığındılar. Zaccharie'nin yolunda yürüyen Papa II. Etienne, artık İstanbul’dan göremediği cismanî himayeyi Fransa’da aradı. Kısa Pepen'in tahtı Marovenjlerden gaspetmesini meşru bir hareket olarak ilân etti. Ona Saint-Denis'te taç giydirdi. Kısa Pepen'in soyundan olmayanlara, Frank krallığını yasakladı. Kısa Pepen'in (Karolenjler'in) soyundan olan (Charlemagne) Şarlman (768-814) tarafından Saks ve Bavyera'nın işgali, Lombardiya’nın fethi, Avarların bozguna uğratılması, Frank Krallığını barbar ve putperest Avrupa'nın ortasında muazzam bir imparatorluk haline getirdi. Halkın zorla Hıristiyanlaştırılması muvaffakiyetle neticelendi. Avrupa’da Hıristiyanlık, Franklar'ın silâhlarının uzanabildiği yere kadar yayıldı. Papa III. Leon, 800 yılında yeni bir cihan imparatorluğu kavramını ortaya atarak Şarlman'a İmparatorluk nişanını verdi. Bu gelişmeleri kabul etmek zorunda kalan Bizans İmparatoru Michel, Şarlman'ı kardeş ilân etti. Böylece Akdeniz’de Bizans, Şarlman ve İslâm (Abbasi) İmparatorluklarının meydana getirdiği yeni bir denge kurulmuştu. Hıristiyan Avrupa’nın teşekkül etmesiyle temelinde Hıristiyanlık, Lâtinlik ve Greklik bulunan Hıristiyan-Batı kültürü meydana geldi. Diğer taraftan temelinde İslâm dini, bu dinin inanç sistemi ve Kur-an'ı Kerim hükümleri bulunan İslâm kültürü mevcuttu. Bu iki kültür, iki ayrı medeniyeti, iki ayrı insan anlayışını temsil ediyordu. Bizans, zamanla Müslüman Türkler eliyle tarihteki rolünü kaybedecek, tarihe malolacaktı. Hıristiyan-Batı kültürü ile İslâm kültürü, bilhassa Anadolu’da yerleşen ve İslâm’ın silâhlı gücü durumunda olan Müslüman-Türk kültürü, mücadelesini devam ettirmiş ve ettirmektedir.
Batı ve Papalık, bu mücadeleyi silâhla ve Müslüman ülkelere gönderdikleri rahipler eliyle kültürel, hayrî, sıhhî müesseselerle, tebliğ heyetleri eliyle sürdürecektir. Tâ ki, Müslümanlar imanlarını kaybedip kâfir oluncaya kadar.
Burada tarihin çok garip bir cilvesine işaret etmek istiyorum. Marovenjler'den Klovis'in Hıristiyan olmasından (M.S. 406) itibaren başlayan Papalığın bir Fransa, Franklar'ın da Hıristiyan Avrupa yaratması gayretleriyle başlayan Frank-Papa işbirliği, sürekli olarak devam etmiştir. İslâmları Puvatyada durduran, Kudüsteki mübarek yerlerin hâmiliğini Şarlman zamanında alan, Kudüs'e ilk tehdit edici silâhlı hacı kafilesini gönderen, Haçlı seferlerini başlatan, Ortadoğu’ya Lâtinliği getiren Fransızlar olmuşlardır. Papalığın cismanî gücü misyonuna sahip olan Fransızlar, 1535 yılında İslâmlığın cismanî gücü halinde bulunan Osmanlılarla yaptıkları ve adları kapitülâsyon olan anlaşmalarla Osmanlılarla dost görünürken; Fazıl Ahmet Paşanın, yerinde ifadesiyle “daima düşmanlarımızla birlikte hareket ederek” (6), Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ve küçülmesi için en büyük gayreti sarf edecektir. Fransa, tarihin kendisine verdiği misyon istikametinde hareket edecektir. Fransa’nın Osmanlılardan kopardığı tâvizler, diğer Avrupa devletlerine örneklik edecektir. Bu konuda daima karşımıza Fransızlar, Fransız misyonerleri, Fransızların koruduğu misyonerler, Fransızlar kadar muannid (inatçı), onlar kadar tehlikeli ve Osmanlı İmparatorluğuna zarar verici ABD’ye bağlı proteston misyonerlerle, İngiliz proteston misyonerleri çıkmaktadırlar.
TÜRKİYE'DE AÇILAN İLK YABANCI OKULLAR
Türkiye’de ilk defa açılan yabancı özel okullar, Katolik okullarıdır. İlk gelen tarikatlar da Fransız himayesindeki Katolik tarikatlardır. Yabancı özel okulların Türkiye’de bilhassa İstanbul’da ilk açılışını, 1583 yılında gelen Cizvit rahiplerinin faaliyetlerine bağlayanlar bulunmaktadır (7).
1071 Malazgirt meydan muharebesinden hemen sonra, Saint Benoît tarikatının Cluny (Fransız) şubesi rahiplerinin Bizans İmparatoru I. Alexıos Komnınos zamanında (1081-1113) Gemlik’te manastır kurdukları ve yerleştikleri (8); 1220 yılında Franciscaine tarikatı mensuplarının İstanbul’a ilk defa geldikleri ve Fetihten evvel ve sonra Lâtin kiliselerine bağlı okullarda hem öğretim yaptıkları, hem de çocuklar ıteganni ettirdikleri, onları kilisenin Maîtrise'lerinde yetiştirdikleri (9); İçel (Kilikya) Ermenileri arasında Katolik propagandası faaliyetlerinde bulunan Dominicaine tarikatı mensuplarının, bu faaliyetlerinde başarı elde ettikleri; fakat lisan zorlukları ile karşılaşmaları neticesinde Papa XII. Jeanın (1316-1334) Lâtince öğretecek lisan okullarının açılmasına karar verdiğini ve bu okulların, Doğuda açılan okulların anası olduğu (10); daha 1414 yılında Cebel-i Lübnan’da yaşayan dinî menşeleri Müslüman olan Dürzîlerden ve Hıristiyan Mârûnîlerden bir heyetin Papayı ziyaret ettikleri, 1578 yılında Katolik misyonerlerin Lübnan'a geldikleri ve faaliyette bulundukları, Roma'da, Hıristiyan Mârûnîlerden bir kısmının tahsilde bulundukları (11) bilinmektedir. Bu bilgiler dikkate alındığında, dar bir çerçeve içinde de olsa, Türkiye’de Katolik misyoner okullarının tarihlerinin 1583 yılından evvel olduğu söylenebilir. Hıristiyanların (Katoliklerin), Fransız Sefiri aracılığı ile çocuklarının okutulması için Papaya ricada bulundukları; bunun üzerine Cizvit rahiplerinin öğretim görevi yapmak için 18 Kasım 1583 tarihinde beş kişi olarak İstanbul’a geldikleri, bu rahiplerden birinin Grek asıllı olduğu ifade edilmektedir (12). Halbuki XIII. yüzyıla kadar bizim anladığımız mânada bir Beyoğlu’nun bulunmadığı; fakat Pera'dan kastın Galata olması lâzım geldiği iddiaları da mevcuttur (13). Diğer taraftan Ubicini, bir Arap belgesine dayanarak Şarlman İmparatorluğu zamanından kalma Frenklerin Beyoğlunda bulunduğunu söylüyorsa da (14), gene aynı eserinde I. Kapitülâsyonların verildiği tarih olan 1535 yılında Pera (Beyoğlu) tepesinin incir ağaçları ve bağlarla kaplı olduğunu, tek, tük kulübelerle, Rumlara ait sayfiye evlerine rastlandığından bahsediyor ki, bu ifadesinde Frenkler yoktur (15).
Ayrıca bölgenin nüfus tetkikleri de bize bir fikir vermektedir. Belin'e göre Galata ve Beyoğlu Katoliklerinin, o da şüpheli olmak üzere, ancak on yedi aile olduğu (16); daha başka kayıtlarda 1560 yılında Galata’da 17 Venedik ticaret evi olduğu, 1606 yılında 50 Lâtin hanenin bulunduğu, 1612 yılında Lâtin nüfuzunun pek az olduğu, 1614'te Beyoğlu'nda pek az Lâtin nüfusun kaldığı, 1664 yılında ise Fransız tacirleri, karıları ve çocuklarıyla oldukça küçük bir grup teşkil ettikleri belirtilmektedir (17). On sekizinci asra kadar Galata ve Beyoğlu’ndaki Lâtin nüfusu hakkında kesin bir fikre varmak zordur. Ancak, 1872, 1892 yıllarında İstanbul’daki Katolik nüfusun (yerli Katolikler dahil) 20-22 bin kişi kadar olduklarını, Katoliklerin vaftiz kayıtlarından anlamak mümkündür (18).
İstanbul'un fethinde ise Lâtinlerin büyük bir kısmının İstanbul’u terk ettikleri bilinmektedir. Fetihte, ikisi İstanbul'da, altısı da Galata tarafında bulunmak üzere sekiz Lâtin kilisesi vardı. Bunlardan ancak Saint Benoît ve Saaint Georges kiliseleri bugüne kadar gelebilmişlerdir. İstanbul’daki iki kilise, IV. Murad zamanında (1630} Lâtinlerden alındı. Bu tarihte İstanbul’da Lâtinlikten eser kalmadı. Frenklerin ilk kapitülâsyonlar adını verdikleri Fatih'in 1453 tarihli «Galata Ahidnâmesi»nde Lâtinlere mal, can emniyeti, din ve ticaret serbestisi verilmekle beraber, kiliselerinde çan çalınmayacak, yeniden kilise inşa edilmeyecekti (19). Bu şartları koymakla Fatih, Hıristiyanlığın zamanla Osmanlı ülkesinde zayıflayacağını düşünmüş olabilir. Nitekim 1551 yılında (Kanunî devrinde) İstanbul’a gelen Capucine rahipleri, daha karaya ayak basar basmaz yakalanmışlar, Mısıra götürülüp hapsedilmişler; hapishanede ölmüşlerdi (20). Bu olay, Fatih Sultan Mehmed'in düşüncesi istikametindeki bir tatbikattan başka birşey değildi.
Pera Hıristiyanlarının (Katoliklerinin), Fransız elçisini aracı yaparak, Papalık makamına Cizvitleri, öğretim hizmetleri için görevlendirme davetinin, Fatih ahidnâmesini zedelemeyi hedef alan sun'î bir müracaat şeklinde telâkki edilmesi lâzım geldiği kanaatindeyim. Çünkü o tarihte, Lâtin kiliselerinde öğretimle meşgul Franciscaine tarikatine mensup rahipler vardı ve böyle bir talepte bulunacak kadar fazla bir Lâtin nüfus da yoktu. Galata tarafında ancak altı kiliseleri vardı. Fakat ahidnâmeye aykırı olarak Katolikler daha sonra birçok kilise yaptırmak suretiyle, ahidnâmenin hükmünü fiilen ortadan kaldıracaklardı. Fransız Sefirinin aldığı bu müsaade Katolik tarikatlarına mensup rahip ordularının İstanbul'a ve Osmanlı ülkesine akmalarına, yabancı özel okulların Osmanlı ülkesinin her tarafında mantar gibi bitmesine; daha sonra da bu kabil müsaadeyi diğer devletlerin ve Katolikliğin dışındaki mezheplerin alınmasına sebep olmuş, bunun yolu açılmıştı.
TÜRKİYE'YE GELEN HIRİSTİYAN TARİKATLARI VE MENSUPLARI
Hıristiyan tarikat mensuplarının ve misyonerlerin kronolojik sıra içinde gelişleri tetkik edildiğinde, zamanla, gelişmelerde, yoğunlukça ve hacimce çoğalma, okul, kilise, manastır hastahane yapmada ve propaganda faaliyetlerinde hızlanmalar görülmektedir. Bunların sebeplerini ilk defa Fransızlara verilen, daha sonra da diğer devletlere verilmek suretiyle genişletilen kapitülâsyonlarda aramak mümkündür.
Her ne kadar 1535 yılından 1604 yılında verilen kapitülâsyonlara gelinceye kadar Katolikleri himaye ile ilgili maddeler bulunmamakla beraber, 1604 kapitülâsyonlarına «Fransız konsolosluklarının Katolikleri himaye etmeleri», 1673 kapitülâsyonlarında da «Fransa’nın Katolik mezhebinden olanları himaye edeceği» hükümleriyle 1. Mahmud'u ve ondan sonra gelenleri bağlayan 1740 kapitülâsyonlarında ise Fransızlar, Osmanlı devletine tâbi bulunan ülkelerdeki bütün Katoliklerin himayelerini üzerlerine alıyorlardı (21). Marki de Bonnak Sefaretnamesinde, Katolik rahiplerinin davranışları için «haklarında hiçbir kelime ihtiva etmeyen kapitülâsyonların kendileri için yapılmış olduğunu zannediyorlar» (22) derken, kapitülâsyonlarla Katolik rahiplerin faaliyetleri arasındaki münasebete ve Katolik rahiplerinin kapitülâsyonları yorumlama tarzlarına temas ediyordu. Dağınık çalışan Katolik misyoner faaliyetlerini, Papa XV. Gregorie 1623 yılında Papalıkta bir propaganda dairesi kurmak suretiyle tek merkezde toplamış ve bu merkezden idareye başlamıştı. Din adamlarının yetiştirilmesi için Paris’te «Dış misyonlar papaz okulu» kurulmuş ve giderlerini Papalık Propaganda Dairesi üzerine almıştı. Bu dairenin kurulması, Katolik faaliyetini ve propagandasını disiplin altına almış, Katolikliği yayma faaliyeti düzene girmişti. Bunun tesiri Osmanlı İmparatorluğundaki faaliyetlerde görülmüş, İstanbul'da 1655 tarihinde, Osmanlı ülkesindeki bütün Katolik rahiplerin, emirlerine boyun eğecekleri Papa vekilliği ihdas edilmişti (23).
Fransız elçisi Marki de Bonnak'a verilen talimat, seleflerine verilenin aynıydı: «Katolik mezhebinin idame ve intişarına himmet» (24). Katolik misyonerleri, devamlı olarak Bab-ı Ali nezdinde himayeye mazhar olmuşlardı (25). Nitekim Marki de Bonnak yazdığı bir raporda «Dinî işlerin sefire tahmil ettiği meşguliyet oldukça ağırdır» diyor ve misyonerlerin itidal tanımayan durumlarından şikâyet ediyordu (26). Bilhassa XIV. Lui zamanında, rahiplerin en ziyade güvendikleri Kralın himâyesiydi. Ve misyonerler, Türkiye’yi fetholunmuş kendi ülkeleri olarak görüyorlardı (27).
Bu himaye yalnız yabancı uyruklu Katolikler üzerinde değil, Katolik Ermenilere de teşmil ediliyordu. Katolik propaganda faaliyetlerinde bulunan Sulukule Ermeni papazlarından olan Haçadur, hapsedildiği hapishaneden Katolikler tarafından kaçırılmıştı (28). Katolik düşmanı olan Ermeni Patriği Avedik, Katolik rahibi Brekonye ve Sakız adası rahiplerinden Tavyon'un ve Fransız siyasî misyonlarının işbirliği, devlet erkânına ve divan çavuşuna verilen rüşvet neticesinde Patriklikten düşürülmüş, Sakız adasına sürülmesine karar çıkarılmış ve bir Fransız gemisiyle Fransa’ya kaçırılarak Bastil zindanında hapsedilmişti (29).
Katolikliğin Türkiye için tehlike teşkil ettiği Divan tarafından anlaşılmış ve gerekli emirler verilmişti. Ne yazık ki, Valiler ve Kadılar, aldıkları rüşvetler sebebiyle bu tehlikenin devamını temin etmişlerdi. Fransız elçileri himaye konusunda o kadar ileri gittiler ki, Fransız elçisi Verjeni, III. Ahmed'in katolik propagandasına mâni olmasını sebep göstererek, Padişahla arayı açacak kadar küstahlaşmıştı (31).
Şark Katoliklerini Fransa ve Avusturya, Ortodoksları 1774 Kaynarca muahedesiyle Ruslar, 1840 tarihinden itibaren de Protestanların himayesini İngilizler üzerlerine almışlardı. Bu himaye o kadar ileri gitti ki; henüz devlet haline gelmiş olan İtalyanlar, o tarihte (1850) 20 yıllık devlet olan Yunanlılar dahi himaye hakkı istemeğe kalktılar. 1839 Fermanının verdiği haklardan şımaran Hıristiyan teb'a, yabancı devletlere o kadar meyletti ki; Katolikler kendilerini Fransız, Ortodokslar Rus, Protestanlar İngiliz kabul ediyorlardı (32). Daha 18. asırda Sadrâzamın huzuruna çıkarılan Katolik Ermeniler «Biz Ermeni milletine tâbi olmayız» demek suretiyle, Ermeni olduklarını inkâr ediyorlardı. Mezhep değişikliği, onlarda milliyet değişikliğine sebep olmuştu (33).
Islahat Fermanının ilânından sonra Hıristiyanlar yeni kilise ve manastırlar inşa, yıkılmaya yüz tutmuş ve harap olanları tamir etmişlerdi. Daha evvel kaldırılmış olan vakıfların, Hıristiyanlara yeniden verilmesi, Rumeli’nde, Balkanlarda bulunan camilerin yıkılması veya bir kısmının kiliseye tahvili, Hıristiyanlığı canlandırmış, kuvvetlendirmiş, ona yeni bir hayatiyet kazandırmıştı (34).
Kapitülâsyonların verdiği imkânlar, Papalıkta bir propaganda dairesinin kurulması, İstanbul’da Papa vekilliğinin ihdası, misyonerlerin büyük elçilikler ve konsolosluklar tarafından himaye edilmeleri, Osmanlı devlet adamlarının ve memurlarının rüşvet bataklığı içinde olmaları, Tanzîmât ve Islâhat Fermanlarının getirdiği imkânlar neticesinde Türkiye’de misyoner faaliyetleri hızlandığı gibi, bunların açtığı okullar kontrol edilemez hale gelmişlerdi.
KATOLİK TARİKATLER (MİSYONERLER)
İstanbul'a geliş tarihlerine göre Katolik tarikatları (misyonerleri) şunlardır:
1. İlk gelişleri 1220, ikinci gelişleri 1653 yılında olan Fransiskenler.
2. 13. asırda gelen Dominikenler.
3. İlk gelişleri 1551, ikinci gelişleri 1587 yılında olan Kapüsen rahipleri.
4. 1583 yılında Cizvitler,
5. Saint François (Fransuva) tarikatının ikinci şubesine mensup olan Obzervanlar 1584 yılında.
6. Reformati'ler 1630,
7. 1773 yılında Cizvit tarikatının Papa tarafından ilga edilmesiyle, Fransa Kralının 23 Aralık 1780 tarihli emirnamesiyle 1783 yılında Lâzaristler,
8. Filles de lâ Charite rahibeleri 1838,
9. Freres de Ecoles Chetiennes rahipleri 1842,
10. Nötre Dame de Sion rahibeleri 1857 yılında geldiler.
11. Gürcü Katolik rahip ve rahibeleri. Çarlık Rusya’sının, Gürcistan’da kilise kurma ve kendi mezhepleri istikametinde ibadet etmelerine, okullarını kurmalarına müsaade etmeyince, Fransız elçisinin tavassutu ile 1861 yılında İstanbul’a geldiler ve Bomontide kilise ve okullarını kurma müsaadesini aldılar. 1913 yılında yapılan Fransız-Osmanlı anlaşmasına bağlı olan listede Gürcü Katolik rahipleri ve müesseseleri de vardı.
12. İtalyan olan İvrea rahibeleri 1869,
13. Fransisken rahibeleri 15 Kasım 1872,
14. Dominiken rahibeleri 19. asrın ikin-ti yarısında geldiler.
15. Asomption rahip ve rahibeleri. Bu tarikat 1850 yılında Fransa’nın Nîmes şehrinde kurulmuştur. 1862 yılında Bulgaristan'a gönderilmişlerdir. Bu tarikatın mensubu olan papazlar, misyonerlerin en gene ve en çalışkan ruhanî askerlerini temsil etmekteydiler. Bulgaristan’daki faaliyetlerine ilerde temas edilecektir.
16. Calaisli Fransisken rahibeleri 1886,
17. Mariste rahipleri 1892-1893 yılında öğretmenlik yapmak üzere,
18. Petites Soeurs de Pauvres rahibeleri 1892,
19. Soeurs de L'immaculee Conception de N. D. de Lourdes rahibeleri 1896,
20. Salesien rahipleri 1903 yılında İstanbul’a gelmişlerdir.
Verdiğimiz cetvelden rahibelerin ilk defa 1838 yılında Türkiye'ye geldikleri anlaşılıyorsa da, XVI. asırda Dominikan tarikatının bağlı rahibelerin geldikleri bilinmektedir. Nurettin Polvan bunların ne işle meşgul oldukları bilinmiyor diyorsa da (35); rahiplerin, bilhassa Hıristiyan köle, esir ve mahkûmlar arasında onların dinlerini unutturmamak için çalıştıkları malûmdur. Hatta İstanbul’da, muhtelif tarikat mensubu Katolik rahiplerin, İstanbul Hıristiyanlarının konaklarında esir olan köle ve cariyelerle meşgul olmadıkları; fakat Müslüman konaklarındaki Hıristiyan köle ve cariyelerle meşgul oldukları iddia edilmektedir (36). Bu hale göre, XVI. asırda gelen Dominikan tarikatı mensubu rahibelerin Müslüman konaklarındaki Hıristiyan cariyeler arasında, onlara dinlerini unutturmamak için çalıştıkları söylenebilir.Gene verdiğimiz cetvel dikkatle incelenirse, 1833 yılından sonra Osmanlı ülkesine gelen Katolik tarikatlarının ne kadar çok oldukları ve sık geldikleri anlaşılır.
KATOLİK İTALYANLAR
1846 yılında liberallerin desteği ile Papalık makamına gelen IX. Pius ile Osmanlı İmparatorluğu, Katolik teb'ayı devletlerin himayesinden kurtarmak için siyasî münasebet kurdu. Fakat bu defa da, ayni hatayı tekrarlayarak, yeni kurulmuş genç bir devlet olan İtalyanlara da, Katolikleri himaye imtiyazını verdi. Katolikleri, Avusturya ve Fransa devletlerinin himayesinden kurtarmak isterken, bu himayeye, eski Roma İmparatorluğunu diriltme gayesini güden İtalya devletini de katmış oldu (37).
KATOLİK TARİKAT VE MİSYONERLERİN GAYELERİ
Katolik misyonerleri, Türkiye’ye, Pera’da oturan Lâtin çocuklarına ders vermek, kiliselerin metrislerinde ilâhî okumalarına yardımcı olmak gayesi ile gelmişlerdi. Zamanla, bu saf ve temiz gibi görünen niyet, yerini asıl gayeye terk etti. Katolik misyonerlerin gayelerini şu noktalarda toplamak mümkündür:
1. Hıristiyan olmayanlara, Hıristiyanlığı telkin etmek, incili bilmeyenlere incili öğretmek,
2. Lâtin kilisesine bağlı olanların dinî hizmetlerinde bulunmak, kiliselerinde vazetmek,
3. Roma ve Doğu kiliselerini birleştirmek, bunun için Doğu Hıristiyanlarını Katolikleştirmek, tek çobanı (Roma’daki Papayı), tek sürü (tek mezhep) sahibi (Katolik) yapmak.
4. Misyonerler için gerçek siyasetin, daima haçlı zihniyeti olduğunu düşünmek, çalışmaları buna göre tanzim etmek, savaş saati çalıncaya kadar, doğuda (Osmanlı ve İslâm ülkelerinde) Hıristiyanlığı kuvvetlendirmek,
5. Osmanlı ülkesindeki Hıristiyanları Osmanlılardan ayırmak, kendi emellerine hizmet ettirmek, daha sonra da müstakil devletler haline getirmek,
6. Filistin’de çalışan rahiplerin işlerini İstanbul'da takip etmek, devletleri elçileriyle ve Avrupa ile teması temin etmek,
7. Osmanlı devletinin tersane, Yedikule zindanlarında, limanlardaki gemilerde, kadırgalarda, hastanelerde, hususî şahısların evlerinde bulunan Hıristiyanlara vazetmek, onların günahlarını çıkarmak; şarapla ekmek âyinleri tertiplemek gibi dinî faaliyetlerle, bu kabil Hıristiyanların dinlerini unutmalarına ve dinlerinden kopmalarına mâni olmak,
8. Hıristiyan teb'a (bilhassa Katolik teb'a) üzerindeki hâkimiyetlerini 1604, 1673, 1740 kapitülâsyonlarından istifade ile diri ve canlı tutmak için her olaydan istifade etmek,
Meselâ:
a. Kaçan esirleri Fransa büyük elçiliğinde muhafaza altına almak,
b. IV. Henri'nin (1589-1610) ölümünde Beyoğlu’nda katafalk yapmak ve Lâtin kiliselerinde âyinler icra etmek,
c. 1684 tarihinde ölen XIV. Lui'nin karısı Mari Terez'in ruhu için İstanbul’daki (Galata’da ve Beyoğlu’nda) bütün Lâtin kiliselerinde âyinler tertiplemek,
9. Türkiye’de rahip ve papaz yetiştirmek,
10. Daha sonraları Müslüman ve Türk çocuklarını kendi milletlerinden koparmak, öğretim gördükleri okulun milletine gözü kapalı tâbi hale getirmek; İslâmlıktan uzaklaştırmak, mümkünse Hıristiyan yapmaktır.
Burada kısa bir açıklama yapmakta fayda mütalaa ediyorum. II. Mahmud devrinde 1834 yılında çıkarılan bir fermanla, Hıristiyanların mezhep değiştirmeleri yasaklanmıştı. Fakat bu ferman 1844 yılında İngiliz Sefiri Lord Stradford de Redcliffe'in baskısı neticesinde kaldırılmıştı. Böylece, Hıristiyan teb'a, mezhep propagandasına açık bırakılmıştı. Bu tarih, Protestanların Osmanlı ülkesine aktığı tarihtir.
Bununla yetinmeyen Lord Stradford, Müslümanların da dinlerini değiştirebilmeleri işini inatla takip etti. Müslüman’ın mürted olması, katlini icabettiriyordu. En nihayet, Islahat Fermanına «Hiç kimsenin din değiştirmesine mani olunmayacak» hükmünün girmesi, Müslümanların da dinlerini değiştirebilecekleri manasını taşıyordu. Bu olaydan sonra, bilhassa özel okullarda, Müslüman çocukları dinî âyinlere katılmaya zorlanmışlardır. Müslüman öğrenciler bir suç işledikleri zaman, Salib'i öpmek suretiyle affa uğrayabiliyorlardı. (38). Hattâ bu Lord, daha da ileri giderek, bütün konsolosları vasıtasıyla Türk posalılarını (Valileri) kontrol altına almıştı. (39)
BU GAYELERİ TAHAKKUK ETTİRMEK İÇİN...
Katolikler, yukarıda arzedilen gayelerine varabilmek için, ruhanî görevlerinin dışında çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardı. Bunlar da:
1. Kilise ve manastır kurmak ve kurdurma faaliyetlerinde bulunmak,
2. Kilise içinde ve dışında vazetmek, mev'ize ve konferanslar vermek,
3. Telkin ve tebliğde bulunmak,
4. Katolik, Hayırsever Bayanlar, Çocuk Yuvası Koruyucu Bayanlar, Fakir Çocukları Koruma Cemiyetleri gibi cemiyetler kurmak,
5. Kimsesiz, öksüz çocuklara, çocuk yuvaları ve yurtları açmak,
6. Fakir çocuklara (okullardakiler de dahil), yardımda bulunmak,
7. Fakir ailelere yardım etmek, fakirleri korumak, kimsesiz ve fakir olan yaşlıları korumak için ihtiyarlar yurdu açmak.
8. Sadaka toplayıp, bu parayla fakirlere ve yaşlılara bakmak,
9. Fakir ve kimsesiz çocukları iş sahibi yapabilmek için terzilik ve kunduracılık okulları açmak,
10. Hasta bakıcılık yapmak,
11. Kendi evlerine hastaları davet ederek, hattâ yatırarak tedavi etmek,
12. Hastaların evlerine gidip tedavi etmek,
13. Fakir hastalara ilâç yardımında bulunmak,
14. Hastaları parasız muayene etmek,
15. Dispanser açmak,
16. Fakirleri, hastaları, felâkete uğramış aileleri evlerinde ziyaret etmek,
17. Pansiyon açmak,
18. Fransız dilini yaymak için Fransızca öğretmenliği yapmak,
19. Rum katoliklere Rumca ve Fransızca vazetmek,
20. Katolik olmak isteyenlere ders vermek,
21. Ermeni bakirelere (Marabetler'e) papaz olmak isteyen Ermeni erkeklere Türkçe ve Ermenice vazetmek,
22. Katolik Ermenilerle meşgul olmak, (Ermeniler üzerinde vuku bulan Katolik çalışması semeresini verdi ve bir Ermeni cemaati İstanbul'da teşekkül etti. 1828 yılında yapılan müracaat iki yıl sonra neticelenerek 1830 yılında müstakil Katolik Ermeni kilisesi kuruldu. 1855'de Katolik Ermeni sayısının 38 bin olduğu ifade edilmektedir (40). 19 uncu asırda proteston rahipleri de Ermeniler arasında faaliyet göster misler ve 1850 tarihinde müstakil Protestan Ermeni Milleti vücut bulmuştu (41).
23. Her dereceli (ilk, orta, lise, yük sek) kız ve erkek, gündüzlü ve yatılı rahibe, rahip ve daha sonraki yıllarda lâik okullar kurmak,
24. Rumlar için özel okullar açmak,
25. Colbert hükümeti devrinde, Fransız Krallık Ticaret Meclisinin 18 Kasım 1969 tarihinde aldığı kararla Kapüsen rahiplerinin İstanbul ve İzmir'de, Fransız elçiliklerine ve konsolosluklarına tercüman yetiştirmek için dil okulları açmak, (Bu okullarda Türkçe, Lâtince, Fransızca, İtalyanca, Rumca, Ermenice öğretiliyordu).
26. Rahip adayı yetiştirmek üzere (Noviciat) Noviset, papaz yetiştirmek üzere seminerler ve rahip okulları; zengin çocukları için paralı, bundan elde edilecek gelirle, fakir çocuklar için parasız okullar açmak,
27. Bilhassa Asompsiyon tarikatı rahipleri için, öğretim, vaizlik ve mutad olan ruhanî görevlerinin dışında basın ve gazetecilik görevlerini yapmak gibi işlerdi.
Bunların dışında Asompsiyon tarikatı mensubu rahiplerin 1987 yılında Kadıköy'de (Moda'da) açtıkları enstitünün gayesi. Balkanlar, Anadolu, Suriye, Mısır gibi başlıca Osmanlı ülkelerinde :
a. Antikite üzerinde araştırma yapmak,
b. Halk zümrelerinin dinî durumlarını araştırmak,
c. Telâkkilerini incelemek,
ç. Kilise tarihini aydınlatmak,
d. Epigrafi ve nümismatik araştırmalardan bulunmaktı.
Öğretim faaliyeti yapmayan, yalnız araştırma görevini yüklenmiş olan ve 20 bin ciltlik bir kütüphaneye sahip olan bu enstitü, Roma, Atina, Mısır, Rus ve Alman enstitüleriyle işbirliği halindeydi. 1937 yılında kütüphanenin bir kısmı Bükreş'e, diğer kısmı da Fransa'ya taşınmıştır. Ruslar da ayni gayede çalışan bir enstitüyü Beyoğlu'nda Sakızağacı'nda açmışlardı. 1861 yılında İstanbul Rumları da Beyoğlu'nda Elenikos Filolopikos Sillogos (Rum Cemiyeti Edebiyesi) adıyla bir cemiyet kurmuşlardı. Bu cemiyet Fetih'ten bu yana Rumlukla ilgili mektep, kilise, âdetlere varıncaya kadar her türlü araştırmayı yapmış ve bu araştırmalarla ilgili neşriyatta bulunmuştu (42).
Rahiplerin gayelerini tahakkuk ettirecek faaliyetlerinde cesur olabilmeleri için onlara «Fransız Elçilik ve Konsoloslarının resmî papazları» unvanı verilmişti. Resmî unvan sahibi olan bu papazlar, Fransızlara verilen kapitülasyonların koruyucu hükümleri altında istedikleri gibi hareket edebiliyorlardı.
KATOLİKLERİN YAYILDIKLARI ALANLAR VE KATOLİK OKULLARI
Katolik tarikatlar her ne kadar ruhanî bakımdan Papalığa bağlı iseler de, bunların öğretim faaliyetlerinde birinci derecede rol oynayan Fransa'ydı. Onun için, hangi tarikata mensup olurlarsa olsunlar, açtıkları okullarda tatbik edilen müfredat programı tekti ve Fransız’dı. Öğretime alınan çocuklar, ister Marakeşli, ister Mısırlı ister İranlı veya Hindiçinili olsun, kıyafette, konuşmada, düşünce tarzında Fransız çocuklarına benzer biçimde yetiştiriliyorlardı. Lübnan'da uzun yıllar bu programdan kurtulmanın mücadelesi yapılmıştı (43
Fransa Suriye'de, Cezayir'de, Lübnan'da (Bilhassa bazı Alevîler 1925-1931 yıllarında zorla Katolikleştirilme ameliyesine tabi tutulmuşlardı.) «İsa ismi altındı Fransa'yı sevdirmeği» düşünüyordu. Afrika ruhanilerinin reisi olan Kardinal Lcvigre'nin gayesi, yerli halkı vatandaş yapmak değil; fakat İsa'ya ve Fransa' ya beslediği sevgi sebebiyle, onları kendine evlât edinmekti (44). Cizvit tarikatına mensup rahipler her ne kadar, 1583 yılında İstanbul'a gelmişlerse de; 1625 yılında Halep, 1634 yılında Şam, 1644'te Sayda, 1645'te Trablusşam, 1653 Kisûrevân'da faaliyete geçmişlerdi. 1814 yılında ikinci defa kurulan (1773'te ilga edilmişti) Cizvit tarikatı rahiplerine 1831 yılında papa olan XVII. Gregoryus Suriye'de çalışmalarını emretti; bunun üzerine 1833'te Bıkfiye, 1846 Gezir, 1875 yılında Beyrut, 1879 yılında Kahire'de çalışıyorlardı. Bunlar çalıştıkları yerlerde öğretim faaliyetine de devam ediyorlardı. Bilhassa 1885 yılında Beyrut'ta kurdukları Papaz Yusuf Fakültesi'ni, Papalık Üniversitesi haline getirdiler. 1879 yılında da Kahire okulunu kurmuşlardı. 1881 yılında Papa XIII. Leon Cizvitlere, Suriye'de her çeşit diploma verme hakkını tanıdı. Cizvitler öğretim faaliyetlerinde küçük sınıfları rahibelerin uhdesine veriyorlardı. Onlara göre, küçük çocuklar fide gibidirler. Bu fideler, fakültelerde dikilecekti. Bunun için fidelerin özel bir şekilde yetiştirilmeleri lâzımdı (45).
Katolik tarikatlar, yukarıda sayılan yerler dışında, bugünkü Fatih ilçesi hudutları dışında İstanbul'un her semtine; Bulgaristan, Edirne, Filibe. Karaağaç, Dedeağaç, Selanik, Atina, Naupli (Morada), Rumeli'nin üç kolu, Bursa, İzmir, Kuşadası, Ege Denizi'ndeki adalara, Sakız, Kandiye (Girit'te), Milo, Andros, Sandorin, Sira, Paros, Naksos, Kıbrıs, Lefkoşe, Larnaka, Akdeniz iskelelerine, Adana, Kayseri, Sivas, Tokat Erzurum, Amid (Diyarbakır), Van, Doğu Anadolu'nun daha birçok yerlerine, Gürcistan'a, Mısır, Irak, Suriye, Filistin, Lübnan dağlarında üç yer, Beyrut, Ninova, Babil'e çok miktarda rahipler göndermek suretiyle Osmanlı ülkesinin her tarafına yayılmışlardı. 1892 yılında yalnız İstanbul'da Katolik tarikat mensubu rahiplerin sayısı 306, rahibelerin ise 354 idi (46).
1631-1632 yıllarında Cebel-i Lübnan'da Şuf, Kapüsen rahiplerine açılmış, Dürzî liderlerinden II. Fahreddin kilise ve manastır yapımına, tamirine müsaade etmişti. 1704 tarihinde Dürzîlerin Katolikleştirilmesi gayesiyle, XIV. Lui, genç Dürzîlerin Paris'te Cizvit okullarında tahsil yapmalarını düşünmüştü.
Doğu Hıristiyan cemaatlerinden Mârûnîler tamamen, Ermeniler, Süryanîler (Yakubîler), Kaideliler (Doğu Nasturîleri) Melkitler ve Rumlardan Katolikleşenler vardı. Ubicini'nin 1855 tarihinde verdiği rakamlara göre, sayılan cemaatlerden Katolik olanların miktarının 735 veya 750 bin olduğu sanılmaktadır (47).
1900 tarihine ait Ahmet Agayef (Ağaoğlu) in verdiği bilgilere göre, Fransız'lara ait Beyrut, Akkâ, Trablusşam, Lübnan, Şam, Hama, Havran ve Halep'te faaliyette bulunan yedi yüksek okulda 1906, 17 idadîde 3668, 671 ilkokulda 20167 öğrenci okumaktaydı. Böylece, bu bölgede, Fransa, 24.931 öğrencisi bulunan 695 okula malikti. Ayrıca, Fransız diliyle öğretim yapan ve Fransız kültürünü yayan Yahudilerin, Halep, Bağdat, Basra, Nefsi Beyrut, Trablusşam, Nablus, Suriye, Beyt-ül Makdes'e dağılmış 150 öğrencisi olan bir yüksekokul, 1998 öğrencisi olan 17 idadî, 11.872 öğrencisi olan 220 ilkokul, 52 öğrencisi olan bir sanat okulu olmak üzere toplam 14.072 öğrencisi bulunan 239 okulları vardı (48).
1906 yılında Fransa Hariciye Nezareti'nin emriyle teftişe çıkmış olan Marsel Sarlo, Osmanlı ülkesinin şarkında 106 Fransız mektebini teftiş ettiğini belirtmişti (49). E. Kırşehirlioğlu ise Fransızların Türkiye'de 560 müesseseye malik olduklarını bildirmektedir (50).
Bu okul faaliyetlerinin dışında oniki büyük tebliğ heyeti, ayrıca, Müslüman hanımları Hıristiyanlaştırmak için cemiyetleri vardı. Bunlar Fransa'dan büyük malî destek görmekteydiler. Suriye'yi fiilen kaybetmeden evvel, kültür bakımından daha 1900 yıllarında kaybetmiş olduğumuzu, Sevr anlaşmasında Fransızların niçin bu bölgeyi aldıklarını bu rakamlar pek güzel açıklıyor.
Fransız tarikatlarından olan Frer'lere ait İzmir'de beş okul, 40 öğretmen, 763 öğrenci vardı. Öğretim dili Fransızca ve Rumca'ydı. Aileler isterlerse İngilizce, İtalyanca ve Türkçe dersleri verilebiliyordu. Lâzaristler, İzmir'de ve Filistin'de de faaliyette idiler. Meryem Ana'nın kabrinin bulunduğu söylenilen Bülbül dağında 900 dönümlük arsaya sahiptiler. Lâ Şarit'ler, özellikle Batı Anadolu'da dal-budak salmışlardı. Bunların İzmir, Bornova, Buca, Kula ve Aydın'daki okullarında 1234 öğrenci okuyordu (51).
1839 yılında İstanbul'da Fransızlara ait; 21 erkeklere, 19 kızlara ait olmak üzere 40 okulu vardı ve bunlarda 5871 öğrenci okuyordu. 18 Kasım 1913 tarihli Türk-Fransız antlaşmasına bağlı listede Fransız okulları -daha azı lâik okullardır- yüksek okul seviyesinde Şark Tetkikleri Enstitüsü ile bir Ticaret Enstitüsü, yedi lise veya kolej, 45 adet ilk ve ortaokul faaliyetlerine devam, edecekti. Bu okullar 20 Ekim 1921 tarihli Ankara İtilâfnamesiyle ve 23 Temmuz 1923 tarihli Lozan Konferansı ile kalıyorlardı (52).
Katolik faaliyetleri içinde İtalyanlar da önemli bir yer tutmaktadırlar. Kısa zamanda İstanbul'da kız ve erkek olmak üzere onüç okul kurmak imkânını buldular Ayrıca, Trabzon, İzmir, Erzurum, Biga, Rodos, Aydın, Halep, Trablusgarp'ta ondört ilkokul açmışlardı (53).
İtalyanlar yalnız okul açmak, tebliğ heyetleri göndermekle kalmamış, İzmir'de hatırı sayılır ticarî koloniler kurmuşlardı. 1913-1914 yıllarında Antalya havalisinde demiryolu yapmak için Bab-ı Ali'den imtiyaz alma imkânını elde etmişlerdi. I. Cihan Harbi bunu gerçekleştirmeğe mâni oldu (54). Sevr anlaşmasında İtalyanların Antalya'ya çıkmalarının İzmir'i istemelerinin, Rodos'u ve daha evvel Trablusgarp'ı işgallerinin öncüleri bu kültürel ve ticarî faaliyetleri olmuş oluyordu.
3 Mart 1340 tarihinde kabul edilen Tevhidi Tedrisat Kanunu ile Türkiye'deki bütün okullar lâikleşiyordu. Hükümet, Türkiye'de faaliyette bulunan yabancı ruhban okullarını da bu kanunun şumûlü içine almak suretiyle, ne kadar papaz okulu varsa hepsini kapattı. Yalnız İstanbul'da Fransa'ya ait olmak üzere 38 papaz okulu kapatılmıştı. 12 bini İstanbul'da 3000'i de İzmir'de olmak üzere 15 bin papaz namzedi okuyamaz hale gelmişti. Fransa 20 Ekim 1921 tarihli Ankara ihtilâfnamesine ve Lozan anlaşmasına dayanarak protestoda bulunmuşsa da; hükümet verdiği kararı ciddiyetle tatbik etti, kararından dönmedi ve Türkiye'deki yabancılara ait ruhban okullarının hayatına son verdi (55). Bu durum bize, bilhassa Katolik okullarının İstanbul başta olmak üzere, ne kadar faal olduklarını, miktarlarının ve papaz olarak yetişecek öğrencilerin ne kadar çok olduğunu göstermektedir. (Bu ciddî tatbikatın Fener Rum Mektebi ile Heybeli Ada Papaz mektebine aynı biçimde yöneldiğini zannetmiyorum).
Yazının 2.bölümü için aşağıdaki linki tıkayınız
Hazırlayan: Mehmet Yavuz AY
Ali Kaçar ile Derkenar..
01.05.2024
Kibrin Mağlûbiyeti -2 | İlhan Akar
30.04.2024
Suriyeli Mültecilerin Sorunları ORHAN GÖKTAŞ 02.05.2024
Başkası İçin Yaşamak Doç. Dr. MEHMET SAĞLAM 28.04.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
Ölüm ve Bayram AHMET SEMİH TORUN 13.04.2024
müslüman ‘Allah diri’dir! valla! MUSTAFA AKMEŞE 19.04.2024